29 Ekim 2010 Cuma

MİLLİ BAYRAMLAR




CUMHURİYET’ İMİZİN        
                                      87 ci  YILI,  

 CUMHURİYET’E  İÇTENLİKLE     BAĞLI 

   TÜM  TÜRK  ULUSUNA  KUTLU  OLSUN
 BURHAN  BURSALIOĞLU

27 Ekim 2010 Çarşamba

Y A K I N T A R İ H İ M İ Z


İZMİR’İN  İŞGALİ

Buırhan Bursalıoğlu


Birinci Dünya savaşından sonra imzalanan Sevr antlaşması hükümleri gereği Anadolu’nun dört birt tarafı  galip devletler tarafından işgale  başlanmıştı. Yunanlılar Anadolu’ya çıkmak için hazırlık yapılıyor, gazeteler   şayia haberleri olarak yayın yapıyor, dolayısile herkes kuşkulanıyordu. Nadir Paşadan evvel orada kumandan olan Nurettin Paşa, Yunanlıların bir çıkarma hareketine karşı tedbirler almağa çalışmış ve gazatelere yaptığı beyanatta "Yunanlıların yapacakları bir çıkarma hareketi, kan dökülmesine sebep olacaktır.” Demişti.

Antlaşma şartları nedeniyle, İzmirde kolordu karargâhına  gelen bir İngiliz subayının verdiği talimat sebebiyle alaylarda yalnızca dörder makineli tüfek bırakılarak, kalan makineli tüfekler sandıklanıp sevkedilmek üzere istasyonlara gönderilmişti. 56 ncı tümenden hiçbir top, İngilizlere teslim edilmemişse de, bütün cephaneleri liman yakınındaki Yenikale tabyesine depo edilmeğe başlanmıştı. İstanbuldan gelen emirde, tümende yalnız iki bin silâh bırakılarak, kalan silâhlar İngilizlere teslim edilmek üzere sandıklanıp istasyonlara sevkedilecekti.
Yunanlılar çıktıkları zaman silâhların ekserisi sandıklanmış, istasyonlarda depo edilmiş bulunuyordu.
Ayvalık'daki kıyı bataryaları içeri alınmış, İzmirdeki kale toplarının kamaları kaldırılmıştı.

14 Mayıs 1919 akşamı, İngiliz Akdeniz filosu kumandanı Amiral Galdrop, "İzmir şehrinin müstahkem ve askeri mevkilerinin müttefikler namına Yunan askerî kuvvetleri tarafından işgal edileceğini" kısa bir nota ile Valilik makamına bildirdi. Fakat, Vilâyet bu haberi gizli tutarak açıklamadı. Bilâkis, 15 Mayıs sabahı erkenden Valinin imzası ile Köylü gazetesinde yayınlanan  beyanatta: "Bazı bedhahlar, İzmirin Yunanlılar tarafından işgal edileceği tarzında şayialar çıkarmışlar. Yalandır. Tekzip edilir" gibi hezeyanlarda bulunuyordu
 15 Mayıs sabahı erkenden iki büyük ve iki küçük, dört Yunan vapuru, başlarında bir İngiliz torpidosu ve yanlarında da birkaç Yunan torpidosu olduğu halde limana girdiler. 10 mil kadar geride de on iki kadar nakliye gemisinin geldikleri görüldü
İzmirin, Yunanlılara işgal ettirilmesi daha Mondros mütarekesinden önce tasarlanmış ve Yunanlıların, harp esnasında müttefiklere yaptıkları hizmete mukabil İzmir vilâyeti kendilerine vadedilmişti. Umumî sulh ile beraber Yunanlılar da kendi hisselerini kapmak için hazırlanmağa başlamışlardı.
 Sahile yakın adalara gönderilen ve oralarda teşkil edilen Yunan çeteleri, yolcu olarak İzmire gelmeğe ve İzmir metrepolidinin emri altında burada esaslı bir teşkilât kurulmaya başlanmıştı. Yunan askerinin İzmire çıkacağını bütün Rumlar, Fransız ve İtalyanlar ve herkes biliyordu. Bunu bilmek istemiyen veya bildikleri halde halktan ve etrafından saklamağa çalışanlarsa, Ferit Paşanın İzmire gönderdiği vali ve memurlardı.
İşgal sabahının gecesi, Nadir Paşa, bütün subayların evlerine adamlar salarak bunlara, kışlada toplanmaları emrini verdi. Böylece, subayların büyük bir kısmı daha geceden kışlada toplattırıldılar ve ertesi günü kışla pencerelerinden feci işgali seyreylediler ve sonra aşağıdaki yazılacak feci âkibetle karşılaştılar.



Büyük iki vapurdan dubalar vasıtasiile dışarı çıkarılan Yunan askerleri rıhtımda İzmir metrepolidi tarafından takdis edildiler ve orada bir geçitresmi yaptılar. İlk çıkan kıta, Miralay Zafiryos kumandasındaki Yunan tümeni imiş.
İlk önce tekmil bir alay rıhtıma çıkarılarak burada toplandırılmıştır.
Toplantı bittikten sonra iki Efzun taburu öncü olarak hareket etmiş, Kokaryalıya doğru yürümüşlerdir. Yürüyüş kolunun etrafı heyecandan muvazenesini kaybetmiş yerli Rumlarla sarılıyor. Türkler korku ve nefretle, diğer ecnebiler hayretle bu yürüyüşü seyrediyorlar. Türk halkı birdenbire sersemlemiştir. Öncüdeki Efzun taburu, üstü otel ve altı kahve olan ve adına Askeri otel denilen binanın önüne geldiği vakit otelden bir silâhın patladığı işitildi. Bu silâh sesi üzerine tekmil Efzun taburu yüzgeri ederek darmadağın rıhtımdaki toplanma noktasına doğru kaçmağa başladı. Bu kaçış, görülmeğe lâyıktı. Efzunların püskülleri, ufkî bir vaziyette arkalarında uçuyordu. Bu silâhı, Hasan Tahsin isminde bir gencin patlattığını ve kendisini de orada Yunan askerlerinin öldürdüğünü herkes söylüyor.
Söylemeyi unuttuğumuz bir nokta var: Daha önce, yani sabahleyin erkenden, mülkiye hapishanesi boşanarak mahpuslar dışarı kaçmış, askerî hapishanesindeki mevkuflar da boşanmak istediklerinden, 174 üncü alaydan sürülen birkaç asker, askerî hapishanenin etrafını sarmış ve kapıyı kırmakla meşgul mahpuslara karşı silâh davranarak ateş etmekle tehdit ediyorlardı. Civarda toplanan ahali de, bir taraftan, askerî eşya ve techizat ambarını yağma etmekte idiler.

Yukarıda bahsettiğim ve Efzun taburunun baştaki mangasına karşı yönlendirilmiş  ve onları paniğe uğratmış olan Hasan Tahsin’den  başka diğer bir kahraman da var ki, bunun hikâyesini de aşağıda göreceğiz.

Kendisine güvenilen bir zat, gözleriyle gördüğünü bir olayı  anlatıyor.
Yunan Efzun alayı, tam askerî mahfel önüne geldiği zaman, hapisten yeni kurtulup çıkmış olduğunu sandığım genç, uzun ve yağız bir delikanlı, sokağın başına çömeldi. Nişan aldı. İlk kurşunda Efzun alayının sancağını taşıyan uzun boylu, yapılı bir Yunan erini, yani sancakteri yere düşürdü. Yunan sancakçısı, kurşunu alnından yemişti. Ben, bu manzarayı hükûmetin üst kat penceresinden seyrediyordum. Yağız Türk nişancısı, daha dört, beş kurşun, yani mavzerin şarşurunu ,boşalttı. Yunan sancaktar muhafız kıtası yere yatmış, mukabele ederken, arkadan Yunan bölükleri rıhtıma doğru kaçtılar, sonra orada tekrar toplanıp mevzie girdiler.
Yağız delikanlı 5 kurşundan sonra sokağa daldı. İki, üç yüz metre kadar geriledi. Sonra, işittiğime göre, tekrar çömelmiş ve sokak boyunca Yunanlıların üzerine atış yapmakta devam etmiş. Cephaneleri tükenmiş. O esnada civar evin penceresinden bakan yaşlı bir Türk kadınına dönerek: "Nine, gördün ya, yarın ahirette şahidim sen ol. Kurşunum, cephanem tükendi, onun için tüfeğimi omuzladım, geri gidiyorum."
Bu yağız kahraman kimdi? Tek başına bir Yunan alayına karşı koyan, maddî, manevî bütün mes'uliyetleri yüklenerek ilk kurşunu atan bu mechul kahraman nerededir? Bu o kadar övünülecek, iftihar edilecek bir iş mi ki, bundan bahsedeyim düşüncesiyle bu kahraman, kimseye bir şey söylememiş de olabilir. Belki de sağdır, yaşıyor da olabilir


Silâh sesi üzerine yüzgeri ederek heyecanla geriye kaçan Yunan taburu, alayın toplanma yerinde düzene girerek, kışlanın üzerine şiddetli bir piyade ateşi açıyor.Donanmadan indirilen nordanflit tüfeklerinin de katılması ile, bu ateş, hiçbir cevap görmeksizin iki saate yakın bir müddet devam ediyor



Kışla içindeki subaylar, meselenin fenalaşmakta olduğunu görerek pencerelerden türkçe ve rumca ateş kes! diye bağırmağa başlamışlarsa da, Yunanlılara meram anlatamamışlardır. Kolordu ve tümen komutanları, Yunanlılara ateş kestirmek için Celâl (Dincer) adlı bir telefoncu subaya, pencereden beyaz bir mendil sallatarak ateş kestirmek istiyorlar. Celâl yaralanıyor ve geriye çekiliyor. Nihayet ateş hafifliyor ve bir Yunan piyade bölüğü süngü takmış olarak kışlanın içine giriyor. Bunların önünde de İzmirin azılı yerli Rumlarından yüzlerce başıbozuklar var.
Askerlik Dairesi Başkanı Albap Fethi, kendisinden kaputunu isteyen ve zito Venizelos diye bağırmasını isteyen  bir Yunan soyguncu neferinin, dilini anlamıyarak kaputunu çıkarmadığından dolayı, süngülenerek öldürülüyor.
 Önce iki saat devam eden tüfek ateşinin tesirile dört er ölmüş ve on beşi de yaralanmıştı. Şimdi de teslim olduktan sonra ilk olarak Albay Fethinin kanına giriyorlar.
Sonra subaylar ikişer yapılarak Rıhtıma götürülmek üzere bir bölük süngü takmış Yunanlı ile sarılıyor. Kışladan dışarı çıkarılır çıkarılmaz binlerce yerli Rum, bu kafilenin etrafını alıyor ve muhafızlar arasında yürüyen subay ve erlere sopalarla, taşlarla, demirlerle, kudurmuşçasına saldırıyorlar. İlk ağızda Kolordu Başhekimi Yarbay Şükrü ile kolordu karargâhından bir kurmay subay ve on beş subayla altı er bu mütecavizler tarafından öldürülerek cesetleri rıhtım boyunda sürüklenip denize atılıyor. Birçokları da kafalarından ve diğer yerlerinden ağır ve hafif yaralanıyorlar.
İşte, altı yüz yıldan beri kıllarına bile dokunulmayan, zengin edilen, mes'ut edilen yerli Rumların kendi vatan kardeşlerine verdikleri mükâfat budur.

Yürüyüş kafilesinden, ayağı kayıp düşenler veyahut dipçik darbesinden sendeliyenler mutlaka, mutlaka süngülenip öldürülmüşler ve arasıra elleri yukarı kaldırtılarak (Zito Venizelos!) diye bağırtmışlardır.

. Ansızın gökten bir yağmur sağanağı boşanıyor. Bu yağmur o kadar şiddetlidir, ki kafileyi tamamile yoketmek üzere saldırışlarını ve kuduzluklarını arttıran sopalı, demirli, bıçaklı Rumlar, yağmurdan ıslanmamak için saçaklar altına ve dükkanlar içine çekiliyor. Kafile muhafızları da, ıslanmamak için kafileyi koşar adımla yürütüyor. Yağmurdan sokak tenhalaşıyor, boşalıyor. Kafile, Pasaport dairesinin önünden geçerken oraya yanaşmış olan Leon adlı Yunan torpidosu efradı, eğlence için kafilenin üzerine nordanflit ateşi açıyorlar. Burada beş, on kişi şehit oluyor.
 Bu torpidonun hemen yanında bulunan İngiliz torpidolarındaki subaylar, İngiliz neferlerine, bu namussuzca kasaplığı seyrettirmemek için, güvertede bulunan erleri içeri kamaralara kapatıyorlar. Kim bilir,  belki de İngilterenin himayesindeki Rum kasaplığını İngiliz halkından gizlemek için.
Kafile, Patris adlı Yunan vapurunun yanında durduruldu. Sağ kalanların üstleri ve başları tekrar yoklanarak ceplerinde sıkışıp kalmış olan son kuruluşları da muhafızları tarafından alındıktan sonra vapura tıkıldılar. Sonra bir Yunan subayı gelerek, kafiledeki Kolordu Komutanı ile Kurmay Başkanını ve Tümen Komutanını alıp tekrar kışlaya götürüyorr ve yapılan katliamdan dolayı teessüflerini  beyan ederek bunları serbest bırakıyorlar ve kendilerinden de işbu kasaplığın kasden yapılmadığına dair bir de vesika alıyorlar.



Böylece 56 ncı tümen subaylarının bir kısmı lüzumsuz ve sebepsiz olarak Yunanlılar tarafından öldürülüyor, yaralanıyor, esir alınıyor, küçük bir kısmı şehrin arkasından memleket gerisine, Aydın ve Manisa istikametine çekiliyor Geri kalanları da Yunan vapuru ile Mudanyaya getiriliyor.Bunlar buradan Bursaya giderek yeniden  tümeni kuracaklardır.

 Subayların İzmirde kalan evlerine ve ailelerine ise yerli Rumlar saldırıyorlar. Bütün subay evleri yağma ediliyor, subayların kadın ve çocuklarına tecavüzler yapılıyor.
 Eğer, o zaman İzmirdeki 56 ncı tümenin başında aklı erer ve vatanperver bir komutan veya birkaç büyük rütbeli subay bulunmuş olsaydı, hiç olmazsa Yunan işgalinden birkaç gün önce tümenin bütün kıtalarını toplıyarak şehir içinde, hükûmetin emir ve izni olmasa dahi, bir saldırıya kalkışmasa dahi, tümeni Manisa istikametine, geriye çeker, ileride yapılacak saldırı için ilk çekirdeği el altında bulundurmuş olurlardı..

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...