10 Ekim 2011 Pazartesi

EDEBİYAT


1
KİŞİSEL  GELİŞME, TOPLUMSAL  GELİŞ !!!

Sevgili  okuyucularım. Bugün size, yayına başlatacağım bir kitapcığın (Basılmamış)  tamamını tefrika halinde sunacağım. Her tefrika yayında 3 gün kalacaktır
Yazar, adının yazılmasını istemiyor. Aklınıza bir şey gelmesin. Kitapcıkta herhangi bir suç unsuru yok. Yazar konu hakkında yorum istemiyor, soru istemiyor, polemiğe girmek istemiyor. Onun için adının yazılmasını istemiyor.  "Fikirlerimi ister benimsesin, ister benimsemesin" diyor. " ben, kişisel ve toplumsal gelişmede, doğru olduğuna inandığım görüş ve düşüncelerimi söylüyorum." diyor.
Yazar, bakın, kendini ve kitabı neden yazdığını şu cümlelerle anlatırken, konuya da girmiş oluyor.

Burhan Bursalıoğlu

SEBEP 

"Kitaba veya uzun yazıya başlamadan önce şunu yazayım. Ben yazar değilim. Daha önce herhangi bir şey yazmışlığım da yok. En azından gazete yazarlarına yazdığım kendileri ve / veya günlük siyasi olaylarla ilgili eleştirilerden başka başka yayınlanmış bir şeyim yok. Gerçi bu gazetelere gönderdiklerimin sadece bir tanesi yayınlandı ama konumuz o değil zaten. Edebiyat ve sanatla da yakın uzak alakam yoktur. Karşı değilim. Ama anlamam da. Sırf elalem acık da olsun entel zannetsin diye sergiden konsere koşturup, katılan insanların yarısından fazlasının benden de cahil olduğu bir gösteriş yarışına gireceğime evimde otururum daha iyi. Güzel bir şey mi ? Hayır ! Da ben buyum hemşerim. Yukarıdaki satırları niye yazdım ? Aşağıda okuyacağın satırlarda anlatım bozuk, konu karışmış, cümleler depremden çıkmış gibi devrik, paragraflar yerli yersiz olabilir. Şimdiden kusura bakma. Ve iyisi mi sen bir önceki ile alakasını kuramadığın her paragrafı diğerinden bağımsız olarak oku. Gerçi okurken beni değil asıl kendini yargılayacaksın ama ben gene de söyleyeyim."

"Her şey, yani bu kitabı yazmama neden olan her şey aslında 2008 senesi yaz aylarında başladı. Daha doğrusu içimdekiler bu sezonda olan olaylar nedeniyle iyice tetiklendi. 2006 senesinin başlarından beri işlerdeki durgunluk beni felsefe, evren ve doğa, dünya işleri, insan ilişkileri daha doğrusu insan kötülükleri üzerine düşünmeye sevk etti. Asıl önemli olarak da başıma gelen küçücük bir olay etrafımda o ana kadar görmediğim, göremediğim bir sürü çarpıklığın tokat gibi suratıma çarpılmasına neden oldu. Her gün sekiz saatimi -o günlerde başımızda musallat olan ekonomik krizden ötürü biraz da boş olarak- geçirmeye başlamam nedeniyle de bu olaylar benim gözüme daha bir batmaya başlayınca, günlük hayattaki başka şeyler de acayip dokunmaya başladı. Yerlere çöp atan hödüklere laf atmaya başladım. Ters yönden gelenlerin hiç ama hiç taviz vermeden arabamla yollarını kesiyordum (gerçi bu işi taa 20 sene önce üniversite yıllarında da yapardım). Dayak yeme tehlikeleri atlattım. Tabii bu arada benim yaptığım bir hödüklüğü altı yaşında bir kız suratıma öyle bir çarptı ki… Park edecek yer yok diye şirketin önündeki kaldırıma park ederdim bazen. Bir gün o kız geldi.

-         --Bu araba senin mi?
diye sordu.

-       -Evet
dedim.

-         --Senin yüzünden yola iniyoruz, hayatımızı tehlikeye atıyoruz, bana bir şey olursa hoşuna gider mi ?
diye sordu… O gün bugün, uzun bir süre yürümemi gerektirse bile park edecek yer bulana kadar araba ile dolaşıyorum.

OKUMAYA BAŞLADIM 
            Ayrıca kendimi iyice kitap okumaya verdim. Özellikle siyasal, tarihsel ve bilimsel kitaplar okuyordum. Araya dini ve felsefi tuz biber ekince de, neredeyse her ferdinin menfaat uğruna, para uğruna, mevkii uğruna, şan uğruna, şöhret yoluna tüm ruhlarını bile sattığı bu tiyatro sahnesi dünyada yaşamaktan ve özellikle de bu insanlarla ilişkiye girmekten kaçar, hatta korkar oldum.

İçine düştüğüm durumla ilgili psikologlara danışmayı düşündüm. Hala ara sıra düşünüyorum. Ama hep şu nedenle vazgeçiyorum: “Gidecem de ne olacak? Oturtacak karşısına, kimsin, anan kim, baban kim, arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, neden hoşlanırsın, neden böylesin, boş ver ,kendini düşün, sana ne de, bana ne de, sen birsin başkası sıfır unutma, vs. vs.” Ve tabii arkasından da acele faturasını kesecek. Ve basacak Prozac’ ı beyin şeylemesine uğratacak. E ben bu telkinleri kendime zırt pırt yapıyorum. Telkinle olsa olurdu anasını satayım ama olmuyor işte. Olsa, yani aklımız, beynimiz ve her şeyden önemlisi karakterimiz müsaade etse zaten çoktan o kadar karaktersiz olurduk. Beyin şeylemesine gelince de, papatya, melisa, kantaron ve daha başka yatıştırıcı uyuşturucu ot,  mot  alaraktan beynimi yeterince şey ediyorum zaten.

            Çünkü hayat denen bu tiyatroda kendime yer bulamadım. Sahnede olmayı kendime yediremiyordum. Çünkü eğer sahneye çıkacaksan, herkesin seyrettiği, tanıdığı bir şahsiyet olacaksan; rol yapman lazım. Başkası olacaksın. Ve orta oyunu oynanan o sahnede meydana gelen her olayda, karşına çıkan her farklı kişiye karşı farklı bir insan rolü oynaman gerekli. Hatta bundan kötüsü karşındaki artist de rol yapmakta olduğu için aynı adama karşı bile farklı roller takınmak zorundasın. Bu farklılık da olaya göre değişir.

Ama bir farkı var. Günde sekiz saat uyuduğumuzu varsayarsak, geri kalan tüm vakit bu sahnede geçiyor. Ve bu nedenle de her an çok ama çok dikkatli olman gerekli. Karşındaki artistin ne zaman hangi olayda, kime karşı hangi rolü takındığını da kafanda tutman lazım ki, yarın öbür gün o yavşak (en az senin kadar) sana karşı dalavere çevirmeden önce onun bu oyununu önceden anlayabilesin. Veya hangi davranışların rol, hangilerinin gerçek olduğunu anlayabilesin. Bununla birlikte sen de az yavşak olmadığın için senin bu adama karşı farklı durumlarda çevirdiğin farklı entrikaları da hafızaya atacaksın ki; aynı adamla benzer olayları yaşadığın zaman bir önceki rolünle tutarlı olasın. Aslında en güzeli, kimin senin ne söyleyip düşündüğünü kesinlikle ama kesinlikle kafana takmayacak karakter(sizliğ)e sahipsen canın ne zaman ne ne isterse onu yapacaksın.

            Seyirci olmak ise bambaşka bir dert ! Alık olacaksın. Kendini bile düşünemeyecek kadar mal değneği olacaksın. Böyle olacaksın ki sahnedeki yavşakların senin onları gerçek zannetmen için yaptıkları cümle maymunluğu komedi; itliği, piçliği üstün zeka belirtisi veya daha kötüsü iyilik; numarayı da gerçek sanasın. Emmeye de geleceksin gömmeye de. Mürşid (sahnedekiler) elinde mürid olarak gassal elinde meyit gibi olacaksın ki onlar orana burana pamuk teperken bile sesin çıkmasın. Onların senden her zaman her yerde söyledikleri

-         Meyve veren ağaç taşlanır

veya

-         Tabak sevdiği deriyi yerden yere vurur

sözleri ile avunacaksın. Hatta onlar seni SEVDİKLERİ İÇİN DEĞİL senin meyvelerini toplayıp satabilmek için taşlarken veya seni daha iyi fiyata satabilmek için yerden yere vururken kendini bir  b…  zannedeceksin. Aklına kesinlikle:

-          Ulan bu yavşak beni seviyorsa neden yere vuruyor ki ? Alsın duvarına assın. Niye beni taşlıyor ki, meyve yere düşünce alsın yesin

gibi düşünceler getirmeyeceksin. Evrenin farkında olmayacaksın. Öyle olacaksın ki etrafta dönen hiçbir şey anlamadığın için seni mutsuz edemesin.

Bu da yatmıyordu kafama, karakterime.

Çünkü son zamanlarda okuduğum kitaplardan öğrendiğim en güzel sözdü Sokrat’ a (Socrates) ait olduğu söylenen

-         Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez !

sözü.

Veya Bekir Coşkun Ağabey’ in değimiyle “Göbeğini Kaşıyan Adam” olmak benim harcım değildi.

            Yavaş yavaş beynimde yer etmeye başlamıştı “Neden tarihin ilk çağlarından beri birçok filozofun neden yalnız takılmayı tercih ettikleri. Ulan ne yapsak da kafayı yemeden idare etsek diye” tırmalayıp dururken bir gün şirkette çalışan arkadaşlardan birinin evde yer kaplıyor diye şirkete getirdiği kişisel gelişim kitapları gördüm rafın birinde…

İnsanları etkileme sanatı…
Dost edinme sanatı…
İş yerinde stresi önleme sanatı…
Egoist Olma sanatı…

Aldım cümlesini. Okumaya başladım. İlk başlarda ne güzel şeyler anlatıyorlardı.

Hayattan bir sürü örnek. Şunu yaptım şöyle oldu, bunu yaptım böyle oldu, artık şununla şöyle iyi geçiniyorum, bununla böyle iyi ahbap oldum şeklinde. Zengin oldum. Bok gibi para kazandım. Çok mutluyum. Hafifledim. Gevşedim. Jöle kıvamına geldim.

            Amaaaa….. Kitaplardan birini okuduğum bir gündü. Yazar geçmiş bir anısını anlatıyor. Firmasının ürettiği motoru; alıcı firma çok ısınması nedeniyle almaktan vazgeçmiş. Üretilen motor standartların üzerinde ısınıyormuş. Standarda göre o motorun sıcaklığı çalıştığı ortamın sıcaklığının en fazla 75 Fahrenayt üzerinde olabilirmiş. Satış yapacağı fabrikanın imalat müdürü

-         Elimizi bile süremiyoruz

demiş. Yazar da

-         E 72 Fahrenhayt olan bir odada, odadan 75 Fahrenhayt daha sıcak olan bir motora tabii ki elini süremezsiniz.

demiş ve bu şahsiyeti ikna etmiş.

            Bu satırları okuduğumda soldan mı kalkmıştım neydim hatırlamıyorum. Veya demek ki belki de okuduklarıma bilinçaltım daha fazla dayanamamıştı. Ama okuduğum bu olayın hemen arkasından beynimin derinlerinden bir ses

-         Öncelikle senin bu lafına inanan ve imalat müdürü olacak mühendisin mühendisliğine verteyim
dedi. Sonra da devam etti:

-         O mevkiye nasıl geldiği belli olmayan o dallamayı İKNA ETMEK adı altında KANDIRACAĞINA fabrikana dönüp patronu ve tasarımcıları standartlara uygun olarak, motorun çalışma ortamının sıcaklığı ne olursa olsun, bu sıcaklığın 75 Fahrenhayttan daha fazla üzerine çıkmayacak şekilde üretilmesi konusunda ikna etmeye çalışsaydın ve hatta bu konunun savaşını verseydin ya… Büzüğün sıkıyorsa tabii ki !!! Belki motoru satamayacaktın ama sahtekar firmanın bundan sonra adam gibi motor üretmesini sağlardın.

DEVAM EDECEK

4 Ekim 2011 Salı

GELENEKSEL

1979 - 2011  SİVAS  ÖĞRETMEN  OKULU  MEZUNLARI  SÜRECİ
Burhan Bursalıoğlu

18 Eylül.01 Ekim tarihleri arasında, Didim Zıraat Bankası Dinlenme kampında, Sivas Öğretmen Okulu Mezunları olarak 180  öğretmen emeklisi arkadaşla buluşmamız sona erdi.
33 yıldır oluşturduğumuz birlikteliğimiz, her zamanki gibi yararlı  ve mutlu geçti.
KAMPIN GİRİŞİ
Geçmiş yıllara göre tek fark, tesisin boş kalan  yerleri, Zıraat Bankası personelince takviye olmasıydı. İlave olarak, gece çorbası da konmuş.
Teferruat anlatmayacağım. Aşağıya koyacağım resimler her şeyi açıkca ifade edecektir.
Her ne kadar seneye de aynı yer düşünülüyorsa da, tesisin satılma şaiyaları her geçen gün fazlalaşmaktadır.
Zaman  bakalım ne gösterir.

BLOKLARDAN BİRİ

GÜNEŞLENME SAHASI

PLAJ GİRİŞİ

SABAH KAHVALTISI HAzırlığı

KAHVALTI HAZIRLIĞI





YEMEKHANENİN BİR BÖLÜMÜ



PLAJ




OYUN  MEKANI




AKŞAM YEMEĞİ




ÖĞLE YEMEPİ




TAVLA PARTİSİ





KAHVALTI HAZIRLIĞI




SON EĞLENCE GECESİ




GENÇLER !  EĞLENİYOR




GENÇLER EĞLENCENİN TADINI ÇIKARIYOR




HAKKI ÇAĞLAR TEPEDEN SEYREDİYOR




mUSTAFA'NIN KANI KAYNIYOR



BİZDE NASİBİMİZİ ALDIK

17 Eylül 2011 Cumartesi

ARA

ZORUNLU  13  GÜNLÜK  AYRILIK

Burhan Bursalıoğlu


Sivas Öğretmen okulundan Mezun olan biz öğretmenlerin, 33 

yıldır, hiç ara vermeden, en az 150  SÖO nun, çeşitli 

dönemlerinden çıkışlı  arkadaşların, değişik kentlerde, 10 

günlük birlikteliğimiz nedeniyle, 18 Eylül 2011 tarihinden, 01 

Ekim.2011 tarihine kadar Didim'de Zıraat Bankası Genel 

Müdürlüğü dinlenme  tesislerinde  olacağım.

Bu nedenle, Blogum o tarihe kadar işlemsiz kalacaktır.

Dönüşte tekrar beraber olma ümidiyle hoşca kalın.

14 Eylül 2011 Çarşamba


3-5 Eylül 2011 tarihinde Sivas Öğ. Ok. Mezunları olarak yapılan toplantıya katılanların listesidir.


Sivas'ta yapılan  Sivas Öğretmen okulu Mezunları toplantısına katılanların listesini aşağıya çıkardım. İlk günü gelenlerin ikinci günü de geleceğini düşündüğüm için listeyi ikinci gün hazırladım. Ama gördüm ki birinci günü gelenlerin bir kısmı  son gün gelmediler. Onun için o arkadaşlar liste dışı kalabilir.
Burhan Bursalıoğlu

H. Hüsnü Tekışık                                 1948
İzzettin Uzunca                                    1948                0532 624 02 32
Burhan Bursalıoğlu                               1956                0534 899 62 62
Yalçın Çolakoğlu                                 1958                0542 471 28 61
Ayhan Şahin                                        1958                0532 441 41 21
Cazip Karakuş                                    1961                0505 388 34 49
İsmail Hakkı Acar                               1965                0543 581 46 95
Ferhat Ay                                            1965                0346 222 25 41
Mehmet Mustafa Polat                        1966
Galip Doğan                                        1966                0506 601 73 59
Sabri Atmaz                                        1966                0555 307 59 61
Bünyamin Kuzu                                   1966                0541 836 18 31
Ali İhsan Asıhan                                  1966                0507 991 57 74
Hacı Osman Işık                                  1967
Besim Cebecioğlu                                1968                0532 233 08 29
Selma Gökşin Yıldız                            1968                0506 488 25 95
Kadriye Şeneser  (Kut)                       1968                0505 503 63 98
Nebahat Olağan                                  1968                0533 499 12 87
Ayhan Bilbay                                       1968                0507 394 26 75
Kemal Arı                                           1968
Gülendam Çolakoğlu                           1968                0505 892 23 56
Hatice  Kıyak                                      1968                0505 853 84 34
Nuri Ertuğ                                           1968                0505 574 17 19
Nevzat Güler                                       1969                0542 747 93 33
Seyfettin Duman                                  1969                0538 608 56 44
Abdullah Çakmak                               1969                0505 825 59 93
Nihat Ünsal                                         1969                0543 686 94 94
Seçkin Çetinkayalı                               1970                0531 790 98 10
Mahmut Özcan                                    1970                0505 216 48 59
Erdem Demirci                                     1970                0505 507 20 29
Dürdane Özcan                                   1970                0532 471 91 45
Mehmet Anulur                                   1970                0535 373 86 10
Ali Mehmet Özdemir                           1970                0538 205 71 63
Bekir Özgünay                                    1970                0542 401 62 56
Hüseyin Mütevellioğlu ( Günaltay)        1970                0505 561 86 75
Nurhayat Kaya Pusat                          1971                0505 274 04 06
İdris Çıldır                                           1972                0542 460 32 01
Asuman Akpınar Tatlısu                       1973                0505 296 69 95
Nebahat  Yalçın Bayram                      1971
Emine Karakoç (Kasap)                      1974                0505 515 35 61
Gülşen Bilgin                                       1974
Mine Ayık  (Elçin)                               1974                0505 684 70 88
Doğan Uyar                                        1974                0505 237 03 11
Ali Çelik                                              1975               
Nesrin Erbıyık                                     1976                0505 296 67 54
Selma Köksan Yıldız                                                   0506 488 25 95
Hulusı Bekki                                       1969                0532 516 63 69
Mehmet Özdal
Cengiz Ayık
Lütfiye Çetinkayalı
Hülya Beki
Sabriye Ertürk
Ahmet Ertürk
Fahrettin Demirezen
Hüseyin Genç
Durmuş Köse
Rahmi Çamdar
Ahmet Eriç
Nadir Özkaynak
Hadi Kasap
 Mahmut Özcan
Mustafa Kuzucu A. Yaşar Şirin

9 Eylül 2011 Cuma

D O S T L U K G İ R İ Ş İ M İ


SİVAS ÖĞRETMEN OKULU MEZUNLARI TOPLANTISI

Burhan Bursalıoğlu

01.Eylül akşamı, saat 19.30 otobüsüyle, Bodrum’dan Sivas’a gitmek için Ankara’ya hareket ettim.  Sabah 06.30 da Ankara’ya vardım. Otogarda İzmir’den gelen, İlköğretim müfettişliğinden emekli dostum İzzettin Uzunca ile buluştuk. 10 dakika sonra da  H. Hüsnü Tekışık gelip bizi aldı eve götürerek kahvaltımızı ettik. Kendi arabası ve özel şoförü ile birlikte, saat  09 da Sivas’a hareket ettik.
Sivas’a neden gidiyorduk? 

Sivas’ta bulunan bir grup Sivas Öğretmen Okulu 65- sonrası dönemi   mezun öğretmenleri  toplayıp, tanışma, eğlence ve anılarla geçmişi yad etmek amacı gütmüşler.  03-05 Eylül tarihleri  arasında gerçekleştirmeyi planladıkları bu  etkinliğe davetli olarak katılacaktık.
02 Eylül , saat: 14 de Sivas’a oradan da bize feyz veren Kabak yazısındaki okulumuza gittik.
Etkinlikleri organize eden  Seyfettin Duman  Duayenlerim, hoş geldiniz “diye bizi karşıladı.
Yatmak için okulda yer ayrıldığını,  yorgun olabileceğimizi,dinlenebileceğimizi söyledi.
Kısa bir istirahattan sonra şehre indik.

Sivas’ ı çok değişik bulduk. Tanıyamadık. Çok gelişmiş. 4 Eylül Kongresi’nin yıldönümü nedeniyle şehirde hummalı bir çalışma, Bayraklarla her tarafın süslenmesi, kalabalık insanların sağa,sola koşuşturması, Vilayet önündeki meydanda yapılan değişiklikler güzel gelişmelerdi.
Gezip dolaştıktan sonra akşam yemeğimizi de yiyerek saat: 21 civarında okulumuza çıktık. Okul binası kilitli idi.  Yatakhane açılmış olduğundan yerlerimizi kontrol ederek,   Türkiye-Kazakistan maçını seyredip yattık.
Programa göre 03 Eylül Cuımartesi günü , saat 12 de okul  bahçesinde toplanıp, tanışma faslı ve  yemek yenecek 

 Saat: 09 sıralarında, elinde kamerası ile öğretmen Nebahat Bayram çıkageldi.  Birkaç poz resimlerimizi çekerek, kamera eşliğinde tek, tek bizlerle röportaj yaptı.
Öğleye doğru arkadaşlar gelmeye başladı. Birbirini tanıyanlar sarmaş, dolaş olup,  yüzlerindeki mutluluk  açıkça görülüyordu. Birbirlerini tanımayan , değişik yıllarda mezun olanlar da birbirleriyle tokalaşıp tanışıyorlardı.
Bize olan ilgi, hürmetkar, saygılı ve samimi idi.. Birlikte resim çekiliyor, özellikle H.H. Tekışık ilgi alanı oluyordu. 

 Öğle yemeği okul yemekhanesinde  yendi. Ek olarak Gaziantep’ten gelen arkadaşların getirdikleri fıstık ve üzümler de  dağıtıldı. Bu arkadaşlar Gaziantep baklavası da getirdiler ama,ertesi güne bırakıldı. Yemekte 80 civarında  öğretmen arkadaşımız vardı.
Yemekten sonra  gruplar şeklinde sohbete, resim çekmeye devam edildi.  Akşama doğru , ertesi günü  akşam saat: 17 de yine okulda toplanmak  üzere  dağılma başladı.

Akşam yemeğinden sonra , saat 21.30 da SRT  televizyonu H.H.Tekışık’la canlı röportaj yaptı. 
Gece yine okulda kaldık. Sabah çarşıya inerek kahvaltımızı yapıp, şehir dışında olan, öğrenciliğimiz zamanında sıkça gittiğimiz, bir mesire yeri olan  Paşa bahçe parkına gittik. Temiz hava, şelale yeşillik ve çay. Yorgunluğumuzu attık.
Öğle sonu okula gittik. Yönetici Seyfi Bulut'tan başkası yoktu. Görevli çocuk okulu açtı ve sınıflarımızı  gezmeye başladık.
Ana binada idare odaları değişmişti. Sınıflarımız aynı, sıralar  ve döşemeler yenilenmiş, her sınıfın kapı girişine sınıf levhası konmuştu. Bizim zamanımızda sabit sınıf yoktu. Sınıflar yerine her dersin ayrı odası vardı. Tarih odası, biyoloji laboratuvarı, matematik odası, edebiyat, müzik  odası, iş atölyesi gibi.
Sıralarımıza oturarak resim çektik.

Saat 15.30 civarında Milli Eğitim Müdür Yardımcısı ziyarete geldi. Çardağın altında sohbet ettik.  Sivas’ın eğitim çalışmalarından bahsetti. Sivas öğretmenlerinin sorularını cevapladı.  Ondan yarım saat sonra da Sivas Büyükşehir Belediye Başkanı Doğan Ürgüp geldi. Ankara’dan H.H.Tekışık’ı tanıyormuş. Görmeye ve “hoş geldin” demeye gelmişti. 19.30 a kadar  sohbet ederek Sivas’ın yerleşim, sanat, tarihi yerler, trafik ve gelecekteki projelerini anlattı. Başladığı işleri bitirmek için bir dönem daha seçilmek istediğini belirtti. 
Doğan Ürgüp BBP den seçilmişti.
Bu arada, mangalda yapılan köftelerde yenerek, yemekhanede toplantıya geçildi. ME müdür yardımcısı ve Belediye Başkanı izin isteyip ayrıldılar.

Topluca , toplantı salonu olarak da kullanılan yemekhaneye geçtik.
Saygı duruşu, istiklal marşı ile açılış yapılıp, öğretmenler marşı ile devam edilen toplantının açış konuşmasını, Seyfettin Bulut yaptı. Sıra ile Tekışık, İzzettin Bey, Ben , Melahat Bayram  ve diğer arkadaşlar konuştuk. Görüşlerimizi, anılarımızı, duygularımızı  ifadeye çalıştık.
Konuşmalar sonrasında şarkı, türkü  söyleyip  halaylar çekildi. Özellikle, 87 yaşındaki İzzettin Bey türküler söyleyip gruba eşlik ederek geceye ağırlığını koydu.
Gece 23 e kadar devam eden eğlence  sonunda, kısa bir konuşma yaparak  veda ettik.

SONUÇ:

Dört gün kaldığımız okulumuzda, her ne kadar “SELÇUK ANADOLU LİSESİ” olarak ad değiştirmişse de, yıllar sonra okullarını ziyarete gelen emekli öğretmenler olarak, ne müdür, ne öğretmen ne de hizmetli görmedik. Bu kadar  ilgisizlik görmedim. Bu durumu ME Müdür yardımcısına  açtığımda, müdürün izinde olduğunu söyleleyerek  ilgisizliği geçiştirdi.
Her konuşma fırsatında, “aynı adı taşıyan ,  mezuniyet dönemi kısıtlaması tanımayan, aynı kökenli iki grubun oluşunun anlamsız olduğunu, 32 yıldır bu işin yapıldığı gruba katılmanız,  yaşlandığımızı, bayrağı teslim  almanız gerektiğini “  söyleyerek yaptığımız çalışmaları  anlattım.
3 gün olarak planlanan toplantıda boş zamanın çok uzun tutulduğunu  gözlemledik. Ziyaretler, geziler programa konulabilirdi.
Yönetici arkadaş Seyfettin Bey  canla başla uğraş verdi.  Her sorunun üstesinden geldi. Onu kutluyorum.
Fotoğraf makinesi ve kamerasıyla, ihtiyaç duyulduğu anda grubun yanında olan Nebahat Bayram  öğretmenin  enerjisine hayran oldum. Bir bakıyorsunuz yanımızda, bir balkıyorsunuz 4 Eylül gösterilerinde,  elinde “SİVAS ÖĞRETMEN OKULU MEZUNLARI”pankartıyla yürüyüşte. Gönülden kutluyorum.
Genel olarak yapılan toplantı amacına ulaşmıştır.  Bizleri duayen olarak  lanse edenlere  son olarak söyleyeceğimiz, “Toplantıdan mutlu olarak dönüyoruz , Sizleri  GENÇ KUŞAK  olarak aramızda görmeyi arzuluyor, yaşamınızda, başarı, mutluluk ve hiçbir zaman Kabak yazısı ruhundan uzaklaşmamanızı diliyoruz.”


NOT: Diğer resimler Facebook  taki sayfamdadır.

28 Ağustos 2011 Pazar

GÜNCEL.


KISA  BİR  AYRILIK

Değerli Okuyucularım:
Sivas Öğretmen  Okulu'ndan. 1970 sonrası mezun olan Öğretmen arkadaşların 3-5 Eylül 2011 tarihlerinde  düzenledikleri "Geleneksel Sivas Öğretmen Okulu Mezunları Toplantısı" için  aldığım davete katılacağım için, 
 1 Eylül'den 6 Eylül'e kadar geçen süre blog yazılarıma  ara vereceğim.
Planlanan program gereği, çoğu zamanın okulumuzda geçeceğini düşünürsek,  60 yıl önceki anıların tazelenmesi bakımından, Sivas gezimin renkli geçeceğini, Kabakyazısının suyunu  içip,  havasını  solumak bana iyi geleceğini zannediyorum.
Toplantıyı düzenleyen Öğretmen arkadaşlarıma şimdiden teşekkür eder, yaklaştığımız Ramazan Bayramımızın tüm Ulusumuza mutluluk, huzur ve daima neşe getirmesini diliyorum.

Burhan BURSALIOĞLU

16 Ağustos 2011 Salı

YAŞAM

                                                                S O M A L İ


Burhan Buırsalıoğlu

Uzun bir süredir Hint Okyanusunda,  Omman Denizinde Somali korsanlarının yük gemilerini zaptettikleri, onlardan haraç aldıkları,  denizlerde  can güvenliğinin kalmadığı haberleriyle  çalkalandı durdu. Bizim de birkaç gemimiz korsanların eline geçti. Hatta Deniz Kuvvetlerimiz  bu sulara inerek  Somali korsanlarına engel olmaya çalıştılar.

Son haftalarda, gazetelerde, internette ., televizyonlarda Somali halkının, çocukların  açlıktan   öldükleri, boy boy resimlerle önümüze getirildi.
 Hakikaten çocukların ve Somali halkının içler acısı durumlarını görünce etkilenmemek  mümkün değil. Bugünkü Dünyamızda, tüm ulusların, yedikleri ve içtikleri kadarının da atıldığı bir ortamda, aclıktan ölen binlerce insanın var olduğunu görmek insanlık ayıbıdır. İnanın insanlığımızdan utanıyorum.

Karşılarında, Dünya'nın petrollerine sahip Suidiler bunları hiç mi görmüyor?  Aynı dinden olan bu insanlara yardım edimesi gherektiğini dinimiz söylemiyor mu? 
Ekonomide Dünya'ya kafa tutan  "benim" diyen diğer devletler nerede? 

Dünya'nın 7 milyar olan nüfusu, 8 ,5  milyon nüfusun gıdasını sağlayamaz mı? Her ne kadar, Birleşmiş Milletlere bağlı, Gıda ve Tarım Örgütü  (FAO ) 800 milyon insanın yetersiz beslendiğini söylüyorsa da, Somali gibi ölüm oranlarının korkulacak düzeylerde olmadığı bir gerçek. FAO vitrinlik bir örgüt müdür? Somali'ye elini neden uzatmıyor? Neden uazatılması için girişimlerde bulunmuyor?
Bizim ülkemizde de beslenmenin istenilen seviyede  olmadığını  resmi verilerden  biliyoruz. Ama aclıktan öleni henüz duymadık.Buna karşı tüm Ulusca seferber olduk, Somali'lerin imdadına yetişmeye çalışıyoruz.

Başbakan'ımız  bile Somali'yi ziyaret ederek, bizzat gözleriyle, yerinde görmek için didiş hazırlığı yapmaktadır.
Somali, Cumhuriyet olup   başkanlık sistemiyle idare ediliyor. Afrika'nın doğusunda, Hint Okyanusunda geniş sınırı olan, 637 657 km. kare genişliğinde, 8.5 milyon nüfusludur. Topraklarının sadece  %2 sinin , güneyde  iki ırmağın   suladığı  tarıma elverişli olduğu, onun da ekilmediği bir ülke dir Somali.

Somali halkı, 1950 den itibarten İtalya'nların boyunduruğunda  iken, 1960 da bağımsızlığını kazanarak Cumhuriyet ilan etti. 1991 de ülke iç savaş neticesinde tam bir yıkıma uğradı.  Büyük bir  açlık başladı. Kuzeydeki ayrılıkçı unsuırlar Somaliland Bağımsız Cumhuriyeti ilan ettiler. Somali'de 2000 den itibaren de, aşiretlerin birtbirine olan düşmanlıkları nedeniyle bir türlü birlik,huzur ve istkrar sağlanamıyor. Bu sebeple de birçok insan yurt dışına gitmek, yaşamlarını oralarda sürdürmek istemektedirler. özellikle güneyde bulunan insanlar teknelerle, petyrol zengini  emirliklerde ve  Suidi Arabistana gidip çalışmak istemektedirler. Ama üç kağıtçı tekne sahipleri 50 dolar karşılığında, eski,dökük teknelerine insanları tıkış tıkış doldurarak, Yemen açıklarında bu insanları denize atmaktadırlar.

Diğer taraftan korsanlık yapan korsanlara karşı da hükümetleri herhangi bir yaptırımda bulunmamaktadır. Bu korsanların hükümetlerine vergi veya ganimetten pay şeklinde,  resmi veya gayrı resmi avanta verdikleri olasıdır.
Kişi başı Milli geliri 200 dolar  cıvarında olan halkın yaşam süresi, erkekler de 46, kadınlarda 48 yıldır.
Yaşam uğruna kendi içinden vurulan , ezilen açlığa mahküm edilen Somali Halkı için toplanan yardımlar, umarım gerçek ihtiyaç sahiplerine gider.

Yardımlar bir yere kadar  nefes aldırır. Sonrası?  Önemli olan ,o insanların geçimlerini sağlayan ortamlar hazırlamaktır. Huzur içinde çalışmalarını, aileleri geçindirme  imkanları  yaratma, medeni insanlar arasında medenileşme çabası göstermeyi sağlama, insanlığın görevidir. Bunlar sağlanmadıkça, gönderilen yardımların hiç bir faydası olmayacağına inanmaktayım.




MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...