16 Nisan 2010 Cuma

BİRAZDA ŞİİR - 6-

MUSTAFA KEMAL



ATTİLA İLHAN



Dağ başını efkâr almış,

gümüş dere durmaz ağlar,

gözyaşından kana kesmiş gözlerim,

ben ağlarım, çayır ağlar, çimen ağlar,

ağlar, ağlar, cihan ağlar.

Mızıkalar iniler, ırlam ırlam dövülür,

altmış üç ilimiz, altmış üç yetim,

yıllar gelir geçer, kuşlar gelir geçer,

her geçen seni bizden parça parça götürür,

Mustafa'm, Mustafa Kemal'im.



Diz dövdüm,

gözlerim şavkı aktı Sakarya'nın suyuna,

Sakarya'nın suları nâmın söyleşir.

Hemşehrim Sakarya, öksüz Sakarya.

Ankara'dan uçan kuşlar,

Kemal'im der günler günü çağrışır,

kahrolur bulutlara karışır,

gök bulut, yaşmak bulut,

uca dağlar, dev boyunlu morca dağlar

divan durmuş bekleşir,

Mustafa'm, Mustafa Kemal'im.



Nasıl böyle varıp geldin, hoşgeldin,

çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin,

şol yüzünde güneş südü sıcaklık,

ellerinden öperim, Mustafa Kemal.

Senin dalın, yaprağın, biz, senin fidanların,

biz bunları yapmadık,

sen elbette bilirsin, bilirsin Mustafa Kemal.

Elsiz, ayaksız bir yeşil yılan,

yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal.

Hani bir vakitler Kubilay'ı kestiler,

çün buyurdun kesenleri astılar,

sen uyudun asılanlar dirildi,

Mustafa'm, Mustafa Kemal'im.



Karalar kuşanmış, Karadeniz akmam diyor,

dokunmayın, ağlamaktan bıkmam diyor,

bu gece kıyamet gecesi, bu vapur Bandırma vapuru,

yattığı yer nur olsun Mustafa Kemal,

ben ölümden korkmam diyor,

korkmam diyen dilleri toz oldu, toprak oldu,

değirmen döndü dolandı, yıllar oldu,

bir kusur işledik bağışlar mı kimbilir,

o bize öğretmedi kazan kaldırmasını,

günahı vebali öğretenin boynuna,

erdirip oldurana ana avrat sövmesini,

yüreğim kırıldı kanım kurudu,

var git Karadeniz var git başımdan,

mızıka çalındı düğün mü sandın,

bir yol koyup gideni gelir mi sandın,

Mustafa'm, Mustafa Kemal'im.



Ankara'nın taşına bak,

tut ki baktım, uzar gider efkârım,

çayır ağlar, çimen ağlar, ben ağlarım,

gözlerimin yaşına bak,

Ankara Kalesi'nde, Rasattepe'de

bir akça şahan gezer dolanır,

yaşın yaşın mezarını aranır,

şu dünyanın işine bak,

Mustafa'm, Mustafa Kemal'im...




İSTANBUL'DA TEVKİFHANE AVLUSUNDA


Nazım Hikmet Ran

İstanbul'da, Tevkifane avlusunda,

güneşli bir kış günü, yağmurdan sonra,

bulutlar, kırmızı kiremitler, duvarlar ve benim yüzüm

yerde, su birikintilerinde kımıldanırken,

ben, nefsimin ne kadar cesur, ne kadar alçak,

ne kadar kuvvetli, ne kadar zayıf şeyi varsa

hepsini taşıyarak :

dünyayı, memleketimi ve seni düşündüm...



ANIŞ

Oktay Rıfat

Her dakikasını ayrı hatırlarım

Erenköy'de geçen zamanımın.

Rüyama girer bir arada,

İstanbul, bahar ve Türkânım..



Bir odamız vardı etrafı sarmaşık,

Bostanlara bakan penceremiz,

O, güller kadar taze,

Ben, ona deli gibi âşık..



Bir yastıkta dinlenir başlarımız,

Saçlarım saçlarına karışırdı,

O güzel bir kızdı, ince, alımlı

Ne giyse yakışırdı..



Yeter ki gönüller şen olsun,

Şarkılar söylerdik yolda.

Hep karşıma otururdu, ellerini tutardım,

Akşam üstü eve dönerken paraşolda..



Ağaçlar çiçekteydi,

Türkânım sağ, beraberimde.

Kalbim sevda içindeydi,

İstanbul bahar içinde...





14 Nisan 2010 Çarşamba

A T A T Ü R K


ATATÜRK'TEN   ZAMANLI VE GERÇEK  ANILAR

Derleyen: Süleyman Bulut'tan (Büyük Atatürk'ten Küçük Öyküler)
Burhan Bursalıoğlu

Mustafa Kemal Nasıl ATATÜRK oldu?


Mustafa, Mustafa Kemal olmakla kalmadı. Sonraki yıllarda yeni adlar almaya, yeni şanlar kazanmaya devam etti.

Çanakkale Savaşından sonra rütbesi paşalığa yükseltilince, adı Mustafa Kemal Paşa oldu. Kısaca Kemal paşa diye anılmaya başlandı.

Sarı paşa diyenlerde oldu.

Sakarya savaşından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi O’na Gazi rütbesini verdi. Adı Gazi Mustafa Kemal Paşa oldu. Bu ünvanı okadar benimsedi ki, herkes ondan kısaca Gazi Paşa diye söz etmeye başladı.

21 Haziran 1934 te soyadı kanunu çıkınca, herkesin aklına, doğal olarak, ilk O geldi. Gazi Mustafa Kemal’in soyadı ne olacaktı. Herkese soyadı bulan Gazi, kendisine nasıl bir soyadı bulacaktı?

Mecliste, gazetelerde her gün ortaya yüzlerce öneri atıldı…. Konuşuldu, tartyışıldı, ama bir karara varılamadı. Günler , haftalar geçti… Sonunda herkesin merakını gideren, üzerinde anlaştığı öneri, Saffet Arıkan dan geldi. Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı da yapacak olan Saffet Arıkan, Atatürk soyadının nasıl ortaya çıktığını şöyle anlatmaktadır.

"1934 senesi,
 Dil kongresinde Dil Tetkik Cemiyeti Başkanlığına getirildim. Kongreden bir müddet sonra, 26 Eylül tarihi dil bayramı idi. Bunun için bir nutuk hazırlamam lazım geliyordu. Bu Nutuk (Ulu Önderimiz Atatürk Mustafa Kemal) diye başlıyordu. Atatürk o tarihe kadara, soyadı kanunu çıktığı halde henüz soyadı almamıştı.

Nutku kendine gösterdim. Atatürk kelimesini görür görmez üzerinde durdu. Birçok kereler bu kelimeyi tekrar etti.

Çok güzel bir buluş ama çok iddialıdedi. Müsveddede düzeltmeleri yaptığı halde, Atatürk’e dokunmadı. Müsveddenin sonlarında bir de “Türk Atası” diye bir terkip kullanmıştım. Bunu daha fazla iddialı bularak Atatürk tarzında düzeltmemi emretti. Başka bir şey söylemedi. Ben nutkumu verdikten epey sonra, Gazi Mustafa Kemal, Atatürk’ü soyadı olarak aldı “



DAĞ BAŞINI DUMAN ALMIŞ


Yıl 1919… Ülke işgal altındadır.

19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, İngilizlerin istediği gibi çalışmasına izin vermeyeceklerini gördü. Anadolu içlerine doğru ilerlemeye karar verdi.

İlk durak Havza olacaktı. Yaverinden hemen bir otomobil bulunmasını istedi. Araştırıldı, Soruldu…Sonunda, Benz marka. Çok eski bir otomobil bulunabildi.    

Mustafa Kemal.Tamam” dedi. Arkadaşlarfı “Ama çok eski” diyerek kuşkularını belirttiler. Mustafa KemalOlsun “ dedi. Arkadaşları “Her an arıza çıkarıp bizi yolda bırakabilir” diye uyarmak istedi.ler. Bunun üzerine Mustafa Kemal: “Başka otomobil var mı?” diye sordu. Arkadaşları: “yok “ dediler.“Öyleyse bununla yola çıkacağız

Samsun’dan çıkıp Havza’ya doğru yol almaya başladılar.

Korkulan sabaha karşı başlarına geldi. Motor su kaynatmaya başladı… Suyun soğutulması ve değiştirilmesi beklenirken, Mustafa Kemal otomobilden indi.

Şafak yeni sökmekte… Dağların bulutlara değen tepeleri yeni yeni pembeleşmekteydi. O anda Mustafa Kemal, daha önce kimsenin duymadığı bir marşı söylemeye başladı.

Dağ başını duman almış,
 Gümüş dere durmaz akar.
 Güneş ufuktan şimdi doğar,
Yürüyelim arkadaşlar.



Sesimizi yer, gök, su dinlesin,
 Sert adımlarla her yer inlesin.


Bu gök, deniz nerede var?
 Nerede bu dağlar, taşlar?
 Bu ağaçlar, güzel kuşlar,
Yürüyelim arkadaşlar.


ATATÜRK BİZDEN BİRİDİR


Yıl 1935
Cumhuriyet’in 12. Kuruluş Yıldönümü kutlamaları yapılacaktır.
 Gazeteler, milletvekilleri,  halk.. .Bunun için binlerce slogan önerisi atılır ortaya. Sonunda bütün öneriler toplanır Atatürk’e sunulur.. Atatürk, ortaya konan önerileri tek tek okumaya başlar.

 ‘’Atatürk bizim en büyüğümüzdür!’’ Üstünü çizer." Atatürk milletin en yükseğidir! ’’Üstünü çizer. ‘’En büyük Türk Atatürk!’’ Üstünü çizer” Türk Milleti. Asırlardan beri bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı” Üstünü çizer…Çizer…Çizer..

Önüne getirilen bütün önerilerinin üstünü çizen Atatürk sonunda şu cümleyi yazar. “ Atatürk bizden biridir “

12 Nisan 2010 Pazartesi

G Ü N C E L

Atatürk ve Hz.Muhammed, Bilinmeyen Gerçek!!!


(Can Ataklı 09.08.2008 Tarihli Yazısı)      

Pazartesi akşamı Avrasya Televizyonu' nda Lale Şıvgın'ın sunduğu 'Beyin Fırtınası' programına katılmıştım biliyorsunuz.

Programın diğer konukları Nevzat Yalçıntaş ile Erol Manisalı idi.

Nevzat Yalçıntaş program sırasında Atatürk'le ilgili küçük bir anekdota yer vererek 'Suudiler 1926 yılında sınırları içinde tüm mezarlıkları yıkıyorlardı. Atatürk sıranın Hazreti Muhammed'in kabrine geldiğini öğrenince bir telgraf çekerek, 'Eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim' demişti. Bunun üzerine Suudiler Hazreti Muhammed'in kabrine dokunamamıştı. Ama bu telgraf yok edildi' dedi.

Programın ana konusu kapatma davası olduğu için bu konu fazla uzun sürmedi.

Programdan sonra Lale Şıvgın, yayının yapıldığı Doğatepe tesislerinde bizlere birer çorba ikram etti. Bundan yararlanarak Yalçıntaş'a 'Hocam programda anlattığınız olayın ayrıntılarını söyleyebilir misiniz?' diye sordum.

1981 yılında 12 Eylül askeri yönetimi Atatürk'ün 100. doğum yılı nedeniyle kapsamlı bir program hazırlamış. Prof. Yalçıntaş o dönemde İlim Kurulu'nun başına getirilmiş. Amaç Atatürk'le ilgili çeşitli kaynaklardan arşiv araştırması yapmak ve 'bilinmeyen Atatürk'ü' ortaya çıkarmakmış.

Yalçıntaş, 'Dışişlerinde Münir Bey vardı.(Soyadını hatırlayamadı) İyi bir araştırmacı ve arşivciydi. Ona Dışişleri Bakanlığı arşivlerinin araştırılması görevi verilmişti' diyerek anlatmaya başladı.

Sonra da sürdürdü: 'Bir gün Münir Bey aradı. Çok ilginç bir belge bulduğunu, bunu getirip göstermesi gerektiğini söyledi. O sırada benim çalıştığım başbakanlık binası ile dışişleri binası aynı yerde. Hemen atlayıp geldi. Çok heyecanlıydı.'

Prof. Yalçıntaş, Münir Bey'in gösterdiği belgeye baktığında çok şaşırdığını belirterek şöyle devam etti:

'Belge bir telgraf metniydi. Henüz yeni kurulan Suudi devletinin kralına gönderilmişti. Telgrafta 'Hazreti Muhammed'in mezarının yıkılacağını derin üzüntü içinde öğrendim. Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü duyarsam orduyu aşağıya gönderirim' anlamına gelen cümleler vardı.'

Yalçıntaş, burada Hazreti Muhammed'in mezarı ile ilgili kısa bir detay anlattı. İngiliz işgali sırasında komutan olan Fahrettin Paşa'nın kabri terk etmemek için uzun süre direndiğini, aç kaldıklarını bu nedenle çekirge yiyerek beslendiklerini, sonunda İngilizler'in hiçbir şekilde dokunmamaları kaydıyla Hazreti Muhammed'in mezarını terk ettiklerini ancak kutsal emanetleri de yanlarına aldıklarını söyledi.

Şimdi gelelim belgenin bulunmasından sonraki gelişmelere, çünkü vahim ve ilginç olan bu:

Nevzat Yalçıntaş'ın anlattığına göre Münir Bey belgeyi önce bir üst amirine götürüyor. Belge oradan daha yukarı taşınıyor. Sonunda müsteşara oradan da Bakan İlter Türkmen'e geliyor. Tabii Evren Başkanlığı'ndaki Milli Güvenlik Konseyi'nin de haberi oluyor. Sorun şu: Bu belge ne yapılacak?

Dönemin Atatürkçü komutanları ve onların emrindeki bürokrasi bu belgenin açıklanmasını istemiyor. Ancak belge de ortaya çıkmış bir kere. Sonunda o dönemde yazılan ve şimdi kitapçılarda tek nüshası bile kalmayan bir Atatürk kitabının içine, hiçbir anons yapılmadan konuyor. Kısacası konu adeta kapatılıyor, sadece o tuğla gibi kalın kitabı sonuna kadar okuyanların dikkatini çekecek biçimde 'zevahiri kurtarmak' adına konuyor.

Peki bu belge şimdi nerede? Kimin koruması altında? Bu da bilinmiyor.

Bilinen tek şey, Atatürk'ün İslam aleminin peygamberi Hazreti Muhammed'in mezarının ortadan kaldırılmasını önlemesi herkesten saklanıyor.

Hazreti Muhammed Mescidi Nebevi'de yatıyor

Hazreti Muhammed 571 yılında doğdu 632 yılında vefat etti. Peygamberimiz Medine'de oturduğu evde toprağa verildi. Bu mezar bugün dünyanın en büyük camisi olan Mescidi Nebevi'nin içinde.

Mescidi Nebevi, Hazreti Muhammed'in Mekke'den Medine'ye göç etmesinden sonra ilk namaz kıldığı yer. Hazreti Muhammed, Medine'de oturduğu evin hemen yanına kentin ilk mescidini inşa ettirmişti. Bu mescit geçen yıllar içinde defalarca yenilendi. Bugün 600 bin kişinin aynı anda namaz kılabildiği Mescidi Nebevi'nin korumasını çok uzun yıllar Osmanlı askeri yapmıştı.

Arabistan'da mezar adeti yoktur. Ölüler herhangi bir yerde toprağa verilir, üzerine belirleyici bir şey konmaz. Bu nedenle sadece Hazreti Muhammed'in mezar yeri ile ilgili bilgi vardır. O'nun dışındaki İslam büyüklerinin mezarlarının yeri bilinmez. Bir süre önce Hazreti Muhammed'in annesine ait olduğu ileri sürülen bir mezar ortaya çıkarılmıştı. Ancak Suudi yönetimi bu mezarı da ortadan kaldırmış ve yerine otopark yapmıştı.

Atatürk'ün müdahalesi olmasa Suudiler, Mescidi Nebevi'nin hemen dibindeki Hazreti Muhammed'in mezarını da tamamen ortadan kaldıracaktı. Nitekim Hazreti Muhammed'le aynı yere defnedildikleri bilinen Sahabe'nin önde gelen isimlerinin mezar yerleri bugün dümdüzdür.

Nevzat Yalçıntaş'la sohbetimiz sırasında 'Bir gün Yaşar Nuri Öztürk Bey aradı. Benim bu anlattığımı duymuş, belgeye nasıl ulaşabileceğini sordu' dedi. Ben de 'Belgeyi bulmuş mu?' diye sorunca 'Onu bilemiyorum, ama galiba bir kitabına koymuş ben okuyamadım' dedi.

Bunun üzerine önceki gün Yaşar Nuri Öztürk'ü aradım. Öztürk, Yalçıntaş'ın anlattıklarını doğrulayarak, 'Ancak bunu henüz bir kitabıma koymadım. Araştırmayı aşağı yukarı tamamladım, Gazi Mustafa Kemal ve İslam isimli çok kap samlı bir kitap hazırlıyorum, bunun bitmesi üç yılı alır. Konu bu kitapta yer alacak' dedi.

Milletvekili olduğu sırada bu belgeye ulaşmak için çok çalıştığını söyleyen Öztürk, 'Belge Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde. Milletvekili sıfatımla bu arşivlerde çalışmak için bakan Ali Babacan'a başvurdum, ama bana izin vermedi' diye konuştu. Öztürk'e 'Peki hocam, böyle bir belgenin açıklanmasını neden istemiyorlar? ' diye sordum. Öztürk'ün cevabı çok ilginç oldu.

Şöyle dedi: 'Atatürk'ü din ve İslam dışı göstermek isteyenler elbette bu belgeden rahatsız olacaklardır. Bu nedenle dini siyasete alet edenler emperyalistlerle iş birliği bile yapabiliyor.Dincilerle İslamı reddedenler bu noktada birleşebiliyor.

10 Nisan 2010 Cumartesi

BİRAZ DA ŞİİR -5 -

MUSTAFA KEMAL

ATTİLA İLHAN

Dağ başını efkâr almış,

gümüş dere durmaz ağlar,

gözyaşından kana kesmiş gözlerim,

ben ağlarım, çayır ağlar, çimen ağlar,

ağlar, ağlar, cihan ağlar.

Mızıkalar iniler, ırlam ırlam dövülür,

altmış üç ilimiz, altmış üç yetim,

yıllar gelir geçer, kuşlar gelir geçer,

her geçen seni bizden parça parça götürür,

Mustafa'm, Mustafa Kemal'im.


Diz dövdüm,

gözlerim şavkı aktı Sakarya'nın suyuna,

Sakarya'nın suları nâmın söyleşir.

Hemşehrim Sakarya, öksüz Sakarya.

Ankara'dan uçan kuşlar,

Kemal'im der günler günü çağrışır,

kahrolur bulutlara karışır,

gök bulut, yaşmak bulut,

uca dağlar, dev boyunlu morca dağlar

divan durmuş bekleşir,

Mustafa'm, Mustafa Kemal'im.


Nasıl böyle varıp geldin, hoşgeldin,

çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin,

şol yüzünde güneş südü sıcaklık,

ellerinden öperim, Mustafa Kemal.

Senin dalın, yaprağın, biz, senin fidanların,

biz bunları yapmadık,

sen elbette bilirsin, bilirsin Mustafa Kemal.

Elsiz, ayaksız bir yeşil yılan,

yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal.

Hani bir vakitler Kubilay'ı kestiler,

çün buyurdun kesenleri astılar,

sen uyudun asılanlar dirildi,

Mustafa'm, Mustafa Kemal'im.


Karalar kuşanmış, Karadeniz akmam diyor,

dokunmayın, ağlamaktan bıkmam diyor,

bu gece kıyamet gecesi, bu vapur Bandırma vapuru,

yattığı yer nur olsun Mustafa Kemal,

ben ölümden korkmam diyor,

korkmam diyen dilleri toz oldu, toprak oldu,

değirmen döndü dolandı, yıllar oldu,

bir kusur işledik bağışlar mı kimbilir,

o bize öğretmedi kazan kaldırmasını,

günahı vebali öğretenin boynuna,

erdirip oldurana ana avrat sövmesini,

yüreğim kırıldı kanım kurudu,

var git Karadeniz var git başımdan,

mızıka çalındı düğün mü sandın,

bir yol koyup gideni gelir mi sandın,

Mustafa'm, Mustafa Kemal'im.


Ankara'nın taşına bak,

tut ki baktım, uzar gider efkârım,

çayır ağlar, çimen ağlar, ben ağlarım,

gözlerimin yaşına bak,

Ankara Kalesi'nde, Rasattepe'de

bir akça şahan gezer dolanır,

yaşın yaşın mezarını aranır,

şu dünyanın işine bak,

Mustafa'm, Mustafa Kemal'im...


İSTANBUL'DA TEVKİFHANE AVLUSUNDA

Nazım Hikmet Ran

İstanbul'da, Tevkifane avlusunda,

güneşli bir kış günü, yağmurdan sonra,

bulutlar, kırmızı kiremitler, duvarlar ve benim yüzüm

yerde, su birikintilerinde kımıldanırken,

ben, nefsimin ne kadar cesur, ne kadar alçak,

ne kadar kuvvetli, ne kadar zayıf şeyi varsa

hepsini taşıyarak :

dünyayı, memleketimi ve seni düşündüm...


ANIŞ

Oktay Rıfat

Her dakikasını ayrı hatırlarım

Erenköy'de geçen zamanımın.

Rüyama girer bir arada,

İstanbul, bahar ve Türkânım..


Bir odamız vardı etrafı sarmaşık,

Bostanlara bakan penceremiz,

O, güller kadar taze,

Ben, ona deli gibi âşık..


Bir yastıkta dinlenir başlarımız,

Saçlarım saçlarına karışırdı,

O güzel bir kızdı, ince, alımlı

Ne giyse yakışırdı..


Yeter ki gönüller şen olsun,

Şarkılar söylerdik yolda.

Hep karşıma otururdu, ellerini tutardım,

Akşam üstü eve dönerken paraşolda..


Ağaçlar çiçekteydi,

Türkânım sağ, beraberimde.

Kalbim sevda içindeydi,

İstanbul bahar içinde...





7 Nisan 2010 Çarşamba

G Ü N C E L

AKŞAM POSTASI                         

(Alıntı)

Hani Recep Bey sitem ediyor ya;
Hani Recep Bey;
'Onların gözleri var ama görmezler, dilleri var söylemezler' diyor ya,

Hani 'Okullara ücretsiz kitap dağıttık, bunları neden söylemiyorsunuz? ' diyor ya,
Hani ekonomide dağları devirdik,
Enflasyonu yedik yuttuk,
İhracaatta çığır açtık,
Milli geliri hoplattık zıplattık.. ya!

Kendimle baş başa kaldığımda utandım.
'Ah Recebim' dedim,
Bizler ne kadar 'Hayvanız' dedim.
Gözümüz var görmüyoruz,
Dilimiz var söylemiyoruz dedim.

Daldım internete o utançla..
Öyle ya, yaptıklarını söylemek lazımdı.
Nereden bulacaksın doğruları?
OECD olur mu?
Olur!
Ne de olsa kendisi veriyor oraya bilgileri, doğrudur elbet.

Görelim bakalım bizim de üyesi olduğumuz,
30 üyeli OECD (Ekonomik işbirliği ve kalkınma örgütü) ne söylemiş:
Bizim okullarımız neyle ısınıyor?
Fuel-Oil ve kömür.
Fiyatı ne bunların?
Rekor bizde!
En pahalı yakıt Türkiye'de 30 ülke arasında!

1000 litresi 1.488,40 $
Daha yükseği yok!

ABD 644,76
Hindistan 210,23
Polonya 791,72
İspanya 725,63
Belçika 664,63
Türkiye 1.488,40


Bu okullar nasıl aydınlatılıyor?
Elektrik mi?
Evet!
Nedir elektriğin birim fiyatı OECD ülkelerinde?

Güney Afrika 5,9 sent
Avustralya 9,8 sent
Kanada 6,7 sent
Taiwan 7,8 sent
Hindistan 4,2 sent
ABD 10 sent
Türkiye 13,9 sent


Kitap dağıtmış 'bedava', sayın başbakan..
Ne para verdin onu söyle, dolandırma lafı..
Sen söylemezsen, OECD söylüyor:
OECD ülkeleri arasında GSYİH (Gayrı safi yurtiçi hasıla)'dan eğitime harcanan para

(30 ülke arasında) ortalama % 6,2.
İsrail % 8,4
İzlanda % 8
Kore % 7,3
Şili % 6,4
Meksika % 6,4
Türkiye % 4,1
Hani para harcıyordun Recebim?


Ha bu arada meraklısına;
OECD ülkeleri arasında cahillik rekoru da bizde.
25-64 yaş arası her 100 kişiden 63'ü, ilkokul ve daha düşük eğitime sahip.
Meksika da bile 50 bu oran.
Tahmin edilebileceği gibi bir çok ülkede %1 ile % 10 arasında.


En merak ettiğim konuyu da en sona bıraktım.
Acaba öğretmen maaşları ne alemdeydi?
15 yıl deneyimli bir öğretmen yıllık ne kazanıyordu?

Lüksemburg 85.000 $
Kore 46.000 $
İspanya 41.000 $
Portekiz 35.000 $
Yunanistan 35.000 $
Meksika 21.000 $

Türkiye'yi merak ediyorsunuz değil mi?
OECD'nin her tablosunda yer alan Türkiye bu tabloda yok!
Utandıklarından vermediler herhalde bu değerleri.
Ama ben söyleyeyim:

10.000 $'ın altında!

Eğer hak aramak için meydanlara dökülen eğitim emekçilerine atılan her tekme 5 $,
vurulan her cop 10 $ ise, durum değişir tabii.
Bu durumda bu rakam yüz bin doların üzerine çıkar.

5 Nisan 2010 Pazartesi

G Ü N C E L

A Ç I L I M

Burhan Bursalıoğlu
Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan . bir “açılım “dır tutturmuş gidiyor. Basılı, sözlü ve görsel medyalar yetmiyormuş gibi, bazı sivil kuruluşların mensuplarına, kahvaltılı toplantılarda “Kürt açılım”"Anayasa açılım"  konusunu anlatarak destek arıyor. Sanki, Ulusu oluşturan birkaç sivil dernekmiş  gibi, üyeleri bizzat aranarak davet ediliyorlar. Köydeki, kentteki, varoşlardaki vatandaşlar, çiftçiler, işçiler, memurlar, esnafların sanki oy hakları yok mu? Onlara da bir sabah kahvaltı verseler ya. ” – Başbakanla kahvaltı yaptım. “ diyebilmeleri , onları onurlandırırdı zannediyorum.

Neyse iktidarın, açılımcılarının bileceği bir şey. Bu tür açılım toplantıları , açılımcılara ne kadar faydalı olur bilemem. Bildiğim bir şey varsa, o da PKK ve DBP lerin memnun olduklarıdır. Hatta o kadar memnun ve mutlular ki, bu işi şımarıklığa kadar da götürmektedirler. Nevruz da, kendileri ile ilgili açılımı o dereceye kadar götürmüşler ki, sokaklarda sergilemek için hiçbir sakınca görmemişler. Sanki başka bir ülkede yaşıyorlar, başka yasaları var, başka bir devletin vatandaşları. Bir taraftan coşup eğlenirken, bir taraftan da , sakinliği fırsat bilip yollara mayın döşüyorlar. Geçen hafta  2 gün içinde, mayın belasından 5-6 askerimiz şehit oldu.

Hükümet başkanı, “ açılımı” ile ilgili bilgilendirme ve taraf kazanma toplantıları yaparken, PKK nın, açılım sonucu alana kadar beklemesi gerekmez mi? Peki, bu yollara döşenen mayinler ne oluyor? Bir taraf uyuşma için çare arıyor, bir taraf da, “fırsat bu fırsat mayin döşeyeyim” diyor. Aslında bu tür açılımlarla bir yere varılamaz. Birkaç sivil örgüt elemanlarını bilgilendirmekle bu iş yürümez. Toplumumuzun okadar sorunları var ki, hepsini bir torbaya koyup analiz etmek mümkün değil. Herşey sırayla olmalı. Sırayla sonuç alınmalıdır. Herşey halledilmişcesine şimdi de, Anayasa nın değiştirilmesi olayına girdiler. Tüm bunları nasıl halledecekler anlamak zor.

Başbakan’ın toplantıları, İkna turları devam ediyor. Davetliler bire bir çağrılıyor. Davete katılanlar oluyor, katılmayanlar oluyor. Katılmayanların çoğu, “yurt dışında olduğunu, hasta olduğunu, Ankarada bulunamayacağını, davet edilmediği “ şeklinde gerekçe göstermektedirler. Bir kişi hariç, katılmayanlar gerçek nedenlerini açıklayamamıştır.Suya sabuna dokunmadan, işi geçiştirme yolunu tercih etmişlerdir.

Bir kişi var ki, katılmamayışının gerçek nedenlerini, bir TV programında açıklamıştır. Herkesin yakınen tanıdığı, Levent Kırca.

Şöyle diyor; “ Bakan’ın kendisi bizzat aradı. Yine de gitmedim. Çünkü: Türk ordusu suçsuz yere içerde. Aydın, profösör içerde. Savcısı, hakimi içerde. İşci sokakta, grevde. Memur açlıktan sürünüyor. Ben bu yaklaşımları tasvip etmiyorum. Toplantılar da şova dönüşüyor. Yakın çevremden davete katılanları da kınıyorum”

Sayın Kırca’nın bu  düşüncesiden, Ergenekon ve balyoz hareketlerini kınadığını, tutuklamaları protesto ettiğini anlıyoruz. Hakkı olur veya olmaz. Bunu davaların sonucunda öğreneceğiz. Bana öyle geliyor ki, bu davalar, yorgunluk, boşa geçen zaman, mağduriyet, üzüntü, kırtasiyecilik, masraf, tedirginlik ten başka bir şey olmayacaktır. İnşallah düşündüğümüz gibi olur, PKK işi hallolur, Anayasa için  de uzlaşıcı bir yol bulunur da, Ulus olarak , kollarımızı yana açarak, arkaya gerinerek, avazımız çıktığı kadar bir oohhhhhh çeker, rahatlarız.

2 Nisan 2010 Cuma

G Ü N C E L



ANAYASA DEĞİŞİNCE........

Burhan Bursalıoğlu

Bu ülkenin bir vatandaşı olarak, gelişen günlük ve uzun vadeli olaylara  yabancı kalırsam, Anayasal görevimi yapmış sayılır mıyım? Tabii ki hayır.
Doğru gördüğümü alkışlart, beğenmediklerimi de yererim.  Ülkemde, çoğunu tasvip etmediğim olaylar oluşuyor.  Her gün cinayetler, intiharlar, toplu protestolar, işsizlik, kuyruklar, zamlar, memur olmak için sıra bekleyenler, Ergenekon, darbe, balyoz davaları, kredi kartını ödeyemeyenlerin feryatları, şehit analarının haykırışları, PKK, dış borçlar, Kıbrıs ve AB   sorunları gibi.

Bütün bu sorunlara çare bulunmaz ken, tartışmalar devam ederken, AKP iktidarı, ne hikmetse,  30 yıldır kapsamıyla idare edidiğimiz ve hiçbir şikayette bulunmadığımız Anayasa'nın 28 maddesini değiştirmeye çalışıyor. Değiştirme yapılamaz mı. Tabii yapılır. Ama birçok çözüm bekleyen sorunlarımız dururken, ve bu değişiklikler, çözüm bekleyen sorunlarımızın çözümüne yardımcı olmayacağına göre bu girişim niye? Hangi işimize yarayacaktır? 

Bu konuda, DSP İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız Başbakan’a Anayasa değişince bunun kime, ne faydası olacağını  yazılı olarak sordu. Ben de herkes gibi cevapları bekliyorum. 
Aşağıda bu soruları bulacaksınız.

Anayasa değişince , işsizler ne olacak, kaç işsize iş saplanacak?

Evine ekmek götüremeyen kaç yoksulun derdine çare bulunacak?

Ev kirası zamanında veremeyen kaç kiracının sorunu çözülecek?

Milyonlarca emekliyi sefalete mahkum eden maaşlar arttırılacak mı?

İşçi-memur maaşı insanca yaşanılacak seviyeye çıkarılacak mı?

Tarladaki ırgatların yevmiyelerinde herhangi bir artış sağlanacak mı?

Esnaf ve sanatkarın sorununa ne tür çözümler getirilmiş olacak?

Bankalara borcunu ödeyemeyen kaç vatandaşın sorunu çözülecek?

İşsiz gezen öğretmenlere öğretmenlik olanağı sağlanacak mı?

Ülkede kaç tane yeni işyeri açılacak? Kaç tane yeni yatırım yapılacak?

Üretim artışı ve ekomomik büyüme hızı hangi oranda artacak?

Ülkemizin 500 milyar dolara yaklaşan borcu ne kadar azalacak?

Haksızlığa, torpile kayırmacılığa, adeletsizliğe son verilecek mi ?

Ekonamik krizin çığ gibi arttığı iflas ve intiharlar önlenecek mi?

Bölücü terör örgütü PKK‘nın kanlı eylemleri sona erecek mi?





MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...