25 Nisan 2009 Cumartesi

TÜRK KADINININ GEÇMİŞİ - 2 -






































İSLAMDAN ÖNCE ARAP KADINI




Burhan Bursalıoğlu




İslam dininden sonra, Türk kadınının durumunu görmeye çalışırken, İslam’dan önce Arap kadınının durumuna kısaca göz atmak gerekmektedir.

Kuran’ın “Cahiliyye” dönemi olarak adlandırdığı “İslam öncesi Arap toplumlarında kadın,” toplumun en aşağılanan varlığı olarak kabul edilirdi. Çünkü kadın, erkeğin zevk için kullandığı bir meta idi.. Başka anlamda, kadının hiç değeri yoktu. Pazarda satılan kadın, değeri, bir devenin değerini asla bulamazdı.

Evlenen kadın, çocuk doğurmadığı taktirde aileden asla sayılmazdı. Çocuk doğurunca aileye dahil edilirdi.



Çocuksuz kadının diyetini kocası değil, kendi ailesi öderdi.



Araplarda, evlenme nedeniyle, kadının ailesini akraba olarak kabullenmezlerdi. Bunun için baba öldüğünde, son eşinden olmayan yetişkin oğlu, üvey annesiyle evlenebiliyordu.




Aile yapısı temelsizdi. Kız çocuklarına itibar etmezlerdi. Yeni doğan kız çocuklarını diri, diri toprağa gömerlerdi.. Kızın doğuşu utanç kaynağı idi. Kimsenin yüzüne bakamazlardı. Sanki suç işlemiş gibi olurlardı. Buna bir neden de ekonomik durumdu. Çünkü kız çocukları çalışmadığı için , aileye bir katkısı olmazdı. Savaş durumunda da korunmaya mecburdular. Kabileler arasında çıkan savaşlarda mağlup tarafın kızları esir alınır, bunlar pazarlarda, ya satılırlar, ya da cariye olarak alıkonulurlardı. Bunlar için , özellikle, orta ve aşağı tabakalarda kız çocuklarının hiç değerleri yoktu.



Erkek çocuğun doğumu, sevinç çığlıklarına neden olur, eğlence tertiplenir, bayram havası yaratılırdı. Aslında bu çığlıklar erkek çocuğun dünyaya gelişi için değil, kız çocuğunun doğmamasının sevinciydi.



Evlenecek erkekler, genellikle amca kızlarıyla evlilik yaparlardı. Kendi aşiretleri akraba oldukları için, yukarda bahsettiğimiz olumsuzlukların bir kısmını azaltma amacı güdülürdü. Ama bu olay, erkeğin başka kabileden kız almasına engel değildi.

Bir erkek iki kız kardeşle de evlenebilirdi. Onlarda , alacakları kadının sayısal önemi yoktu. Sınırsız kadınla evlenmek, ekonomik durumlarına göre serbestti.



Erkeğin kadın üzerindeki hakimiyeti, kadını perişan edecek kadar ağırdı. Erkek, karısının adet zamanlarında , onun yaptığı yemekleri yemez, aynı yatağa yatmaz, giysi ve elbiselerine dokunmazdı. İstediği zaman evden geçici de olsa uzaklaştırırdı.

Boşanmanın çok kolay olduğu bu dönemde, erkek isterse, eşini babasının evine gönderebilirdi. Boşanmış sayılan bu kadın artık evlenemezdi. Boşanmış kadını hiçbir erkek almazdı. Kadın düşkün ve fakir kalırdı.



Kocası ölen kadın bir yıl yas tutardı.



İki erkek karşılıklı olarak, kızlarını veya bakmakta oldukları kadınları değiş tokuş yapabilirlerdi.( İslamiyet bunu yasaklamıştır.)

Medeni kabilelerde, kızlar biraz daha rahattılar. Baba, evlenecek kızının fikrine müracaat eder, Onun düşüncelerine uygun olarak karar verirdi.



Bu kabilelerde, kadın eşini seçme ve boşama hakkına da sahipti. Hatta ticaret de yapabilirdi.





  • Bazı kaynaklar, Arap yaşantısında, yukarda bahsettiğimiz olumsuzlukların olmadığını söylerler. Bu kaynaklar Kureyş kabilesinde olduğu gibi, zengin kabileleri baz olarak almaktadırlar. Örnek olarak da, “kitab al-Muhabbar” yazarı Muhammet İbn Habib –El- bağdadi, nin söylediklerini örnek vererek, Hazretı MUHAMMED’in ilk karısı Hatice’nin ticaretle uğraşmasını örnek olarak gösterirler. Gerçek ise, Hatice’nin babasının savaşta ölmesi üzerine, işlerin üstesinden gelebilecek bir erkeğe ihtiyaç duyunca, dürüst ve doğruluğu dilden dile söylenen Muhammed’i işlerin başına getirir. Yukarda da belirttiğim gibi zengin kabilelerde kadının söz hakkı vardı. Ticaretle meşgul olabiliyorlardı. Bu karşı kaynakların, o grubun yaşantısını ele aldıkları görülüyor.

    Kısaca, İslam öncesi Araplarda kadının yaşantısı köleden farklı değildi. Hatta kölelikten de
    kötü idi. Kölenin nafakası sahibi tarafından karşılanırdı. Ama, evli kadının , dışarıya bırakılması durumunda, ac kalacağı kaçınılmazdır.




  • Hiçbir üstünlüğü olmayan, söz hakkı bulunmayan, işi gücü olmayan, kız doğurma tehlikesinin de bulunduğu, erkeğinin geçici malı, oyuncağı olan bir ortamda yaşayan kadının durumuyla, Türk kadınının yaşantısı, mukayese edilemeyecek kadar, farklılıklar vardır.
    Bu durumda olan kadının imdadına İslam Dini yetişti


    İSLAMİYET SONRASI ARAP VE TÜRK KADINI

    Arap kadınının kötü durumuna İslam Dini yetişerek, tam olmasa da, erkeğin haklarının yarısı kadar bir hakka sahip duruma getirmiştir.



  • İslamiyet’in doğduğu ortamın özelliği nedeniyle, önce o yöre için kurallar belirleniyor. Kız çocuklarının diri, diri gömülmesi yasaklanıyor. Evlenme boşanma yasal kurallara bağlanıyor. Miras hakkı ve mal edinme hakkı kadına da tanınmış, erkek ve kadın eşitlenmiş, ana ve baba saygı açısından denkleştirilmiştir. Bu arada, kadının, kocasına itaat mecburiyeti getirilmiştir.

    Bu gelişmeler Arap kadını için büyük bir ilerleme olarak kabul edilirken Türk kadını açısından, aynı ölçüde gerileme olarak kabul ediliyor.



  • 926 da ilk Müslümanlığı kabul eden Türkler Karahanlı’lar ve Hakaniler’dir. Onları, birinci yüzyıl sonlarına doğru Selçuklular izlemiştir.

    Türklerin İslamiyet’e girişiyle birlikte, bir tarafta kendi örf ve adetlerini muhafaza etmeye çalışırken bir taraftan da işgal ettikleri devletlerin, Fars, Bizans, Arap ülkeleri, hatta Avrupa Devletlerinin kültürlerinin etkisi altında kalmışlardır.



  • Türk kadınının üstün ve parlak durumu, değişik kültür baskıları nedeniyle gerilemeye başlamıştır. Anadolu’da doğan Mevlevilik ve Bektaşilik gibi tarikatlarda bu gerilemeyi körüklemiştir.



  • Selçuklu’lar, Anadolu’ya gelip yerleşene kadar, İslamiyet’in tesirlerine rağmen, Türk kadını yine de aktiftir. Eve kapatılmamıştır. Erkeklerle beraberdir.




  • Harem henüz bilinmemektedir. 300 yıl egemenliği süren Selçuklularda, kadın değişse de erkekten tamamen kopmamıştır. Kültür ve sanatla meşguliyetini devam ettirmiştir.




  • Kadınlar adına, kütüphane, medrese ve hastaneler kurmuşlardır. İran’ın Kirman kentinde, Kutlu Türkan hastanesi, Kayser’de , şimdiki adı Tıp Fakültesi olan Gevher Nesibe şifahanesi, Divrik’te Turan Melek Hatun kütüphanesi örneklerini sayabiliriz.

    Osmanlı toplumunda, özellikle İmparatorluğun ilk dönemlerinde, mevcut madrese ve tarikatların etkisiyle git gide kısılan özgürce yaşam, dini inançlarının sayesinde birazcık ta olsa yaşamda, belirli bir yer tanınmış olsa da, zaman , zaman bu da kaybolmuştur.



  • Köleci Bizans’ın alınmasından sonra, onların etkilerinden esinlenerek, Türk kadını” hareme “ kapatılmış ve toplum dışına itilmiştir. Toplumdaki şerefli yerini kaybetmiştir. Temel işlevi, çocuk doğurmak, onları büyütmek, erkeklere hizmet etmek ve cariyelik yapma durumuna sokulmuştur.



  • Selçuklular ve Osmanlılarda, kadın iki sınıfa ayrılırdı. Saraylı kadın ve kırsallı kadın. Saraylı kadın tam bir tüketiciydi. Kırsal bölgelerde yaşayan kadınlar, kentlerdeki kadınlardan biraz daha farklıydılar. Genel kurallar dışında, kırsal kadınlar üreticiydiler. Çeşitli uğraşları vardı. Kanuni ve 3. Selim zamanında kadınların pratik hekimlik yaptıkları, evden eve dolaşarak, ekonomik katkı sağlayan bohçacı kadınlar da çalışan kadınlar sınıfına dahil edilirdi.

    Osmanlılar da, her ne kadar harem ve çok evlilik, saray çevresinde oluşmuşsa da bundan halk da nasibini almıştır. Ataerki yönetiminde son söz erkeğe geçmiştir. Kadının etkisiz olduğu ailede, evlilik çağına gelen kızların, evlenecek erkek hakkında tercih yapması mümkün değildi. Boşanma tercihi de yoktu. Boşanmak sadece erkeğin hakkı idi. Üç defa “boş ol “, “Boşsun” gibi, kaza ile de söylense, ağızdan çıkar çıkmaz, kadın boşanmış sayılırdı.
    Hatta bir ara 19. yüzyılda, İstanbul’da beyaz kadın köle pazarları kurularak, kadın satışları yapılırdı. 1848 deki köleliği yasaklayan Milletler Arası anlaşma gereği , kölelik yasaklanıp kaldırıldı.


    --- DEVAM EDECEK --- KONULAR: Osmanlı kadınında iyileştirme – Cumhuriyet döneminde kadın




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ