3 Haziran 2016 Cuma

BALKANLARA GEZİ





BALKANLARI DOLAŞIYORUZ

Burhan Bursalıoğlu

GENELLEME:

13 Mayıs 2016 Cuma günü , saat  22  de, Mersin Tema Vakfının üyeleri ile birlikte İstanbul’dan Balkanlar’a doğru hareket ettik.
Gezimizin ayrıntılarına geçmeden önce Balkanlar’da dikkatimizi çeken birkaç önemli özellikleri belirtmekte fayda görüyorum.


1-    Dünya’nın, belki de, en çok ormanına sahip bir bölge. Gür ve sık ağaçlık. Tabandan  en yüksek dağlara kadar orman. Yeşilliğe çok önem veriyorlar. Cadde etrafında dikili ağaçlar nedeniyle, cadde kenarlarında bulunan evlerdeki kişiler, karşı evleri görememekte. Her ağacın üzerinde çakılı plaketlerde, geçmişi ve ne zaman kesileceği tarihler yazılı.


2-    Geniş ve düzenli parklar, piknik alanları, halkın doğa sevgisini yansıtıyor.
3-    Yugoslavya’nın savaş sonrası parçalanmasından oluşan  7  küçük devlet halkı,” savaşın çıkması kaçınılmaz” düşüncesindeler. Her yerde savaşın izleri var. Bu nedenle, savaşta yıkılan binaların bir kısmı yıkık vaziyette bırakılmış. Yetişen gençlerin belleklerinden, savaşın  “felaket” olduğu gerçeğini silmemek için, “gör, unutma” yı hatırlatmak için.

4-   Her ülkde, yakın tarihin ve geçmiş zamanın kahramanlarının heykelleri  meydanları süslemiş. Bunlara saygıda kusur etmiyorlar.
5-  Tüm Balkanlar’da Osmanlı’ların izleri görülmekte. Cami, hamam, şadırvan, köprü, kervansaray ve bazı binalar muhafaza edilmiş, bazıları da başka amaçlar için kullanılmaya açılmış
6-  Ülkelerin kendine has para birimi var. Ama, turistlerden genelde  AB  ülkelerinin kullandıkları  euro almaktalar.

-  Bu 7 devlette  ticaretle uğraşanların % 90 nı kadın. Erkek zaten az. Bir erkeğe 6 kadın düşmekte. Bu da savaşın sonuçlarından biri.
8-  Savaşta ölenlerin mezarları tek tip olup, görülecek yerlere yapılmış.

9-  Nehirler deniz gibi masmavi, etrafları çevrili , her çeşit kullanıma hazır.
10- Ülkeler genelde fakir, ama çok temizler. Oteller eski  binalar ama, 
1-  Pasaport kontrolü geçişlerde çok bekletiliyoruz. AB Ülkeleri otobüslerinin işi  5 dakikada bitirilmesine rağmen Türk plakalı otobüslerin 1,5  saat bekletildikleri oluyor.
12 - Hiçbir resmi daire önünde ne polis ne de asker nöbetçi göremedik.

14 -MAYIS – CUMARTESİ:
İSTANBUL - SOFYA

İstanbuldan, 13  Mayıs  Cuma  günü  gece saat 22 de  ayrıldıktan sonra ilk durağımız  sabah 08 de Sofya oldu.

1.3 milyon nüfusa sahip,  Bulgaristan’ın baş kenti. Panoramik şehir turundan sonra, bazı kiliseleri, parlamento binasını, sofya Üniversitesini, başbakanlık binasını ve  Atatürk’ün Sofya Elçisi
 iken, yeniçeri kıyafeti ile katıldığı balonun yapıldığı  Ordu evini  ziyaret ettik. Bina başka bir amaçla kullanılıyor.
Sofya’da fazla kalmadık.

ÜSKÜP - skopj

1991 de  Yugoslavya’dan koparak, halk  referandumu ile bağımsızlığına kavuşan Makedonya’nın başkenti  Üsküp’e doğru, yolumuza devam ettik.

 Kentin ortasından Vardar nehri geçiyor. Şehri adeta ikiye  bölmüş
1392 den, Balkan savaşına kadar, Osmanlı  yönetiminde kalmış.
       ÜSKÜPTEKİ BU  MEDRESE  DUVARINDA
AŞAĞIDA GÖRÜLEN  5 ATATÜRKÜN BOY RESİMLERİ VAR


1900-1908 yılları arasında, Osmanlı paşası  Hafız paşa tarafından islahhaneler, idadiye, değişik amaçlı  binalar yaptırılıp, Vardar ve Serava nehirlerinin islahını yaptırmış.
Yahya Kemal Beyatlı’nın da doğduğu kent olan  Üsküp’ün can damarı olan Vardar nehri ve ovası için söylenen türkü hala kulaklarımızda:

VARDAR  TÜRKÜSÜ

Mayadağ'dan kalkan kazlar
Al topuklu beyaz kızlar
Yarimin yüreği sızlar
Eylenemem aldanamam
Ben bu yerlerde duramam

Vardar ovası Vardar ovası
Kazanamadım sıla parası

Mayadağ'ın yıldızıyım
Ben annemin bir kızıyım
Efendimin sağ gözüyüm
Eylenemem aldanamam
Ben bu yerlerde duramam

Vardar ovası Vardar ovası
Kazanamadım sıla parası

TAŞ KÖPRÜ

Yahya paşa, camiisi, kullanılmayan  Davut paşa hamamı  ve meşhur, 220 m uzunluğunda, 13 kemer gözü  bulunan  ve 1469 da tamamlanan Taş köprü, diğer adı ile “Fatih Sultan Mehmet
köprüsü”  ve heykellerin bulunduğu alanlarda fotoğraf çekiliyor.
Şehri tepeden gören Üsküp kalesini geziyoruz.     Vodno dağının tepesine yapılan, 33 katlı  milenyum haçı ise çok tartışmalara neden olmuş.
Üsküp’ ün nüfusu 650 bin civarında. Bunların % 66 sı Mekodonya’lılar, % 21 ri Arnavut, % 4.5 i Romanlar, % 2.8 i Sırplar, % 1.7 si Türkler, % 1,5 i Boşnaklar  ve  % 0.5  i de Aromaniler.
BÜYÜK İSKENDER

Kafelerin bulunduğu caddeye giriyoruz. İnsanlık adına yaptığı çalışmalarla tanınan ve Nobel Barış ödülü sahibi, 1997 de hayatını kaybeden, 2003 yılında  Papa tarafından  “AZİZE”  ilan edilen, Rahibe Terasa’ nın heykeli ve  fotoğraflarını , kendine hediye edilen binada görüyoruz.
Üsküp’de  Türkçe eğitimi veren üç ilkokul, bir ortaokul ve Yahya Kemal Beyatlı adlı bir kolej bulunuyor.

Osmanlıların izniyle yapılan  Sveti Spas kilisesinin  bakımsız olan dış görüntüsüne karşılık iç kısımda ahşap oymalar görmeye değer.
Osmanlılara karşı  ayaklanmanın başını çektiği Gotse Delchev bu kiliseyi merkez yapmış ve tüm kararlar burada alınmış.  Gotse nin mezarı da kilisenin bahçesinde bulunmaktadır.
TERESA VE EVİ
Yahya Kemal Beyatlı adına düzenlenmiş binanın bulunduğu  Makedon meydanında  ,Makedonya’ lıların   kahramanı  Büyük   İskender’in dev  heykeli objektiflerin hedefi oluyor.

Eski Üsküp’te, Murat paşa, İsa bey ve Mustafa paşa’nın camileri yanında, Kapan hanı, Sulu han  bulunuyor.
Verilen serbest molada yapılan alış verişler ve yemekten sonra otelimize istirahata  çekiliyoruz.
MAKEDON  MEYDANI


15. Mayıs . 2016  PAZAR
BELGRAD

Üsküp’ten ayrılarak, yeşillikler arasından geçerek, Sırbıstan’ın başkenti Belgrad’a geliyoruz.
Tuna ve Sava nehirlerinin birleştikleri platoda kurulmuş, bir buçuk milyona yakın nüfuslu  büyük bir kent.
Yugoslavya’nın dağılmasından sonra oluşan 7 yeni devletten biri de  Sırbıstan. Burada da Osmanlı kalıntılarını görmek mümkün. Bir çoğu savaşta zarar gördüğü için  yıkılmış, onarılmasına rağmen özelliklerini kaybedip başka amaçlar için kullanulmalarından dolayı “kalıntı  sözcüğünü kullanma gereğini duyuyorum.
Bayraklı camii, Damat Ali paşa  türbesi, Sokullu Mehmet Paşa çeşmesi, İstanbul ve Zindan kapıları görülmesi gereken başlıca eserler.
Belgrat kalesi, saat kulesi, askeri müze, leopol dev kapısı Stefan Lazareviç anıtı Nebojsa kulesi, Kale meydanı, Cumhuriyet meydanı, Taş meydan, Terazi meydanı ve Saborna kilisesi de görülecek eserlerden.

Belgrad kuşatmaları:

1. kuşatma, 1440 da, II. Murad önderliğindeki ordu, üç ay kadar süren kuşatma sonucunda, Ağustos ayında Semendire'yi ele geçirdi  Ordu, Nisan 1440 sonlarında Belgrad'a ulaştı  Kuşatmanın üçüncü ayında, Macaristan Kralı III. Władysław, kuşatmanın kaldırılması konusunu görüşmek üzere Murad'a elçiler gönderdi.Bir müddet sonra kuşatma kaldırıldı ve Osmanlı kuvvetleri İstanbul'a döndü.




2. kuşatma:   Osmanlı Padişahı II. Mehmed 1453'te İstanbul'un Fethi'nden sonra, Macaristan Krallığı'nı hükmü altına almak  istiyordu. Bunun için Belgrad’ı  kuşattı. Kuşatma, sonunda büyük bir savaşa dönüştü. Belgrad komutanı Hunyadi'nin komutasındaki ordu,  ani karşı saldırı ile Osmanlı kampını istila etmesi sonucunda, yaralanan II. Mehmed kuşatmayı kaldırmak ve geri dönmek zorunda kaldı. Bu arada Macar kampındaki vebaya yakalanan János Hunyadi, savaştan üç hafta sonra öldü.

3. Kuşatma:  1521 de  I. Süleyman'ın 1520 Eylül'ünde Osmanlı Padişahı olmasının ardından Macaristan Kralı II. Lajos'a gönderdiği elçinin hakaret görmesi veya öldürülmesi ve Macar kuvvetlerinin Knin'i ele geçirmesi üzerine Süleyman, Belgrad üzerine sefer düzenlemeye karar verdi. 18 Mayıs 1521 tarihinde Belgrad üzerine sefere çıkan Padişah  1. Süleyman'ın
önderliğindeki Osmanlı Ordusu, Temmuz ayında şehri kuşatma altına aldı. Sadrazam  Pîrî Mehmed Paşa'nın komutasındaki ordu 29 Ağustos 1521 de  Osmanlı Padişahı birinci Süleyman  tarafından alındı. Kent çok zarar gördü. Bu nedenle  Ortodoks halk, bu gün Belgrad ormanları dediğimiz bölgeye gönderildi.
Üçüncü kuşatmadan sonra devamlı el değiştiren Belgrad 5 kez daha, 1688, 1690, 1717, 1739, 1789  tarihlerinde  kuşatıldı.

16. Mayıs. 2016  PAZARTESİ
SARAYBOSNA

Saraybosna, Bosna Hersek’in başkenti.
Miljac nehrinin etrafında kurulmuş.
GALATASARAYIN ESKİ OYUNCUSU TARIK HODZİC İN KÖFTECİ DÜKKANI
SarayBosna, Boşnaklar, Hırvatlar sırplardan oluşuyor. Müslüman, Musevi,Ortodoks ve Katolik dinlerine bağlılar.  750 bin nüfusu bulunuyor.  Bu arada galatasarayın eski oyuncusu  Tarık Hodzicin köfteci dükkanına gittim. Tarık yoktu. Eşi ile görüşerek selam bıraktım. Tabiiki bir GS taraftarı olarak.
YIKILAN CAMİNİN AVLUSUNDA BULUNAN MEZAR TAŞLARI NI BİR KÖŞEYE  YIĞMIŞLAR. MEZARLAR YAPILAN BİNANIN ALTINDA KALMIŞ
Burada yaşayan insanlar hala, savaş korkularını belleklerinden silememişler. Her an gene savaş çıkabilir korkusu içindeler. Bu nedenle, savaşta yıkılan, şarapnel ve kurşun yarası görmüş ve yıkılmış binaların onarımına gitmemişler. Amaçları yetişen gençlere savaşın korkunçluğunu göstermek.
Şehri gezerken gördüğümüz tramvay hattı, oteller bölgesinden  Baş çarşıya  kadar uzayan hat Osmanlılar tarafından yapılmış. Hala kullanılmakta.
Ladin köprüsü tarihi bir köprü. Birinci Dünya Savaşına neden olan Arşidük Franz Ferdinand’ın, Gavrilo Princip adlı bir Sırp Milliyetçisi tarafından  öldürüldüğü  köprü.
Gavrilo, Sırplar tarafından bir şair ve kahraman;  Hırvatlar tarafından, Sırplarca eğitilmiş  bir suikastçı;  Boşnaklar tarafından, Sırp Milliyetçisi olarak  tanınıyor.
FERDİNANDIN ÖLDÜRÜLDÜĞÜ KÖPRÜ
Aslında  Franz Ferdinand’ın öldürülmesi için görevlendirilip , üç ayrı köşede, pusuda bekletilen 7 kişi varmış.  Cinayeti işlemek  Gavrilo’ya kısmetmiş.
Gezimizde Merkez Kütüphanesine uğruyoruz. 1922 deki savaşta  2 milyon kitap yakılmış. Bunların 150  000 ni el yazmalı kitap. Kütüphanenin onarımı için Avusturya hükümeti gereken katkıyı sağlamış. Bugün bu kütüphanede  6 milyon kitap bulunmakta imiş.
Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı Aliya İzzet Begoviç’in mezarını ziyaret ediyoruz.
Türk Konsolosluğu
 1531 yılında yapılan Gazi Hüsrev  Bey camisi savaş sırasında çok hasar görmüş. Onarımı yapılmış ama aslından çok farklı olmuş. Gazi Hüsrev Bey bu caminin avlusunda yatıyor.Caminin hemen dışında Gazi Hüsrev Bey çeşmesi var. Rivayete göre bu çeşmeden su içen sık sık buralara gelirmiş.
Gazi Hüsrev Bey’in annesi Selçuk Hatun adına yapılan medresenin üstü kurşunla kaplı olduğu için “Kurşunlu medresesi” deniyor.
Başçarşının meydanında sebil var. Bunun da  rivayeti: Bu sebilden su içen aşıklar hiç ayrilmazlar mış. Başçarşıda ayrıca, Morica han, saat kulesi, Katolik Kadedrali, Markale pazarı, kapalı Pazar yeri ile devam eden gezimiz, 2. Dünya savaşı sonrasında yapılan ve 3 dilde de yazılımı olan,  “Barışla yaşayacaklarına” yemin ettikleri metnin bulunduğu Tito Barış ateşini görerek sonlandı. Ama ne yazık ki, bu yemine uyulmamıştır.
Diğer Ülkelerde de olduğu gibi buradaki satıcıların çoğu kadın.
Burada bir de “Ölüm Kelebekleri” meselesi var.
Katliamlarda öldürülen insanların toplu mezarları, bulunmasın diye çok derinlere kazılmış ve üzerlerine ağaçlandırma yapılmış. Halk tarafından toplu mezarların olduğunun varlığı biliniyor ama nerede oldukları, tüm çabalarına karşı bulunamıyorlarmış.
Bazı bölgelerde çok miktarda kelebeklerin yaşadığı  halkın dikkatini çekmiş. Uzmanlar incelemeye başlamış . Toprağın çok zengin olduğu görülmüş. Nedenlerini öğrenmek için kazılara başlamışlar. Sonuçta  toplu cesetlere ulaşşlar. Kelebeklerin çokluğunun esrarı çözülmüş. Onun için bunlara  “ölüm kelebeği” adını vermişler.

DEVAM  EDECEK

8 Mayıs 2016 Pazar

YABANCILAR GÖZÜNDE ATATÜRK




İNGİLİZ BÜYÜK ELÇİSİ PERCY LORAİNE'in  ATATÜRK  HAKKINDAKİ  GÖRÜŞLERİ

- 5 -  

Burhan Bursalıoğlu

İNGİLİZ BÜYÜK ELÇİSİ  PERCY  LORAİNE'ın  ATATÜRK HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİNİN  SON  BÖLÜMÜ.


12-Atatürk’ün İngiliz karşıtı olduğuna dair 

görüşleri

Loraine, İngiliz kamuoyunda oluşmaya başlayan Atatürk’ün İngiliz karşıtı olduğu yönündeki görüşün da karşısında yer almıştır. 29 Ekim 1942 tarihinde “Realite” dergisinde yayınlanan yazısında özellikle 1934–1939 yılları arasında Türkiye ile İngiltere arasında samimi dostluk bağının tam olarak kurulduğunu ve bu dostluk ilişkilerinin kurucusunun Mustafa Kemal Atatürk olduğunu vurgulamaktadır. Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin övgüye laik olduğunu belirten Loraine, Türk Devrimi sayesinde ülkenin gelişmeye açık ve modern bir hale getirilmiş olmasını ise övmüştür. Atatürk’ün kurduğu bu modern yapı sayesinde Türkiye ve İngiltere arasındaki dostluk ilişkilerinin güçleneceğine olan inancını da dile getirmiştir.
Bu bağlamda Sir Percy Loraine’nin 9 Nisan 1938 tarihinde İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a yolladığı raporunda Atatürk’e Türkiye ile İngiltere arasında samimi dostluk ilişkisinin kurucusu olduğu için fahri bir paye verilmesini istemesi de Loraine’nin konuyla ilgili düşüncelerinde ne kadar samimi olduğunu göstermektedir. Adı geçen raporda Loraine’nin şu ifadeleri kullanmıştır:

“Atatürk’ün şahsına dikkat gösterilmelidir. Dört yıl kadar önce Türk politikasına İngiliz taraftarı bir veçhe veren o’dur; “müeyyideler” devresinin getirdiği endişelere, totaliter devletlerin artmakta olan askeri kudret ve siyasi cazibesine, Batılı demokrasilerin görünürdeki zaafına rağmen, yolundan şaşmayan ve Türkiye’nin İngiltere’ye güvenini arttırmaya devam eden Odur. Diktatör devletlerden birinin yapmak istediği gibi, O’na bir filoluk savaş uçakları veya öldürücü silahlar vermeye kalkışırsak, herhalde yaraşır bir hareket yapmış olmayız. Sayın Lord, en tanınmış İngiliz üniversitelerinden biri tarafından Ona fahri bir paye verilmesi ihtimali üzerinde durmanızı rica ederim.”
13 -  Atatürk’ün İçki ve Poker Arkadaşı Olduğuna Dair Eleştiriler:
Loraine’nin ısrarla üzerinde durduğu bir başka konu ise, Onun Atatürk’ün içki ve poker arkadaşı olduğuna dair oluşmuş olan kanıdır. Gordon Waterfield tarafından kaleme alınan Loraine’nin hayatını konu alan “Professional Diplomat Sir Percy Loraine” adlı eserde, Waterfield tarafından Onun Atatürk’ün içki ve poker arkadaşı olduğu intibası uyandırmaktadır. Ancak O, bir büyükelçi olarak Atatürk’ü tanıdığını ve Atatürk ile sadece iki defa poker oynadığını, bunun dışında, resmi kabuller dışında bir görüşmenin gerçekleşmediğinin altını çizmektedir.
Loraine, 10 Kasım 1948 tarihinde BBC’de yayınlanan konuşmasında konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir:

“Bu konuşmayı hazırlarken dinleyicilere Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü ve onun çalışmaları tanıtmayı planladım. Atatürk’ün bireysel özellikleri konusunda muhakkak ki yanılmış olabilirim. Bunun için de geçerli bir gerekçem bulunmaktadır. Ben büyükelçilikle vazifelendirilmiş bir kişi olarak devletin başı ile elbette ki resmi ilişkiler kurmak mecburiyetindeydim. Özellikle söz konusu kişi Atatürk olunca bunun altını çizmek gerekir. Çünkü Atatürk hiçbir zaman tamamen resmi bir takım hadiselerin dışında asla elçileri huzuruna kabul etmez, onları eğlendirmek maksadıyla köşkünde kabuller düzenlemezdi. Şüphesiz ki o, sadece tek bir ülke büyük elçisini makamında kabul etmeyecek kadar zeki bir insandı çünkü o bu tip kabullerin kalp kırıklıklarına ve kıskançlıklara yol açabileceğinin farkında idi.

Buna ek olarak; tamamen resmi durumlarda, örneğin büyükelçi olarak görevlendirme mektubumun kabulü gibi durumlarda oturmamı ister ve benimle Dışişleri konusunda konuşurdu. Ancak bu tip durumlar kesinlikle çok nadirdi. Bununla birlikte Atatürk her zaman çok yardım severdi ve bir o kadar da kendisini ilginç bulmuşumdur. Hiçbir şüphem yok ki, diğer meslektaşlarım da benimle aynı imkânlara sahip idiler. Genellikle Türkçe konuşurdu -ki benim pek de aşina olmadığım bir dildi- ve bakan tercüme ederdi. Fransızcası çok akıcı olmamakla birlikte anlaşılır ve hatasızdı.
Onun tek verdiği resepsiyon Cumhuriyet Halk Partisi binasında 29 Ekim “Ulusal Bağımsızlık Bayramı” nedeniyle vermiş olduğu idi. Sabahtan kendi yöneticilerini kabul etti hepsinin üzerinde üniformaları vardı. Öğleden sonra ise çok geniş katılımlı resepsiyon gerçekleştirildi.
Akşam ise dostları ile bir araya geldi ve onlarla dünya meseleleri hakkında tartıştı. Bu 29 Ekim 1937 tarihinde idi. Onun karşısında beş saati geçkin bir süre oturmuş olmalıyım. Atatürk’ün konsantrasyon yeteneğine hayran kalmamak mümkün değildi.
Neden kahvaltıda yediklerini, terzisinin kim olduğunu, hangi diş macununu yeğlediğini anlatmadığımı anlamışsınızdır. Bilemezdim ve asıl önemlisi hiç fark etmezdi.”

İngiliz kamuoyunda olduğu gibi Türk kamuoyunda da Loraine’nin Atatürk’ün içki ve poker arkadaşı olduğu kanısının hakim olduğu, Onun 21 Kasım 1958 tarihinde Muharrem Nuri Bilgi’ye yazdığı mektuptan anlaşılmaktadır. Bu mektubunda Loraine şöyle demektedir:
“… 6 Kasım tarihli mektubunuzun dördüncü paragrafından anladığım kadarıyla arkadaşlarınız tarafından yanlış bilgilendirilmişsiniz. Ben yalnızca Atatürk ile iki kez poker oynadım. Her iki oyun da Reza Shah Pahlavi’nin ziyareti esnasında gerçekleşti. İlki Ankara Palas Otelde; ikincisi ise The Shah tarafından Ankara büyükelçiliğinde verilen resepsiyonda idi.
Ankara Palas Oteldeki yemekte ben otele geldikten bir saat sonra Atatürk geldi ve salondaki herkes ayağa kalktı. Geldikten yarım saat sonra da beni yaveri aracılığı ile bir kadeh şarap içmeye davet etti. Bunun Cumhurbaşkanının konuşmak istediği şahısla iletişim kurmak için kullandığı bir yol olduğunu anlamak pek güç değildi. O gece benim konuklarım Karabük’deki Çelik işini üstlenen British Company yetkilileri ile hazinenin İhracat Kredi Bölümü temsilcileri idi. Hep beraber Atatürk’ün masasına gittik. Bize direk pek çok konuda zorlayıcı sorular yöneltti ancak biz hepsini yanıtlayabildik ve o memnun kaldı.

Gördüğünüz gibi büyükelçim, bunlar Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği ile gerçekleşen görüşmelerdir. Çankaya’ya resmikabuller dışında asla gitmedim. Kralın ziyareti esnasında gerçekleşen görüşme istisna oluşturur”.

14-  SONUÇ
1933–1939 yılları arasında İngiliz Büyükelçisi olarak Ankara’da görev yapan Sir Percy Loraine, Atatürk’ü tanıma ve Türk Devrimini anlama imkânı bulmuştur. O, Atatürk’ün kişiliğine, düşüncelerine, halkına olan büyük sevgisine, öngörü sahibi bir lider olarak barışı korumak için gösterdiği gayrete hayran kalmıştır.
Ankara’daki görevi sona erdikten sonra da, Atatürk’e olan hayranlığını ve sevgisini çeşitli konuşmalar yaparak, yazılar yazarak dile getirmeye çalışmıştır. Loraine, özellikle Atatürk’ün kin ve husumet duygularını bir kenara atarak, başta İngiltere olmak üzere diğer devletlerle samimi dostluk ilişkisi kurma yönündeki çabalarını takdirle izlemiş ve Onu ve kurduğu Cumhuriyeti “Balkanlarda ve Orta Doğu’da barışın garantisi” olarak nitelemiştir. Yazılarında ayrıca Atatürk’ün halkının kültür seviyesini yükseltmek, milletini çağdaşlaştırmak için gerçekleştirdiği atılımlara dikkat çekmiştir. Atatürk’ün bu uğurda gerçekleştirdiği devrim hareketinden övgüyle bahsetmiş, Türk Devrimi’nin nasıl ve neden gerçekleştirildiğini Batılı meslektaşlarına ve kamuoyuna anlatmaya çalışmıştır.

Atatürk’ün kişiliğine ve gerçekleştirdiği Türk Devrimine ilişkin yapılan asılsız iddiaları çürütmeye çalışmış, bildiği Atatürk’ü bilmeyenlere anlatmak için yoğun çaba harcamıştır. Bu maksatla, Atatürk’ün ölümünün onuncu yıldönümü olan 10 Kasım 1948 tarihinde BBC’den yayınlanan konuşma metnini başka Cambridge, Oxford üniversiteleri olmak üzere önemli pek çok üniversite kütüphanelerine, bakanlıklara ve diplomatlara göndermiştir. Ayrıca pek çok yayın organına bu yazısının yayınlanmasına müsaade etmiştir. Loraine, Atatürk ve Türk Milleti hakkında Londra Radyosunda yapmış olduğu bu konuşma karşılığı BBC idaresi tarafından kendisine takdim edilen parayı Türk-İngiliz dostluğunu ve kültür ilişkilerini derinleştirmek amacıyla Londra Halkevine bağışlamıştır. Bu da Loraine’nin Atatürk’e ve Türk Milletine karşı duyduğu samimi sevginin açık göstergesidir.

O, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne olan inancını da her fırsatta dile getirmiştir. Yazılarında Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’nden saygıyla bahseden Loraine, iki ülke arasında samimi dostluk bağlarının kurulmasında ve iki ülke halkının birbirine yaklaşmasında etkin bir rol oynamıştır. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu münasebetiyle 30 Ekim 1942 tarihinde Londra radyosunda Türk milletine hitaben Türkçe olarak yaptığı konuşma, Türk ve İngiliz basınında büyük ilgi görmüş ve sempati yaratmıştır.
Sir Percy Loraine’nin bir İngiliz yurttaşı ve diplomatı olarak, Atatürk’ü anlama, anlatma ve onun hakkındaki asılsız iddiaları çürütmek için gösterdiği çaba övgüye değerdir.
    S  O  N  









MİLLİ BAYRAMLARIMIZ