11 Haziran 2010 Cuma

TANITIM - VE EFSANELER


SEVGİLİ DOSTLAR

Burhan Bursalıoğlu


DEĞERLİ EĞİTİMCİ, EFSANE ÖĞRETMEN  HÜSEYİN HÜSNÜ TEKIŞIK, BEKLENEN “ANILAR KİTABINI YAZDI.

82 YILA  SIĞDIRDIĞI  MÜCADELE VE BAŞARILARINI “TEKIŞIK ÖĞRETMENİN  EĞİTİM SEVDASI “ BAŞLIKLI “ANILAR “ KİTABI, “YAYIN MARKETLER “ de  SEVDALILARINA SUNULMUŞTUR.

1948 DE SİVAS ÖĞRETMEN OKULUNDAN MEZUN OLAN TEKIŞIK, BÜYÜKLE BÜYÜK, KÜÇÜKLE KÜÇÜK, HERKESE AYNI MESAFEDE, DOSTCA YAKLAŞMASI,  TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNE, KESESİ VE BİLGİSİ İLE YAPTIĞI KATKILAR,  BİNLERCE GENCE VERDİĞİ  BURSLAR, ONU  UNUTULMAZLAR GRUBUNA KATMIŞTIR.

OKUYACAĞINIZ “ANILR” DA , H.H.TEKIŞIK’IN NE KADAR SEVİLDİĞİNE  ŞAHİT OLACAK, YAŞAMINIZA YÖN VERECEK DERSLER ALACAKSINIZ.
ÇOK SEVDİĞİM, AĞABEYİMİZ OLAN H.H.TEKIŞIK’IN BU KİTABINI DOSTLARIMA İÇTEN VE GÖNÜLDEN TAVSİYE EDİYORUM.  




Karadut efsanesi


Bir zamanlar birbirlerine âşık iki genç vardı.



Kızın adı Tispe, delikanlının ki, Piremus idi.
Yan yana evlerde otururlardı; birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine âşıktılar. Aileleri bu aşka karşıydı. Ama onlar, bu derin sevgiden vazgeçemiyorlardı. 
Bir gece, gizlice ormandaki ağacın altında buluşmaya karar verdiler. Tispe, ağaca Piremus’tan önce varmıştı. Uzaktan ağzından kanlar akan kocaman bir aslan gördü. Korktu; hemen yakındaki bir mağaraya saklandı. Ama koşarken boynundaki eşarbı düşürmüştü.
O sırada Piremus geldi. Kocaman aslan, biricik sevgilisi Tispe’nin eşarbını parçalıyordu. Tispe’nin öldüğünü düşündü; onsuz yaşayamazdı. Belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı. Cansız bedeni kanlar içinde yere düştü.
Tispe korkusunu yendi; mağaradan çıktı. Ağacın altına geldiğinde o korkunç sahneyle karşı karşıya geldi. Piremus’un cansız bedeni yerdeydi; elinde Tispe’nin düşürdüğü eşarbını tutuyordu. Piremus’un, kendisinin öldüğünü sanıp, canına kıydığını anladı. Bir an bile düşünmeden hançeri alıp göğsüne sapladı. Ölüm bile onları ayıramadı. Bedeni, Piremus’un vücudunun üzerine düştü.
Ve Tanrı, o yüce aşkı ölümsüzleştirmek amacıyla, bu çiftin buluştuğu ağacı onlara adadı.
Piremus’un kanını bu ağacın meyvelerine, Tispe’nin gözyaşlarını ise, ağacın yapraklarına verdi. O günden beri, karadut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini (Piremus’un kan lekesini), dut ağacının yaprakları (Tispe’nin gözyaşları) temizler…
Bilir misiniz, karadutun lekesi çıkmaz ama elinize ağacın yaprağını alıp ovuşturursanız, o lekenin çıktığını görürsünüz._











9 Haziran 2010 Çarşamba

S A Ğ L I K

MUCİZEVİ  ÜZÜM  ÇEKİRDEĞİ
Burhan Bursalıoğlu
Üzüm Çekirdeği Avrupa'da ilaç niyetine satılıyor. Mucizevî çekirdek ödemden, nezleye kadar bir çok hastalığın tedavisinde kullanılıyor. Üzümün çok faydalı olduğu bilinir. Özelliklede zihin açıcı yönü ile sınavlardan önce kuru üzüm tavsiye edilir. Ama birçoğumuz üzümü yerken çekirdeğinden muzdarip oluruz. Onu tüketmez, atarız. Hatta marketlerde en çok çekirdeksiz üzümler rağbet görür. Halbuki üzümün çekirdeği bugün birçok Avrupa ülkesinde ilaç niyetine, tabletler halinde satılıyor. Yavaş yavaş Türkiye'de de yaygınlaşmaya başlayan üzüm çekirdeği, yakında bütün eczanelerdeki yerini alacak gibi. Bu çekirdeğin en önemli faydası kan damarı onarıcısı olması. Kan damarları insan için hayati önem taşıyor. Başınızdan ayak uçlarınıza kadar her doku kanla beslenir. İncecik kılcal damarlardan, geniş atardamarlara kadar, karmaşık kan damarları ağı sizin yaşam hattımızdır. Eğer kan damarları yaşlanır, hastalanır, zayıflar, incelir ve kan sızdırırsa, sağlığınız tehlikede demektir. Eğer oksijeni taşıyan kan düzgün bir biçimde akmıyorsa kalp kasınız hasar görebilir. İşte üzüm çekirdeği, zayıflamış kan damarlarını güçlendirip normal sağlıklarına döndürebilen, dolaşım bozukluklarının düzeltebilen ve önleyebilen bir yapıya sahip. Özelliği ise tamamen doğal olması... Çekirdek, damar hastalıklarını tedavi ediyor. Zayıflamış kan damarlarının yapısını güçlendiriyor.

Ayrıca üzüm çekirdeği bilinen en güçlü antioksidan... Yapılan bazı testlerde, E vitamininden 50 kat daha güçlü olduğu ortaya çıkmış. İlk Fransa'da keşfedildi Üzüm çekirdeği 40 yıldır Avrupa'da, özellikle üzüm bağlarının çokluğu ile bilinen Fransa'da etkili bir biçimde kullanılıyor.

Üzüm çekirdeği 1947 yılında Bordeaux Üniversitesi'nden emekli tıp profesörü, Fransız Kimyacı Jack Masquelier tarafından keşfedilmiş.

Çekirdek ilk olarak hamileliğinden dolayı aşırı ödemi olan fakültenin dekanının eşine, dekan tarafından verilmiş.

Masquelier o günü şöyle anlatıyor;

"Kadın, şişmiş bacakları ile o kadar yorgun görünüyordu ki, güçlükle yürüyebiliyordu. Yüzünden, çektiği acıları okumak mümkündü.

Ne yapabilirim de bu kadının acılarını dindirebilirim diye düşündüm.

Sonra dekanın eşine çekirdek verdiğini gördüm.

Dekanın eşi 48 saat içinde iyileşti. O halde, ben üzüm çekirdeğinde özel bir şeyler olabileceğini düşündüm.

"1950'de üzüm çekirdeği Resivit olarak bilinen ve Fransa'da satılan ilk damar koruyucu ilaç olmuş.

Doktor Masquelier ve meslektaşları, üzüm çekirdeğinin varis üzerindeki etkisini doğrulayan dokuz deney yapmışlar. Bununla birlikte çekirdek, göz kamaşması, gece körlüğü, maküler dejenerasyon gibi göz sorunlarının, arterit, saman nezlesi, alerji ve burun kanamalarını tedavisinde de kullanılmış.

"Eğer düzenli olarak üzüm çekirdeği alırsanız, damar duvarlarınız güçlenecektir." diyor Dr. Masquelier. Diş eti kanayanlar kullanmalı. Peki üzüm çekirdeğine ihtiyacınız olup olmadığını nasıl öğreneceksiniz? Doktor Masquelier'in konu ile ilgili görüşleri şu şekilde:

"Sabahleyin dişlerinizi fırçalarsınız ve diş etlerinizin kanadığını görürsünüz. Ya da göz korneasında bir kan lekesi fark edersiniz. Veya geceleri kendinizi yorgun hissedersiniz, baldırlarınız şişer, ödem olduğunu fark edersiniz. Bu durumda damar zayıflığından muzdaripsinizdir ve üzüm çekirdeği tüm bu patolojik mekanizmalarla mücadele eder.

"1995 yılında İtalya'da yapılan bir araştırmada 150 miligramlık üzüm çekirdeğinin ağrıyı, yanma karıncalanma hissini ve atardamarların şişme derecesini azaltmada, yaygın olarak kullanılan bir eczacılık ilacından daha hızlı ve üzün sureli etkili olduğu bulunmuş. 1985 yılında da Fransa'da 92 hasta üzerinde yapılan kur kontrollü deney, 28 gün boyunca 300 miligram üzüm çekirdeği almanın, ağrıyı, karıncalanma geceleyin giren bacak kramplarını ve şişkinliği yüzde 50'den daha fazla azalttığını göstermiş. Üzüm çekirdeğini diğer bir faydası ise gözlere... Gece görüşünde önemli olan parlak ısıların neden olduğu göz kamaşmasını geçirmeye yardımcı oluyor.

Yine Fransa'da 100 denek üzerinde yapılan iki ayrı araştırmada 5 hafta boyunca günde 200 miligram üzüm çekirdeği almanın parlak ısılara maruz kaldıktan sonra görme keskinliğine yeniden kavuşma durumunu artırdığı ortaya çıkmış. Ayrıca testlerde üzüm çekirdeği ürünün bir bilgisayar ekrani karşısında çalışmanın neden olduğu göz gerilimini geçirdiği ve miyop kişilerde retinanın işlevini ve duyarlılığını düzelttiği görülmüş.

Üzüm çekirdeğinin tansiyonu ve onun sonuçlarını düzenlemeye yardımcı olabileceği de belirtiliyor. Araştırmaların gösterdiğine göre, yüksek tansiyonlu insanlar genellikle çok geçirgen olan, zayıf kılcal damarlara sahipler. Bu da onların kılcal damar kanaması geçirme ve göz retinasındaki kan damarlarının yırtılma olasılıklarını artırıyor. Dr. Miklos Gabor'un yaptığı araştırmada üzüm çekirdeği yüksek tansiyonlu deneklerde kılcal damarları güçlendirmiş.

Anti-Aging etkisi Üzüm çekirdeği damarları yenilediği için ayrıca anti-aging etkisine sahip. Yenilenen damarlar yaşlılığı geciktiriyor. Böylelikle cildinizdeki yaşlanma belirtileri azalıyor. Uluslararası sertifikalı Organik Üzüm Çekirdeği Ekstraktinin içerdiği Proantosiyanidin, bilinen en güçlü etkisi antioksidant. Üzüm çekirdeğinin antioksidant etkisi vitamin E'den 50, vitamin C'den 20 kat daha fazla.

Antioksidantlar, vucudumuzdaki kimyasal reaksiyonlar sonucu oluşan veya dışarıdan sigara, alkol, kirli hava v.s . ile alınan zararlı maddeleri etkisiz hale getiriyor.

Uzmanlara göre vücudun antioksidant üretimi 25 yaşından sonra yavaşlamaktadır. Bu yavaşlamanın yol açtığı deformasyonları yok etmek için bilinen en kuvvetli antioksidant ise organik üzüm çekirdeği ekstraktıdı olduğu belirtiliyor.

Çekirdek, bağ dokularını güçlendirerek cilt sarkmasına engel oluyor. Cildin elastik, yumuşak ve düzgün olmasını sağlıyor. Üzüm çekirdeğinde tavsiye edilen miktar günde 150 ile 300 miligram.

Damar sağlığını korumak için gerekli doz ise günde 5-10 gram. Üzüm çekirdeğinin insanlar üzerinde her hangi bir yan etkisi görülmemiş.

Prof. Peter Rohdewald tarafından laboratuar fareleri, Hint domuzları ve köpekler üzerinde yapılan araştırmada doğal çekirdeğin, toksik, mutajenik, karsinojenik olmadığı tespit edilmiş.

Kimler kullanmalı?
* Kan damarlarının yardıma ihtiyaç duyduğunu düşünenler.
* Cildindeki kırışıklıklar günden güne fazlalaşanlar
* Cildi cansız ve solgun görünenler
* Cinsel yaşantısında kendini yetersiz hissedenler
* Kalple ilgili sorunları olanlar
* Ani kalp krizi riski olanlar
* Görme gücünde yaşlanmaya bağlı bozulma olanlar
* Şişlikler ve ödem alerjilerinde
* Yüksek tansiyonda
* Kolayca kanama ve morarma eğilimi olanlar
* Daha önce kanamaya bağlı felç geçirenler
* Şeker hastalığı olanlar
* Varis ve hemoroit gibi soruları olanlar

Sunu belirtmek gerekiyor ki; yukarıda bahsettiğimiz faydaların birçoğu çekirdeğin damarları onarıcı özelliğinden kaynaklanıyor.

Çünkü damarlar, insan bedenini ayakta tutan ana mekanizmalar.  Onların bozukluğu insan bünyesinde birçok hastalığa neden oluyor.

Damarları onaran çekirdek, böylelikle diğer hastalıkların iyileşmesinde de önemli bir etkiye sahip oluyor.




Bir tatlı kaşığı  Nival Üzüm Çekirdeğini bir miktar bal veya yoğurt ile karıştırılarak yemeklerden önce alınması tavsiye olunur.



7 Haziran 2010 Pazartesi


Aşkın böyle güzel anlatımı olur mu?

MİMARIN  HESAPLAŞMASI


Büyük Cihan  Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın
ve büyük aşk'ı  Hürrem Sultan'ın bir kız çocukları gelir Dünyaya.

Efsane  bir aşk'ın meyvesidir bu çocuk ve bu yüzden belki  efsane  aşkların en emeline nail olanına, en masalsı olanına  ithafen ismi Mihrimah konur.


Mihr-ü Mah Farsça da "Güneş  + Ay" demektir.

Zaman hızla geçmiş Mihrimah Sultan  büyümüş 17 yaşına gelmiştir ki o zamanlar için evlendirilmesi  uygun olan bir yaştadır. İki talibi olur, biri diyarbakır  valisi Rüstem Paşa'dır, diğeri ise saray'ın baş mimarı Mimar  Sinan...

Padişah biricik kızını Rüstem Paşa ile  evlendirir.
Sinan evlidir ve 50 yaşındadır ama bilinen odur ki  Mihrimah Sultan'a deliler gibi aşıktır.

Mimar Sinan o  derece derin bir tutku ile aşık olduğu Mihrimah  Sultan'a kavuşamamıştır, fakat o'na olan aşkını olanca  güzelliğiyle** **sanatına yansıtmıştır.

İstanbul'un en  güzel yerlerinden birine, Üsküdar'a, Mihrimah  Sultan adına bir cami yapması istenir kendisinden.
1540  yılında inşa etmeye başladığı cami'yi 1548 yılında  tamamlar.
Cami inşa edilirken bir yandan kendi aşkını anlatır  hiç şüphesiz ve eserine sanki "eteklerini giymiş bir  kadın" ın dış-çizgilerini verir.

Bahsi geçen bu cami 2  Minareli olup,padişah fermanı ile yaptırılan bir eserdir, ama  Sinan'ın söyleyecekleri bununla bitmemiş olacak  ki...

Bu eserden 14 yıl sonra o güne kadar ilk  defa, padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı'da surların  yakınına, pek kimsenin ilgilenmediği ıssız, yalnız  ama  İstanbul'un en yüksek tepesi olan bir yere, sanki aşkının  gizli, ıssız ve  yalnızlığını ama bir o kadar büyüklüğünü  haykırmak istermişcesine
ikinci bir eser yapmaya  koyulur...  Mihrimah Sultan'a.

Derler ki; cami  Mihrimah Sultan'ın o duru, gösterişsiz ve bir o kadar asil  güzelliğine istinaden küçücüktür ve sadece 38 mt bir minareye  sahiptir.
Bir adet incecik kubbesinin üzerindeki 161 pencere  ise iç güzelliğinin ne kadar aydınlık ve berrak olduğunu  temsil eder; bu sayede gün ışığının her
köşede adeta dans  ettiği kadınsı edalı.

(O tarihte bu açıklıktaki ve  bu kalınlıktaki bir kubbeye o kadar pencere, dünya üzerinde  sadece Mimar Sinan tarafından yapılabilirdi. )

Cami  içindeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki upuzun  işlemelerde de Mihrimah Sultan'ın o güzel ayak topuklarını  döven,upuzun saçları tasvir
edilmiştir.

Ve yine denir  ki, Mihrimah Sultan'ın toplumdaki konumu iki minareli  cami yaptırmaya yetmesine rağmen, yalnızlığını simgelemesi  anlamında tek
minareli yapılmıştır bu cami.

Ama Sinan  aşk'ını öyle sihirli bir tılsımla mühürlemiştir ki, bu  sırra erene aşkolsun! Şaşırmamak,o sevdaların naifliğine  imrenmemek elde değil.
Sinan Usta'nın aşk'ının vesikasıdır  sanki...

İki caminin de yerleri özenle  seçilmiştir:
Güneşin doğum ve batım yerleri tespit edilerek  yapılmış camilerdir.

Edirnekapı'daki Mihrimah Sultan  Camii'ni ve Üsküdar'daki Mihrimah Camii'ni aynı anda  görebileceğiniz bir yer seçin.
Günbatımında (elbette, yılın  sadece bir gününde ki, o gün 21 Mart (AyTakvimi ile Mart  9'u)  günüdür; yani gece ile gündüzün uzunluğunun birbirine  eşit
olduğu gündür.

Ve tabii daha ilginç yanı,  o günün Mihrimah Sultan'ın doğum günü olmasıdır!
Mihrimah  Sultan bir Nevruz günü doğmuştur.

Göreceğiniz  muhteşem manzara şudur:
Edirnekapı Camii'nin tek minaresinin  arkasından tepsi gibi kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar'daki  camiin minareleri arasından ay doğar!

Mihr ü Mah = Güneş  ve Ay

Bu nasıl bir hesaplamadır, nasıl bir  hesaplaşmadır, nasıl bir güzellik  anlayışıdır?
AŞKOLSUN!

5 Haziran 2010 Cumartesi

FAYDALI BİLGİLER


 BAL ARISI BALI  NASIL  YAPAR?
Burhan Bursalıoğlu
Tabii ki sadece insanlar yesinler diye değil. Bal arıları eşek arılarından farklı olarak kışı koloni halinde geçirirler. Koloni kış uykusuna yatmaz ama bir salkım gibi kümeleşir. Bu şekilde kış süresince sıcak ve aktif olarak kalabilirler. Bunun için de önceden, yaz aylarında yeterli miktarda bal depo etmeleri gerekir. Ortalama bir kovanın kışlık bal ihtiyacı 9-13 kilogram kadardır.

Bal arılarının bal yapma kapasiteleri ise uygun yer bulabildiklerinde bundan çok daha fazladır. İşte arıcılığın felsefesinde de bu yatar. Sen arılara imkan sağla, onlar da hem kendileri hem de senin için bal üretsinler.

Arılar kendilerine yetebilecek miktardan 2-3 kat fazla bal üretebildiklerinden arıcılar da kovana şekerli şuruplar koyarak onlara bu ortamı hazırlarlar. Arılar da sonradan ellerinden alınan bu ürün fazlasını dert etmezler.

Arıların balı çiçeklerden topladıkları nektarı ağızlarındaki bir emzimle birleştirip altıgen biçiminde balmumundan yaptıkları hücrelere depoladıklarını biliyoruz.

Bu karışımın su oranının yüzde 17′ye kadar düşmesini bekledikten sonra hücrelerin ağızlarını yine bir balmumu tabakası ile kaplarlar. Artık arıcı için mahsul zamanı gelmiştir. Ağzı kapalı hücrelerdeki bal hiç bozulmaz, saklama zamanı süresizdir.

Arılar böcek dünyasının en gelişmiş sosyal hayatına sahiptirler. İşçi arılar dünyaya geldikten sonra bir ay içinde kovanda bir iki günlük sürelerle temizlik, larvaları besleme, balmumu yapma, yiyecek taşıma, muhafızlık gibi değişik görevler yaparlar. Sonra uçuş başlar, çiçekler ziyaret edilir, nektar, polen ve su toplanır.

İşçi arılar çalışma mevsiminde 4-8 hafta yaşarlar. Kış mevsiminde ise arkadan gelen gençler olmadığı için ömürleri 5-7 ay sürebilir. İşçi arılar dişi olmalarına rağmen kısırdırlar, yavru yapma yetenekleri yoktur.

Arılar polenleri, su ile karıştırıp larva halindeki yavruları beslemek için toplarlar. Bir arı kovandan 7 kilometre uzağa gidip, geri dönebilir. Ancak arılar normal olarak kovanlarından ortalama bir kilometre kadar uzaklaşırlar.

Arılar bu yolculuklarında yollarını güneşin pozisyonuna göre saptarlar. Ayrıca yer kürenin manyetik alanına karşı da hassastırlar.

Gözleri polarize ışığa karşı o kadar hassastır ki çok kalın bir bulut tabakasının ardından gelen zayıf bir güneş ışığıyla bile kötü havalarda yollarını bulabilirler.

Arılar geceleri ortadan yok olurlar ama uyumazlar. Gece boyu hareketsiz kalarak enerjilerini ertesi günkü yoğun işler için biriktirirler.

Arılar renklerin çoğunu görürler. Işık dağılımında mavi ve ona yakın renkleri daha iyi görürler. Ultraviyole ışınlarına karşı da çok duyarlıdırlar. Ultraviyole ışınlarını çok yansıtan çiçekler onlara daha parlak görünür. Kırmızı rengi hiç ayırt edemezler.

Bize bu derecede faydalı olan arılar etrafımızda dolaştıklarında veya balkonda kahvaltı sefası yaparken reçel tabağına konduklarında çoğu insan huzursuz olur. Bunun nedeni minik arının sokma tehlikesidir.

Halbuki arılar sadece iki durumda canlılara saldırır ve sokarlar:
1) Kolonilerine bir tehdit olduğunda korumak için;
2) Korkutuldukları zaman. Bu nedenle arı kovanlarına çok yaklaşmamanız, el kol hareketleri yaparak hızlı hareket etmemeniz önerilir.

Arılar insanı soktuktan sonra genellikle ölürler, çünkü arı tarafından sokulan insan ani bir hareketle arıyı fırlatınca arının iğnesi ile beraber zehir torbası ve ifrazat bezi de yırtılarak arıdan ayrılır ve soktuğu yerde kalır.

İlginçtir ki bu kalan zehir torbasındaki kaslar arıdan ayrılsalar bile zehri pompalamaya bir süre devam ederler. Bu nedenle tırnağın ucu ile bir an evvel iğneyi soktuğu yerden çıkarmakta fayda vardır.

Arı zehrine alerjisi olan kimselerde arı sokmaları ağır tepkilere hatta ölüme yol açabilir. Buna karşın arı zehri bazı ağrılı hastalıkların özellikle romatizmanın tedavisinde kullanılır.

1 Haziran 2010 Salı

GÜNCEL



BAŞBAKAN, ATATÜRK GİBİ "FİLİSTİN'E EL 


SÜRÜLEMEZ..." DEMENİ 


BEKLİYORUZ!
 
Bugün, 31 Mayıs 2010... Bugün İsrail, çirkin yüzüyle bir kere daha sırıtarak gerçekten TERÖRİST BİR DEVLET olduğunu tüm dünyaya göstermiş, silahsız ve savunmasız insanlara saldırmıştır... Dünya tarihinin en çirkin ve aşağılık olaylarından biri olan bu saldırda ölenlerin büyük çoğunluğu TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞIDIR. 600 yıllık bir imparatorluk mirasçısı, dünyadaki ilk bağımsızlık savaşının galibi TÜRKİYE bu tarihi aşağılamaya sessiz kalmamalıdır....

Ama gelinen noktada eğer Başbakan Tayyip Erdoğan ONE MİNUTE'un arkasındaysa, gerçekten biraz olsun MİLLİ HİSLERE sahipse ve gerçekten Türkiye'nin ve masum Filistin'in onurunu, namusunu korumak istiyorsa ATATÜRK'ÜN 1937 yılında, İngilizlerin Filistin'e saldıracaklarını açıklamaları üzerine dünya basınına yaptığı "FİLİSTİN'E EL SÜRÜLEMEZ" açıklamasına benzer bir açıklama yapması ve bunun arkasında durması gerekir....


BAKIN, ATATÜRK 1937 yılında MÜSLÜMAN FİLİSTİN'İ NASIL SAVUNMUŞTU.

İşte Atatürk'ün FİLİSTİN'E saldıracak ülkelere yönelik açık tehdidi:

"Arapların Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür.Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa bir kaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet’in mukaddes yerlerini Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet’e lakayt olmakla itham edildik.Fakat bu ithamlara rağmen Peygamberin son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bu gün kanımızı dökmeye hazırız.

Cedlerimizin, Selahaddin`in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri topraklarda yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bu gün, Allah`ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğinden şüphemiz yoktur.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Arapça yayın : “Bombay Cronicle 27.07.1937 münteşir”
Türkçe yayın: Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi

Evet Sayın Başbakan, uluslararası hukukta savunmasız ve silahsız insanlara yönelik saldırı SAVAŞ NEDENİDİR.... Biz sizden İSARİL'LE SAVAŞ ÇIKARIN isteğinde bulunmuyoruz; ama TÜRK TARİHİNİN en ciddi iki aşağılamasından biri olan (diğeri ÇUVAL OLAYI) bu saldırıyı, ATATÜRK'ÜN KURDUĞU ÜLKENİN BAŞBAKANI OLDUĞUNUZU TÜM DÜNYAYA GÖSTERECEK BİÇİMDE KINAMANIZI VE BU KONUDA GEREKEN EN SERT YAPTIRIMLARA BAŞVURMANIZI BEKLİYORUZ....
AKSİ HALDE ÇUVAL OLAYI'NDAN SONRA BU SALDIRIYA DA SESSİZ KALIRSANIZ VE GÜNÜ KURTARMAYA YÖNELİK, İÇ POLİTİKAYA YÖNELİK AÇIKLAMALARLA YETİNİRSERNİZ, İNANIN TARİH SİZİ ASLA AFFETMEYECEKTİR.....

Not: Bu arada 31 Mayıs 2010 tarihinde İskenderun'daki Türk Birliği'ne yapılan HAİN SALDIRIYI da lanetliyor, şehitlerimize ALLAH'TAN RAHMET DİLİYORUM...

Sinan MEYDAN-31 Mayıs 2010.
www.
sinanmeydancom.tr.gg

Atatürk'ün,Vakit Gazetesi'nde yayınlanan "FİLİSTİN'E EL SÜRÜLEMEZ" demeci.
Atatürk'ün, "FİLİSİTN'E EL SÜRÜLEMEZ" açıklamasının arşiv belgesi.

31 Mayıs 2010 Pazartesi

ŞİİR BAHÇESİ





HAMDOLSUN…

  

Biri baksın  falımıza, 
Tuz kattılar  balımıza,
Ağlanacak  halimize, 
Gülüyoruz  hamdolsun...

Süleymaniye'de  serçe, 
Davos'ta  aslandan  pençe,
Gül değil,  dikenli bahçe, 
Suluyoruz  hamdolsun...

Diplomasi,  ince ince, 
Dokunulur mu  hiç  gence?
"One  minute"lik İngilizce, 
Biliyoruz  hamdolsun...

Hani teğet  geçecekti? 
Kriz gelip  geçecekti?
Başlamadan  bitecekti? 
Ölüyoruz  hamdolsun...

Millette  geçim korkusu, 
Onlarda seçim  kaygısı,
Şehirde kömür  kokusu, 
Soluyoruz  hamdolsun...

Nerde düzen,  nerde birlik? 
Hani birdik,  bütündük?
Bir alt  kimlik, bir üst  kimlik,
Bölüyoruz  hamdolsun...

Rantın peşine  düşenler, 
Deniz Feneri  SEVENler,
" Ya sev, ya  terk et " diyenler! 
Kalıyoruz  hamdolsun...

Üç, beş kuruş  memuruma, 
Hem emekli  hem  duluma,
Gemi yakışır  mahdumuma, 
Alıyoruz  hamdolsun....

"Al git!"  dedi anamızı, 
Okutacak  salâmızı,
Aradıkça  belamızı, 
Buluyoruz  hamdolsun...

Nerede iş,  nerede aş, 
Gözler çıktı  yaparken  kaş,
Ömrümüzden  yavaş yavaş, 
Çalıyoruz  hamdolsun...

Bir Recep  İvedik filmi, 
İzledik,  güncel ve  ilmi,
Uyuma vakti  geldi MI, 
Dalıy oruz  hamdolsun...

Şehit:  "Kelle", Apo: "Sayın",   
Yüreklerde  gizli  mayın,
Kimler yiğit  kimler hain? 
Biliyoruz  hamdolsun...

Avrupa'nın  havuçları, 
Kapalıdır  kapıları,
Tuz dökülmüş  avuçları, 
Yalıyoruz  hamdolsun...

Dünyalıktır,  zikirleri 
Anlaşılmaz  zehirleri,
Akılları,  fikirleri, 
Çeliyoruz  hamdolsun...

Mektup, zarfa  ilişmiyor, 
Demokrasi  gelişmiyor,
Cafer'e bez  yetişmiyor, 
Siliyoruz  hamdolsun...

Hayal gibi,  gerçek gibi, 
Aciz miyiz,  böcek  gibi?
Susuz kalmış  çiçek gibi, 
Soluyoruz  hamdolsun...

Bu  teranelerden bıktık, 
Bilmem nerde  hata  yaptık?
Sinir küpü  olduk artık, 
Doluyoruz  hamdolsun...

Kader örmüş  ağlarını, 
Özledik dost  bağlarını,
ERGENEKON   dağlarını, 
Deliyoruz  hamdolsun...

Onlar efendi,  biz hamal, 
Artık zamanı:  Bir rol  al!
Hepimiz  Mustafa Kemal, 
Geliyoruz  hamdolsun...
--------------------

29 Mayıs 2010 Cumartesi

TARİH TEN SAYFALAR



 ZENTA  SAVAŞI
 Burhan Bursalıoğlu

Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa'ya  geçtikten sonra Avusturya ile savaşları, 1683 yılında başladı. Sultan Dördüncü Mehmed, Sultan İkinci Süleyman, Sultan İkinci Ahmed) zamanlarında devam eden Avusturya harplerine, İkinci Mustafa son vermek istiyordu. Bu amaçla  1695 ve 1696 yıllarında iki defa sefere çıkılıp, Lipve ve Lügoş geri alındı. 27 Ağustos 1696’da, Ulaş Zaferi kazanıldı. 1697 yılında da, üçüncü kez sefere çıkıldı.

Osmanlı Harp Meclisi, Belgrad’da 10 Ağustos'ta toplandı. Tartışmalar sonunda Temeşvar’a gidilmeye karar verildi. Tuna, Temş ve bir nehir daha geçildikten sonra, Tisa Nehri kenarına gelindi.

Avusturya-Almanya kuvvetlerine komuta eden genç Fransız asilzadesi ve daha evvel Fransa hizmetinde bulunan Prens Eugene de Savoy’un bu defa Avusturya büyük dükası ve Alman imparatoru Leopold’un hizmetine girdi.  Türklerin Temeşvar’a doğru hareket ettiği haberini alan  Avusturya ordusundan Mareşal Prens Öjen de Savua’nın kuvvetlerinin büyük kısmı da, Tisa Nehri yakınlarına doğru hareket etti.
 Osmanlı ordusu, Tisa’yı geçip, Erdel’e taarruz etmek istiyordu. Osmanlı donanmasınında  Tisa Nehri ağzına gelmesi istendi.
Prens Öjen, Osmanlı harekât planını, casuslar vasıtası ile öğrendi.
Avusturyalılar, Osmanlı ordusunun Tisa’yı geçmesinden önce oraya yetişmek istedi. Avusturya öncüleri ve Prens Öjen kuvvetleri, Osmanlı ordusu, Zenta mevkiinde nehri geçerken yetişti.

Osmanlı ordusu, sefer planı gereği, Tisa Nehri üzerinde köprü kurarken düşmanın gelmesi üzerine, âni tedbirlere başvuruldu. Boşnak Cafer Paşa, bir miktar kuvvetle düşmanın baskınına mâni olmak için karşıya geçirildi. Cafer Paşa, karakol vazifesi yapacaktı. Düşmanın fazlalığı karşısında karakol birliği geri çekildi. Boşnak Cafer Paşa dönerken, atı yuvarlanıp esir düştü. 

Prens Öjen, Osmanlıların daha bütünüyle karşıya geçmemesinden faydalanarak, 11 Eylül 1697’de taarruzu başlattı. Veziriâzam Elmas Mehmed Paşa, düşmanın taarruzu üzerine, Zenta’ya doğru çekildi. Zenta’dan Temeşvar’a, 7000 asker geçmişti. Veziriâzam, düşmanın taarruzuna mâni olmak için, karşıya geçişin tamamlanmasını istedi. 
Yeniçeri Ağası Mahmud Paşa, bu teklife karşı çıktı. Köprü başında metris alındı. Metris alınınca, müdafaa hattı daraldı. Askerlerin son değişiklikten haberi olmadığından, baskın zannıyla panik başladı. Elmas Mehmed Paşa, panik ve geri çekilmenin önüne geçmek için, yalın kılıç köprüyü tuttu. Veziriâzamı, kaçan askerler, şehit ettiler. Düşman köprüyü zapt edip, top atışlarıyla yıktı. 

Temeşvar muhafızı olup, Serhad kurtlarından Koca Cafer Paşa, Anadolu Beylerbeyi Mıcırlıoğlu İbrahim Paşa, Rumeli Beylerbeyi Küçük Cafer Paşa, Yeniçeri Ağası Mahmud Paşa, Diyarbekir Valisi Kavukçu İbrahim Paşa, Adana Valisi Fazlı Paşayla pek çok sancakbeyi, ocak ağaları, alaybeyleri ve ordunun sekizde biri faciada kayboldu. Harp malzemeleri, pek çok araba, silâh, mühimmat, ordu hazinesi, düşmanın eline geçti.

Nehrin karşı tarafında bulunan Osmanlı ordusu, geçiş olmadığından yardımda bulunamadı. Sultan İkinci Mustafa  ve ordunun geri kalanı, Temeşvar’a çekildi. Avusturyalılar da çok kayba uğradığından, Sultanın yanındaki Osmanlı kuvvetlerine taarruz edemedi.
Sultan Mustafa Temeşvar’ı takviye edip, Belgrad’a gelerek, Edirne’ye döndü. Orduda, serhad boyları ve vefat edenlerin yerine tayinlerde bulunuldu. 

Zenta Savaşının, Osmanlılara çok tesiri oldu. Bu arada Rusya’nın da Azak’ı işgal etmesiyle, İkinci Mustafa 1699’da, Karlofça Antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı.

 Prens Eugene de Savoy  Türklere karşı bütün Avusturya tarihinin en önemli zaferini, Zenta’yla  kazanmıştır.
. Tuna ve Tisza ırmaklarının kesiştiği köşedeki Zenta bugün Sırbistan’da bulunuyor. Ahalinin çoğunluğu Macardır. 



Atatürk’ün bilime verdiği değer



Atatürk ün önem verdiği ve savunduğu kavramların hayatımızla olan uyumunu, hemen her alanda görmek mümkündür. Atatürk ün bilim konusuna yaklaşımı, bunun bir başka örneğidir. Atatürk, İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur derken, konuya olan ilgisini ön plana çıkartmaktadır.

Türk Milleti, gerçek karakterine ters düşen, cahillikten ve geri kalmışlıktan kurtulmak için, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ün göstermiş olduğu çağdaş uygarlık yolunda ilerlemeli; hedeflerine ulaşmak için bir an önce harekete geçmelidir. Bu hedeflere ulaşmak için gereken herşey yapılmalıdır. Türk Milletinin üstün karakteri bunu yapacak güçtedir. Atatürk ün bilime verdiği önem de, Türk Milletini bu hedefe ulaştıracak yollardan biri olduğu düşünülerek değerlendirilmelidir.


MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...