27 Nisan 2016 Çarşamba

YABANCILAR GÖZÜNDE ATATÜRK




İNGİLİZ BÜYÜK ELÇİSİ PERCY  LORAİNE' nin  ATATÜRK  HAKKINDAKİ  GÖRÜŞLERİ
- 3 -


Burhan  BURSALIOĞLU

6-  Diyaloga Açık Olma  ( 3 )
Loraine, Atatürk’ün “diyaloga açık olma” özelliğini 10 Kasım 1942 tarihli konuşmasında şu şekilde değerlendirmektedir:
“O kesinlikle yaklaşılması kolay bir insan değildi, kuşkusunun üstesinden güçlükle gelirdi, arkadaş edinirken oldukça ağır hareket ederdi çünkü doğası gereği ne olursa olsun arkadaşlığından asla taviz vermezdi. Evet’çilerden (ki “yes-man” tabiri İngiliz diline girdiğinden bir yüzyıl önce Türk dilinde çoktan yerini almıştı.) nefret ederdi. Dalkavuklar Onu tiksindirirdi. Ancak bu karakter dışındaki kişilerin daimi olarak görüşlerini duymak ve bilmek isterdi.”
10 Kasım 1948 tarihinde yapmış olduğu konuşmasında ise konuyla ilgili şu ifadeleri kullanmaktadır:
“Onun iletişim kurmakta kullandığı en sevdiği metot, kendisini, kabinesindeki üyeleri hatta diyalog kurmak istediği herkese uyguladığı psikolojik olduğu kadar da entelektüel olan sözlü sınavlardı. Bunlar araştırma sınavları idi. Onun verilen cevaba oldukça yakın birbirine bağlı sorularından, rahatlıkla meseleleri dikkatlice en küçük ayrıntısına kadar inceleyen bir kişilik yapısına sahip olduğu anlaşılabilirdi. Üzerinde çok fazla düşündüğü uzun ifadeli meseleleri bazen hızla, arka arkaya soru bombardımanı olarak yöneltirdi. Bu art arda gelen sorularına aniden ünlem ifadeli sözleriyle ara verir ve kaşlarını kaldırarak, buz mavisi gözleriyle içe işleyen, soğuk bir bakış fırlatırdı. Karşısındaki bu bakışın ne anlama geldiğini anlardı. Bunun anlamı, geveleme: Erkek erkeğe konuşuyoruz. Ne düşündüğünü duymak istiyorum, demekti.”
Görüldüğü gibi Loraine, Atatürk’ün düşünceye asla sınırlama getirmeyen, karar alırken her türlü eleştiriyi değerlendiren ancak bununla birlikte düşünce sahibi olmayan, dalkavuk şahsiyetli kişilerden itina ile uzak duran bir lider olarak, Onun bu özelliğinden övgüyle bahsetmektedir.


7 - Dünü, Bugünü, Yarını Başarılı Kavrayış:
Loraine’nin hayran kaldığı bir diğer özellik ise Atatürk’ün geleceğe ilişkin doğru öngörülerde bulunabilme yeteneğidir.
10 Kasım 1942 tarihinde yaptığı konuşmasında Loraine, Başkentin İstanbul’dan Ankara’ya taşımasını Atatürk’ün ileri görüşlü bir hareketi olarak nitelendirmektedir. Neden böyle düşündüğünü şu sözleriyle açıklamaktadır:
“Mustafa Kemal eski başkentin deniz gücü karşısında savunmasız olduğunun farkındaydı. Bu stratejik sebepti. Bunun yanı sıra bu kararının psikolojik sebepleri de vardı. Gerçek Türkler Anadolu bozkırlarında yaşayan Türklerdi. Meclisi Ankara’da açarak İstanbul’un kozmopolit yapısından uzaklaşmak istedi. Bu nedenle Ankara’yı başkent yaptı. ”
10 Kasım 1948 tarihli konuşmasında ise Atatürk’ün gelecekle ilgili öngörü yeteneği hakkında şu yorumu yaptığı görülmektedir:
“Cumhuriyet’in ilk günlerinde Atatürk, dönemin ve halkın modern yönetim için henüz hazır olmadığının farkındaydı. Halk Osmanlı İmparatorluğu’nun gelenekleri nedeniyle sömürülmüştü. Ve bu böyle devam ettiği sürece toplumun değişmesi beklenemezdi. Dolayısıyla halk kadar yöneticilerin de yeni devlet yapısına ve rejimin gereklerini yerine getirebilmek için eğitilmeleri gerekiyordu. Bu arada Türkiye’yi modernleştirecek olan değerler sabit tutulmalı, elde olan imkânlar ölçüsünde ilerleme sağlanması için çalışılmalı idi. Hepsinden de önemlisi uygulanabilir bir ulusal ekonomi yaratılmalı idi; O 1923 yılında ulusuna seslenişinde dedi ki: Eğer on yıl içerisinde ulusal bir ekonomiye sahip olamazsak, Kurtuluş Savaşımız, verdiğimiz onca mücadelemiz ve fedakârlıklarımız boşa gidecektir.
Onun öngörüsü her ne kadar önceleri anlaşılmaz gelse de son derece doğru idi. Onun dünyadaki meydana gelmesi muhtemel gördüğü hadiseler, Türkiye’nin uluslar arası ilişkilerinde başarılı olabilmesi için izlemesi gereken yol gibi konulardaki öngörülerini daima meslektaşları ile paylaşırdı. Ancak kabul etmek gerekir ki, meslektaşları O’nun öngörülerini anlamakta zorlanırlardı. Ancak o bu öngörülerin anlaşılması için bilgilendirirdi, tartışırdı, asla emir vermezdi.”

8 - Güvenilirlik:
Loraine Atatürk’ün güvenilirlik özelliğini Atatürk’ün dış politika tutumuna bağlı olarak değerlendirmiştir. Atatürk, kendinden çok milletinin gücüne inanmakla birlikte gerektiğinde barışı korumak maksadıyla ittifaklar kurmaktan çekinmemiş, geçmişe dayalı kin ve düşmanlık hisleriyle asla hareket etmemiştir. Loraine, Atatürk’ün barışı koruma konusunda da son derece samimi olduğuna inanmaktadır. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin de Atatürk’ün bu ilkesinden taviz vermeyeceğine duyduğu inancını 29 Ekim 1941 tarihinde yapmış olduğu konuşmasında şu şekilde ifade etmektedir:
“Bugün kuruluşunu kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin milli bayramıdır. Bu şanlı tarih, sonradan Kemal Atatürk namıyla tanınan Mustafa Kemal ismi ile her zaman bağlı kalacaktır. Türkiye için Cumhuriyet’in ilanı Türklerin hürriyetine kavuşmaları ve devletin halka karşı olan mesuliyetlerini kabul etmesi demek olmuştur. Bu Britanya için serbest bir Türkiye’ye elini uzatmak ve eski Osmanlı devrinde kabil olamayan bir şekilde sağlam bir dostluğun temelini atma fırsatını vermiştir. Ve şimdi, insaniyet tarihinin bu en zor günlerinde bu dostluk bir müttefikliğe dönüşmüştür. Bu gayet tabii bir şeydir. Çünkü, iki tarafta mihver zaferinin yalnız menfaatlerini değil, fakat aynı zamanda ideallerini de rencide edeceğini hissederek bu ittifaka girişmişlerdir. Türkiye, İsmet İnönü de, büyük selefi Kemal Atatürk’ün mesaisini başarmağa en uygun bir devlet reisi bulmuştur.”
10 Kasım 1942 tarihinde Loraine’nin Atatürk’ün dördüncü ölüm yıldönümü nedeniyle geçekleştirilen radyo yayınında da Atatürk’ün barışı koruma çabasından şu şekilde övgüyle bahsettiği görülmektedir:
“… Sizlere kısaca ülkenin dış politikasından bahsedebilirim. Herhangi bir yabancı devlet ile iyi ilişkilerin kurulması ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının ve egemenliğinin tanınması ve Ona saygı duyulmasından sonra gerçekleşebildi. Ne yazık ki çok az devlet Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, yirmi yıldan az bir süreçte savaş baltalarını gömerek, eski zamanlardan kalmış olan kinlerini unutabildiler. Savaş baltasını ilk gömen devlet Rusya oldu. Saltanatın eski üyeleri olan Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya ise Türkiye’nin Balkan Antantı’nda ortakları oldular. Bulgaristan ise diğer Balkan devletlerinden uzak durdu ve kendisine uzanan dostluk elini reddetti. Türkiye İran, Irak ve Afganistan ile de Sadabat Paktı’nı imzaladı. Böylelikle Türkiye Yakın ve Orta Doğu’da barışın ve iyi niyetin en önemli faktörü haline geldi. Diğer taraftan Atatürk ve bakanları küçük devletlerin büyük devletlere nazaran daha büyük bir tehlike arz ettiğini düşünüyorlardı. Dolayısıyla bir taraftan dış politikalarında komşularına anlayışla yaklaşıp, dostluk ellerlini uzatırken, diğer taraftan da istikrarlı bir şekilde savunma güçlerini güçlendirmek için orduya yatırım yaptılar. Bu dönemde ülke gelirlerinin %35’inin savunma giderlerine gittiği görüldü.
1930’lu yılların ortalarında İngiltere ile Türkiye arasında dostluk ilişkilerinin kurulması mümkün oldu. 1914 yılına kadar olan olaylar Türkiye ile İngiltere arasındaki dostluk ilişkisini diğer devletlere nazaran daha çok bozacak nitelikteydi. Ancak Atatürk bunların hiçbirini önemli görmedi ve İngiltere ile dostluk ilişkilerinin geliştirilmesini istedi. İngiltere’nin de Türkiye ile dost olmak için gösterdiği gayretler samimi idi.”

Loraine, 10 Kasım 1948 tarihli konuşmasında ise konuyla ilgili şu görüşlerine yer vermiştir:
“Atatürk’ün izlediği dış politikada hiç diktatörlük kokusu var mıydı? Hayır, kesinlikle yoktu. Onun politikası, barış, dostluk, uzlaşma politikasıydı. Komşuları olan diğer ülkelerin, yeni Türkiye Devleti’ni kabul etmeleri ve kara sınırlarına saygı göstermeleri koşulu ile de daima Onun dış politikası savaş karşısında bir garanti idi.
Bu bağlamda, Rusya ile baltalar gömüldü; Yunanistan ile çekişmeler sona erdirildi ve gergin ilişkilerin yerini sıcak ilişkiler aldı. Balkan Antantı yapılarak Balkanlarda süregelen kan davası sona erdirildi. Bulgaristan ise bu birlikten uzak durmayı tercih etti. İran, Irak ve Afganistan ile gerçekleştirilen Sadabat Saldırmazlık Paktı ile doğu sınırlarındaki barış garanti altına alındı. Fransa ile ilişkiler iyi ve dostaneydi. Faşist İtalya ile ise, normal diplomatik ilişkiler sürdürülmekle beraber çok iyi  değildi. İngiltere ile ise sadece sıcak ilişkiler değil aynı zamanda en yakın dostane iyi ilişkiler geliştirildi ve günümüz Türk-İngiliz ilişkilerinin temelini oluşturdu.
Son olarak şunu söylemek gerekir ki, Kemalist Cumhuriyet’in öncü yöneticileri kesinlikle revizyonist değildiler.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu düzen 1939’a kadar çok güçlü idi ki, günümüzde de hala dimdik ayaktadır. Türkiye’nin bu kararlı duruşu sadece Türkiye’nin geleceği için değil aynı zamanda acılarla dolu kararsız dünya için de bir denge unsuru teşkil etmektedir. Türkiye kendi gücünün farkındadır; Türkiye dostlarını çok iyi tanımaktadır, Türkiye rejimine sadıktır, Türkiye gelecekte de sözünü tutacaktır.”

22 Nisan 2016 Cuma







23 NİSANLAR KURTULUŞUN ve ŞEHİT ÇOCUKLARIN SİMGESİDİR


Burhan Bursalıoğlu

600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun son yılları  perişandı.   Avrupa devletleri “ Hasta adam” lakabı takmışlardı.  İmparatorluk alay konusu olmuştu. Topraklarımız savaşsız parçalanmış, Avrupanın sömürgeci devletlerince işgal edilmişti. Başkent İstanbul’a girilmiş, meclis dağıtılmış ve işgal komutanlığı padişaha istediklerini yaptırıyordu. Şeref ve onur beş paralık edilmişti.
Diğer tarafta insanlar gidişten hiç memnun değillerdi.  Birşeylerin  yapılması  gerekliydi. Ama, istibdat  yönetimi fırsat vermiyor,  yakalanan  yazarlar, gazeteciler, şairler, sanatçılar, işgal kuvvetleri aleyhine konuşanlar, tepki gösterenler ya sürgüne ya da  hapishaneye gönderiliyordu.
Ama bu durumdan kurtulmaya çalışan yer altı örgütleri  zincirin kırılmasına uğraşıyorlardı.

Nihayet, zinciri kırmayı başaran Mustafa Kemal, uzun yıllar düşündüğünü uygulamaya koymak için 19 Mayıs 1919 da Anadolu’ya geçerek, aklındaki, onurlu, modern demokratik ve düşmanlarınca gıpta ile bakılacak bir devlet kurmaktı.
Bu amacına ulaşmak için Kurtuluş Savaşı vermenin   gerekli olduğuna  inanmıştı.

 Anadolu’nun, Ankara civarı hariç her tarafı işgal edilmiş olduğundan, onları Yurttan çıkarmadan amacına ulaşılamıyacağına inana Mustafa Kemal  resmi girişimlere başladı. 23 Nisan 1920 de Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetini kurdu. Düşmanlarla  2  yıl,  imkansızlıklarla,  yırtık  asker kıyafeti, delik postallar, kuru ekmek ve peksimetlerle savaşan, ama, milliyet sevdası ve iman dolu duygularla , 30 Ağustos 1922 de Büyük Taarruz zaferini kazanarak, düşmanları yurt dışına sürdü.

 29 Ekim 1923 de   idealini gerçekleştirerek Cumhuriyet’i ilan etti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, önemli olan 4 tarihin bayram şenliği içinde anılması için, Meclisin kabulü ile, 19 MAYIS’ı  gençlere,  23  NİSAN’ı  çocuklara, 30 AĞUSTOS’u askere, 29 EKİM’i de, Cumhuriyet’in kuruluşu nedeniyle, Türk Ulusuna adandı. Bunun için gereken yasalar kabul edilerek, her yıl bu dört Ulusal bayramlarımızı coşku ile, stad, meydan ve okullarımızda kutlamaktayız.
Ancak, son 10 yılda bazı gerekçeler ileri sürülerek, kutlamalar kesintiye uğratılmıştır.

Son olarak, yarın  96.  Yılını kutlayacağımız ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI’  mızın törenleri  “ şehitler var”  gerekçesiyle iptal edildiği açıklandı.
Yıllar öncesine  gittim.  Henüz çocuktum. İlkokuldaydım. 2. Dünya savaşı sonlarına gelinmişti. 23 Nisan Bayramına az bir süre kala, kimsesiz ve şehit çocuklar yararına, Çocuk Esirgeme Kurumu adına, yardım toplamak için, her okuldan öğrenciler  seçilir, büyükçe, sarı renkte, galiba pirinçten bir kumbara, boynumuza astığımız, içinde toplu iğne, ÇEK in  kağıttan, amblemi, yuvarlak rozetler olan tabla ile ( ki, ben 3 yıl görevlendirildim) sokak sokak, çarşı Pazarı, büyük bir özveri ve onurla dolaşır, yakasında  rozet olmayan herkese rozeti takardık. Yakasına rozet takılan kişi  gönlünden geçen bir miktar parayı kumbaraya atardı.

Kimin kumbarasından çok para çıkarsa, ÇEK  ona armağan verirdi. Birinci gelmem için  babam ve tanıdıklarımdan  çok para atmalarını isterdim. Bu sayede ilkokullar arasında 2 yıl birinci geldim. İlk yıl, okullara tavsiye edilen kılasik eserlerden 2 adet, ikinci yıl da, Türk yazarlarından 3 adet roman armağan vermişlerdi.
Bayram arifesinde, okullarımızı, sınıflarımızı süsler, cadde ve binalar bayraklarla donanır, caddelere taklar yapılırdı. Kutlamalar okul bahçelerinde, hükümet konağı meydanlarında  yapılırdı.

23 Nisan 1920 tarihi, Kurtuluş Savaşının resmi ve programlı tatbikinin başlangıç günüdür. Şehitler vermeye, çocukların babasız ve yetim kaldığı sürecin başladığı  tarihtir. Bu nedenle, öksüz ve yetim kalan çocuklar için Atatürk’ün önerisiyle, Ankara’da  “ANKARA HİMAYE-İ  ETFAL CEMİYETİ” kuruldu.
23 Nisan Bayramı 1926 da Çocuk Bayramı olarak kutlanmaya başlandı. 
1928 de “23 Nisan HAKİMİYETİ MİLLİYE  ve ÇOCUK BAYRAMI, 1929 da da bir günlük bayram bir haftaya çıkarıldı.
1935 de de HİMAYE-İ ETFAL CEMİYETİ  “ÇOCUK ESİRGEME KURUMU” adını aldı.
23 Nisan, çocuklara sahip çıkmanın simgesidir. Bu Bayramı engellemek, şehitlerimizi ,yetim  ve  kimsesiz    çocuklarımızı tanımamak değil midir?

Acaba diyorum; belleğimde kalan birkaç olayı hatırlatarak bir sonuca varabilir miyiz? Veya, nereye doğru yönlendiğimizi anlayabilir miyiz?
“ Bilimsel,laik ve demokratik eğitim” sloganıyla yürüyüş yapan öğretmenlere hapis cezası  verildi.
 “ Düz Devlet lise ve orta okullar  İmam Hatip okullarına dönüştürüldü”.
“Kurtuluş savaşını konu alan kitapları öğrencilerine tavsiye eden öğretmene soruşturma açıldı”             
“Tişörtlerinde Atatürk portresi olan çocukların öğretmenine ceza verildi.”
“İlkokullara   kadar  inilerek ,tüm  okullarda türban serbest bırakıldı
“Ailece pikniğe giden öğretmen ve ailesi hakkında, bir basında “ öğretmen öğrencileriyle rakı içtiler” iftirası sonrasında, gazeteyi dava edip tazminat kazanan öğretmen hakkında soruşturma açıldı”.
“Bir ana okulunda ders veren bir imam, çocuklara (cennetin dünyadan daha güzel olduğunu, ölümün sonunda cennete gidileceğini, onun için ölümün güzel bir vaka olduğunu)  anlatması sonucu, eve giden çocuk babasına  ölmek istediğini açıklıyor.
Kız ve erkek öğrencilerin  aynı merdivenleri kullanması,  Milli Eğitim Müdürünü rahatsız ettiğini açık açık söylüyor.
Edebiyat  öğretmeni, Atatürk’ün Gençliğe hitabesini  açıklarken, parçada geçen ” “iktidar” sözcüğünden gocunan yöneticiler, öğretmeni sürgün ediyorlar.

 Öğrencilerine, “Gazi Paşa  ve  Şu Çılgın Türkler”  romanlarını tavsiye eden öğretmen soruşturma geçiriyor.
Tabelaların çoğundan TC  ibaresi kaldırılıyor.
Atatürk büst ve heykelleri tahrip ediliyor.
Okullarda “Andımız “ kaldırıldı. Anayasanın iptaline rağmen hala  asmayanlar  var.
Cadde, sokak, alan, park  ve spor  salon ve statlardan Atatürk  adı kaldırılıyor

Şu ana kadar, yeni yapılan 22  stadın  12  sinin  Atatürk adı değiştirildi. Ya katkı yapanın ya şehrin ismi verilerek arkasına  “arena”  ekleniyor. Vodafon arena, Telekom arena, samsun arena, torku arena, çaykur didi arena, çotanak arena gibi.  Adı İnönü olan 3 stadın  adı değişti.  7 tanesinin adları önemli kişileri taşıyordu. Onlar da değişti. O kadar çok şey yaşamımızdan silindi, değişti ve yasaklandı ki, hepsini yazmak için sayfalar yetmez.
Bu değişikliklerle ,  Atatürk , arkadaşları  ve bıraktıkları eserler  unutulmaya çalışılmıyor mu?
Ülkemizde her gün 3-5 şehit haberleriyle sarsılıyoruz.  Şehit aileleri kan ağlıyor. Ama hayat devam ediyor.

Sportif faaliyetler   devam ediyor. 10 binler yarışmalara koşuyor. Televizyonlar, radyolar, gazinolar, sinemalar,  barlar normal programlarını uygularken , şen ,şakrak zaman geçiriyorlar. Kimse de  şehitleri düşünmüyor.  Nişan ve düğünler yapılıyor, önemli kişiler buralarda boy gösteriyorlar. “Şehitimiz var”  demiyorlar.
Vodafon Arenanın açılışı yapıldı. Bütün yöneticiler orada idi. Göstermelik top bile oynadılar. “Oynamayalım, şehitlerimiz var”  demediler.
23 Nisan  gelince mi şehitle düşünülmeye başlandı ?
Morali bozuk olan Milleti bırakın da, hiç olmazsa çocuklarının hazırladığı gösterilerle moral bulsunlar.
Bahanelerle bu Ulus  kandırılamaz. Açıkca,  gerçek niyetleDİLİYORUM.r  söylensin de biz de bilelim.

TÜM  ULUSUMUZUN  BAYRAMINI  KUTLAR,  SAĞLIK, ESENLİK  VE  MUTLULUKLAR  
DİLERİM




21 Nisan 2016 Perşembe

YABANCILAR GÖZÜNDE ATATÜRK




İNGİLİZ  BÜYÜK ELÇİSİ PERCY LORAİNE ‘nin  ATATÜRK HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

-2-


Burhan Bursalıoğlu

PERCY  LORAİNE'nin  görüşlerine  devam ediyorum,

3- Gerçekçilik:  
Atatürk’ün en önemli özelliklerinden biri olan gerçekçiliği sayesinde, kendisinin ve ulusunun gücünü doğru saptamış ve hedeflerini de bu doğrultuda belirlemiş, eylemleriyle ulusunu maceraya sürüklememiştir.
Loraine, Türk ulusunun Atatürk’ün “gerçekçilik politikası” doğrultusunda ilerlediğini Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu münasebetiyle 30 Ekim 1942 tarihinde Türk milletine hitaben Türkçe gerçekleştirmiş olduğu konuşmasında şu sözleriyle ifade etmektedir:
Biz, İngilizler, harbin Türk hudutları istikametinde genişlediğini ve Türkiye’ye yaklaşmadığını gördük. Aynı zamanda Cumhuriyet ordularının Türk topraklarına Türk milletinin hürriyet ve şerefine vaki olacak her tehdidi defetmeye hazır bulunduğunu da müşahede ettik.”
10 Kasım 1942 tarihinde Loraine tarafından Atatürk’ün dördüncü ölüm yıldönümü nedeniyle geçekleştirilen radyo yayınında ise, Atatürk’ün İngiliz ulusunun saygı duyacağı, gıpta edeceği, çok fazla vasfa sahip olduğunu belirttikten sonra Atatürk’ün hedeflerini şu şekilde özetlemektedir:
O yeni Türkiye Devleti’nin Türk halkının devleti olmasını istiyordu. Onun tasarladığı devlet anlayışına göre halk kendi üstün yeteneklerine inanacak, hiçbir yabancı devletin ideolojinin etkisi altında kalmayarak tam bağımsız, kargaşadan uzak, barışçı olacaktı.”

Ayrıca aynı konuşmasında Atatürk’ün amaçlarını ise şu şekilde açıklamaktadır:
“Onun amacı, tükenmiş, parçalanmış, çok kültürlü Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan Türk Ulusu’ndan türdeş bir millet yaratmak ve bu doğrultuda Türkiye’yi yeniden inşa etmekti. Yeniden yapılandırmayı gerçekleştirirken izlenmesi gereken iki önemli aşama vardı. Öncelikle Türk halkına bağımsızlığını ve egemenliğini kazandırmak, ikinci olarak da Osmanlı’dan kalan Türk kökenli olmayan vatandaşlara Türk vatandaşlarıyla eşit haklar sağlamak idi.
Bu hedefine ulaşabilmek için ilk önce Türk halkı için zararlı düşünceleri barındıran gelenekleri, bu geleneklerin temsilcisi kurumları yıkmaya hazırlandı ve yıktı. Atatürk’ün bu idealini anlamayarak ortadan kaldırmak isteyenlerin oluşturdukları kuvvet çok büyüktü. Saltanat ve hilafet geleneği vardı, sarayın halk üzerindeki etkisi büyüktü. Çünkü İslâm anlayışı devlet dairelerine iyice yerleştirilmişti ve bu düşüncenin sahipleri devlet dairelerinde oluşturulan dini hiyerarşinin savaşçılarıydı. Diğer taraftan Osmanlı İmparatorluğu’nu çok uluslu yapısını muhafaza edeceğine söz veren ancak bunu gerçekleştiremeyen Sultan Abdülhamit Enver, Talat ve Cavid gibi kişilerin başında yer aldığı Genç Türkler tarafından devrilmişti. Hindistan, Rusya, Çin Afrika vb.. dünyadaki tüm Müslümanları bir araya getirerek dine dayalı bir Saltanat-Hilafet kurma ideolojisine sahip olan bu Pan-İslamist dönekler; Abdülhamit yıkıldıktan sonra, bir anda Kafkasya, Türkistan vb.. dünyadaki bütün Türk soyundan gelenleri bir araya getirerek devasa bir Türk İmparatorluğu kurmayı amaçlayan Pan-Türkist ideolojinin savunucuları haline geliverdiler ve imparatorluğun kaderini Almanlara teslim ederek ve savaşta Almanya’nın yanında yer alarak askeri felaket, ekonomik iflas ve ülkenin parçalanmasına neden oldular. İşte Mustafa Kemal, eski imparatorluğun bu eski askerlerine karşı mücadele vermek mecburiyetinde kaldı.
Ben inanıyorum ki, Mustafa Kemal kendisinden çok halkına inanıyordu. Kendisinin sahip olduğu inançla halkını sahip olduğu cesaret, değer, onur, kendini görevine adama ve inancıyla birleştirdi. Bu sayede eski gelenekleri yıktı, muhalefete karşı durabildi, entrikaları engelledi ve nihayet hayalindeki Türk Cumhuriyetini kurdu.
Bu büyük dönüşümün ilk sonucu yeni bir devlet kurulması oldu ve daha sonra da bu devletin güvence altına alınması.”

Aynı konuşmasında Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra Atatürk’ün hedeflerini ise şu şekilde özetlemektedir:
“Devrimlerini gerçekleştirirken onun başlıca sorun olarak gördüğü üç mesele vardı. Birincisi kadınları özgürleştirmek ve onlara sınırlamasız bütün meslek dallarında kariyer yapma imkânı sağlamak; ikincisi ülkeyi laikleştirmek ve bütün dinlerin ülkede eşit haklara sahip olmasını sağlamak ve sonuncusu ise tarımsal reformu gerçekleştirerek tarımı Cumhuriyet’in temel endüstri kolu haline getirmek idi.”
Loraine’nin bu yorumlarından, Atatürk’ün belirlediği hedeflerin hayallerden ve maceradan uzak, Türk ulusunun ihtiyaçlarından kaynaklandığını ve Onun bu ideallerini gerçekleştirirken halkının desteği ile büyük ve saygın bir mücadele verdiği kanaatinde olduğu görülmektedir.

4- Taktikte Ustalık:
Loraine, Atatürk’ün hedef saptamadaki başarısı kadar, hedeflerine ulaşırken izlediği stratejiden de övgüyle bahsetmektedir. 10 Kasım 1942 tarihinde Loraine tarafından Atatürk’ün dördüncü ölüm yıldönümü nedeniyle geçekleştirilen radyo yayınında Atatürk’ün bu yetisinden şu şekilde bahsetmektedir:
“Sıra dışı yeteneklere sahipti. Ona zor ve karmaşık sorunlarla gelindiğinde, önce meseleleri önem derecelerine göre sınıflar ve daha sonra buna göre derhal harekete geçerdi. Bu süreç onda öyle otomatik bir davranış haline gelmişti ki, çok hızlı bir şekilde sorunları çözüme kavuştururdu. Atatürk’ü anlamanın tek yolu; önce kendiniz onun hakkında bir görüş sahibi olacaksınız, görüşünüze bağlı kalacaksınız, o görüşünüzü müdafaa edeceksiniz, kalanını ise şansa bırakacaksınız. O düşündüğü doğruların karşısında yer alan kişilerle asla uzlaşamaz ve kim olursa olsun onu hakir görürdü. Bu özelliği nedeniyle Onu katı bir adam olmakla yargılayabilirsiniz. Evet, o katı idi. Doğası öyle olmasa bile, muhtemelen yaşadığı çetin hayat onu o hale getirmişti.”
Atatürk’ün ölümünün onuncu yıldönümü olan 10 Kasım 1948’de Loraine’nin BBC’den yayınlanan konuşmasında ise Atatürk’ün bu özelliğinden şu şekilde bahsettiği görülmektedir:
“Bir türlü tanımlayamadığım, Onun dışında başka kimsede görmediğim, Ona hiç çaba harcamadan herhangi bir problemle ya da durumla karşılaştığında öncelikli sorunları diğerlerinden ayırabilme imkânı veren içgüdülere sahipti.”
Bu sözlerinden de anlaşılacağı gibi Loraine, taktikte ustalık yeteneğini Atatürk’ün doğuştan sahip olduğu bir yetenek olarak değerlendirmektedir.


5- KARARLILIK
Loraine’nin altını çizdiği Atatürk’ün bir başka özelliği ise kararlılığıdır. 13 Eylül 1942’de İngiltere’nin Sunday Times gazetesinde Loraine’nin “Turkey and The Kemalist Tradition” başlıklı yazısında Atatürk’ün verdiği kararlardan asla dönmediği, kararlarının arkasında korkusuzca durduğu ve ölümüne kadar da bu özelliğinden asla taviz vermediği üzerine vurgu yapılmıştır12.
Ayrıca 10 Kasım 1942 tarihli radyo konuşmasında da konuyla ilgili görüşlerini şu şekilde belirtmiştir:
“Bu adam, hayatı boyunca doğru bildiklerini yapma konusunda tereddüde düşmedi asla korku yaşamadı. En zor anlarda bile korkmadı. Nasıl korkusuz yaşadıysa aynı şekilde korkusuzca öldü. Onun ölümünün büyük zaferine gölge düşüreceğine kesinlikle inanmıyorum. O, halkının hayat standardını iyileştirdi. Onun halkına bıraktığı en kıymetli hediye ise, onurlu kıymetli bağımsızlık oldu.”
10 Kasım 1948’de ise konuyla ilgili düşüncelerini şu şekilde dile getirmektedir:
“Onun olağanüstü bir insan olduğunu düşünüyorum; kesinlikle eminim ki o çok sıra dışı biriydi. Tehlikeden asla korkmadığı, dış görünüşünden kolayca anlaşılabilirdi ya da karşısına çıkan sorunları halletmek için kararsızlık göstermediği.”
Ayrıca aynı konuşmasında şu sözleri ile Atatürk’ün kararlarının üzerine korkusuzca gittiğinin altını çizmiştir:
“Sorumlulukları çok ağırdı: ama o asla sorumluluklarından kaçmadı hepsini kabul etti, asla sorumluluklarından korkmadı ve asla birbirine karıştırmadı ayrıca o kendi kendisinin saygısını kazanmak için tüm gücünü ortaya koymak durumunda idi. Mustafa Kemal Atatürk, münakaşa ve tartışmaları severdi. Bu onun diğer insanları sadece düşündüklerini ortaya koymak için değil aynı zamanda karakterlerini tahlil ettiği sınama yollarından biriydi. Atatürk’ün verdiği hükümler nadiren hatalı olurdu. Onun hedefleri öylesine açık, ideallerinin doğruluğu öylesine kesindi ki, insanlar üzerinde harekete geçirici bir etkiye sahipti. Atatürk, doğa tarafından asla tükenmeyecek bir güçle ödüllendirilmiş olmalı. Buna rağmen onun bu yeteneğinden kendini disipline ederek istifade ettiğini düşünüyorum. Mustafa Kemal Atatürk, hayatın uzun, acımasız ve daimi bir sınav alanı olduğunu gayet iyi biliyordu. Soruların yanıtlarını bulmaktan kendini asla alıkoymadı.”


MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...