8 Haziran 2016 Çarşamba

BALKANLARA GEZİ - 2 -






BALKANLARI DOLAŞIYORUZ
- 2 -

Burhan Bursalıoğlu

17.MAYIS . SALI

MOSTAR – POÇİTEL – DUBROVNİK

Saraybosnadan  hareketle, yeşillikler arasından  geçerek  140 kilometre  mesafedeki Mostar’a  varıyoruz.
MOSTAR KÖPRÜSÜ
İsmine izafeten, adına Mostar köprüsü  denen köprüyü, Mimar Sinan’ın öğrencisi  mimar  Hayrettin tarafından 1566  yılında yapılmış. 456 kalıp taş kullanarak bitirmiş.  1993 yılında Hırvatların yoğun top atışları sonucunda yıkılan köprünün tamiri için, başta Türkiye olmak üzere,  Unesco ve  Dünya bankasının katkıları ile, bir Türk firması tarafından  yapılmıştır. Aslına sadık kalınması için nehirden çıkarılan orijinal taşlar da kullanılarak 2004 de hizmete açılmıştır. Köprünün girişinde, hemen sol tarafta, yerdeki taş üzerine şarapnel parçaları ile “DON’T FORGET 93” yazısı var                  
KÖPRÜDEN ATLAYAN GENÇ

Köprünün manevi değeri de varmış. Erkekler nişanlılarına cesaretlerini göstermek için, 24 metre yükseklikteki köprüden  Neretva  nehrine  atlarlarmış.  Bu gün ise o işi bazı gençler para için yapıyor.

Köprüden atlayanların resimleri çekiliyor, Nehir kenarına inilerek anı resimleri çekilerek şehre dönüyoruz.
Binalardaki kurşun şarapnel ve bomba izlerini gördükçe savaşa bir kez daha nefret ediyorsun.
650 bin nüfuslu Mostar’ı kuyumcular çarşısından geçerek 1618 yapımı Koski Mehmet Paşa camiini geziyoruz. Buradan bakınca, dağın tepesinde, Hırvatlar tarafından yapılan büyük bir haç görülüyor.
Buradaki Müslüman halk bu haç için “ NE KADAR BÜYÜK VE  NE KADAR ÇOK HAÇ DİKERSENİZ DİKİN, GÖKTEKİ AY YILDIZIN ALTINDA KALACAKTIR” veciz sözüyle cevap vermişlerdir.

Mostardan çıkarak, bir Türk köyü olan Poçitelli’ye varıyoruz.
16. yüzyıldan kalma Osmanlı binaları, Sarı Saltuk  tekkesi, Bektaşi Tekkesi ni dolaşıyoruz. Bu tekkenin hemen yanından, Buna nehrinin  kaynağı çıkmaktadır.
Poçitelli’den hareketle,  Hırvatların en önemli  tatil  kenti olan Dubrovnik’ varıyoruz.

Savaşta, Sırp ve Karadağ’lıların yoğun top atışı sonucunda kent çok zarar görmüştür. Unesco tarafından 2005  de, orijinaline sadık kalınarak onarılmış ve  “Dünya Miraslari”  listesine alınmıştır.
Dubrovnik, surların içinde, iki kapı ve liman  girişli alanı kaplamakta.

Pile kapısının hemen yanında Aziz Blaise’nin  heykeli var. Elinde de Dubrovnik in küçük bir maketi var. Blaise Dubrovnik’in kurucusu olarak tanınmasına rağmen, buralarda hiç yaşamamış. Aslında 8. Yüzyılda  Sivas’ta yaşamış.
Rivayete göre, bir gece Aziz Blaise, Dubrovnik’teki papazın rüyasına girer. O na  bir gün sonra Venediklilerin  saldıracağını söylemiş. Buna inanan papaz zaman geçirmeden hazırlıkları yaptırmış. Gerçekten Venedikliler saldırmış ama  Dubrovnik halkının hazır olmaları  sonucu Venedikliler kenti alamadan geri dönmüşler.  Papa bu olaydan sonra Blaise’yi Aziz olarak ilan etmiş. Kilisesi yapılmış, heykeli dikilmiş ve  Dubrovnik’in kurucusu olarak kabul edilmiş.

2 kilometre uzunluğundaki surlar Dubrovnik’in simgesi. Adriyatik denizine bakmakta, 10 burç ve 3 tane de kulesi bulunuyor.
Pile kapısından girince karşıda 16 bölmeli, ilginç rölyefli, en eski eserlerden sayılan çeşme var. Fransisken manastırı ve dünyanın eski, 14. Yüzyıldan  itibaren, hala çalışan  eczanesi de burada.
Evler genelde 3 er katlı. Giriş katlar dükkan, üst katlar yatak ve oturma odaları, 3. Kat ise mutfak. Yangınlar genelde mutfaklardan çıktığı için, tedbir amaçlı  böyle bir yerleştirme yapmışlar.
Dubrovnik dar sokakları, binaları, tarihi eserleri yeşillikleri, denizi itibariyle güzel bir kent. Bernard Show “ DÜNYA CENNETİ GÖRMEYİ HAYAL EDENLER DUBROVNİK’E GİTSİN “ der.


18 MAYIS ÇARŞAMBA

KOTOR- BUDVA – ULCİJ

Güzel kenti  arkamızda bırakarak  Karadağ’a bağlı, nefes kesen körfezin manzarası eşliğinde, kısa bir yolculuktan sonra, doğa cenneti, turistlerin  tatil kenti   Kotor’a varıyoruz.                 
Karadağ 2006 yılında halk oylaması ile bağımsızlığına kavuşan  7 devletten biri. Dünya’nın da en yeni ikinci devletidir.
Halkı, Müslüman, Ortodoks ve Katolik  din  ve mezheplerine bağlılar.  


700 bin civarında nüfusu var.
Deniz tarafından şehre girdiğimizde Silahlar meydanı, saat kulesi ve  Utanç duvarını görüyoruz.
Evler diğer ülkelerde olduğu gibi 2 ve 3 katlı. Her yer yeşillik ve çiçeklerle kaplanmış.
Program gereği  Trifon katedrali, Oruzja Meydanı, saat kulesi, ST.Luka ,ST. Nikola ve ST. Mary  kiliselerini geziyoruz.
Serbest  zamanın ardından, etrafı surlarla çevrili, gece hayatının doruğa çıktığı Budva’ya doğru yol aldık.
Budva, Karadağ’ın, tüm dünya turistlerinin akınına uğrayan, 16 bin nüfuslu, küçük ama zengin bir yer.

Bir zamanlar, küçük bir balıkçı köyü  iken, 2000 li yıllarda, halk, ev ve arsalarını  çok yüksek fiatlarla, İtalyan ve Ruslara satarak zenginleşmişler.
 Jovan ve kutsal üçleme ve aziz  Sava kiliselerine uğradıktan sonra,  Roma kalıntısı hamamı gördük.
James Bond’un ve  Richard Widmarkın oynadığı filmlerin bazı sahneleri burada çekilmiş.
Budva’daki turumuzu bitirerek, plajları ve gece hayatı ile ünlü Ulcinj’e varıyoruz.
Kırmızı kiremit damlı saat kulesi, bolca otel ve pansiyonu olan, gelişmiş bir kent.
Buradaki insanların boyları uzun. Kadınlar gene dükkan ve tezgahların başında. Erkeklerin tembel olduğu söylenir.
Bu konuda söylenen fıkrayı Sizlere de aktarmak istiyorum. Tıpkı Temel fıkraları gibi.
Karadağlı erkek yatarken, yanına iki tane taş alırmış. Biriyle, “ cam açık mı” diye kontrol edermiş, öbürü ile de lambayı söndürürmüş. Yatağının yanında da sandalye olurmuş. Yorgun kalktığında dinlensin diye.
Akşam otelimize gidiyoruz.

19. MAYIS. PERŞEMBE.

TİRAN – OHRİD GÖLÜ

Ulcinj den sonra, İşkodra üzerinden, uzun bir yolculuk sonunda Arnavutluk’a ulaştık.
Değişik renklerde boyanmış evler ilk dikkati çekenlerdi.
Tito, evlerin boyanmasını yasaklamış. Tito’ya inat olsun diye evini genelde yeşile boyayanlar da varmış.
TITO'NUN KÖŞKÜ

Arnavutların çok sevdiği, 8-9 yaşlarında iken, tarihimizde , aynı yaşta Bulgar “Kazıklı Voyvoda” olarak bildiğimiz bu çocuklar, Fatih Sultan Mehmet’le birlikte Edirne’de eğitim alan İskender Bey  kendi adını taşıyan, Meydanda , eli kılıçlı heykeli heybetle boy gösteriyor.

“Burada bir parantez açmak istiyorum:

İSKENDER BEY

Emathia prensi Gjon Kastriot’in oğlu. 2. Murat ‘ rehin olarak verilerek yetiştirilmesi istendi. 2. Murat çocuğa, Büyük İskender adından esinlenerek “İskender” adını verdi ve bir de “Bey” ekledi.
İSKENDER BEY
Hatta bu dönemde, “Kazıklı Voyvoda” olarak bilinen canavar 12 yaşında iken , Fatih ve İskender Bey le birlikte Edirne’de  Molla Gürani’den ders aldılar.  Müslüman oldular. Her ikisi de Osmanlı savaş taktiklerini, usüllerini, savaş hazırlıklarını, ordunun savaş güzergahlarında, yiyeceklerinin, silahlarının, nereden  ne kadar orduya asker katılacağını öğrendiler.
İSKENDER BEY HEYKELİ
 Osmanlıda önemli askerî hizmetlerde bulundu, Anadolu ve Rumeli seferlerine katıldı. 1443 yılında Morava Muharebesi sırasında kaçıp sancak beyi olduğunu ilan eden sahte bir fermanla  Kroya kalesini ele geçirdi. 1468'de ölümüne kadar Osmanlı Devleti'nin Arnavutlukta yerleşmesine karşı mücadele etmiştir.

KAZIKLI   VOYVODA

Osmanlılar tarafından Kazıklı Voyvoda, kendi milleti Ulahlar tarafından Tepeş (cellat), Macalarlar tarafından ise Drakul (şeytan) olarak adlandırılan III.Vlad, kardeşi Radul ile birlikte 1442 yılında Eflak tarafından Osmanlılar’a rehin verilmişti. Osmanlılar’a rehin verildiğinde on iki yaşında olan Vlad, Edirne sarayında tutuluyordu. Burada Şehzade Mehmet ( Fatih. Sultan Mehmet)  ile birlikte Molla Gürani’nin derslerine katıldı.
VOYVODA (III. VİLAD)

Fatih Sultan Mehmet, kendisi ile iyi ilişkiler içerisindeki Vlad’ı 1456’da Eflak prensliğine atadı. Zeki ve cesur bir yapısı olan Vlad, Osmanlılar’dan öğrendiği komuta ve idare yetenekleriyle kendisini kabul ettirdi. Boğdanlıları ve Macarları birkaç defa bozguna uğratmıştı.
Ancak Fatih, Mora ve Karadeniz sahilleri ile uğraşırken Vlad eski bağlılığını göstermemeye başladı. Artık vergilerini bizzat getirmek bir yana, hiç göndermiyordu. Kendi hükmü altındaki insanlar dahil olmak üzere çevre ülkelerin de mensuplarına zulüm etmeye başladı.Osmanlı Devleti’ne sadık görünüyor, her yıl haracını bizzat padişaha getiriyordu. Padişah da kendisine hil’atler giydirip ihsanlarda bulunuyordu.



III.Vlad, kazığa geçirdiği insanların oluşturduğu bir dairenin ortasında saray halkı ile beraber yemek yemekten büyük zevk alırdı. Özellikle de Türkleri bu işkenceyle öldürmek onun için bir tutku haline gelmişti. Eline Türk esirler geçince, ayaklarındaki derinin yüzülmesini, açığa çıkan etin üzerine tuz dökülmesini ve ızdırabın artması için keçilere yalatılmasını emrederdi. Bir gün şehirdeki bütün dilencileri çağırtarak büyük bir ziyafet verdi. Dilencileri iyice doyurduktan sonra masayı ateşe verdirip, hepsini diri diri yaktı. Bir defa da birkaç kadının göğüslerini kestirip yerlerine çocuklarının başlarını diktirmişti. Bazı kadınları da kazanlara attırıp haşlatıyor, etlerini çocuklarına yediriyordu.                   
VOYVODANIN SARAYI
İnsanları doğramak, kazanlarda kaynatmak için özel yöntemler uygulamıştı. Bir gün eşek üzerinde tesadüf ettiği bir papazı eşekle birlikte kazığa geçirtti. Hamile olduğunu söyleyen bir sevgilisinin karnını yarıp doğru söyleyip söylemediğine bakmıştı. Dil öğrenmek için Eflak’a gelen dört yüz Macar ve Erdelli genci casus oldukları gerekçesi ile diri diri yaktı. Bohemyalı altı yüz kadar tüccarı da Pazar yerinde kazığa vurdurdu. Bunların hepsini bir şenlik havasında yaptı.
Tüm bunlardan haberdar olan Fatih, kendisini kolay yoldan cezalandırmak istiyordu. Bunun için Silistre Beyi Kâtip Yunus Bey’i Vlad’a yollayarak vergisini bizzat İstanbul’a getirmesini istedi. Vlad ise İstanbul’a geldiğinde Eflak’ın korunması için Fatih’ten asker istediğini bildirdi. Fatih, Niğbolu sancakbeyi Hamza Bey’i bu istek üzerine Eflak’a gönderirken Vlad’ın mutlaka getirilmesini de emretti. Hamza Bey ve askerleri Tuna önüne geldiğinde nehrin donmuş olduğunu görüp beklemeye başladı. Vlad ise Fatih’in tasavvurundan haberdar mı olmuştu yoksa bir planla mı asker istemişti bilinmez, donmuş olan Tuna’yı geçerek, herhangi bir saldırı beklemeyen Hamza Bey kuvvetlerine baskın verdi. Bu baskında Kâtip Yunus Bey şehid olurken Hamza Bey de esir düştü. Bütün esirler kol ve bacakları kırıldıktan sonra kazığa oturtuldu. Hamza Bey’in kellesini Macar Kralı’na yollayarak kendisinden yardım istemişti.
Kazıklı Voyvoda bundan sonra Niğbolu, Vidin ve bütün nehir boyu şehirlerini yağmalayıp katliam yaptı ve yirmi beş bin esirle Eflak’a döndü. Bu feci durumu haber alan Fatih hiddetlenerek derhal sefer hazırlıklarını başlattı. Bizzat kendisi ordusuyla Vlad’ın peşine düştü. Osmanlı öncü birlikleri, Vlad’ın ordusunu bozguna uğrattı. Ancak Voyvoda’yı ne kadar arasalar da bulamadılar. Kazıklı Voyvoda, Macaristan’a sığınmıştı. 
Osmanlılar ile yeni barış yapmış olan Macaristan Kralı, başına yeni bir bela açmak istmiyordu. Zulümlerinden Macarların da pay aldığı Vlad’ı gelir gelmez hapsetti.
Fatih, Kazıklı Voyvoda’nın yerine küçük kardeşi Radul’u yıllık on iki bin duka vergiye bağlayarak Eflak beyliğine getirdi. Radul Osmanlılara sadakatini bozmadı.
Macaristan'da hapis kalan Vlad, 1476’da Eflak ülkesinde yeniden göründü. Boğdan ve Erdel birliklerinin desteğiyle tahtını yeniden ele geçirdi. Ancak teyakkuz halindeki Mihaloğlu akıncıları Aralık 1476’da Vlad’ı Bükreş yakınlarındaki Balteni’de iken ansızın bastırarak boğazladılar. Kesilen başını padişaha gönderdiler.
Hüküm süresi boyunca bir çok vahşete imza atmış olan Vlad Drakul, kan dökücülüğü sebebiyle vampir olarak efsaneleşmiş ve filmlere konu olmuştur.

Tiran’da, dış süslemeleriyle harika görünen Ethem Bey camii, tek minare ve tek kubbesiyle, Enver hocanın yıkmadığı bir eserdir. 1830  yılında inşa edilen saat kulesi de caminin yanındadır. Bunların tam karşısında Opera binası ve milli tarih müzesi gezilip görülecek eserlerdendir.
41 yıl dikta ile ülkesini yöneten Enver Hoca tüm dinleri yasaklayarak  ateist bir ülke oluşturdu. Enver Hocadan sonra halkın %70 şi değişik dinleri kabul ettiler. %60 şı Müslüman, % 10 nu da hiristiyan ve Musevi dinlerini kabul ettiler.
ENVER  HOCA
Burada da 6 kadına bir erkek düşüyor. 650 bin nüfusa sahip Tiran’da , kaba bir hesapla 100 bin erkek var.
Tiran’dan, hareketle, uzun bir yolculuk sonunda, Arnavutluk sınırında pasaport kontrolü yaptırıp çıktıktan sonra,   Makedonya sınırında da kontrol yaptırıp  içeri giriyoruz.
İlk mola yerimiz  Ohrid oluyor.
Ohrid, Ohrid gölünün çevrelediği şirin bir kent. 2-3 katlı villa tipi evler, zengin mağazalarla kaplı caddeler, geniş parklar ve asırlık çınar ağaçları kentin süsleri.  3 kilometre uzunluğunda,  16 metre yüksekliğinde olan surlar   şehri çepe çevre kuşatmış.
OHRİD GÖLÜ
Tepede de Samuils  kalesi var. Biz çıkmadık ama turistlerin  çok ziyaret ettiği bir eser. Kral 2. Plilip  ( Büyük İskender’in babası.) tarafından inşa edildiği  söyleniyor.
1000 yıllık çınar ağacının  bulunduğu ve çınar ağacından adını aldığı Çınar meydanında  toplanarak, İstiklal caddesi gibi caddeden limana doğru yürüyüşe başladık. Türk konsolosluğu, Ohrid’de 365 kiliseden biri olan  ve halen konser ve festivaller için kullanılan Ayasofya kilisesi  bu caddede. Biraz yukarıda da, M.Ö. 2. Yüzyıldan kalma  antik tiyatroyu görüyoruz.
1993 de, Turgut Özal’ın da ziyaret ettiği, tabelasında, “PİR MUHAMMED MEHMET HAYATİ HALVETİ DERGAHI ve TÜRBESİ  1720 “ yazılı Halveti türbesini görüyoruz.
Sahile iniyoruz.  Sandallara binip Ohrid  gölünde tur atarken Ohrid kentini de gölden seyretmiş olduk.
Ohrid’in 60 bin civarında nüfüsu var.
Ohrıd gölü Balkanların en eski ve en derin gölü sayılıyor. Çok temiz. 30 km.. uzunluğunda. Unesco tarafından hem göl ve hem de kent Dünya Mirası  listesinin,  değerli turizm yerleri listesine  alınmıştır.
Serbest molada, İstanbul köftecisinde yemeğimizi, İstanbul çay evinde de çaylarımızı içerek, kalacağımız otele doğru  yola çıktık.


DEVAMI  VAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ