10 Kasım, Ulu önder Atatürk’ümüzün aramızdan ayrılışının 71. yıl dönümü.
Her yıl merasimler yapılır. Bayraklar iner, sirenler çalar, saygı duruşu yapılır, konuşmacılar, yaptıklarını, yapacaklarını anlatırlar, toz pembe bir Türkiye’de yaşadıklarımızı söylerler. Ziyaret defterlerine, “muasır medeniyet seviyesine çıktığımızı “yazarlar. Yazarlar ve söylerler de hiç bir zaman gerçekleri ve etrafımızı saran dış , ve içimizdeki tehlikelerden söz etmezler.
Nerden nereye nasıl, hangi badirelerden geçtik ve geçiyoruz? Şöyle bir gerilere doğru gidelim.
Atatürk 1938 de öldü. 1939 da 2. Dünya savaşı çıktı. 6 yıl sürdü. Biz Atatürk’ün “ Yurtta sulh, Cihanda sulh “özlü sözüne sadık kalarak savaşa katılmadık, tarafsız kaldık. Ama bizi saflarına çekmek isteyen, çeşitli imkanlar bağışlama sözü vererek beynimize giren taraflara boyun eğmedik. Aksi olsaydı, 1920 lerde başaramadıklarını 1946 da başaracaklardı. Türkiye Cumhuriyeti’ni, mirası bölüşür gibi bölüşeceklerdi.
Savaş bitti 1950 lere gelindi. Birleşmiş milletler ve Nato örgütleri kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin iktidarı değişmiş, Yeni yöneticiler, bu örgütlere Türkiye’yi sokarak, bir yerde bağımlı duruma düştük. 1951 de ABD saldırgan ve işgalci alışkanlığı nedeniyle, Kuzey Kore’nin Güney Kore ile olan anlaşmazlığı nedenini bahane ederek, Güney Kore’nin yanında Kuzey Kore’ye saldırdı. ABD yanına Nato askeri birliklerini de çağırdı. Bizde , mecburen birlik gönderdik ve 3-4 sene süren bu savaşta, binlerce şehidi Kore’de bıraktık.
1950-1960 yılları arasında ,iktidarda bulunanlar, dış güçlerin oyununa gelerek içte bölücülük başladı. Kargaşa çıkarıldı. 6-7 Eylül olayları oldu. Halkı ikiye bölme oyunları oluşturuldu. Üniversite öğrencileri ile polis, halk ile asker karşı karşıya getirildi. Bütün bunlar dış güçlerin Türkiye’yi yok etme planlarıydı. Ama Ordumuz tehlikeyi sezince, 27 Mayıs 1960 da idareyi ele aldı. Böylece, olası bir iç savaş ve oyuna son verdi.
Askeri idareden sonra oluşan sivil hükümetler, boş durmayan , yeni, yeni planlar peşinde koşan Avrupa’lıların oyunlarına gelerek, her isteklerine boyun eğmeye başladılar. AB yaygarasına tav olarak, her istenilen yerine getirildi. Antlaşmalar yapıldı, imzalar atıldı. Bilindiği gibi, AB nin koyduğu kriterler nedeniyle birçok yasalarımız değişti, gelenek ve göreneklerimizden tavizler vermeye başladık. Tekliflerini harfiyen yerine getirdikçe azdılar ve o kadar ileri gidildi ki, Türk Ulusunun biricik Atasının , resmi dairelerde ve okullardaki resimlerinin kaldırılması, ve yine, Atatürk’ün, “ Ne mutlu Türküm diyene “ sözünün bölücülüğü ifade ettiğini, bunu okullarda söyletilmemesi gerektiğini, ordu gücünün azaltılmasını istediler. Bunlar yetmiyormuş gibi, bölücü odakları, bu sefer, bizi içten yıkmak amacıyla, Türk ve Kürt uluslarını karşı karşıya getirmeyi planlayarak, Kürtleri kışkırtıp silahlandırdı ve 30 seneyi aşkın bir süredir iç savaşı körükleyerek her iki taraftan binlerce zayiat verilmesine neden oldular ve olmaya da devam ediyorlar.
Avrupa’ lıların, 1920 ler deki mağlubiyetlerinin intikamını sürdürme planlarını, ne yazık ki bizim yöneticilerimiz anlamıyor ve ya anlamak istemedikleri sürece, bu gerilla iç savaşın daha ne kadar süreceği bilinmemektedir.
Tabii bu işin uzaması ABD ve AB ni de sabırsız ettiği için , şimdi de bir “Açılım “ çıkardılar, ve bunun sonunda Türkiye’yi iki ye bölme umutları başladı.
Şunu açıkça söyleyeyim. Sokaktaki vatandaş dış odakların bu oyunlarını anlıyor, ama maalesef iktidardaki yöneticiler uyumaktalar. Zaman içinde sağ, sol, ilerici, gerici, dinci, laik, Atatürkçü , yobaz, komünist, kapitalist, Ermeni, soykırım ve şimdi de Kürt, Türk gibi bölücülük kavramlarıyla halkımızı bölmeye çalışıyorlar. Ülkemiz bu kavramlar nedeniyle çok zarar gördü. Ama yıkamadılar. Dimdik ayaktayız Onlar vazgeçecekler mı? Hayır kim bilir amaçlarına ulaşmak için daha neler yapacaklardır.?
Atatürk temelleri sağlam o kadar güçlü bir devlet kurdu ki, bütün dünya birleşip yıkmaya çalıştığı halde yıkılmıyoruz, tıkılmayacağız da.
Tüm dileğim, içerde, Atamızın ifadesiyle “iktidara sahip olanlar, gaflet, delalet ve hatta hiyanet içinde “ olmazlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kurumlarıyla, Atatürk ilke ve inkilaplarının korunması, yaşatılması ve muasır medeniyetler seviyesine çıkartılması, bunları yaparken de asla boyun eğmemesi, Türk gençlerinin görevidir. Bu görevi de, hayatı pahasına yapacağı umudunu asla kaybetmedim.
Sevgili Ata’mız rahat uyusun.
Cumhuriyet’i emanet ettiği Türk Gençliği, O’ nu asla mahçup etmiyecektir..
,