23 NİSAN 1920 ÖNCESİ ANKARA
Burhan Bursalıoğlu
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Ankara’yı, o zamanki bilinen Engürü’yü anlatırken, “Köylerinde ekili yerleri çok, hayır ve bereketleri fazla, nimetleri bol, pınar ve nehirleri akar, bir mamur şehirdir ki, kalesi ve şehri emsalsizdir”der.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Ankara’yı, o zamanki bilinen Engürü’yü anlatırken, “Köylerinde ekili yerleri çok, hayır ve bereketleri fazla, nimetleri bol, pınar ve nehirleri akar, bir mamur şehirdir ki, kalesi ve şehri emsalsizdir”der.
Coğrafya dersinde Ankara’yı Engürü olarak öğrenmiş olan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, daha lisedeyken Ankara hakkında bildiklerini şöyle anlatırdı. “Engürü, Anadolu’nun ortasında 25 bin nüfuslu bir vilayet merkezidir. Kayseri, Kırşehir, Çorum, Yozgat mutasarrıflıkları bu vilayete bağlıdır. Arazinin mühim bir kısmı bozkır ve çoraktır. Kızılırmağın suladığı yerler mümbit ve bol mahsul verir. Tiftik keçisi, balı ve armudu meşhurdur Vilayetin merkezi Ankara şehrinin yanındaki tepede, eski devirlerden kalma bir kalesi vardır. Şehrin etrafındaki tepelerde, bağlar, bahçeler vardır. En mühim mahsulatı tiftik ve buğdaydır.”
1920 ler de Ankara’nın buğdayı boldu ama, genelde bozkır ve bataklık görüntüsünde olup halkın çoğu sıtmalıydı. Evliya Çelebinin bahsettiği, övünç kaynağı Engürü, 19. yüzyıla kadar olanıymış. 19. yüzyıldan sonra Engürü gerilemiş, nüfusu azalmış, ticaret gerilemiş, insanlar yoksullaşmış. Dünya tiftik tekelini elinde tutan Ankara’nın tiftik keçilerini İngilizler 1860 yıllarında alarak, sömürgesi olan Güney Afrika’da üretmeye başladılar.
1873 de Ankara’yı seller bastı. Ocak 1874 de 2 ay devam eden kar yağışı nedeniyle, hayvanlar perişan oldu ve öldüler, yollar kapandı, açlık başladı, yardım gelmedi 20 bin insan öldü, bir çok insan da başka yerlere göç ettiler.
4 sancaklı Ankara ilinden, 1877-1878 Rus savaşı için 1980 bin civarında asker alındı. Bunların da çoğu geri gelmedi. 1914 de yapılan nüfus sayımında Ankara’nın nüfusu , 299.500, Müslüman, 13.500 ü Ermeni, 3.600 ü Rum du.
İş adamı Vehbi Koç, Ankara’nın sosyal yapısını anılarında anlatırken şöyle der.
“Ankara halkının çoğunluğu Müslüman Türklerdi. Bir de Hıristiyanlar ve Museviler vardı. Hıristiyanlar çalışırlar, kazanırlardı. İyi yer, içer, eğlenirler, iyi giyinirler, güzel evlerde otururlardı. Pazarları hafta tatili yaparlardı. Türk ler de çoğunlukla, ya hoca, ya bakkal,
ya bekçi, ya da ambarcı olurlardı. Hıristiyan lar askere alınmaz, bedel öderlerdi. Askere gitmediklerinden, daha rahatça iş yapma, dükkan açma olanağı bulurlardı.'
Ankara, 1919 yıllarında, kale içine sıkışmış, 20-25 bin nüfuslu bir kasaba görünümündeydi.
MUSTAFA KEMAL VE TEMSİL-İYE HEYETİ ANKARA’DA
Mustafa Kemal ve Temsil-iye Heyeti 18 Ekim 1919 tarihinde. Sivas’tan yola çıkarak Ankara’ya hareket ettiler.
Mondros Mütarekesinden sonra, diğer Türk illeri olduğu gibi, Ankara da işgal edilmeye başlandı. İngilizler 2 bölük le Cebeci ve Demirli bahçe civarına yerleştiler. Daha sonra Fransız ve Fas askerleri geldiler. Fransızlar da Ulus civarına karargah kurdular.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, yorucu, aksiliklerle dolu bir yolculuktan sonra, 27 Aralık,1919 Cumartesi günü Ankara’ya geldiler. Karşılama merasiminden sonra, Valilik, kolordu ziyaret edilerek, genelkurmay karargahı olarak düşünülen, kent dışında, Kalaba köyündeki Ziraat okuluna, askerler dahil 36 kişi yerleşti. Mustafa Kemal bu okuldaki borusu pencereden dışarı çıkan, sacdan yapılmış odun sobası, bir kanepe, bir masa, iki koltuk ve birkaç sandalyesi olan odayı kullanmaya başladı. Çalışmasını ve misafirlerini bu odada ağırlardı.
Mustafa Kemal tüm kuruluşlara telgraf çekerek “Şimdilik, Heyeti Temsil-iye merkezi Ankara’dadır” bilgisini iletti.
Ankara halkının beklediği diğer kişilerse, İstanbul’da toplanacak olan Millet Meclisine katılacak Millet Vekillerinin Ankara’ya uğramalarıydı. Mustafa Kemal bu vekillerle görüşerek , toplantıda nasıl davranacakları konusunda bilgi veriyordu.
Bilindiği gibi İstanbul Millet Meclisi İngilizler tarafından basılarak, lağvedildi. Bir kısım vekil tutuklandı, bir kısmı da Anadolu’ya kaçarak Ankara’ya ulaştılar.İstanbul Meclisinin dağıtılması, bir yerde Osmanlıların da sonu idi. Mustafa Kemal , dağıtılan meclisin yerine Anadolu da, Ankara’da alternatif meclisin açılmasının kaçınılmaz ve zamanının olduğuna karar verdi. Aslında, taaa, Erzurum kongresinde buna karar vermişti.
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ AÇILIYOR
Mustafa Kemal , her hareketinde, her yenilikte ve davranışta, zaman ve fırsatları iyi değerlendiren ve o zamanı iyi kullanan bir lider olması nedeniyle, Temsil Heyeti adına altı maddelik bir bildiri ve tören programı yayınlayarak, 23 Nisan 1920 tarihinde Meclisin açılacağını duyurdu.
Bu duyuruda, yapılacak tören programında, dinsel temanın ağır bastığını da görüyoruz.
“Vatanın bağımsızlığı, Hilafet ve Saltanat makamlarının kurtarılması gibi en önemli ve hayati görevi yapacak olan bu Büyük Millet Meclisinin açılış gününü, Cuma’ya rastlatmakla, sözü edilen günün kutsallığından yararlanılacak ve bütün mebuslarla birlikte Hacı Bayram Veli camiinde Cuma namazı kılınarak, okunan Kuran’ın ve kılınan namazın aydınlığına bürünülecektir. Namazdan sonra –sakal-ı şerif – le birlikte özel daireye gidilecektir. Özel daireye gidilmeden önce bir dua okunarak, kurban kesilecektir.”
Büyük Millet Meclisinin bu açılış programını eleştirenler de oldu. Bunlardan biri de Kazım Karabekir’dir. Kazım Karabekir programı şu sözlerle eleştirdi..
“Tarihimizde bu kadar koyu taassupla, dini merasimle hiçbir meclis açılmamıştır. Fetvaları takip eden bu muazzam ihtifaller, acaba yer, yer başlayan ayaklanmalara karşı bir sigorta mı olacağı düşünüldü? Ne olursa olsun, inançla taassubu, Milli Meclisin başlangıç gününde, ayırmak daha ihtiyatlı olurdu. Yani, ne Cuma gününü seçmeye ve ne de bu kadar velveleye lüzum yoktu. Güzel bir dua iyi tesir yapabilirdi”
Meclisin adı konusunda da uzun, uzun tartışmalar yaşandı. Milletvekilleri gruplar halinde isim üretiyorlardı. “Meclis-i Kebir, Meclis-i Kebir-i Milli, Kurultay, Meclis-i Mebusan” gibi. Sonuçta Mustafa Kemal’in önerdiği Büyük Millet Meclisi adı, Mecliste telaffuz edilip kabul edildi.. 1845 doğumlu, Emekli Milli Eğitim Müdürü, Sinop milletvekili Şerif (Aykan), en yaşlı üye sıfatıyla açış konuşmasını yaptı.
Meclisin Milletvekili sayısı maalesef kesin olarak belirlenememiştir. Bazı araştırmacılar 383 sayısından 441 sayısına kadar rakamlar belirlemelerine karşı, TBMM yayınlarına göre de 437 olarak gösterilmektedir.
24 Nisan 1920 de yapılan Meclis Başkanlığı seçiminde Mustafa Kemal, 120 milletvekilinin 110 unun oyuyla Başkan seçilmiştir.
Kurtuluş savaşımızın kazanılmasında, devrimlerin yapılmasında , Cumhuriyetin kurulmasında önderlik eden Büyük Millet Meclisi temel oluşturmuştur. Bu nedenledir ki, Mustafa Kemal 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramını , Ulusumuzun temeli olan çocuklara armağan etmiştir.
İÇ ACISI EKONOMİK DURUM
Mustafa Kemal’in , Meclisin açılışına kadar geçirdiği evreler, çoğumuza masal gibi gelebilir.
Topu, tüfeği olmayan, askeri subayı olmayan, varlıklısı zengini olmayan, tüm toprakları işgal edilmiş bir vatanın kurtuluşuna baş koymuş, başta, kendine on bir suikast teşebbüsü yapılmış olan Mustafa Kemal ve birkaç Yurtsever insanın macerası masal gibi, sanki, sihirli bir değnek sayesinde tüm düşmanlar kaçıştı, “ Dile benden ne dilersin” diyen lambadan çıkan yaratık misali, yepyeni bir devlet kuruluyor. Aslında bunun hiçte böyle olmadığını, akıl sahibi insanlar idrak edebiliyorlar.
Bu girişimin, maddi yönünü de ele almak lazım. Bu yönde yapılan araştırmalar, gerçekten içler acısıdır. Bütün imkansızlıklara, olumsuzluklara, hayati tehlikelere, Dünya devlerine, Osmanlı devletine karşı kafa tutmanın , bir avuç insanı yıldıramadığını görüyoruz. Her şey bir tarafa, bu işin bir de ekonomik boyut var. Çekilen ekonomik sıkıntıların, dikkatimi çeken bir olayı anlatarak yazıma nihayet vereceğim.
Erzurum ve Sivas kongrelerinden parasız çıkıldı. Heyeti temsil-iye Ankara’ya geldi. Ankara Belediyesi, ilk birkaç gün kendilerini misafir ettiği söylense de, Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, 23 Ankaralıdan , çıkabilecek masraflar için para toplandığı söylenmektedir. Bu paranın da kısa zamanda bitmesi ve sonrasını Mahzar Müfit’ten dinleyelim.
“Ekmekçiye bile verecek paramız kalmamıştı. Mustafa Kemal Paşa ile bu ciheti görüşürken, bulduğum çareleri yine eskisi gibi kabul etmedi ve yarı geceye kadar hep düşündük ise de para tedariki hususunda bir karar ve neticeye ulaşamadık.
Çünkü, bankalardan ve kuruluşlardan ödünç bile olsa para almayı , Paşa’ya bir türlü kabul ettiremedim. Ne yapacaktık? Benim bir kürküm vardı; Erzurumlu Nafiz beye müracaatla sattırılmasını rica ettim. Nafiz Bey,
-Ocak ayı içindeyiz, ne giyeceksin?, diye satmamakta ısrar ettiyse de, bu ısrar, ne olursa olsun kulağıma giremezdi. Aç mı kalacaktık? Nihayet onu da sattık. Kimsede satacak bir şey kalmadı. Paşa ile bu hususta bir çare bulamıyorduk.
-Hele bakalım, sabah olsun, yine düşünürüz;. Sözü ile odalarımıza çekildik.
Para bulmak kabil iken Paşanın ,bu bulunan çarelere bir türlü muvafakat etmemesi yüzünden mustarip bir halde idik. Sabah oldu. Gece düşünmekten uyuyamamış olduğumdan, yatağımda istirahat halinde iken kapı vuruldu.
İçeriye giren zat, Müftü Efendinin geldiğini söyledi.
Eyvah, şimdi Müftü Efendiye (Rıfat Börekçi) kahve ısmarlamak lazım, kahve var ama şeker yok, benim iki parça şekerim var, onu da masanın gözünde saklamıştım, ya şekerli kahve isterse… Ya sigara da vermek lazım gelirse… Çünkü şeker çok pahalı idi. Herkes, şekerini kendi tedarik edecek emri verilmişti. Ne ile tedarik edilecekti? Kimde para vardı ki?
-Paşaya haber veriniz dedim.
-Paşa size gönderdi, Paşa ile görüştüler.
-Peki, buyursunlar.
Müftü Efendi odama girdi Ortadaki yuvarlak ve küçük masanın kenarında bir iskemleye oturdu.
-Müftü Efendi., zannıma göre kahve içmezsiniz, değil mi?
-Evet içmem.
-Sigara?
-Onu da kullanmam.
Halbuki Müftü Efendi kahve içerdi, fakat biz buna meydan vermemek için sualde bulunduk. Müftü Efendi derhal vaziyeti anladı ve içmem dedi. Tebessüm ederek:
-Sizin biraz sıkıntınız olduğunu öğrendik, az olsa da yardımda bulunmayı vazife bildik.
-Bundan bir şey anlayamadım. ( Yatağımın karşısında duran küçük kasayı göstererek)
- Paramız var, dedim. Halbuki kasa mevcudu 48 kuruştan ibaretti. Müftü Efendi bu sözümü dinlemedi bile. Geldi, cübbe sinin altından bir torba çıkardı. İçindeki kağıt paraları saymaya hazır bulunuyordu.
-Müftü Efendi, teşekkür ederiz ama, evvela Paşa ile bu hususu bir görüşseniz iyi olur.
-Görüştüm, kasa Mahzar Müfit Bey’dir, ona veriniz! dedi.
-Pekala.
Müftü Efendi birer, birer saymaya ve masanın üzerine koymaya başladı. Yüz, iki yüz, beş yüz geçti, nihayet tamamı bin lira kağıt para saydı. Ben de yataktan kalkarak paraları aldım ve kasaya koydum.
Bunu üzerine emirberi (Yardımcı asker) çağırdım ve iki şeker verdim
-Bize birer kahve pişir, emrini verdim. Müftü zaten vaziyeti anlamış olduğundan güldü. Ve
-Şeker pahalı, hesap lazım, size de gelen giden çok, başa çıkmaz, değil mi? diye latifeleşti
Kahveler içildi. Muhterem Müftü çıktı, gitti Ben de paranın miktarını derhal, Mustafa Kemal Paşa’ya haber vermek üzere odamdan çıktım.
Paşa’yı odasının kapı önünde bir habere bakarken gördüm. Bana
-Ne kadar? Dedi.
-Bin, dedim. Odasına girdik.
-Gördün mü, akşam ne kadar sıkılmıştık. Bu hatıra gelir miydi? Allah bize yardım ediyor, dedi. Ben de
-Evet. Kul sıkılmayınca Hızır yetişmez, dedim.
-Şimdi Hızır’ı filan bırak bakalım. Masraf ve varidatı tanzim et.
-Her şeyden evvel, bugün öğle yemeğinde Size bir ziyafet çekeceğim. Çoktan beridir et gördüğümüz yok. Şimdi emir verip pirzola aldıracağım. Bir de irmik helvası.
Mustafa Kemal Paşa
- İsrafa başlamayalım.
- -Bir defaya mahsus. Yarın yine çorba ve bulgur pilavına avdet ederiz
- Gülüştük.
“Vatanın bağımsızlığı, Hilafet ve Saltanat makamlarının kurtarılması gibi en önemli ve hayati görevi yapacak olan bu Büyük Millet Meclisinin açılış gününü, Cuma’ya rastlatmakla, sözü edilen günün kutsallığından yararlanılacak ve bütün mebuslarla birlikte Hacı Bayram Veli camiinde Cuma namazı kılınarak, okunan Kuran’ın ve kılınan namazın aydınlığına bürünülecektir. Namazdan sonra –sakal-ı şerif – le birlikte özel daireye gidilecektir. Özel daireye gidilmeden önce bir dua okunarak, kurban kesilecektir.”
Büyük Millet Meclisinin bu açılış programını eleştirenler de oldu. Bunlardan biri de Kazım Karabekir’dir. Kazım Karabekir programı şu sözlerle eleştirdi..
“Tarihimizde bu kadar koyu taassupla, dini merasimle hiçbir meclis açılmamıştır. Fetvaları takip eden bu muazzam ihtifaller, acaba yer, yer başlayan ayaklanmalara karşı bir sigorta mı olacağı düşünüldü? Ne olursa olsun, inançla taassubu, Milli Meclisin başlangıç gününde, ayırmak daha ihtiyatlı olurdu. Yani, ne Cuma gününü seçmeye ve ne de bu kadar velveleye lüzum yoktu. Güzel bir dua iyi tesir yapabilirdi”
Meclisin adı konusunda da uzun, uzun tartışmalar yaşandı. Milletvekilleri gruplar halinde isim üretiyorlardı. “Meclis-i Kebir, Meclis-i Kebir-i Milli, Kurultay, Meclis-i Mebusan” gibi. Sonuçta Mustafa Kemal’in önerdiği Büyük Millet Meclisi adı, Mecliste telaffuz edilip kabul edildi.. 1845 doğumlu, Emekli Milli Eğitim Müdürü, Sinop milletvekili Şerif (Aykan), en yaşlı üye sıfatıyla açış konuşmasını yaptı.
Meclisin Milletvekili sayısı maalesef kesin olarak belirlenememiştir. Bazı araştırmacılar 383 sayısından 441 sayısına kadar rakamlar belirlemelerine karşı, TBMM yayınlarına göre de 437 olarak gösterilmektedir.
24 Nisan 1920 de yapılan Meclis Başkanlığı seçiminde Mustafa Kemal, 120 milletvekilinin 110 unun oyuyla Başkan seçilmiştir.
Kurtuluş savaşımızın kazanılmasında, devrimlerin yapılmasında , Cumhuriyetin kurulmasında önderlik eden Büyük Millet Meclisi temel oluşturmuştur. Bu nedenledir ki, Mustafa Kemal 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramını , Ulusumuzun temeli olan çocuklara armağan etmiştir.
İÇ ACISI EKONOMİK DURUM
Mustafa Kemal’in , Meclisin açılışına kadar geçirdiği evreler, çoğumuza masal gibi gelebilir.
Topu, tüfeği olmayan, askeri subayı olmayan, varlıklısı zengini olmayan, tüm toprakları işgal edilmiş bir vatanın kurtuluşuna baş koymuş, başta, kendine on bir suikast teşebbüsü yapılmış olan Mustafa Kemal ve birkaç Yurtsever insanın macerası masal gibi, sanki, sihirli bir değnek sayesinde tüm düşmanlar kaçıştı, “ Dile benden ne dilersin” diyen lambadan çıkan yaratık misali, yepyeni bir devlet kuruluyor. Aslında bunun hiçte böyle olmadığını, akıl sahibi insanlar idrak edebiliyorlar.
Bu girişimin, maddi yönünü de ele almak lazım. Bu yönde yapılan araştırmalar, gerçekten içler acısıdır. Bütün imkansızlıklara, olumsuzluklara, hayati tehlikelere, Dünya devlerine, Osmanlı devletine karşı kafa tutmanın , bir avuç insanı yıldıramadığını görüyoruz. Her şey bir tarafa, bu işin bir de ekonomik boyut var. Çekilen ekonomik sıkıntıların, dikkatimi çeken bir olayı anlatarak yazıma nihayet vereceğim.
Erzurum ve Sivas kongrelerinden parasız çıkıldı. Heyeti temsil-iye Ankara’ya geldi. Ankara Belediyesi, ilk birkaç gün kendilerini misafir ettiği söylense de, Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, 23 Ankaralıdan , çıkabilecek masraflar için para toplandığı söylenmektedir. Bu paranın da kısa zamanda bitmesi ve sonrasını Mahzar Müfit’ten dinleyelim.
“Ekmekçiye bile verecek paramız kalmamıştı. Mustafa Kemal Paşa ile bu ciheti görüşürken, bulduğum çareleri yine eskisi gibi kabul etmedi ve yarı geceye kadar hep düşündük ise de para tedariki hususunda bir karar ve neticeye ulaşamadık.
Çünkü, bankalardan ve kuruluşlardan ödünç bile olsa para almayı , Paşa’ya bir türlü kabul ettiremedim. Ne yapacaktık? Benim bir kürküm vardı; Erzurumlu Nafiz beye müracaatla sattırılmasını rica ettim. Nafiz Bey,
-Ocak ayı içindeyiz, ne giyeceksin?, diye satmamakta ısrar ettiyse de, bu ısrar, ne olursa olsun kulağıma giremezdi. Aç mı kalacaktık? Nihayet onu da sattık. Kimsede satacak bir şey kalmadı. Paşa ile bu hususta bir çare bulamıyorduk.
-Hele bakalım, sabah olsun, yine düşünürüz;. Sözü ile odalarımıza çekildik.
Para bulmak kabil iken Paşanın ,bu bulunan çarelere bir türlü muvafakat etmemesi yüzünden mustarip bir halde idik. Sabah oldu. Gece düşünmekten uyuyamamış olduğumdan, yatağımda istirahat halinde iken kapı vuruldu.
İçeriye giren zat, Müftü Efendinin geldiğini söyledi.
Eyvah, şimdi Müftü Efendiye (Rıfat Börekçi) kahve ısmarlamak lazım, kahve var ama şeker yok, benim iki parça şekerim var, onu da masanın gözünde saklamıştım, ya şekerli kahve isterse… Ya sigara da vermek lazım gelirse… Çünkü şeker çok pahalı idi. Herkes, şekerini kendi tedarik edecek emri verilmişti. Ne ile tedarik edilecekti? Kimde para vardı ki?
-Paşaya haber veriniz dedim.
-Paşa size gönderdi, Paşa ile görüştüler.
-Peki, buyursunlar.
Müftü Efendi odama girdi Ortadaki yuvarlak ve küçük masanın kenarında bir iskemleye oturdu.
-Müftü Efendi., zannıma göre kahve içmezsiniz, değil mi?
-Evet içmem.
-Sigara?
-Onu da kullanmam.
Halbuki Müftü Efendi kahve içerdi, fakat biz buna meydan vermemek için sualde bulunduk. Müftü Efendi derhal vaziyeti anladı ve içmem dedi. Tebessüm ederek:
-Sizin biraz sıkıntınız olduğunu öğrendik, az olsa da yardımda bulunmayı vazife bildik.
-Bundan bir şey anlayamadım. ( Yatağımın karşısında duran küçük kasayı göstererek)
- Paramız var, dedim. Halbuki kasa mevcudu 48 kuruştan ibaretti. Müftü Efendi bu sözümü dinlemedi bile. Geldi, cübbe sinin altından bir torba çıkardı. İçindeki kağıt paraları saymaya hazır bulunuyordu.
-Müftü Efendi, teşekkür ederiz ama, evvela Paşa ile bu hususu bir görüşseniz iyi olur.
-Görüştüm, kasa Mahzar Müfit Bey’dir, ona veriniz! dedi.
-Pekala.
Müftü Efendi birer, birer saymaya ve masanın üzerine koymaya başladı. Yüz, iki yüz, beş yüz geçti, nihayet tamamı bin lira kağıt para saydı. Ben de yataktan kalkarak paraları aldım ve kasaya koydum.
Bunu üzerine emirberi (Yardımcı asker) çağırdım ve iki şeker verdim
-Bize birer kahve pişir, emrini verdim. Müftü zaten vaziyeti anlamış olduğundan güldü. Ve
-Şeker pahalı, hesap lazım, size de gelen giden çok, başa çıkmaz, değil mi? diye latifeleşti
Kahveler içildi. Muhterem Müftü çıktı, gitti Ben de paranın miktarını derhal, Mustafa Kemal Paşa’ya haber vermek üzere odamdan çıktım.
Paşa’yı odasının kapı önünde bir habere bakarken gördüm. Bana
-Ne kadar? Dedi.
-Bin, dedim. Odasına girdik.
-Gördün mü, akşam ne kadar sıkılmıştık. Bu hatıra gelir miydi? Allah bize yardım ediyor, dedi. Ben de
-Evet. Kul sıkılmayınca Hızır yetişmez, dedim.
-Şimdi Hızır’ı filan bırak bakalım. Masraf ve varidatı tanzim et.
-Her şeyden evvel, bugün öğle yemeğinde Size bir ziyafet çekeceğim. Çoktan beridir et gördüğümüz yok. Şimdi emir verip pirzola aldıracağım. Bir de irmik helvası.
Mustafa Kemal Paşa
- İsrafa başlamayalım.
- -Bir defaya mahsus. Yarın yine çorba ve bulgur pilavına avdet ederiz
- Gülüştük.
Bu gerçek olay gibi yüzlerce yaşanmışlık var. İşte Türkiye Cumhuriyeti bu ortamlarda kuruldu.
Bu Devlet’e ihanet edilir mi?
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ÇOCUK BAYRAMI, Tüm Ulusumuza, çocuklarımıza Kutlu Olsun.
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ÇOCUK BAYRAMI, Tüm Ulusumuza, çocuklarımıza Kutlu Olsun.
Kaynak: Erol Mütercimler' in FİKRİMİZİN REHBERİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder