13 Temmuz 2012 Cuma

G Ü N C E L





Şişşt Kemal Bey orada mısın, sesimi duyuyor musun?
- Levent Kırca

 Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik. Nihayetinde Atatürk’ün Cumhuriyet’i buraya kadarmış.



“Azınlık” adlı oyunla turnedeyim. Gittiğim pek çok şehirde Cumhuriyet’in adım adım yok oluşuna tanık oluyorum. Herkes mutsuz, korkuyor ama bittiğini anlıyor. Tarsus’ta oynadığımız oyundan sonra Belediye’nin restoranına götürdüler bizi. Adana’ya has, Tarsus’a özel yemekler, kebaplar mevcut. Şalgam suyunu öncelikle getirip koyuyorlar önünüze. Ne var ki rakı yada herhangi bir alkollü içecek yasak. Oysa ki gençliğimizde Adana’da, Tarsus’ta öğrenmişiz rakı içmesini. Şalgam suyu rakısız gitmez; ağlar, demişler; rakıyla birlikte içirmişler bize. Hayatımda ilk özel yapım rakıyı, yani Boğma rakısını ilk Tarsus’ta içmişim. Kemal Bey sana sesleniyorum, artık buralarda bir Atatürk rakısı içirmiyorlar adama. Neden böyle diye soruyorum; garip garip boyunlarını büküp “emir büyük yerden” diyorlar. 

Kemal Bey sana sesleniyorum  

Azınlık oyununu önce sana oynamak istedik. Çünkü CHP’den daha çok muhalefet yapıyoruz bu oyunda. Oyunun bir yerinde “Babam memurdu bütçesini hiç denkleyemedi, bu yüzden kıçı hep açıktı” diyorum, arkasından ilave ediyorum “sanki günümüzdeki memurun durumu çok farklı” diyorum alkışlıyorlar, ilave ediyorum. “O kadar memur yollara döküldü, yollar yürümekle aşındı, memur hakkını elde edemedi. Yine de koşar bunlara oy verirsiniz” diyorum. Salondan bağırıyorlar; “Atatürk’ü Cumhuriyet’i, CHP’mi kurtaracak yoksa Kemal Bey mi?” diye soruyorlar. Her oyunda duyuyorum Kemal Bey. Peki ya sen, sen duyuyor musun? Kimsenin CHP’ye güveni kalmamış. Bu nasıl muhalefet Kemal Bey? Biliyorum her taraf işgal altında. Sesinizi duyurmakta güçlük çekiyorsunuz. Artık yandaş medyada yeterince sözlerinize yer verilmiyor, televizyonlar yeterli haber yapmıyorlar. Arkadaşlarınızın ve sizin çok çalıştığını söylüyorsunuz ama biz göremiyoruz. Eğer bu maça centilmen takılalım, kibar oynayalım, dur bakalım iyi olan, dürüst olan kazansın diye çıkarsanız, silerler sizi sahadan. 

Hangi ahval ve şerait içinde olursan o şartlarda mücadele edeceksin Kemal Bey!  

Bak ne diyeceğim Kemal Bey  

İzmir’in üç ayrı ilçesinde oynadım. Oyunlardan birinin akşamında üç belediye başkanıyla aynı sofrada oturduk. Başkanlar üzgün ve de süzgün, aileleri de öyle... Haftada üç gün ifade vermeye gidiyorlarmış. Bu üç başarılı belediye başkanı “en çok da kendi partimiz CHP’den hançerleniyoruz” diyorlar... “Kemal Bey de ilgisiz” diyorlar. Her sabah uyanıp yatağın içinde oturuyorlarmış, acaba Silivri sırası bizde mi, diye. Kendi adamlarına neden sahip çıkmıyorsun Kemal Bey?  

Duydun mu Kemal Bey gazetecilere Tayyip Bey ‘köpek’ dedi  

Başbakan aldı başını gidiyor. Avaz avaz bağırıyor. Gazetecileri kastederek; “Bunların tasmalarını biz gevşettik” diyor. Gazeteciler de duymuyor bunu, duymazdan geliyorlar. Hâlâ korkaklar, Bay Tayyip’i övüyor. Sen duymuyor musun Kemal Bey? Muhterem kürtajı yasaklayacak...  

Kürtajı Uludere ile bir tutuyor, kürtaj yasaklanırsa yüzlerce vatandaşımız ya kendi kürtajını ilkel bir şekilde kendi yapacak ya da kaçak kürtaj yaptıracak, el altından kapı aralığından... Muhterem tabanına hoş görünecek diye insanlar göz göre göre ölüme gidecek. Farkındasın değil mi Kemal Bey? Peki, seninle dalga geçtiğinin de farkında mısın? Seni rakip olarak zayıf görüyor. Eğer muhteremin karşısında güçlü bir rakip, güçlü bir muhalefet edemiyorsan; niye duruyorsun orada Kemal Bey, çekil de kuvvetli birisi çıksın karşısına Kemal Bey; kusura bakma ama Deniz Baykal’ı aratıyorsun Kemal Bey... 

Bir şey hatırlatmak istiyorum Kemal Bey sana  

Koç Holding’in Başkanı Vehbi Koç ölmeden önce ömrünü “Nüfus Planlaması”na adamıştı. Herkes tek tek bilinçlendirilmeli, diyordu. Bakamayacağınız çocuk cahil kalacaksa doğmamalı, diyordu. Herkes okutup doğurabileceği kadar doğurmalı, fazla çocuk günah, diyordu. Ben de aynı fikirdeyim. Rahmetli Vehbi Bey’le defalarca toplantı yaptık bu konuda. Kurmayları yan gözle bakarlardı, Vehbi Bey Levent Bey ile ne konuşuyor, diye. Şunu konuşuyorduk, daha doğrusu o konuşuyordu ben dinliyordum. Diyordu ki bana; “Nüfus çok kabarıyor; işsiz, aşsız,kültürsüz bebeleri art arda sıralamak doğru değil” ve devam ediyordu; “Sen sevilen bir sanatçısın, halkımıza anlat bunu seni dinlerler. İstersen bir oyun hazırla , istersen film çek ama mutlaka anlat. Eğitmediğimiz, doğuramadığımız çocuk yerine istikbalini garanti edebileceğimiz kadar çocuk” diyordu. “Vehbi Koç Vakfı maddi olarak yanında olacak” diye güvence veriyordu. Benim yasaklanan Olacak O kadar programını çekip yayına yetiştirebilmek için yoğun çalıştığım günlerdi, ihmal ederdim Vehbi Bey’in bu arzusunu. Gördüğü her yerde koluma yapışır “Gel buraya kaçak” derdi. Hani, senden istediğimi yapmadın. Ben yapamadım... Peki sen bu konuda ne düşünüyorsun Kemal Bey? Çok çocuk yapmak günah mıdır, sevap mıdır? Susma Kemal Bey konuş, tatmin edici bir açıklama yap, inandır kendi insanlarını... İnanmaya ve sonuç görmeye ihtiyacımız var.  

Kemal Bey artık tiyatro seyretmek istersen yurtdışına çıkarsın  

Zira senin muhalefet olduğun Türkiye’de Devlet Tiyatroları da Şehir Tiyatroları da kapanıyor. Yakın bir gelecekte özel tiyatrolar da kapanacak. Basın susuyor, sermaye çevresi sessiz, konuşan işinden atılıyor. Peki sen ne yapıyorsun Kemal Bey? CHP olarak, olmayacak öneriler veriliyor.  

CHP hükümet ortağı mıdır, Neredesin Kemal Bey? Bırakın iç çekişmeleri lütfen, silkelenip ortaya çıkın. Zira partinizin kurucusu Atatürk’ün kemikleri sızlıyor. Çıksa bir daha gelse Samsun’dan sizin yakanıza yapışır, “partimi ne hale getirdiniz” der.  

Bıçak kemiğe dayandı bilmem anlatabiliyor muyum Kemal Bey?  

Kemal Bey bak ne diyeceğim  

Atatürk’ün kurduğu ama yakında onun olmayacak bu ülkede Türk rakısı, Atatürk rakısı içemiyorum. Bildiğin bir yer varsa, gizli gizli buluşup birer kadeh içelim. Sana yazamadığım ama anlatacağım çok şey var, tamam mı Kemal Bey, anlaştık mı? Ha eğer bildiğin bir yer yoksa çıkalım seninle yurt dışına hem beraber tiyatro seyrederiz, iki duble de Türk rakısı içeriz. Ha Kemal bey, ne dersin?..
Alıntıdır

9 Temmuz 2012 Pazartesi

YAKIN TARİHİMİZ




         ATATÜRK'ÜN 1926'DA KARADENİZ GEMİSİNE VERDİĞİ 
                                          86 GÜNLÜK GÖREV
 BİR ULUS KENDİNİ TANITIYOR
ATATÜRK'ÜN ÖNERDİĞİ PROJE  DÜNYADA BİR İLK 
 Burhan Bursalıoğlu                                                 N.Kaptan'dan alıntı.

K A R A D E N i Z  V A P U R U – 1926

Karadeniz Vapuru Projesi, Cumhuriyet'in ilanından 3 yıl sonra Atatürk'ün önerisiyle hayata geçirildi.Türkiye'yi tanıtan çeşitli ürünlerin sergilendiği gemi, 12 Haziran 1926 tarihinde İstanbul'dan demir aldıktan sonra 12 ülkede 16 şehri ziyaret etti. Karadeniz Gemisi, 86 günde 10 bin mil yol katettikten sonra 5 Eylül 1926 tarihinde İstanbul'a döndü.


Karadeniz Gemisi'nin yolcuları arasında 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın oğlu Refi Bayar, Anadolu Ajansı'nın kurucularından Şair Kemalettin Kamu, İstiklal Marşı'nın bestecisi Zeki Üngör, ilk Türk kadın gazetecilerden Bedia Arseven, ilk Türk kadın milletvekillerinden Mebrure Gönenç ve Şair Orhan Veli Kanık'ın babası müzisyen Veli Kanık da yer aldı.
Hareketinin gecikmesinden dolayı  eleştirilere maruz kalan Karadeniz, Akbaba Dergisi'ndeki karikatüre de konu oluyor.
1926  Atatürk  sabah saat 8.00'de Bursa'dan hareketle Mudanya'ya, buradan da Karadeniz vapuruyla Bandırma'ya gelmişti. Atatürk'ün, Karadeniz vapurunda açılan gezici sergiyi ziyareti ve geminin hatıra defterine yazdıkları:
"Sergi, başarıya ulaşmış bir eserdir. Bende gayet iyi izlenimler meydana getirdi. Sunuş tarzı çok iyidir. Hazırlayıcısını takdir ve tebrik ederim."
BİR ULUS KENDİNİ TANITIYOR 
"Karadeniz Seyr-i Türkiye belgeseli," genç Türkiye Cumhuriyeti’nin, bin  bir fedakarlıkla Avrupa’nın büyük limanlarına yolladığı seyyar sergi gemisinin ibret verici öyküsünü anlatıyor.
Marsilya Limanı tarihi günlerinden birini yaşıyor. Zaten her zaman hareketli olan liman, bugün sosyetenin akınına uğramış. Beyaz ve ağır ketenlerden dikilmiş "denizci yakalı" elbiseler içindeki güzel kadınlardan hoş bir parfüm kokusu yükseliyor. Şehir Bandosu "Marselyez" marşını son bir kez çalıp zarif bir vals prelüdüne geçerken, saatlerdir heyecanla beklenen gemi, limana doğru süzülüyor. Bembeyaz ve yüksek güverteli, renk, renk yüzlerce bayrakla süslenmiş, tek bacalı, yaklaşık 5 bin gros tonluk gemi, limana yanaşıyor.

Rıhtımdaki Fransızlar, gemiye ve geminin çeşitli yerlerine asılmış olan bayrağa bakıyorlar. Güzel tonlu bir kırmızı üzerine bembeyaz bir ay ve yıldızın işlenmiş olduğu görkemli bir bayrak bu. Rıhtımdakiler güverteye baktıklarında ise, küpeşteye dayanmış kendilerini seyreden kadınlı erkekli yolcuları görüyor ve gözlerine inanamıyorlar. Onlar, Türkiye’den yani kendi düşüncelerine göre "Doğu"dan gelen bu gemideki yolcuların bir "Orient esintisi" sunacağını beklerken, karşılarında bambaşka bir görünüm var.
Alt ve üst güvertelerden kendilerine bakan, gülen, el sallayan bu "Doğulu" konukların, kendilerinden hiçbir farkı yok. Erkekler koyu renk takım elbise, pırıl, pırıl beyaz gömlekler giymiş ve çoğu zarif bir iğne ile süslenmiş boyunbağları takmışlar. Yanlarındaki kadınlar, erkeklerden daha şık. Siyah ağırlıklı ipek ve muslin elbiseler içindeler. İyice dalgalı, "alagarson"a yakın kısalıkta kesilmiş saçları, Marsilya güneşi altında parıldıyor. Gemi uzun ve neşeli tek bir düdük ile Marsilyalıları selamlıyor. Yanları halatla desteklenmiş ahşap merdivenler, gemiden sarkıtılıp rıhtıma yerleştiriliyor. Fransızlar gemiye çıkmaya başlıyor. Bir subay onları sergi salonuna götürüyor. Bir kış bahçesi ile kalabalık bir orkestranın çaldığı salonu geçerek sergi bölümüne gelen ziyaretçiler, hayranlıktan konuşamaz bir şekilde, sergilenen eşyalara bakıyorlar. Türk mavisi sırlı Kütahya çinileri; bin bir nakış ve renkli Osmanlı, Yörük, Selçuklu ve Acem halıları; gül, tarçın ve sakız kokulu Hacı Bekir lokumları; yeşim, yakut, firuze gibi değerli taşlarla süslenmiş, tamamıyla elle yapılmış çeşmibülbül, laledan, gülabdan gibi cam ürünleri.

 Tarih 21 Ağustos 1926. Fransızların büyük bir hayranlıkla içinde sergilenen ürünleri seyrettikleri, gönderinde ay-yıldızlı bayrak dalgalanan geminin bordasında kocaman harflerle "Karadeniz" yazıyor ve henüz üç yaşına basmış olan genç Türkiye Cumhuriyeti, "yeniden var edilen bir ulus’un neler yapabileceğini herkese göstermek için bu gemiyle Avrupa’nın en önemli limanlarında aylardır sancak gösteriyor".

 
"KARADENİZ: SEYR-İ TÜRKİYE" 
Garanti Bankası’nın bünyesinde faaliyet gösteren Osmanlı Bankası Müzesi’ndeki "Karadeniz: Seyr-i Türkiye" belgeselini izlerken insanın hayalinde bunlar canlanıyor. Türkiye’nin ‘kendini tanıtma’ çabasına farklı bir bakış açısı getirecek iki önemli proje sergileniyor müze binasında. Biri "Karadeniz: Seyr-i Türkiye" belgeseli, Atatürk’ün isteğiyle Türkiye’yi Avrupa’ya tanıtmak amacıyla Avrupa limanlarını dolaşan seyyar sergi gemisi  Karadeniz"in maceralarını anlatıyor. Ötekisi, yani "Ulusu Tasarlamak: 1920’ler ve 1930’larda Avrupa Devletleri" sergisi ise, Karadeniz gemisinin rotasındaki Avrupa ülkelerinde, o dönemdeki siyasi rejimleri gösteriyor. Garanti Bankası ve Netherlands Culture Fund’ın sponsorluğunu üstlendiği Karadeniz belgeselinin gerçekleştirilme öyküsü de ilginç.
Hollanda’daki Fatusch firmasında çalışan araştırmacı Eray Ergeç, gazete arşivlerini tararken, 1926 yılında Hollanda’ya gelen bir Türk sergi gemisinin haberini görmüş. Haber, Atatürk’ün isteğiyle, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıtmak amacıyla Avrupa limanlarını dolaşan seyyar sergi gemisi Karadeniz’in, Amsterdam limanına gelişini anlatıyormuş. Bu pek bilinmeyen tarihi olayın araştırılmasına zamanla Ankara Üniversitesi İletişim  Fakültesi’nden Prof. Dr. Bülent Çaplı da katılmış. İki yıl kadar süren çalışmalar sonunda, Karadeniz gemisinin Avrupa limanlarındaki ziyaretlerini gösteren görüntü, fotoğraf ve belgelere ulaşılmış ve hazırlanan belgeselle belki de tarihin tozlu arşivinde kaybolup gidecek olan bu olay gün ışığına çıkarılmış.
Genel koordinatörlüğünü Gülay Orhan’ın üstlendiği belgeselin koordinasyon çalışmaları için Amsterdam kullanılırken, Bülent Çaplı ile Bülent Özkan çalışmalarını Ankara’dan yürütmüş. Belgeselin senaryosu, Tannur Arat ve Nedim Olgun tarafından kaleme alınırken, "seyir defteri" bölümleri Kaptan Süreyya Gürsu, Celal Esat Arseven ve Orhan Kızıldemir’in anılarından derlenerek hazırlanmış. Emre Irmak’ın özgün müziklerini bestelediği belgeselin yönetmenliğini ise Soner Sevgili yapmış.
SEKSEN ALTI GÜN SÜREN YOLCULUK
Belgeseli izleyenler, Avrupa yolculuğu öncesi Haliç’te üç ay süren özel bir bakıma alınmış Karadeniz gemisinin  dümen suyuna kapılıp, tam seksen altı gün süren yolculuğu, sefere katılan sanatçı, gazeteci, milletvekili, öğretmen, müzisyen ve denizcilerden oluşan toplam 285 kişinin, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni “dosta düşmana tanıtmak için” nasıl olağanüstü bir çaba gösterdiğini, henüz üç yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti milletvekillerinin buna kaynak bulmak için nasıl çırpındıklarını ibret ve gururla izliyor.
 Ticaret Vekili Ali Cenan-i  Bey’in meclis kürsüsünde, “Efendiler... Bir ticaret sergisi meydana getirmek kolay bir şey değildir. Bunun yerine bir seyyar sergi teşkilini düşündüm. Seyr-i Sefain’den bir vapur alalım. Mesela Karadeniz Vapuru’nu...” diye başlayan konuşmasının yarattığı ateşi, hummalı çalışmaları ve sonunda Marmara’nın solgun mavi sularını köpürterek yola çıkan beyaz bir geminin, Dolmabahçe’deki bir yatta, mavi gözleri çakmak, çakmak, sarışın bir adam tarafından beyaz bir mendil sallanarak nasıl uğurlandığını görüyor. O sarışın adamın daha yedi yıl önce 19 Mayıs 1919’da ülkeyi kurtarmak için Samsun’a böyle bir vapur yolculuğu yapmış olduğunu düşünenler de bir cumhuriyetin nasıl doğduğunu görüp alabildiğine gururlanıyor.
II - KARADENIZ VAPURU
Yıl 1926... Günlerden 12 Haziran… Yer,  bugünkü Tophane rıhtımı...Taksilerin yanı başında çift atlı faytonların da yolcu bekledikleri görülüyor.... Bayraklarla donanmış, beyaz bir vapur harekete hazırlanmakta. .. Seyr-i Sefain  İdaresinin yeni satın aldığı bu  Karadeniz   gemisi çok önemli bir sefere çıkmak üzere... Üç aya yakın sürecek bu gezide el sanatlarımızdan örnekler ile başta gelen ürünlerimiz tanıtılacak... Ama asıl amaç, Batı Avrupa ülkelerine genç Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıtmak! Bu niyetle düzenlenen sergi seferi boyunca gemi 12 Avrupa devletinin limanlarına uğrayıp üçer beşer gün kalacak… 

Kömür almak için gireceği Cezayir’in Bona (sonraki adıyla Anaba) limanını saymazsanız, bakın hangi limanlara uğrayacak: Barcelona, Le Havre, Londra, Amsterdam, Hamburg, Stockholm, Helsinki, Leningrad, Danzig, Gdynia, Kopenhagen, Anvers, Marsilya, Cenova, Napoli...
Her limanda gemimizi gezmek isteyen ziyaretçiler kabul edilecek... Davetler, resepsiyonlar verilecek.... Gemideki Riyaset-i Cumhur Orkestrası da konserler verecek... Balolarda görevli zevat ile ziyaretçilerin kaynaşmaları sağlanacak... Cumhuriyet Türkiye’sinin Türkler’i tanıtacak.
Geminin süvarisi, genç yaşına rağmen dirayetli bir denizci olmasıyla ün yapmış olan TOPUZ lakaplı meşhur Lütfi Kaptan… Birkaç yıl öncesine kadar Gülcemal’in süvarisi iken, artık Karadeniz  de görev yapıyor. Gemideki genç zabitanın hepsi de özellikle seçilmiş pırıl pırıl genç denizciler.. . İlerde hepsi birer büyük kaptan olarak Denizyolları’nın gemilerinde kaptanlık, ya da idarecilik yapacaklar.
Karadeniz gemimiz ise 1905 Hollanda yapımı.. 4.765 gros tonluk. 120 metre boyu, 14 metre eni var. Tam istim tuttuğu zaman 12 mil hız yapmakta. Sergi için baştan sona özel olarak düzenlenip dekore edilmiş.
Yıllarca sözü edilen bu tarihi gezi 86 gün 22 saat sürüyor. İstanbul’da döndüğü gün takvimler 5 Eylül gününü gösteriyor. Toplam 9.981 mil yol kat eden gemi bu uzun sefer boyunca 2.778 ton kömür tüketmiş. Kullandığı tatlı su miktarı da 971 ton. 


Bu sergi seferinin Türkiye’nin tanıtılmasındaki payı gerçekten çok büyük oldu. Geminin gittiği her ülkenin basınında Atatürk Türkiye’si hakkında çok güzel haberler çıktı, çok değerli yazarlar yayımlandı. Bu büyük başarıda, Seyr-i Sefain İdaresi'nin de önemli bir payı olduğu asla göz ardı edilmemeli.
Yıllarca iç ve dış hatlarda yolcu taşımaya devam eden KARADENİZ ise 46 yıllık bir gemi oluncaya kadar aralıksız hizmet etti. 50’li yıllarda, ticaret filomuzun yeni satın alınan gemilerle takviye edilmeye başlanması üzerine, 1951'de kadro dışı bırakılarak bir kenara bağlandı. Sonra da sökülmek üzere satıldı.
Günümüzde de böyle bir gemiyi donatıp bu amaçla uzun bir dünya seferine çıkartabilseydik keşke...
Yaklaşık beş bin gros tonluk Karadeniz vapuru, yolculuk öncesinde Haliç'e alınarak üç ay boyunca bakım ve onarımdan geçmiş ve beyaza boyanmıştı.


 Kaynak : İstanbul’un Unutulmayan Gemileri, Eser Tutel

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...