BALKANLARI DOLAŞIYORUZ
- 2 -
Burhan Bursalıoğlu
17.MAYIS . SALI
MOSTAR – POÇİTEL – DUBROVNİK
Saraybosnadan
hareketle, yeşillikler arasından geçerek
140 kilometre mesafedeki Mostar’a varıyoruz.
MOSTAR KÖPRÜSÜ |
KÖPRÜDEN ATLAYAN GENÇ |
Köprünün
manevi değeri de varmış. Erkekler nişanlılarına cesaretlerini göstermek için,
24 metre yükseklikteki köprüden Neretva
nehrine atlarlarmış. Bu gün ise o işi bazı gençler para için
yapıyor.
Köprüden
atlayanların resimleri çekiliyor, Nehir kenarına inilerek anı resimleri
çekilerek şehre dönüyoruz.
Binalardaki
kurşun şarapnel ve bomba izlerini gördükçe savaşa bir kez daha nefret
ediyorsun.
650 bin
nüfuslu Mostar’ı kuyumcular çarşısından geçerek 1618 yapımı Koski Mehmet Paşa
camiini geziyoruz. Buradan bakınca, dağın tepesinde, Hırvatlar tarafından
yapılan büyük bir haç görülüyor.
Buradaki
Müslüman halk bu haç için “ NE KADAR BÜYÜK VE
NE KADAR ÇOK HAÇ DİKERSENİZ DİKİN, GÖKTEKİ AY YILDIZIN ALTINDA
KALACAKTIR” veciz sözüyle cevap vermişlerdir.
Mostardan
çıkarak, bir Türk köyü olan Poçitelli’ye varıyoruz.
16.
yüzyıldan kalma Osmanlı binaları, Sarı Saltuk
tekkesi, Bektaşi Tekkesi ni dolaşıyoruz. Bu tekkenin hemen yanından,
Buna nehrinin kaynağı çıkmaktadır.
Poçitelli’den
hareketle, Hırvatların en önemli tatil
kenti olan Dubrovnik’ varıyoruz.
Savaşta,
Sırp ve Karadağ’lıların yoğun top atışı sonucunda kent çok zarar görmüştür.
Unesco tarafından 2005 de, orijinaline
sadık kalınarak onarılmış ve “Dünya
Miraslari” listesine alınmıştır.
Dubrovnik,
surların içinde, iki kapı ve liman
girişli alanı kaplamakta.
Pile
kapısının hemen yanında Aziz Blaise’nin heykeli
var. Elinde de Dubrovnik in küçük bir maketi var. Blaise Dubrovnik’in kurucusu
olarak tanınmasına rağmen, buralarda hiç yaşamamış. Aslında 8. Yüzyılda Sivas’ta yaşamış.
Rivayete
göre, bir gece Aziz Blaise, Dubrovnik’teki papazın rüyasına girer. O na bir gün sonra Venediklilerin saldıracağını söylemiş. Buna inanan papaz
zaman geçirmeden hazırlıkları yaptırmış. Gerçekten Venedikliler saldırmış
ama Dubrovnik halkının hazır
olmaları sonucu Venedikliler kenti
alamadan geri dönmüşler. Papa bu olaydan
sonra Blaise’yi Aziz olarak ilan etmiş. Kilisesi yapılmış, heykeli dikilmiş
ve Dubrovnik’in kurucusu olarak kabul
edilmiş.
2
kilometre uzunluğundaki surlar Dubrovnik’in simgesi. Adriyatik denizine
bakmakta, 10 burç ve 3 tane de kulesi bulunuyor.
Pile
kapısından girince karşıda 16 bölmeli, ilginç rölyefli, en eski eserlerden
sayılan çeşme var. Fransisken manastırı ve dünyanın eski, 14. Yüzyıldan itibaren, hala çalışan eczanesi de burada.
Evler
genelde 3 er katlı. Giriş katlar dükkan, üst katlar yatak ve oturma odaları, 3.
Kat ise mutfak. Yangınlar genelde mutfaklardan çıktığı için, tedbir amaçlı böyle bir yerleştirme yapmışlar.
Dubrovnik
dar sokakları, binaları, tarihi eserleri yeşillikleri, denizi itibariyle güzel
bir kent. Bernard Show “ DÜNYA CENNETİ GÖRMEYİ HAYAL EDENLER DUBROVNİK’E GİTSİN
“ der.
18 MAYIS ÇARŞAMBA
KOTOR- BUDVA – ULCİJ
Güzel
kenti arkamızda bırakarak Karadağ’a bağlı, nefes kesen körfezin
manzarası eşliğinde, kısa bir yolculuktan sonra, doğa cenneti, turistlerin tatil kenti Kotor’a varıyoruz.
Karadağ
2006 yılında halk oylaması ile bağımsızlığına kavuşan 7 devletten biri. Dünya’nın da en yeni ikinci
devletidir.
Halkı,
Müslüman, Ortodoks ve Katolik din ve mezheplerine bağlılar.
700 bin
civarında nüfusu var.
Deniz
tarafından şehre girdiğimizde Silahlar meydanı, saat kulesi ve Utanç duvarını görüyoruz.
Evler
diğer ülkelerde olduğu gibi 2 ve 3 katlı. Her yer yeşillik ve çiçeklerle
kaplanmış.
Program
gereği Trifon katedrali, Oruzja Meydanı,
saat kulesi, ST.Luka ,ST. Nikola ve ST. Mary
kiliselerini geziyoruz.
Serbest zamanın ardından, etrafı surlarla çevrili,
gece hayatının doruğa çıktığı Budva’ya doğru yol aldık.
Budva,
Karadağ’ın, tüm dünya turistlerinin akınına uğrayan, 16 bin nüfuslu, küçük ama
zengin bir yer.
Bir
zamanlar, küçük bir balıkçı köyü iken,
2000 li yıllarda, halk, ev ve arsalarını
çok yüksek fiatlarla, İtalyan ve Ruslara satarak zenginleşmişler.
Jovan ve kutsal üçleme ve aziz Sava kiliselerine uğradıktan sonra, Roma kalıntısı hamamı gördük.
James
Bond’un ve Richard Widmarkın oynadığı
filmlerin bazı sahneleri burada çekilmiş.
Budva’daki
turumuzu bitirerek, plajları ve gece hayatı ile ünlü Ulcinj’e varıyoruz.
Kırmızı
kiremit damlı saat kulesi, bolca otel ve pansiyonu olan, gelişmiş bir kent.
Buradaki
insanların boyları uzun. Kadınlar gene dükkan ve tezgahların başında.
Erkeklerin tembel olduğu söylenir.
Bu
konuda söylenen fıkrayı Sizlere de aktarmak istiyorum. Tıpkı Temel fıkraları
gibi.
Karadağlı
erkek yatarken, yanına iki tane taş alırmış. Biriyle, “ cam açık mı” diye
kontrol edermiş, öbürü ile de lambayı söndürürmüş. Yatağının yanında da
sandalye olurmuş. Yorgun kalktığında dinlensin diye.
Akşam
otelimize gidiyoruz.
19. MAYIS. PERŞEMBE.
TİRAN – OHRİD GÖLÜ
Ulcinj
den sonra, İşkodra üzerinden, uzun bir yolculuk sonunda Arnavutluk’a ulaştık.
Değişik
renklerde boyanmış evler ilk dikkati çekenlerdi.
Tito,
evlerin boyanmasını yasaklamış. Tito’ya inat olsun diye evini genelde yeşile
boyayanlar da varmış.
TITO'NUN KÖŞKÜ |
Arnavutların
çok sevdiği, 8-9 yaşlarında iken, tarihimizde , aynı yaşta Bulgar “Kazıklı
Voyvoda” olarak bildiğimiz bu çocuklar, Fatih Sultan Mehmet’le birlikte
Edirne’de eğitim alan İskender Bey kendi
adını taşıyan, Meydanda , eli kılıçlı heykeli heybetle boy gösteriyor.
“Burada
bir parantez açmak istiyorum:
İSKENDER BEY
Emathia prensi Gjon Kastriot’in
oğlu. 2. Murat ‘ rehin olarak verilerek yetiştirilmesi istendi. 2. Murat
çocuğa, Büyük İskender adından esinlenerek “İskender” adını verdi ve bir de
“Bey” ekledi.
İSKENDER BEY |
İSKENDER BEY HEYKELİ |
KAZIKLI
VOYVODA
Osmanlılar tarafından Kazıklı
Voyvoda, kendi milleti Ulahlar tarafından Tepeş (cellat), Macalarlar tarafından
ise Drakul (şeytan) olarak adlandırılan III.Vlad, kardeşi Radul ile birlikte
1442 yılında Eflak tarafından Osmanlılar’a rehin verilmişti. Osmanlılar’a rehin
verildiğinde on iki yaşında olan Vlad, Edirne sarayında tutuluyordu. Burada
Şehzade Mehmet ( Fatih. Sultan Mehmet) ile
birlikte Molla Gürani’nin derslerine katıldı.
VOYVODA (III. VİLAD) |
Fatih Sultan Mehmet, kendisi
ile iyi ilişkiler içerisindeki Vlad’ı 1456’da Eflak prensliğine atadı. Zeki ve
cesur bir yapısı olan Vlad, Osmanlılar’dan öğrendiği komuta ve idare
yetenekleriyle kendisini kabul ettirdi. Boğdanlıları ve Macarları birkaç defa
bozguna uğratmıştı.
Ancak Fatih, Mora ve Karadeniz
sahilleri ile uğraşırken Vlad eski bağlılığını göstermemeye başladı. Artık
vergilerini bizzat getirmek bir yana, hiç göndermiyordu. Kendi hükmü altındaki
insanlar dahil olmak üzere çevre ülkelerin de mensuplarına zulüm etmeye
başladı.Osmanlı Devleti’ne sadık görünüyor,
her yıl haracını bizzat padişaha getiriyordu. Padişah da kendisine hil’atler
giydirip ihsanlarda bulunuyordu.
III.Vlad, kazığa geçirdiği
insanların oluşturduğu bir dairenin ortasında saray halkı ile beraber yemek
yemekten büyük zevk alırdı. Özellikle de Türkleri bu işkenceyle öldürmek onun
için bir tutku haline gelmişti. Eline Türk esirler geçince, ayaklarındaki
derinin yüzülmesini, açığa çıkan etin üzerine tuz dökülmesini ve ızdırabın
artması için keçilere yalatılmasını emrederdi. Bir gün şehirdeki bütün
dilencileri çağırtarak büyük bir ziyafet verdi. Dilencileri iyice doyurduktan
sonra masayı ateşe verdirip, hepsini diri diri yaktı. Bir defa da birkaç kadının
göğüslerini kestirip yerlerine çocuklarının başlarını diktirmişti. Bazı
kadınları da kazanlara attırıp haşlatıyor, etlerini çocuklarına yediriyordu.
VOYVODANIN SARAYI |
Tüm bunlardan haberdar olan
Fatih, kendisini kolay yoldan cezalandırmak istiyordu. Bunun için Silistre Beyi
Kâtip Yunus Bey’i Vlad’a yollayarak vergisini bizzat İstanbul’a getirmesini
istedi. Vlad ise İstanbul’a geldiğinde Eflak’ın korunması için Fatih’ten asker
istediğini bildirdi. Fatih, Niğbolu sancakbeyi Hamza Bey’i bu istek üzerine
Eflak’a gönderirken Vlad’ın mutlaka getirilmesini de emretti. Hamza Bey ve
askerleri Tuna önüne geldiğinde nehrin donmuş olduğunu görüp beklemeye başladı.
Vlad ise Fatih’in tasavvurundan haberdar mı olmuştu yoksa bir planla mı asker
istemişti bilinmez, donmuş olan Tuna’yı geçerek, herhangi bir saldırı
beklemeyen Hamza Bey kuvvetlerine baskın verdi. Bu baskında Kâtip Yunus Bey
şehid olurken Hamza Bey de esir düştü. Bütün esirler kol ve bacakları
kırıldıktan sonra kazığa oturtuldu. Hamza Bey’in kellesini Macar Kralı’na
yollayarak kendisinden yardım istemişti.
Kazıklı Voyvoda bundan sonra
Niğbolu, Vidin ve bütün nehir boyu şehirlerini yağmalayıp katliam yaptı ve
yirmi beş bin esirle Eflak’a döndü. Bu feci durumu haber alan Fatih
hiddetlenerek derhal sefer hazırlıklarını başlattı. Bizzat kendisi ordusuyla
Vlad’ın peşine düştü. Osmanlı öncü birlikleri, Vlad’ın ordusunu bozguna
uğrattı. Ancak Voyvoda’yı ne kadar arasalar da bulamadılar. Kazıklı Voyvoda,
Macaristan’a sığınmıştı.
Osmanlılar ile yeni barış
yapmış olan Macaristan Kralı, başına yeni bir bela açmak istmiyordu. Zulümlerinden
Macarların da pay aldığı Vlad’ı gelir gelmez hapsetti.
Fatih, Kazıklı Voyvoda’nın
yerine küçük kardeşi Radul’u yıllık on iki bin duka vergiye bağlayarak Eflak
beyliğine getirdi. Radul Osmanlılara sadakatini bozmadı.
Macaristan'da hapis kalan Vlad,
1476’da Eflak ülkesinde yeniden göründü. Boğdan ve Erdel birliklerinin
desteğiyle tahtını yeniden ele geçirdi. Ancak teyakkuz halindeki Mihaloğlu
akıncıları Aralık 1476’da Vlad’ı Bükreş yakınlarındaki Balteni’de iken ansızın
bastırarak boğazladılar. Kesilen başını padişaha gönderdiler.
Hüküm süresi boyunca bir çok
vahşete imza atmış olan Vlad Drakul, kan dökücülüğü sebebiyle vampir olarak
efsaneleşmiş ve filmlere konu olmuştur.
Tiran’da,
dış süslemeleriyle harika görünen Ethem Bey camii, tek minare ve tek
kubbesiyle, Enver hocanın yıkmadığı bir eserdir. 1830 yılında inşa edilen saat kulesi de caminin
yanındadır. Bunların tam karşısında Opera binası ve milli tarih müzesi gezilip
görülecek eserlerdendir.
41 yıl
dikta ile ülkesini yöneten Enver Hoca tüm dinleri yasaklayarak ateist bir ülke oluşturdu. Enver Hocadan
sonra halkın %70 şi değişik dinleri kabul ettiler. %60 şı Müslüman, % 10 nu da
hiristiyan ve Musevi dinlerini kabul ettiler.
ENVER HOCA |
Burada
da 6 kadına bir erkek düşüyor. 650 bin nüfusa sahip Tiran’da , kaba bir hesapla
100 bin erkek var.
Tiran’dan,
hareketle, uzun bir yolculuk sonunda, Arnavutluk sınırında pasaport kontrolü
yaptırıp çıktıktan sonra, Makedonya
sınırında da kontrol yaptırıp içeri
giriyoruz.
İlk mola
yerimiz Ohrid oluyor.
Ohrid,
Ohrid gölünün çevrelediği şirin bir kent. 2-3 katlı villa tipi evler, zengin
mağazalarla kaplı caddeler, geniş parklar ve asırlık çınar ağaçları kentin
süsleri. 3 kilometre uzunluğunda, 16 metre yüksekliğinde olan surlar şehri çepe çevre kuşatmış.
Tepede de Samuils kalesi var. Biz çıkmadık ama turistlerin çok ziyaret ettiği bir eser. Kral 2.
Plilip ( Büyük İskender’in babası.)
tarafından inşa edildiği söyleniyor.
OHRİD GÖLÜ |
1000
yıllık çınar ağacının bulunduğu ve çınar
ağacından adını aldığı Çınar meydanında toplanarak, İstiklal caddesi gibi caddeden
limana doğru yürüyüşe başladık. Türk konsolosluğu, Ohrid’de 365 kiliseden biri
olan ve halen konser ve festivaller için
kullanılan Ayasofya kilisesi bu caddede.
Biraz yukarıda da, M.Ö. 2. Yüzyıldan kalma antik tiyatroyu görüyoruz.
1993 de,
Turgut Özal’ın da ziyaret ettiği, tabelasında, “PİR MUHAMMED MEHMET HAYATİ HALVETİ
DERGAHI ve TÜRBESİ 1720 “ yazılı Halveti
türbesini görüyoruz.
Sahile
iniyoruz. Sandallara binip Ohrid gölünde tur atarken Ohrid kentini de gölden
seyretmiş olduk.
Ohrid’in
60 bin civarında nüfüsu var.
Ohrıd
gölü Balkanların en eski ve en derin gölü sayılıyor. Çok temiz. 30 km..
uzunluğunda. Unesco tarafından hem göl ve hem de kent Dünya Mirası listesinin,
değerli turizm yerleri listesine
alınmıştır.
Serbest
molada, İstanbul köftecisinde yemeğimizi, İstanbul çay evinde de çaylarımızı
içerek, kalacağımız otele doğru yola
çıktık.
DEVAMI VAR
DEVAMI VAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder