16 Mart 2009 Pazartesi

EĞİTİM SİSTEMİMİZ - 6 -














Sivas Öğretmen Okulunun 1954 yıli idareci ve öğretmen kadrosu

Öğretmen Makbule Özdoğan başkanlığında ki
1955 yılı, Sivas Öğretmen Okulu Yeşilay görevlileri


ÖĞRETMEN OKULLARI 161 YAŞINDA

Burhan BURSALIOĞLU

16 Mart 1848 tarihinde, sadece öğretmen yetiştirme amacına yönelik, Abdülmecit döneminde, Ahmet Cevdet Paşa’nın öncülüğünde, İstanbul’da darülmuallim okulu açıldı. Bu okul, zaman, zaman değişikliklere uğradı. 1870 de darülmuallimin-i sübyan, 1877 de darülmuallimin-i idadi, 1891 de darülmuallimin-i ali olarak , öğretmen yetiştirme sınıflarına göre adları değişti. Okula medrese öğrencileri alınıyor, 2 yıllığı okuyan ilkokul, 3 yıllığı okuyan da lise öğretmeni oluyordu. Öğrencilik dönemlerinde maaş alır, mezun olunca da 80 altın, donanım bedeli ödenirdi.

TBMM. Döneminde, Bilim Kurulu tarafından okula, “Yüksek Muallim Mektebi” adı verildi. 1924 de, Erkek Muallim Okulu adı ile, Malatya, Burdur, ve Diyarbakır’da açıldı.
Şehir ve kasabalara öğretmen yetiştiren Muallim Mektepleri dışında, köy ve kırsal alandaki okullara öğretmen yetiştiren okullar yoktu. Buna çare arayan eğitimciler, 1935 de başlayıp 1937 de ki denemelerden sonra 1940 da yasal olarak kurulan Köy Enstitüleri, köy ve kırsal alan okullarına öğretmen yetiştirmeye başladı.

Köy Enstitüleri, Cumhuriyet’in, eğitim ve sosyal alanda, en özgün ve en çok ses getiren bir sistemidir. Bu okullar, Cumhuriyet’in amaç hedefleri, ülke gerçekleri ve çağdaş eğitim ve öğretim verileri arasında başarılı sentezin ürünüdür. Ülkemizin yaratıcılığı, yurtseverliği, beyin gücünü kullanma, ulusun en zeki ve yoksul çocuklarının kendi emekleriyle ücretsiz öğrenim görebileceklerini, demokrasinin yaşayarak öğrenilebileceğini kanıtlamış olmasına rağmen 1954 de çıkarılan yasa ile kapatılmıştır.

Köy Enstitüsü gerçeğine Nisan ayında uzun, uzun bahsedeceğim.

Girişimciliğe, gelişmeye ve yeniliğe dayalı, imkansızlıklar nedeniyle, adı - sanı duyulmayacak binlerce çocukları yetiştiren, memlekete kazandıran, aynı zamanda, yatılılık özelliğiyle, sevgi ve arkadaşlık duyguları geliştiren Öğretmen Okulları, mesleki birikim ve heyecanın kazandırıldığı, birlik ve beraberlik duygularının geliştirildiği, körpe beyinlerin, Yurt ve insan sevgisiyle şekillendirildiği aydın kişi olarak, insanlığa kazandıran bu eğitim yuvalarında yetişen öğretmenlerin, 1973 de çıkarılan, 1739 sayılı, Milli .Eğ. Temel kanunu gereğince, yüksek öğrenim görme zorunluluğu getirildi. Bu nedenle, İlkokullara sınıf öğretmeni yetiştirme amacıyla, 1974-75 öğretim yılından itibaren Öğretmen okulları nın bir kısmında, 2 yıllık Eğitim Enstitüleri açıldı. Yine aynı yasa gereği, Öğretmen okulları nın sayıları azaltılarak, kalanların da Öğretmen lisesi olarak adları değiştirildi. Buradan mezun olanlar öğretmen olamıyor, Eğitim enstitüleri ne gidebiliyorlardı.

M.Eğ.Temel kanununda, öğretmeni tarif ederken “ Öğretmenlik; genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyonla sağlanan özel bir ihtisas mesleğidir” der. Uygulama ise bunun tam tersi olmuştur. 1982 yılında 41 sayılı kanun hükmündeki kararname ile, 2 yıllık Eğitim Enstitüleri, Eğitim Yüksek Okullarına dönüştürülerek, Eğitim Fakülteleri ne bağlandı. Eğitim Yüksek Okulları nın süresi, 1989-90 öğretim yılından itibaren 4 yıla çıkarıldı. Eğitim Enstitüleri, maalesef , siyasi partilerin ideoloji yatağı haline getirildi. Gün geçmiyor ki, olaylar ve ölümler olmasın. Yüksek okullardaki anarşiyi dindirme ve okullardaki açığı giderme amacıyla, 1978 de 80 bin öğretmen adayına 40 gün verilen kurslar sonucu öğretmen diploması verildi. 40 bin kişiye, mektupla öğretim yöntemiyle öğretmen diploması verilerek ilkokullara öğretmen olarak gönderildiler.. 30 günlük kursla, ilkokul öğretmenleri ortaokul ve liselere öğretmen olarak atandı. Eğitimle ilgisi olmayan, fakültelerden mezun öğrencilerin diplomalarına da “ öğretmenlik yapabilir” ifadesi ilave edilerek, öğretmen olarak atandılar. Öğretmen yetiştirme sistemi 1990 yıllarında iyice sıfırlandı. Değişik üniversitelerden 150 bin mezun öğrenci, ilköğretim okullarına atandı. Bunlara , hizmet içi eğitim dahi verilemedi. Milli Eğitim Bakanlığı, öğretmen yetiştiren okulları YÖK e devredince, Öğretmen okulları Genel Müdürlüğünü de kaldırdı.Yollar iyice tıkandı. Devreye giren YÖK . Dünya Kalkınma Bankası ile birlikte yürütmeye başladıkları “Hizmet Öncesi Öğretmen Yetiştirme” projesi başlatıldı. Bu projede, özel eğitim yöntemlerine ağırlık verildi. 8 yıllık kesintisiz ilköğretimin hedeflenmesi önceleri iyi karşılandı. Ama, Eğitim Fakültelerinde öğretmenlik programı derslerinin tek tipe indirgenerek, dinamizmin zayıflatılması, Eğitim Fakülteleri ne yeterli öğretim üyesi sağlanamaması, Fakültelere, ihtiyaçtan daha çok öğrenci alınması, programın başarısını, başarısızlığa itmiştir. Bu nedenle, öğretmenlik hakkını elde eden 100 binlerce aday, yıllarca kuralara katılmakta, kazananlar atanmakta, kaybedenler, bir yıl daha umutla sokaklarda iş aramaktadırlar.

Küçük yaşta, Öğretmen Okulları na alınan körpe dimağlar, zaman içinde, iyiyi, güzeli, doğruyu yanlışı ayıran, milli duyguları, Atatürk ilkelerine bağlılığı, meslek bilinciyle, sağlığını, nefesini , gençlik yıllarını, enerjisini, çocukları için harcayan ve böyle yetişen, Öğretmen okulu mezunu öğretmenlerin yerini, bir başka yerden yetişen, öğretmenlik formasyonu almayan, çocuk eğitim dersi almayan, onların seviyesine inmeyi bilmeyen kişiler tutabilir mi? Onlar, azmi, sabırı, hoşgörüyü, gönüllülüğü, yetiştiriciliği, öğreticiliği, eğiticiliği, yaratıcılığı, kurtarıcılığı, değişimciliği ve örnek oluşculuğu öğrenmemişse, öğretmen okulu mezunuyla eşleşmesi mümkün mü? Tabii bu ifadede , mesleği gerçekten seven, kendini hazırlamış, derslerde sadece çocukların yetişmesi için gayret gösteren, sınıfında kendi özel problemlerini düşünmeyen, evinde ertesi günün hazırlığını, planını yapan, okul içi ve dışında, arkadaşlarıyla, velilerle, çevresindeki insanlarla sevgi ve saygı ile yaklaşan, her zaman ve her yerde bağışlayıcı, sorun giderici, sevilen, temiz ahlaklı ve yukarıda özelliklerini saydığım karakterde olan öğretmen ve adaylarını ayrı tutuyor, onlara ayrıca teşekkür ediyorum.

Bu arada, bizleri yetiştiren , tüm öğretmen okullarında öğretmenlik yapan, çok üstün karakter ve bilgilerle mücehhez öğretmenlerimizin özveriyle bizleri yetiştirmiş olmalarını da asla unutmuyorum... Onları saygı ile anıyorum.

SONUÇ: 161. yılını kutladığımız Öğretmen okulları nın kuruluş günü olan 16 Mart’ı davullu zurnalı geçiştirmemiz gerekirken, varlığı olmayıp, etkilerinin hala geçerliliğini koruduğu, ama yavaş, yavaş onun da kaybolduğu bir sistemin tekrar yaşatılmasını, Öğretmen Okulları nın yeniden kurulmasını diliyor ve arzuluyorum. Öğretmen Okulları ndan mezun olan öğretmenlerin ve onlara feyz veren çok değerli öğretmenlerimizin, aramızdan ayrılanlara Allah’tan rahmet , hayatta olanlara sağlıklı uzun yıllar diler, 16 Mart’larını kutlarım.

13 Mart 2009 Cuma

ATATÜRK'ten ANILAR





Burhan BURSALIOĞLU

AMERİKALI KADIN GAZETECİ Bir Amerikalı kadın gazeteci, Atatürk'e: "İşlerinizde nasıl başarılı oluyorsunuz?" diye sormuş ve şu cevabı almıştı: "Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işe neler engel olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür. Niyazi Ahmet Banoğlu



KURMAK İSTEDİĞİNİZ SİSTEM NEDİR? Tam İlk Anayasa'nın görüşüldüğü sıradaydı. Tutucu milletvekillerinden bir hukukçu Mustafa Kemal'i zor durumda bırakmak için, kendisine bir soru yöneltti: "Kurmak istediğiniz sistem nedir? Bunu bir tek hukuk kitabında bile bulamazsınız." Mustafa Kemal, milletvekilinin bağırarak konuşmasına karşı soğukkanlılıkla cevap verdi: "Her şey önce uygulanıp denenmelidir, ancak ondan sonra ilke ve kurallara dönüşür." Bu karşılıktan sonra bir süre susan Mustafa Kemal, birdenbire sertleştirdiği bakışlarını, soruyu yönelten milletvekiline dikti ve sert bir sesle ekledi: "Ben onu kurayım, ondan sonra siz kitaba yazarsınız." Paraşkev Paruşev

ÇOBANLA ATATÜRK'ÜN "BİS" LERİ ...Atatürk ve arkadaşları Antalya’ya gidiyorlardı. Yolda bir yerde mola verildi. Yakınlardan bir türkü sesi duyuluyordu. Atatürk merak etti ve türkü söyleyenin bulunmasını istedi. Türküyü söyleyen çobanı bulup Ata’nın karşısına getirdiler.Atatürk’le çoban arasında şu konuşma geçti:- Türküyü sen mi söylüyordun? - Evet. - -Sesin güzel, okuman da fena değil, burada da söyle de dinleyelim. Çoban nazlanmadan türküye başladı: "Demirciler demir döver, tunç olur..." Türkü bitmişti. Atatürk ellerini çırptı, alkışladı ve "Bis! Bis!" diye tempo tuttu.Çoban bir şey anlamamıştı. Ata açıkladı: "Bis demek, beğendik, bir daha söyle, tekrarla demektir." Çoban türküyü tekrarladı. Atatürk cebinden bir elli liralık çıkardı ve çobana verdi. Çoban paraya baktı, aldı ve memnun bir tavırla kuşağının arasına koyduktan sonra ellerini çırptı ve yüksek sesle haykırdı: "Bis! Bis!.."

"A BE HEMŞERİM..."Neşeli bir toplantının oldukça ilerlemiş bir saatinde bir vatandaş, "A be Paşam," diye söze başladı:- Ne vakittir merak ederiz; Millî Mücadele’nin sonuna doğru, "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!.." emrini vermiştiniz. Akdeniz ilk hedef olduğuna göre, ikinci hedef neresidir? Atatürk kendisine teklifsizce "A be Paşam" deyişinden Rumelili olduğu anlaşılan bu vatandaşa dikkatle ve yumuşak bir gülümsemeyle baktıktan sonra, masadaki kadehini alarak kaldırdı: "A be hemşerim" dedi. "Hele şimdilik ilk hedefin şerefine içelim..."



SEVMEK NE KELİME ATAM, TAPARIM! Atatürk, muhtelif vesilelerle maiyetinde çalışan kimselerin samimiyet ve sadakatlarını imtihan etmesini gayet iyi bilirdi. İnsanların halet-i ruhiyesini, niyet ve emellerini teşhis ve temyiz etmekte şelaleler saçan bir zekaya malikti. O büyük insan, bir gece Çankaya köşkündeki bir ziyafette devrin vekillerinden maruf bir zata şöyle bir sual sorar: - Beni hakikaten sever misiniz? Muhatabı hemen cevabı yapıştırır: - Sevmek ne kelime Ata'm, taparım! - Peki her dediğimi de yapar mısınız? - Derhal Atatürk, bu söz üzerine belinden tabancasını çıkarır ona uzatır. - Öyleyse, al tabancamı, sık kafana... - "Aman Atam" der, herhalde benimle şaka ediyorsunuz. Benim ölmemi istemezsiniz. Meseleyi anlayan Atatürk, yeleleri kabaran bir aslan mehabetiyle dışarıda hizmet eden askeri yanına çağırıp aynı sualleri sorup, cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslar’dan kopmuş bir kaya parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını uzatıp kafasına sıkmasını emreder. Aslan Mehmetçik, bu emri bilatereddüt yerine getirir, fakat kendisine bir şey olmaz. Çünkü, Atatürk, daha önce tabancasındaki merminin kurşununu çıkarmıştır. İşte o zaman, Atatürk yanındakilere şöyle der: - Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü? Ruhu şad olsun.

11 Mart 2009 Çarşamba

TRAFİK KAZALARI..

2918 NOLU YASAYI BİLİYOR MUSUNUZ?

Burhan BURSALIOĞLU

Türkiye'de hemen, hemen kadın, erkek, yaşlı, genç demeden, herkes araba kullanmaktadır. Gün geçmiyor ki, bir kaza haberi duymayalım.
Tanrı , kimsenin başına vermesin. Diyelim ki kaza geçirdiniz. Yaralılar var. Çeşitli vasıta veya ambulansla hastaneye gittiniz veya götürüldünüz. Gittiğiniz hastane özel veya devlet hastanesi olsun, farketmez. Hastane yetkilileri, yaralıya veya yaralının en yakınına bir belge imzalatmak isteyeceklerdir. Tabii bu girişim, sizin trafik yasasını bilmediğinizi zannettiklerindendir. Belge "YAPILACAK MÜDAHALE VE TEDAVİ ÜCRETLERİNİ ÖDEYECEĞİNİZE" dairdir. Öyle bir ortamda, yaralı veya yakını, belgenin ne olduğunu dahi bilmeden, hemen imzalar. Çünkü, zaman kaybının aleyhte işlemekte olduğu düşüncesindedir. "Bir an önce müdahale olsun da ne olursa olsun" demektedir. Ama, o belgenin içeriğini biliyorsanız hastane yetkililerine, karşı teklifte bulunabilirsiniz. " BU BELGEYİ İMZALAMAZSAM, BANA MÜDAHALE VE TEDAVİ ETMEYECEĞİNİZE DAİR BİR BELGEYİ İMZALAYIP GETİRİN " dediğiniz anda, yetkililer tısacak ve sizin yasayı bildiğinize kanaat getirerek, hastanenin tüm imkanlarıyla hizmetinize koşacaklardır.
2918 nolu Trafik Kanunu na göre: "Herhangi bir trafik kazası sonucu yaralanan kişi, en kısa sürede hastaneye yetiştirilmek ve gereken tedavinin yapılmasını" emreder. Yönetmeliğe göre de " Hastane acil servisi, kendisine gelen kazazedenin maddi durumu, sosyal güvencesinin olup olmadığına ve hastanın özelliğine bakmadan gereken tedaviyi ve müdahaleyi, herhangi bir ücret talep etmeden yapmak zorunda. Bu tedavi sonucu oluşan masrafın ise Sağlık Bakanlığı, karayolları trafik döner sermaye işletmesi tarafından karşılanacağı" belirtilmiştir.
Bu durumda ve yasaya göre, trafik kazası sonucu, yaralanan ve hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınan kazazedeler, hiçbir surette ücret ödemeyeceklerdir. Hastane kazazedeye, yukarıda belirtilen belgenin imzalatılması teklifinde bulunamayacaktır. Bulunduğu taktirde suç işlemiş duruma düşen hastane yetkilileri hakkında derhal soruşturma açılacaktır.
Umarım böyle bir ortamda bulunmazsınız. Vasıtanızı dikkatli kullanın, herhangi bir kazaya uğramayın ve meydan vermeyin. "KURT PUSLU HAVAYI SEVER " atasözünü de unutmayalım.

9 Mart 2009 Pazartesi

ATATÜRK'ten ANILAR






Geleneksel Dostluk

1933 yılında Ankara Erkek Lisesi'nde sınava giren çocuklardan biri sorulan bir soruya şöyle karşılık vermişti:- Fransa ile olan geleneksel dostluğumuz...Atatürk, derhal sözü keserek sormuştu:- Hangi geleneksel dostluk, bu da nereden çıktı, kim söyledi bunu?O zaman coğrafya öğretmeni ayağa kalkarak 'Ben söyledim Paşam' diye onun hiddetini azaltmaya çalışmıştı. Bana dönüp 'Sen söyle tarih hocası' deyince, hemen ayağa kalkarak cevap vermiştim.- Paşam, ortada bir geleneksel dostluk yoktur. Yalnız ortak hareketlere Fransız yazarları geleneksel dostluk niteliğini vermişlerdir. Örneğin Kırım Savaşı'nda olduğu gibi...- Aferin, bu gerçekten böyledir. Acınarak söylüyorum Türk'ün geleneksel dostu yoktur. Çıkarlar ortak olunca Avrupalılar buna hemen 'geleneksel dostluk' ismini vermişlerdir, demişti.Kemal ARIBURNU

İnsan gibi içmeyi

Atatürk'e hakaretten sanık bir köylü hakkında takibat yapılıyordu. Durumu Atatürk'e arz ettiler,- Mahkemeye veriyoruz, dediler, size küfür etmiş. Atatürk sordu:- Ben ne yapmışım ona? Evrakı tetkik edenler açıkladılar:- Gazete kâğıdı ile sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş ta ondan.Atatürk'e bunu söyleyen bir milletvekilidir. Atatürk sormuş,- Siz hiç gazete kâğıdı ile sigara içtiniz mi?- Hayır...- Ben Trablus'tayken içmiştim, bilirim. Pek berbat şey. Köylü bana az küfretmiş. Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!.Hilmi YÜCEBAŞ



Gelin Hatayı alın

Günlerden birgün italyan Büyükelçisi Ata ile görüşmek ister ve huzura kabul edilir. O zamanın muhtelif ekonomik-siyasi konuları hakkında konuşulduktan sonra, büyükelçi "Ekselans, dün Roma ile yapmış oldugum bir görüşmede hükümetimizin Hatay'ı almak istediği kararını size iletmem söylendi" der.Odada buz gibi bir hava eser. Ata, büyükelçiye birşeyler daha ikram eder ve iki dakikalığına odadan ayrılır. Döndüğünde ayağında çizmeleri, üzerinde mareşal üniforması, belinde tabancası vardır. Doğruca masasına gider, manyetolu telefondan Mareşal Fevzi Çakmak'ın bağlanmasını ister ve Çakmak'a: " Paşa, İtalyan dostlarımız Hatay'a gelmek istiyorlarmış. Hazır mıyız" der. Fevzi Çakmak durmu anlar ve "Biz hazırız Paşam" diye yanıtlar...Ata büyükelçiye döner ve: "Biz hazırmışız. Hükümetinize söyleyin, isterlerse gelip Hatay'ı alabilirler" der.......


Üç ayda


Yeni Türk Alfabesi'nin ilk şekillerini kendisine götürdüğüm zaman, komisyonun, en aşağı beş senelik bir geçiş devresi düşündüğünü söylemiştim. Gazeteler evvelâ birer sütunlarını yeni harflerle hasredecekler, yavaş yavaş bu sütun sayısı artacak, nihayet bütün gazeteler yeni harflerle çıkacaktı. Mektepler için de, bu benzer dereceli usuller düşünmüştük. Dikkatle dinledikten sonra, bir daha sordu: - "Demek beş sene düşündünüz?" - Evet - "Üç ay!" dedi. Donakaldım: Üç ay! Üç ay içinde, bütün memleket neşriyatı Lâtin harflerine değişecekti. İlave etti. "Ya üç ayda tatbik ederiz, yahut hiç tatbik edemeyiz. Sizin Arap harflerine bırakacağınız sütunlar yok mu, onların adedi bire de inse, herkes yalnız o sütunu okur; ve beş sene sonra, tıpkı yarın başlar gibi, başlamaya mecbur oluruz. Hele arada bir buhran, bir harp çıkarsa, attığımız adımları da geri alırız." Falih Rıfkı Atay

Yarım Milyon

Birgün Müslüman memleketlerinden birinde (Mısır'da) bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal'i görmeye gelmişti. Kendisine:-"Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz?" diye sordu. Olabilecek şey değildi ama insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal:-"Yarım milyonunuz bu uğurda ölür mü?" diye sordu.Adamcağız yüzüne bakakaldı. -"Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonumuzun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya..." -"Benimle olmaz beyefendi hazretleri, yalnız benimle olmaz. Ne vakit halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse, o zaman gelip beni ararsınız."

Geçmiş olsun
Yugoslav Kralı müteveffa Aleksandr, Balkan Atlantı'nın imzasını takip eden günlerde memleketimize gelmişti. Atatürk'le sohbeti sırasında, şahsına ve Türk Milleti'ne karşı duyduğu yakınlığı ve iyi hisleri ifade için dedi ki: "-Cihan Harbini takip eden mütareke günlerinde, İtilaf devletleri Yunanistan'dan evvel Türkiye'yi işgali bana teklif etmişlerdi. Fakat hiç tereddüt etmeden bu teklifi reddettim, bunun üzerine Yunanlıları tercihe mecbur kaldılar."Mustafa kemal muhatabının sözlerini sükunetle dinledi ve birden yerinden kalkıp, muhatabını şaşkınlık içinde bırakarak elini sıktı: "-Size ve milletinize geçmiş olsun Ekselans..." dedi.


8 Mart 2009 Pazar

TÜM MÜSLÜMAN HALKIMIZIN

KANDİLİ MÜBAREK OLSUN

DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

8
M ART
DÜNYA KADINLAR
GÜNÜ KUTLU
OLSUN



Burhan BURSALIOĞLU


8 Mart 1957 tarihinde ABD. Nevyork kentinde bulınan cotton tekstil fabrikasının çalışan kadınları, fazla çalışma zamanlarını, düşük ücretlerini, çalışma koşullarının ilkel olduğunu, insan onuruna yakışmayan ortamlarda çalıştıklarını dile getirmek amacıyla greve başladılar. Bu olay Dünya’da ilk kez, kadınların isyanı nedeniyle önem kazanmıştır.
Bu hareketten 53 yıl sonra, 26-27 Ağustos 1910 tarihindeki,” Uluslar arası, sosyalist kadınlar konferansında, “ “ Kadınlar günü” nün kabulü önerildi ve kabul edildi. Ama gün olarak belirlenmediğinden, her devletin kadınları değişik zamanlarda kutlamaya başladılar. 1921 de Moskova’da toplanan 3. Uluslar arası kadınlar konferansında 8 Mart “Dünya Kadınlar Gü
nü” olarak kabul edildi..
1977 de BM Genel Kurulunda 8 Mart “ Dünya Kadınlar günü” resmen kabul edilerek, aynı gün “Uluslar arası Barış Günü” olarak ta ilan edildi.
Bizde, 1921 tarihinde, “Emekçi Kadınlar günü” olarak kutlanmaya başlandı.. 1975 yılında, İlerici Kadınlar Derneği tarafından geniş çapta kutlandı. 1980 darbesinden sonra 4 yıl ara verildi. Münferit olarak, küçük, küçük gruplar kutladılar.1985 den sonra, çeşitli kadın örgütleri tarafından yaygın şekilde kutlanmaktadır.
Kadın hakları, bir çok ülkede istenilen seviyeye gelmesine rağmen, bizde ve bizim gibi az gelişmiş ülkelerde, hala kadınlar 2. sınıf insan olarak sayılmaktadırlar.
Seçme ve seçilme hakkı olmayan, okuma yazma özgürlüğü bulunmayan, eşiyle aynı hizada yürüyemeyen, “Boş ol” diyen kocasıyla aniden boşanmış olan, miras hakkı tanınmayan, istediği kıyafeti giyemeyen, istediği kamu ve özel iş yerlerinde çalışma izni olmayan, hiçbir söz sahibi bulunmayan, Türk kadınına, Cumhuriyet döneminde, Atatürk tarafından tüm bu haklar kadınlarımıza verilerek, erkeklerle eşit kılındı. Medeni kanunla da, resmi nikah yaparak, “Boş ol” sözünden kurtulan kadınımız, ne yazık ki, özel sektörde aldığı ücretler yine de erkeğin aldığının yarısı kadar olmaktadır. Okur yazarlık oranı da erkeklere ulaşamamaktadır. Bunun sebebi de, hala kadını ikinci sınıf olarak gören kişilerin varlığındandır.
Son yıllarda yine kadına baskı uygulanmaya, kara çarçaf içine sokulmaya, 10 metre geriden yürütülmeye, kız çocuklarını okullara göndermemeye, iş yerlerinde çalıştırtmamaya özen gösterildiğine şahit oluyoruz. Bunun adı geriye özenti duymak, özlemek, Osmanlı da uygulanan toplumsal kuralları uygulamak, kadının erkekle aynı seviyede olmasını hazmedememektir. İstediği zaman, kadınına “Boş ol” diyemeyen erkeklerin bu sözü kolaylıkla söyleme özlemi içinde olduklarından, bazı sitelerde, resmi nikahı, “ Evlenmeden birkaç gün önce, resmi nikah denen, uyduruk formalite olarak görüp, bizim nazarımızda, İslam nikahının nikah olduğu, resmi nikahın ise beş paralık kıymeti olmayan bir formalite olduğu” şeklindeki ifadeler sıkça görülmektedir. Bunları , birazda, kadınlarımızın pasif oluşlarına bağlıyorum. Verilmiş özgürlük ve haklarını koruyamamaktalar ve iyi kullanamamaktalar. Aslında kadınımızın yapamayacağı, üstesinden gelemeyeceği şey yoktur. Ama ne yazık ki, kadınlarımız da, bu ilkel davranışlar, dayaklar, 2. sınıf sayılmalar, erkeğin hakimiyetine boyun eğmeler, onu kendi seviyesinin üstünde tutmaları , kendi hareket ve özgürlüğünü kullanmasını engellemektedir.
Bilinçli olarak, hakkını arayan,kendini erkeklerle eşit kabul eden kadınlarımızı kutlarken, bu seviyede kendini göremeyenlerin, en kısa zamanda özgürlüklerini kazanmalarını diler, tüm Türk Kadınlarının, bu güzel günlerini kutlarım.

5 Mart 2009 Perşembe

EĞİTİM SİSTEMİMİZ - 6 -

ORTAÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİNİ KAPSAYAN ANKET SONUÇLARI

Burhan BURSALIOĞLU


Bundan önceki yazılarımda, okullardaki disiplin vakalarının arttığını, tedbir alınması gerektiğini, örneklerle belirtmiştim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu, 261 ortaöğretim okulunda yaptığı anket sonucunda çarpıcı ve ilerisi için tehlike oluşturacak biçimde elde ettiği sonuçlar açıklandı. Bunları aşağıda sıralıyorum.
1 - Ortaöğretim kurumlarına devam eden öğrencilerin yüzde 15.6 sı, haftada en az birkez sigara içiyor, yüzde 5.4 ü, haftada en az bir kez alkollü içki kullanıyor.
2 - Öğrencilerin yüzde 6.9 u da şimdiye kadar en az bir defa uyuşturucu, uyarıcı maddeleri denediğini söylüyor.
3 - Sigara ile tanışan öğrenci oranı yüzde 37. Bu oran devlet okullarında yüzde 37, özel okullarda yüzde 38.2 dir.
4 - Öğrencilerin yüzde 30 unun alkolle lisede tanıştığını, bu oranın özel okullarda yüzde 50.1 çıktığı saptandı.
5 - Öğrencilerin yüzde 9.2 si, okula delici ve kesici alet, yüzde 5.9 u ateşli silahla geliyor.
6 - Öğrencilerin yüzde 55.9 u, silah taşıma nedeni olarak "güvensiz bir ortamı" gösterirken, yüzde 20.6 sı "kendisini daha iyi hissettiğini", yüzde 7 si" filmlerdeki insanları örnek aldığını " ve yüzde 3.9 u " arkadaşlarının da silah taşımasını" gerekçe olarak gösterdiler.
7 - Ortaöğretime devam eden öğrencilerin yüzde 7.7 si "çete üyesi "olduğunu söylüyor.
8 - Çete üyesi olma nedenleri arasında da yine ilk sırayı " güvenlik" alıyor. Bu öğrencilerin yüzde 42.3 ü " kendini güvende hissetmek" için çete üyesi olurken; yüzde 29.8 i "yakın arkadaşları çete üyesi olduğu için " , yüzde 27.9 u" bir gruba üye olmak adına çetelere katıldığını" bildiriyor.
9 - Öğrencilerin yüzde 2.9 u "kumar", yüzde 19.1 i "şans oyunu"," yüzde 3.3 ü de "her ikisini" de oynuyor.

Yorum okuyucuların.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...