8 Mayıs 2009 Cuma









EVRİM ÜZERİNE -2-



İKİNCİ KISIM

Kerem Akcasu





Son olarak üç gerçek eko sistem anlatacağım. Yukardaki resmi iyice bir inceleyelim.
Bu resmin neye ait olduğunu anlayan anladı. Anlamayanlar için yazalım, bu bir orkide türü. Ve neredeyse her orkide gibi, üremek için bu orkide de bir yaban arısını kandırmak yolunu seçmiş. Bu orkide ile ilgili anlatacaklarımı seyrettiğim bir belgeselden hatırladığım kadarı ile olacağından ufak tefek hatalar olabilir ama burada okuyucudan istediğim genel mantığı kavramak.


Bu orkidenin kandırdığı yaban arısının ise değişik başka bir özelliği var. Dişisi toprak altında yaşıyor. Üreme zamanı geldiğinde, toprak üzerine, bir ağaç, taş vs. üzerine çıkıyor ve erkeğini çılgına çevirecek olan feromonunu salgılıyor. Erkek arı dişiyi bulduğu zaman bildiğim kadarı ile bilinmeyen bir nedenle, dişiyi oradan alıyor ve havada veya başka bir yerde çiftleşiyor ve aldığı yere veya kendi münasip gördüğü bir yere bırakıyor.


Orkideye geri dönelim. Resimde sağ tarafta görülen mor cisim, arının dişisinin bir benzeri. Ve orkide dişinin yaydığı feromonun aynısını bu organ üzerinden yayıyor. Erkek arı bunu dişi zannederek alıp götürmeye çalışıyor. Bu organ ve sapı, ok ile işaretli yerden mesnetli olduğu için erkek arı gitmeye çalışırken, bu ok ile işaretli menteşe etrafında dönüyor. Dişisini götürmeyi beceremeyen arı daha büyük bir güç ile gitmeye çalışıyor. Ve bu uğraş sırasında sırtı sol taraftaki çanak içinde bulunan polenlere yapışıyor. Ve dişiyi götüremeyeceğini anlayan arı sırtında polenlerle gidiyor. Ancak orkidenin yaydığı feromon o kadar aynı ve kuvvetli ki arı ikinci bir orkide çiçeğine yine dişi diye saldırabiliyor. Bu orkideye her arı konduğunda gerçekleşmiyor belki ama orkidenin neslini devam ettirebilmesi için yeterli miktarda arı, yeterli oranda bu tuzağa düşüyor. Bunun küçük bir mekanizma olduğunu, ilgili uzunlukların 3-5 mm. kısa veya uzun olması halinde döllenme işleminin gerçekleşemeyeceğini de herkes kabul eder herhalde. Bunu da kafamızın bir kenarına yerleştirdikten sonra bir büyük minik eko sisteme geçelim.
Beyin solucanları denen bazı canlılar var. Bunlardan mikroskobik boyutlarda olanlarından bir tanesi, hayat döngüsünü sürdürebilmek için hem salyangozları, hem de kuşları kullanıyor. Evet, resmen kullanıyor. Nasıl mı? Salyangoz bu kurtçukların yumurtalarını yiyor. Ve yumurtalardan çıkan kurtçuklar, salyangozun göz uzantılarına yerleşiyor ve orada renkli, sürekli kıpırdayan bir yapı oluşturuyorlar. Bu görüntü kuşların çok sevdiği tırtıllara benzediği için kuşlar bu salyangozları yemekten kendilerini alamıyorlar. Kurtçuklar kuşların sindirim sisteminde gelişiyor ve yumurtluyorlar. Bu yumurtalar ise salyangozlar tarafından yenmek üzere kuşun pisliği ile beraber dışarı atılıyor ve döngü böyle devam ediyor. Bu döngünün en enteresan tarafı, kurtçuklar salyangozun beynini de ele geçirerek normalde salyangozların hiç yapmadığı bir şekilde günün ilk ışıkları ile birlikte, kuşların kendilerini daha rahat görebileceği ağaç tepelerine çıkmalarını sağlıyorlar. Bu aklımızın bir kanarına koyacağımız mini bir üçlü eko sistem.
Gelelim daha karışık bir eko sisteme. ABD’ de bulunan Yellowstone milli parkında meydana gelen ekolojik değişikliklerin nedenini araştıran bilim adamları, eskilerle kıyaslanan en büyük eksiğin insanlar tarafından soyları tüketilmiş olan gri kurtlar olduğunu tespit ediyorlar. Pek ihtimal vermemekle beraber hem etkilerini görmek hem de kurtları yeniden bu bölgeye kazandırmak üzere Kanada’ dan 30 adet gri kurt getiriliyor. Tahmin edilenden çok daha kısa bir sürede eko sistemde eskiye dönüş gözleniyor. Sebebini araştırmaya çıkan araştırmacılar, geyik ölüleri ile karsılaşıyorlar. Fakat bu geyik ölümlerinin, eko sistemde bu kadar çabuk bir değişime sebep olacak kadar çok olmadığı da tespit ediliyor. Ve incelemeler sonucunda, peşlerinde sürekli kurt sürüsü olan geyiklerin hiç bir yerde ağaç ve otlakların kökünü kurutacak çok kalamadıkları ve hatta kurtlardan kurtulabilmek amacıyla düzlükleri terk edip, daha sarp yerlere kaçtıkları ortaya çıkıyor. Neticede, ağaçlar ve otlaklar çoğalıyor, gürleşiyor. Bunun sonucu olarak ise, eskiye nazaran çok genişlemiş olan akarsu yatakları kimi yerlerde daralırken, ağaçların serpilmesine ve akarsu yataklarındaki bu daralmaya da bağlı olarak geri gelen kunduzların barajları sayesinde başka bazı yerlerde minik göletler ve etraflarında başka minik eko sistemler gelişiyor


Kurtların geride bıraktıkları leşlerin ayılar, çakallar, kuzgunlar ve büyüklü küçüklü diğer leşçilerin hayatlarında meydana getirdiği değişiklikte ayrı bir etki olarak göze çarpıyor. Yani Yellowstone eko sisteminde bulunan kurtların varlığı veya yokluğu tüm bir eko sistemi derinden etkiliyor. Ve ben eminim ki soyu tüketilen kurtlar değil, kunduzlar olsaydı da eko sistemde bir çökme meydana gelecekti.
Bu üç eko sistemin tesadüf sonucu oluşmuş olması bana ters geliyor. Ve son olarak termodinamiğin ikinci kanunun babası olan Rudolf Clausius’ un kelimesi kelimesine olmasa da şu sözünü tekrarlamak istiyorum: “Evrende önceden kurulup bırakılmış bir zembereğin boşalmasını seyrediyoruz.” Veya, hayatın başlaması, cinsiyetin ortaya çıkışı, pre-kambriyen dönemde meydana gelen canlı patlaması gibi bazı ara müdahelelerle bugünlere gelmiş bir evrenimiz var. Bence…



T E O R İ L E R



TÜM ANNE VE ANNE ADAYLARININ ANNELER GÜNÜNÜ SAYGI İLE KUTLARIM




YUSUFCUK


EVRİM üZERİNE


KEREM AKCASU


Ortaya atıldığı günden itibaren üzerinde en çok konuşulan teoridir herhalde evrim. Ben inanmıyorum. Neden inanmadığımı yazmadan önce anlamadığım başka bir konuyu yazmak istiyorum.

Konu ile ilgili son iki sene içinde oldukça fazla sayıda kitap okudum ve hala okuyorum. Anlamadığım şu; ülkemizde evrim teorisini savunan çok sayıda kitap yazılmış ve yabancı dillerden çevrilmiş olmasına rağmen, “intelligent design - ID” (akıllı tasarım)denilen ve evrime BİLİMSEL AÇIDAN karşı çıkan teori ile ilgili çok az sayıda kitap var. Dediğim gibi ID teorisi oldukça bilimsel, yani savunucularının yazdığı kitapların büyük bir çoğunda evrenin oluşumu “takdiri ilahidir”, “Tanrı böyle yaratmış” gibilerden sözler bulamazsınız. Yazılanların bazılarını aşağıda benim de neden evrime inanmadığımı anlatırken yazacağım.
Gelelim evrime neden inanmadığıma. İlk olarak şunu söyleyeyim, inanmadığım evrim yani tekamül değil, Darwin ve neo-Darwin teorisyenlerinin iddia ettiği gibi evrendeki her şeyin bilhassa da hayatın tamamen rastlantı sonucu meydana geldiği, ve bunun da, küçük rastlantısal genetik mutasyonların doğal seleksiyon ile seçimi olduğu. Konuyu açıklamak için güzel bir sözle başlayayım: “Çok fazla tesadüf, tesadüf olamaz.”
Her şeyden önce evrim teorisyenlerinin açıklayamadığı üç temel konu var.


Birincisi hayatın nasıl başladığı. En büyük dayanakları bundan yaklaşık 3.5 milyar yıl önce olduğu inanılan atmosferik koşullar laboratuar ortamında yaratılıp, içinden yıldırım ve şimşekleri simüle eden, elektrik akımları geçirildiğinde aminoasitlerin oluştuğudur. Ama evrim teorisyenleri nedense gerisini, yani bu aminoasitlerin HİÇBİR ZAMAN bir protein zinciri oluşturmadığı gerçeğini çabucak geçiştirirler. Yani bu deneyler uzatıldığı zaman bu aminoasitler maalesef şans eseri bir araya gelip protein oluşturmamışlardır.


İkincisi cinsiyetin ortaya çıkışı. Cinsiyet burada açıklayamayacağım kadar uzun nedenlerden dolayı evrim teorisyenleri için kuramsal bir muammadır!” Kelimesi kelimesine olmasa da anlamı bu olan sözleri yazan ben değilim. Kim mi? Ateizmin ve neo-Darwin teorisinin en ateşli savunucusu Richard Dawkins… Bu sözle ilgili yorumu size bırakıyorum.


Üçüncüsü ise günümüzden 500 – 600 milyon yıl önce pre-kambriyen dönemde meydana gelen canlı patlaması. Fosil kayıtları bu dönemde oluşması binlerce hatta milyonlarca yıl aldığı söylenen evrim ile açıklanamayan hızda bir tür patlaması meydana geldiğini gösteriyor. Örnek olarak çok iyi tanıdığımız üç canlı. Hamamböceği, karasinek ve yusufçuk. Bu canlıların ne zaman ortaya çıktığı bilinmemekle beraber mesela yusufçuğun 350 milyon yıldır HİÇ değişmediği biliniyor. Gözle görülebilir ilk canlı 700 milyon yıl önce ortaya çıktığına göre yusufçuğun meydana gelmesi için 350 milyon yıl ÇOK KISA BİR süre. Çünkü bu yaratık dört kanatlı olması nedeniyle evrim teorisyenleri tarafından evrim artığı olarak kabul ediliyordu. Çünkü dört kanadı çırpmak daha fazla enerji harcamak demekti ve bu nedenle kendisinden sonra evrimleşen bir çok uçucu iki kanatlıydı ve bazılarında dört kanatlı uçuculardan evrimleştiklerine ilişkin izler vardı. Yani bu böceğin neslini sürdürmesi de ortaya çıkışı gibi şans eseriydi. Ancak sahip olduğu anormal manevra yeteneği, boyutlarına göre sahip olduğu inanılmaz rüzgar direnci ve yapılan hesaplamalar bu böceğin uçuşun verimini düşürdüğü bilinen ve bu nedenle de uçak mühendislerinin azaltmaya uğraştığı rüzgarın geri itme kuvvetini (drag force) havada asılı dururken ve bilhassa da uçarken kullandığını ve bu nedenle de korkunç bir enerji verimine sahip olduğunu gösterdi. Ve özellikle yine uçak mühendislerinin en büyük problemlerinden biri olan düşük hızla uçuşun sırlarını keşfetmek için son 20 senedir en çok inceledikleri böcek haline geldi. Ve bu işi nasıl yaptığı hala tam olarak bilinmiyor.
Bundan sonra yazacaklarım tamamen kendi fikirlerim olup, hiçbir yerden alıntı değildir ve sadece beni bağlar.

Rastlantı ile ilgili anlayamadığım başka bir olay ise yine evrimin izah edemediği yaşlanma. Milyarlarca yıldır her türlü probleme RASTLANTI SONUCU kimyasal ve fiziksel olarak şeytanın aklına gelmeyecek çözümler geliştirmiş olan canlılar, yaşlanmaya karşı bir çözüm getirememişler. Her canlı maalesef ölüyor.
Ayrıca evrim teorisyenleri bence iki yüzlü. Çünkü dünya üzerinde genetik olara ikinci bir ben olma ihtimali çok ama çok düşük. Hatta o kadar küçük ki adli olarak “0” kabul ediliyor. Ama DNA kopyalanması olayında birbirinden bağımsız olarak işleyen bir kaç kontrol mekanizması sayesinde genetik mutasyonların oluşma ihtimali bakteriler için milyarda, maymun veya biz insanlar gibi daha karmaşık canlılarda on milyarda bir. Durum bu iken oluşma ihtimali zaten bu kadar az olan genetik mutasyonun, peş peşe gelen iki tanesinin aynı gen parçacığına rastlaması ihtimaline olağan bir şey olarak bakılıyor. Şöyle düşünün. Milli Piyango çekildi. Ve büyük ikramiye çıkma ihtimali diğer başka bir sayıyla aynı olan 111111 sayısına isabet etti. Dediğim gibi her ne kadar büyük ikramiyenin 910374 numarasına isabet etmesi ile 111111 sayısına isabet ihtimali AYNI olsa da ikinci ihtimal piyangoyu oynayanların kafasında ACAYİP büyük bir soru işareti oluşturur herhalde. Bir sonraki hafta veya bir yıl sonra bir gün yine büyük ikramiye yine 111111 veya 111112 sayısına isabet ederse olacak olan tek şey isyan ve mahkeme olur herhalde.







BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU

7 Mayıs 2009 Perşembe

Y A Ş A M




ŞİKAYETİM VAR



Burhan Bursalıoğlu


Lütfen, bana söyler misiniz; cadde kenarlarındaki kaldırımlar kime aittir? Bunların, yayalara mahsus olduğuna kimler karar veriyor? Onarımını, güzelleştirilmesini, temizliğini, yayalara açılmasını, kapanmasını, düzenlenmesini kim, hangi kuruluş yapıyor? Hangi kuruluş buraların sorumluluklarını yükleniyor? Söyler misiniz?
O kuruluş belediye mi, karayolları mı, trafik mi, muhtarlık mı? Kim? Yoksa, buraların sahipleri yok mu? Yapıyorsan, güzelleştiriyorsan, temizliyorsan, onarıyorsan sahipleniyorsun demek değil midir? Peki yapıp işletmeye açtıktan sonra korumak da o kuruluşa ait değil midir? Ona ve yayalara zarar verecek her türlü uygunsuzluğa karşı tedbir almak veya, uygunsuzluğu yapanın yanına kar bıraktırmamak o kuruluşun görevi değil midir?
Kaldırımları işgal edip, geçişleri engelleyenlere karşı hassas davranılıyor mu? Yoksa, bunlara karşı “boş ver, bana ne, bulaşmayayım “ mı diyorlar? Galiba böyle düşünüp, görmezlikten geliniyor. Hata ediyorlar.
Yukarıdaki resimlerde de görüldüğü gibi, yayalara, sakatlara, etrafına saygısı olmayan bazı sürücüler, yaya kaldırımlarında park ederek, gelen geçene engel oldukları gibi, yaptıklarının yanlış olduğunu söyleyenlere karşı da efe lik taslayıp “aşağıdan yürü” diyecek kadar da cüretkarlar oluyor.
Yolu kapanan yayalar, mecburen, yoğun trafiğin aktığı caddeye inmektedir.,Arabalı özürlüler, sakatlar, yaşlılar, çocuklar caddeye inerek hayatlarını tehlikeye atmış olmuyorlar mı? Bunlara neden olan efe sürücülerin küçük beyinleri sonrasını düşünemiyorlar mı? Yayaların hayatlarıyla oynadıklarının farkında değiller mi? Yalnız yayaları engellemek değil hataları…. Uzun müddet kalanların engelledikleri başka olumsuzluklar da vardır. Bir yangında, acil bir hastaya çağrılan ambulansın yanaşmasına da problem çıkarmış olmuyorlar mı? Büyük şehir belediyesi, caddelerde park edenlerden , görevlendirdikleri kişiler vasıtasıyla ücret almaktadır. 2 dakika için park edecek olanın yanına yaklaşan bay görevli , hemen 5 lirayı talep edebiliyor.” Ya beşi verir veya gidersin “ söyleten belediye, kaldırımlara park edenlere de engel olamaz mı?.
Devlet mi, Belediye mi, Trafik mi, bir başkası mı, her kimse veya kimlerse bu işe bir çare bulmalılar. Caddeleri mi genişletip, kaldırımların dışında park yerimi açarlar, ekip kurup, kaldırımlarda park edenlere ağır ceza mı keserler, ruhsatları mı alırlar, yoksa kaldırımları mı yükseltirler bilemem. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, kimsenin göz yaşına bakmadan çare bulsunlar.
Araba devrilmeden şoförü ikaz etmek bizden. Yetki ve sorumluluk ona ait.


















Emirgan İlköğretim Okulu öğretmeni, sevgili öğrencimiz Gözde Giray'ın, toplantı hakkındaki, FACEBOOK tayayınladığı duyuruyu aşağıya kopyaladım. Gereği önemle duyurulur.





1. DUYURUGözde Giray EMİRGAN İLKOKULU MEZUNLARI üyelerine bir mesaj gönderdi.-
-------------------Konu: tarih değişikliği.
Sevgili arkadaslarım ve öğretmenlerim , dün akşam size 23 Mayıs tarihinde okulumuz bahçesinde toplanacağımızı duyurmuştum fakat bugün okulumuz eski müdürü sevgili BURHAN BURSALIOĞLU ile yaptığımız telefon görüşmesinde kendisinin 17 Mayıs akşamı Bodruma gideceğini öğrendik. Toplantı onsuz olmaz diye düşündük ve toplanma tarihini 16 Mayıs Cumartesi günü akşam saat 6 ile 10 arası diye kararlaştırdık..
Toplantı tarihini 23 Mayıs diye bilen facebookta kayıtlı olmayan mezun arkadaslarada iletmenizi rica ediyorum...
Toplantı tarihimiz 16 Mayıs 2009 Cumartesi günü olup akşam saat 6 ile 10 arasıdır..
Bilginize sunarım...
2. DUYURU
Gözde seni 16 Mayıs Cumartesi, 18:00'daki "mezunlar günü toplantısı" etkinliğine davet etti.
Etkinlik: mezunlar günü toplantısı "mutlaka gelmelisiniz.."
Ne Etkinliği: Club/Group Meeting
Organizatör: EMİRGAN İLKOKULU MEZUNLARI
Başlama: 16 Mayıs Cumartesi, 18:00Bitiş: 16 Mayıs Cumartesi, 22:00
Yer: Emirgan ilköğretim okulu bahçesi


6 Mayıs 2009 Çarşamba

EMİRGAN İLKOKULU MEZUNLARI TOPLANTISI







Emirgan İlköğretim Okulu öğretmeni, sevgili öğrencimiz Gözde Giray'ın, toplantı hakkındaki, FACEBOOK tayayınladığı duyuruyu aşağıya kopyaladım. Gereği önemle duyurulur.

1. DUYURU

Gözde Giray EMİRGAN İLKOKULU MEZUNLARI üyelerine bir mesaj gönderdi.-

-------------------Konu: tarih değişikliği.

Sevgili arkadaslarım ve öğretmenlerim , dün akşam size 23 Mayıs tarihinde okulumuz bahçesinde toplanacağımızı duyurmuştum fakat bugün okulumuz eski müdürü sevgili BURHAN BURSALIOĞLU ile yaptığımız telefon görüşmesinde kendisinin 17 Mayıs akşamı Bodruma gideceğini öğrendik. Toplantı onsuz olmaz diye düşündük ve toplanma tarihini 16 Mayıs Cumartesi günü akşam saat 6 ile 10 arası diye kararlaştırdık..

Toplantı tarihini 23 Mayıs diye bilen facebookta kayıtlı olmayan mezun arkadaslarada iletmenizi rica ediyorum...

Toplantı tarihimiz 16 Mayıs 2009 Cumartesi günü olup akşam saat 6 ile 10 arasıdır..

Bilginize sunarım...

2. DUYURU

Gözde seni 16 Mayıs Cumartesi, 18:00'daki "mezunlar günü toplantısı" etkinliğine davet etti.
Etkinlik: mezunlar günü toplantısı "mutlaka gelmelisiniz.."
Ne Etkinliği: Club/Group Meeting
Organizatör: EMİRGAN İLKOKULU MEZUNLARI
Başlama: 16 Mayıs Cumartesi, 18:00Bitiş: 16 Mayıs Cumartesi, 22:00
Yer: Emirgan ilköğretim okulu bahçesi



4 Mayıs 2009 Pazartesi

FELSEFİ




NEDEN ?


Kerem Akçasu


Lanet, iğrenç ama bir o kadar da güzel bir sorudur neden. Olayları, kişileri olayları insafsızca deşen bir sorudur. Kim, ne soruları kişileri ve nesneleri sorgular. Nasıl, nerede, ne zaman gibi sorular olayları sorgular. Ama neden sorusu fikirleri sorgular. Zamanı, mekanı ve kişileri pek hatta hiç önemsemez.
Bu sebeple cevaplanması kimi zaman çok zordur. Hele ki neden sorusuna verilen cevaba yeniden neden soruları ile saldırmak cevapları gittikçe zorlaştırır. Cevaplamaktan kaçamazsınız çünkü net bir sorudur. “Neden olmasın” gibi kaçamak cevapları sevmez, hatta kabul etmez.
Zordur çünkü bir çok zaman verilecek cevaplar insanların yanlışlarını, kabahatlerini, menfaatlerini ortaya çıkardığı için cevaplanmak istenmez.
Ayrıca zordur çünkü fikirleri sorguladığı için cevaplanması belli düzeyde ilave bilgi gerektiren sorudur. Felsefe bilgisi ve yeteneği gerektirir. Geniş vizyon, genel kültür gerektirir. Yani bilimseldir. Bu nedenle de kimileri için Tanrı’ ya, kimileri için sonsuzluğa veya yokluğa, kimileri içinse yeni fikri ve bilimsel maceralara kapı açan sorudur. En basit örnek olarak evrenin ne zaman, nasıl oluştuğu teorik de olsa bir yere kadar izah edilebilmiş olmasına rağmen neden var olduğu veya neden böyle olduğu sorusuna verilecek en ufak bir cevap yoktur.
Ay çekirdeği, alkol ve hatta kumar gibidir. Bir kere sormaya başlayıp, kafanızda cevaplarını almaya başladığınız da ise hayatın anlamını kavramaya başladığınız için, daha fazla sorabilmek, bulduğunuz cevaplara daha netlik kazandırabilmek için daha fazla ve her konuda bilgi edinmek, bunun içinse daha fazla okumak, etrafınıza daha iyi ve farklı gözle bakmak istersiniz yani İDRAK ETMEK istersiniz. Ve bir süre sonra alışkanlık yapar; yaşam sebebiniz olmaya başlar bu soruyu sormak. Bazen insana acı verip, sıkıntıya da sokar. Çünkü Sokrates’ in değimiyle “Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez” olur bir süre sonra. İnsanı soyutlaştırır.
Ama bu bilgi edindirme ve edinilen bilgiyi İDRAK EDİLENLE birleştirme özelliğinden dolayı da mutlaka, en azından belli bir sayıdan fazla miktarda sorulması gereken sorudur. Çünkü yine bu özelliğinden ötürü insanı insan yapan sorudur. Bu soruyu hiç sormayan insanın hayvandan bir farkı yoktur. O; sadece bünyesinin gerektirdiği şekilde ve yeterlilikte yaşar. Neden diye sorarak sorgulamaz. Kim, ne nerede, kiminle, ne zaman ve nasıl sorularına verilecek anlık cevaplar yeterlidir onlar için. Aynen hayvanların sadece yaşayıp neden diye sorgulamadığı gibi. Bu soruyu sormayan insan hayatın tümünden, gerçeklerinden, bilgiden değil, sadece günlük olaylardan zevk alır. Yapacak bir şey yoksa, zevk alacak bir şey de yoktur onlar için. Sormadığı için bakmaz, baktığını da görmez. Ve Mevlana’ nın değimiyle de “Görebildiği kadar kıymetli” olur.
Sonucu bilgiye açıldığı için evrende herhalde azı karar, çoğu zarar OLMAYAN tek şeydir.

ÖZÜR

ÖZÜR

4 GÜNDÜR NEDENİNİ ANLAYAMADIĞIM BİR ŞEKİLDE BLOĞGUM KİTLENDİ. AÇMAYA ÇALIŞIYORUM. HERKESTEN ÖZÜR DİLERİM.
Burhan Bursaluoğlu

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...