10 Kasım 2012 Cumartesi




10  KASIM

Burhan Bursalıoğlu

YILIN SEVMEDİĞİM TEK GÜNÜ.
74 YILIN SEVİLMEYEN 74 GÜNÜ

ATAM:  ZANNETME Kİ SADECE 74 YILDA 74 GÜN SENİ HATIRLIYORUZ. ASLA. SENİ HİÇ UNUTMADIK Kİ.
HERGÜN SENİ DAHA İYİ ANLIYOR VE SANA DAHA ÇOK DEĞER VERİYORUZ.
SANA OLAN BAĞLILIĞIMIZ DAHA DA GÜÇLENİYOR.
SENİN BİZE BIRAKTIĞIN EMANETLERİN DEĞERLERİNİ,  YILLAR GEÇTİKÇE  DAHA ÇOK  ANLIYORUZ.
GENÇLİĞE HİTABENDE YAPTIĞIN UYARILARIN ANLAMINI ŞİMDİ DAHA İYİ KAVRIYOR, BU GÜNLERİ GÖRMÜŞ OLMAMIZDAN DOLAYI SENİN NE BÜYÜK BİR İNSAN OLDUĞUNU DAHA ÇOK  İDRAK EDİYORUZ.
ATAM,  HER NEREDEN OLUMSUZLUKLAR GELSE DE, SENİN BİZE BIRAKTIĞIN, BAŞTA CUMHURİYET VE TÜM  EMANETLERİN  YOK OLMASINA MÜSADE ETMEYECEĞİMİZİ BİLMENİ İSTİYORUZ.
74 YIL OLDUĞU GİBİ, BUNDAN BÖYLE DE   CENNET MEKANINDA RAHAT UYUMANA DEVAM ET.
ALLAH  SANA GANİ GANİ RAHMET ETSİN.















 

5 Kasım 2012 Pazartesi

Y A Z S O N U




BİR YAZ DAHA BİTTİ

Burhan Bursalıoğlu

2012 Nisan'ında Bodrum'a gelirken, yaz aylarının verimli, üzüntüsüz, neşeli ve huzur içinde geçmesini dilemiştim. Çünkü geçmiş yazlarımda üzüntülü günlerimiz olmuştu. Çok yakın insanlarımızı kaybetmiştik. Onun için bu yaz böyle üzücü olaylarla karşı karşıya kalmamayı dilemiştim.

Dileğim bir olay hariç gerçekleşti diyebiliriz. Eylül ayında, Sivas Öğretmen Okulu mezunlarının 34 yıldır, 10 günlük beraberliğimiz, Kuşadası'nın Davutlar bölgesinde bir tatil köyü denen Egeriye Beach te 180 arkadaş buluştuk. Güzel geçmekte olan beraberliğimizin 7. günü, İzmir'de ikamet eden, hastalığı nedeniyle gruba bu sene katılmayam İsmail Gülamber'i, 8. gün, yine izmirde ikamet eden, O da hastalığı nedeniyle gelemeyen  arkadaşımız  Bedriye Sağlamer'i kaybettik. Onların üzüntüsünü yaşarken, 9. gün yönetici arkadaşımız Turgut Terzioğlu'nun aniden rahatsızlığı sonucu, onu da kaybettik. Bu kayıplar hepimizi bitirdi. İyi başlayan birlikteliğimiz kötü bitti. 
Bu olaylar 2012 yazının beni etkileyen, dileklerimin  bir kısmının yerine gelmeyen tarafıydı.
Bu elim ortamın dışında yaz aylarım iyi geçti. Dost, akraba,arkadaş ve çocuklarımın gelişleri beni çok mutlu etti, yaz aylarıma çeşni kattılar.
Bu arada 3 günlük Yunan Adalarına yaptığımız gezi de bu yazın başka bir özelliği idi.

Yaz bitti.Geri dönüş hazırlıklarımız da hemen hemen bitti. 7 Kasım'da yola çıkacağız. Aslında Bodrum bırakılacak gibi değil. Bugün 5 Kasım Pazartesi. Gökyüzünde bir nokta dahi bulut yok. Bakıyorum deniz de insanlar. Sahiller yine kalabalık. Her taraf yeşil ve rengarenk çiçekler. 16 Nisan'da Bodrum' geldik. O tarihten beri geçen haftaya kadar bir damla yağmur yağmadı. Geçen hafta bol, şiddetli , ama kısa süren  yağmurdan sonra, her taraf yeşillik oldu. Otlar  topraktan fışkırdı. Bahçemdeki narenciye ağaçlarımda çiçek açtı. Bir dalda çiçek,  aynı dalda  2012 nin meyvesi. Armut ağacını çiçek kapladı. Onda da  çiçek ve armut yan yana. Duta ne demeli. Haziranda meyvesini yediğimiz dutumuz Ağustos sonrası yaprakları sararıp döküldü. Yağmurdan sonra yeniden yaprak açtı ve meyve vermeye başladı. 15-20 gün sonra dutlar olgunlaşır kanısındayım.
İşte Bodrum böyle bir memleket. Burayı bırakıp gitmek olmaz, ama  öğrencilerimle, 18 Kasım günü  buluşmam  ve torunlarımla birlikte olmam için gitmem gerekiyor.
Umarım Allah sağlık verirse, kış aylarımız üzüntüsüz geçerse, seneye tekrar buraları görmek kısmet olur.

Sizlerin de kışlarınızın  mutlu geçmesi dileğiyle hoşca kalın.

1 Kasım 2012 Perşembe

CUMHURİYET BAYRAMI KUTLAMALARINDAN




BANK-EV  imizde CUMHURİYET RESEPSİYONU


Coşkulu kalabalığın bir bölümü

Burhan Bursalıoğlu

Cumhuriyet Bayramımız tüm Ülkemizde ve dış temsilciliklerde kutlandı. Özellikle, yürüyüşe izin verilmeyen Ankara'nın durum merakla bekleniyordu. Yürüyüş kararı alan sivil örgütler, Ankara valiliğinin katı tutumuna rağmen, eski TBMM binası önünden hareketle, Anıtkabirde son bulacak yürüyüş planlanmıştı. Polisin barikatına, su  ve biber gazı sıkmasına rağmen, direnen yüzbinlerce insan seli dağılmamış, yürüyüşünü  aksatmamıştır. Sonuçta sağduyu hakim olmuş,  yolun açılması   ile, tatsız başlayan yürüyüş tatlı bir şekilde, Anıtkabirde sona ermiş oldu.
Türkiye'nin her tarafında, Kentte, kasabada, belde de, köyde Cumhuriyet Bayramımızın 89. yılı, geçmiş yıllara benzemeyen büyük bir coşku ile kutlandı.
Türk  Sanat Müziği Koromuz
1173 konutlu, Bank-Ev  sitemizde de, gece Yönetim Kurulumuzun programladığı resepsiyon yapıldı..
Sosyal tesislerimizde, her taraf bayraklarla donatılmıştı. Her masada  4 kişilik kanepeler, yanında  leblevi, ayrıca 4 adet  küçük bayraklar vardı. Girişte yakalarımıza Türk Bayraklı Atatürk'ün resmi takıldı. Sinema perdesi ve perdede,saat 19.30 dan itibaren kapanışa kadar gösterilen Atamızın resimleri ve  ve kendi sesinden söylevleri gösterildi. 300 ün üzerinde  onur veren Bank-Ev liler, üst üste 3 kez 10. yıl marşını söyleyerek açılış yapıldı.
Sitemizin  Yönetim kurulu başkanı Esin Domaniç Şahinbozkır ve Yılmaz Bey

Açılış konuşmasını  sitemizin  Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Esin Domaniç Şahinbozkır  yaptı. Kendisinin Gazı ve Kastamonu'da ilk şapka giyen dedesinin torunu o9lduğunu belirterek, Cumhuriyet Bayramımızı kutladı.
Taktimciliği yapan, sitemizin popüler simalarından olan sayın Yılmaz  Bey,   sitemizde oturanlarından oluşan Türk Sanat müzüği korosunu sahneye davet etti. Enstrumanların da hazır olduğu belirtilerek, Televizyon ve radyo korolarında şeflik yapan  bir arkadaşı,koroyu yönetmek için davetlilere tanıttı. Yılmaz Bey tekrar 10. yıl marşını söyleterek kapanışa kadar Türk sanat ve halk müziği ziyafeti çekildi.
Nigar Uluerer  sahnede

Bu arada aramızda bulunan , bir zamanların meşhur Türk müziği sanatçısı olan  Nigar Uluerer, istek üzerine  sahne alarak birkaç şarkı söyledi. Geçmiş yaşına rağmen söylediği şarkılar ayakta alkışlandı. Zaman zaman da koroya iştirak ederek koro ile birlikte şarkılara katıldı.
Nigar Uluerer  koroda

Milli kıyafetleriyle, Ege  oyunlarını eşıyle  birlikte   sunan sanatçı arkadaşımızda geceye renk kattı.
Bu gösteriler olurken, video gösterileride devam ediyordu.
Geç  saatlara kadar  devam eden Cumhuriyet  resepsiyonumuz, marşlarla sona erdi.
Gecemizi düzenleyen Yönetim Kurulu  başkanımız sayın Esin Domaniç Şahinbozkır'ın şahsında, yönetim Kuruluna, emek veren arkadaşlarımıza ,esprileriri ve rahat taktimleriyle neşe katan Sayın Yılmaz     Bey'e teşekkürlerimi sunuyorum.
Folklorcu çift Ege oyunlarını sunuyorlar


Bundan sonraki yıllarda Cumhuriyetimizi, kazaya uğramadan, daha coşkulu bir şekilde kutlamayı Tanrıdan nasip etmesini bekler, yaklaşan 10 Kasım'da, Atamızın 74. ölüm yılının da, O'a layik bir biçimde kutlanmasını  diliyorum.

29 Ekim 2012 Pazartesi

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ





CUMHURİYET  BAYRAMI  SIFIRLANDIRILAMAZ
 Burhan Bursalıoğlu
Bu gün Cumhuriyet’imizin 89. Yılı.  Son iki yıl hariç her yıl bayram olarak  29 Ekim’lerde, Türkiye  sınırları içinde, dış ülkelerde, Türkiye Cumhuriyeti’nin temsil edildiği her yerde ve Kıbrıs’ta , Türk Vatandaşı kimliği taşıyan, azınlıklar da dahil olmak üzere  kutlanmaktadır.  Son iki yıl çok basit nedenlerden ötürü kutlamalar eğlenceler, gösteriler ve mutat resepsiyonlar yapılmadı.
Bu sene de,bazı yasaklar geldi. Ankara’da düzenlenmek istenen yürüyüş Ankara valisi tarafından yasaklandı. Harp Okulu öğrencilerinin  son iki seneye kadar yaptıkları yürüyüş de trafiğin aksamaması gerekçe gösterilerek izin verilmedi.  Bildiğimiz, Amasya Valisi tarafında yapılması düşünülen resepsiyonun bir pastanede yapılması haberi gündeme düştü. Sanki Amasya’da salon yokmuş gibi bu çok önemli geceyi bir pastanede düzenlemek, Amasya’ lılara bir hakaret olarak düşünüyorum. Resepsiyonun yapılmaması bence daha mantıklı olurdu.
Cumhuriyet’imize ve onun  kurucusu Atatürk’e yapılan aşağılayıcı davranışlar, onur kırıcı uygulamalar, düşmanca davranışların  nedenlerini ,inanın anlayamıyorum.
Cumhuriyet’imizin kurucularının hepsi rahmetli oldu. Başta Atatürk olmak üzere Cumhuriyet kurucularına karşı unutturma kampanyası başlatıldı. Atatürk resim ve posterler çöplükte, büstleri  ve maskları parçalanmış bir durumda yerlerde sürünüyor. Ders kitaplarından  resim ve metinler çıkartılmış, Onuncu yıl marşı ile alay edilir duruma geldik. İmam hatip öğrencileri heykellere çıkıp  el hareketleriyle  düşmanca davranışlar  içinde alay etmekteler.  Milli  Bayramların tamamen kaldırılması için kısım, kısım kırpılmakta, bazı etkili eylem, gösteriş ve toplantılar yasaklanmaktadır. Atatürk devrim  ve  Cumhuriyet’in bekçileri olarak  tanıdığımız Türk Silahlı Kuvvetleri  kuşa çevrildi. Tüm  Atatürkçü paşa ve subaylar  tutuklandı. Ordudaki Atatürk’çü subaylar  tasfiye edildi. Böylece her yapmak istediklerini  korkusuzca yapma ortamı hazırlanmış oldu.  Ulus Devleti bitirilmek isteniyor. Milli değerlerin  ortadan kaldırılmasına çalışılıyor. Yapılan ve yapılacak olanlarla nereye varacaklarını bilmiyoruz. Bir hedefleri nin olduğunu sık sık söylüyorlar . 2023. Yani Cumhuriyetin 100. Yılı.  Tabii o tarihe kadar yönetimde kalırlarsa, bizlerin de ömrümüz yeterse göreceğiz.
Ama yine de diyorum ki,  bu insanlar yakın tarihimizi anlatan kitapları okumamışlar  Cumhuriyet  tarihinin sayfalarını karıştırmamışlar. Cumhuriyetimizin nasıl  kazanılmış olduğunu  bilmiyorlar. Bilseler, O insanların kemiklerini sızlatacak ne söz söyler ne de  yapılmış olanları yıktırırlardı.  Bu günkü mevcudiyetlerini,  bu günkü mevkilerini , rahatlıklarını, aileleri ile huzurlu oluşlarını, mutlu oluşlarını, babalarını tanımış, baba sevgisini tatmış olmalarını, varlıklarını,  köle olmaktan kurtulmalarını, ulusun hür ve bağımsızlığını sağlayanın, parasız, ordusuz, silahsız, bir avuç  arkadaşıyla, kelle koltukta, dünyanın en güçlü devletlerine karşı koyanlara, Atatürk  ,İsmet İnönü, Kazım Karabekir,Kemalettin Sami Paşa, Halit Paşa,  Kazım Özalp Paşa, Fethi Okyar’a , kısaca yaşamlarını  O insanlara  borçlu olduklarını bilmiyorlar. Cumhuriyetimizi n  hangi imkansızlıklarla , nice şehit ve gaziler  vererek kurulduğunu  bilmiş olsalar, Türk’ün geleneğinde  olduğu gibi, “ Ölenin arkasından  kem söz  söylenmez.”  İnanışımıza göre  konuşmaz  ve onları küçüksemezlerdi.
 İstiklal Savaşımızın kazanılmasında, düşmanların Anadolu’dan kovulmasında, camilerimizin kiliseye dönüşmemesinde, minarelerin sessiz kalmamasını,  bayrağımızın yerine başka bir devletin  bayrağının asılmamasını sağlayan, babası belli olmayan çocukların doğmalarını engelleyen Türk Ulusunun ve Türk devletinin dünya üzerinden silinmesine müsaade etmeyen yürekli insanlara  borçlu olduklarını bilirlerdi. Türk Ulusu yekvücut , tek yumruk olmuştu.  Düşmanların başına  balyoz gibi indi. Ve o vuruşun ardından oluşan Cumhuriyet ve onun getirdiği Devrimler, yenilikler bir bir yok edilmeye uğraşılıyor. O şerefli kahramanlar unutturulmaya çalışılıyor, Atatürk köşeleri okullardan kaldırılıyor. Andımız yasaklanıyor, heykellere saldırılarak tahrip ediliyor. Heykellere çiçek  konması yasaklanıyor. Evet,  bu çiçek konmasının yasaklanması  hangi mantığa uygun anlayamadım. Aslında hiç birini anlayamadım da, bu bana biraz değişik geldi. Atatürk’ün mozolesine çelenk koyanlar, heykellere konmasını yasaklıyor. Acaba diyorum ileride mozoleye çelenk konması, hatta Anıtkabir ziyareti de yasaklanacak mıdır?
Bazı olaylar da tek başına olmaktadır. Yöneticiler bu gibi olaylar karşısında da suskun durmaktalar. Yasaklar delinmekte, demokrasinin olduğu bir ülkede bir veya birkaç kişi , vatandaşın hür iradesine karşı gelmektedir. Bunların önü alınmazsa ileride ne olur bilinmez.
Masallar vardır, inanılması mümkün olmayan olaylar dizisidir.  Bazı insanlara, elde avuçta hiçbir malzeme, makine , insan gücü olmadan, her tarafımız  son model silahlarla donatılmış düşman  ordularıyla çevrilmiş düşmanı yeneceksin, 600 yıllık  bir İmparatorluğa son vereceksin, ve Cumhuriyetle idare edilecek yeni bir devlet kuracaksın, halkına özgürlük yolu açacaksın, onlara medeniyet ve bağımsızlığı getireceksin, Din özgürlüğü ve laikliği bahşedeceksin, kısa zamanda bunları yapacaksın. İnanılacak gibi değil. İşte bunlar bazı insanlarımıza masal gibi geliyor.  Çünkü, gerçekleri kabullenemiyorlar.
O günleri görmeden , yaşamadan, okumadan yorum yapanlar, bu günlerle kıyaslayıp alay edenler de var.  Koca bir devlet kuran Mustafa Kemal Atatürk, çayını tatlandırmak için tek şekerin yanına ikinci bir şekeri bulamazken, yaverine,camideki insanlardan topladığı 1000 lirayı  getiren Ankara Müftüsüne, şekeri, kahvesi olmayan yaverin  durumu belli etmemek için,  müftüye –“ Size bir şey ikram  etmek isterdim, ama, çayı ve kahveyi sevmediğinizi biliyorum.Onun için bir şey ikram edemiyorum” diyişine karşılık,   gerçeği kavrayan müftü de yaveri bozmamak için, “Haklısınız. Ben ikisini de kullanmıyorum. Sizi fazla meşgul etmeyeyim.  Giriştiğiniz bu kutsal  işinizde Allah size yardım  edecektir. Diyerek ayrılıyor.
Bu günkü imkanlarla o zamanki  imkanları  karşılaştırarak 90 yıl öncesiyle alay edenler de var. Bugün Başbakan’a   7.  modern   uçak siparişi   veriliyor.  Dar ve tahta sıralarda oturan  milletvekilleri,şimdi  lüks deri koltuklarda oturuyor.  90 yıl önceki Vekiller,  han köşelerinde, arkadaşlarının bir,iki gözlü  odalarında kalırken, şimdikiler lüks ev ve dairelerde kalıyorlar. Vekillerin Meclisteki  odaları yenileniyor, Marmara mermeri  İznik çinisi ve Afrika’dan ısmarlanan  ahşap  malzemeleriyle  onarılacak. Meclis Başkanlık Konutu adı verilen lüks evlerin yapımında en son yenilikler yapılacak, 2500 yıl bozulmayan Küfeki taşları ve Afrikada yetişen iroko ve venge ağaçlarının tahtaları kullanılacak. 90 yıl önce Meclise yaya veya fayton,at gibi vasıtalarla gidilirken, bu gün Vekillerin altında özel şoförlü  yüzbinlerce değerinde lüks mersedesler var. Vekillerin yardımcıları , danışmanları ve sekreterleri, Meclis başkanının 60 danışmanı da caba.
 Her vekil  seçildiği bölgenin sorunlarıyla ilgilenmek ve onlara çözüm üretmek  mecburiyetindedir. Onun için, o dönem seçilemeyen  eski vekilleri  danışman olarak değil de, bölgesini iyi tanıyan birisini  danışman yapmak  daha uygun değil midir.  Yardımcıya ne ihtiyaç var anlamış değilim.
Şimdi, bu insanlar,  kendilerini  Meclise girmelerini sağlayan,  bu kadar imkanlar tanıyan, mutlu, huzurlu ve rahat yaşamalarını sağlayan  Cumhuıriyet’in ve onun kutlama programlarının, şimdilik, bir kısmına  yasak getirmektedirler.
Devlet Erkanı, Belli günlerde Anıtkabire    giderek  mozoleye çelenk koyuyor, bir taraftan da Atatürk ve İstiklal  savaşı şehitlerimizi temsil eden abidelere çiçek konması yasaklanıyor.  Umarım ileriki tarihlerde mozoleye çiçek konması yasaklanmaz.
Büyük Önder, büyük Kumandan, en büyük Türk, Mustafa Kemal Atatürk beyinlerimizde öyle yerleşti  ki, onu oradan koparmak mümkün olamayacağı gibi Cumhuriyet’in yerine  bir başka rejimin konması  da  imkansızdır.
Bir gün bu yanlışlardan dönülecektir. Ne de olsa Türkiye tarihi okumasalar da hepsi Cumhuriyet çocuklarıdır. Temennim, en kısa zamanda doğru yolu bularak, bu Milleti fazla üzmemeleridir.
Cumhuriyet’imizin 89. Yılı tüm Ulusumuza kutlu olsun.
 
 

25 Ekim 2012 Perşembe

BAYRAMLARIMIZ


KURBAN  BAYRAMIMIZ

Burhan Bursalıoğlu

Bugün Dini Bayramlarımızdan ikincisi olan Kurban Bayramını kutlamaya başladık.
İslam Alemi'nin  coşkuyla  kutladığı iki Bayramımız var. Bu yıl birincisi olan Ramazan Bayramını, her nekadar, terörün ve trafik canavarının  verdiği maddi ve ölümlü zararları olmuşsa da, ve her nekadar, bazı insanlarımızın, Bayramı evinde dost ve akrabaları ile geçirme yerine, soluğu deniz kenarında almışsalar da, yine de örf ve adetlerimize uyguna yakın bir şekilde geçirdik.
Aradan 2 ay gibi bir zaman geçti ve Kurban Bayramımıza kavuştuk. Bu iki  Bayram arasında terörün doruğa tırmanmış olması, onlarca şehit ailelerinin  feryatları, sel sularının yaptığı maddi ve manevi kayıpları, değişen okul yönetmeliklerin halkımızda oluşturduğu tedirginlik, adli yargılamaların devamı,  inanın ne geçmiş bayramın izlerinin  bıraktığı olumlu yönlerinin  zevkini çıkarmak, ne de, bu bayramı karşılama hazırlığı yapma gibi,geçmiş  zamanlardaki gibi bir seviç ve heyecan içinde olamadık.
İki ay önceki olumsuzluklar fazlası ile hala devam ediyor. Üstelik, kesilecek kurbanların yeri ve acemi kasapların işkence ile kesecekleri kurbanların görüntüleri de ayrı bir üzüntü.
Etrafıma bakıyorum. Hiç kimsede özel bir hazırlık yok.  Bir heyecan, bir hareket, alışveriş yok. İmkanları olan Güney illerine  veya yurt dışına gitmektedirler.  Sanki insanlar bayramı yalnız geçirme taraftarı gibi.  Aile, dost, akraba, arkadaşları ile  birlikte bayramı geçirmek yerine, mekan değiştirmeyi tercih eder durumdalar. Oturup, bayram ziyaretçilerini bekleme yerine, denize girmeyi, özgürce dolaşabileceği,  görmediği ülkeleri gezmek onlar için Bayramdan kaçmak gibi değil midir. Ben öyle algılıyorum.

Peki, bayram dan uzaklaşan ailelerin , yetişmekte olan çocuklarına, bayramın kutsallığı, bayram sevinci, bayramın gelenekleri, örf ve adetleri nasıl öğretilecektir. Yaklaşan Bayram  heyecenı, çocuklara alınacak hediyelerin zevki nasıl tattırılacaktır? O çocukların sevinci ve gelecek bayramları dört gözle bekleme duyguları nasıl aşılanacaktır.?
Benim çocukluğumda, yaz kış olsun, bayram hangi mevsime rastlarsa rastlasın, önce ev temizliği yapılırdı. Boya, badana ve tamirat ön şarttı.  Ramazan Bayramında   tatlılar,çocuklara elbise, ayakkabı gibi hediyeler alınır, onları yastığımızın altında saklardık.   Bayramlaşmaya gelecek olan çocuklar için mendil ve bozuk para ,şeker alınırdı. Tepsi, tepsi tatlılar hazırlanırdı. Kurban Bayramında aynı hazırlıklar yapılır, ayrıca kurbanlıklar alınır, en az bir hafta o hayvan bakılır, boynuna kurdale takılırdı. Çocuklar onu gezdirirdi.

Bayram namazından sonra herkes bayramlaşır, evde çocuklar yeni giysilerini  giyer,   büyüklerimizden  başlayarak bayramlarını ellerini öperek kutlar, harçlığımızı alır, yakın ve mahallemizdeki evleri ziyaret ederdik.  Dargınlar barışır, düşmanlar dost olurdu.  Zamanımızda yozlaşma görüyorum. Aynı apartmanda, karşı karşıya oturanlar birbirine ziyarette dahi bulunmuyorlar. Merhaba bile demiyorlar.  Bu durum Sosyologlar tarafından enine boyuna incelenip  durum raporu çıkarılarak nereden nereye indiğimizi göstermeliler.

Bu bayramın bir başka üzücü yönü de kurbanlıkların kesildikten sonra birakılan atıklar. Geçmiş yıllarda gördüğümüz çirkin manzaralar, umarın bu bayram sonrasında görmeyiz. Belediyelerimizin alacağı önlemler ve bu önlemlere uymayı görev addeden  kurban kesicilerinin davranışları sonucunda dünyamıza karşı gülünç duruma düşmeyiz.
Tüm halkımızın,  bütün olumsuzluklar yanında. Kurban Bayramını, mutlu , sağlıklı, üzüntüsüz, doğal afetsiz, terörden uzak geçirmelerini diliyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. 















 

12 Ekim 2012 Cuma

SÖO BİRLİKTELİĞİ




SÖO MEZUNLARI TOPLANTISI İYİ GEÇMEDİ.

Burhan BURSALIOĞLU

29 Eylül sabahı Bodrum'dan3 araba ve eşlerimizle birlikte 9 Sivas Öğretmen Okulu Mezunu
arkadaşlarımla Kuşadası- Davutlar'da bulunan Egerie Bach tatil köyüne doğru yola çıktık. 2 saat sonra tatil köyüne vardık.

34. buluşmada arkadaşlarımızla karşılaşma heyecanını beklerken, karşımıza Rus ve Bulgar turistleri çıktı. Burası Rus ve Bulgar turistlere hitap ediyormuş. Duvarlardaki uyarı yazıları ve levhalar Bulgarca ve Rusça.

Bizden önce gelen ve bizden sonra gelen arkadaşlarımızla sarmaş dolaş olduktan sonra,odalarımızın anahtarlarını saat: 15 den sonra verdiler. Bir kısım turistlerin boşalttığı odaların temizliği için bekletilmişiz.
TURİSTİK  TESİS
 
Genel olarak, yabancılara hizmet veren bu tatil köyü sanki kendi haline bırakılmış, bakımsız,kullanılacak araç gereçler in bir kısmı bozuk,kırıl ,boyasız,çatlak veya çalışmaz durumda idi. 34. yılımıza kadar gittiğimiz hiçbir yerde bu kadar bakımsız,terkedilmiş hiçbir turistik tesis görmedik. Yemekhane çok geniş. Açık ve kapalı bülümleri var. Ama hizmet sıfır. Açık büfe, çeşitli yemekler,çeşitli salata ve tatlılar. İlk günden barsakları bozulanlar,hastalananlar son güne kadar devam etti. Su bardakları,çay bardakları ve çay kaşıkları plastikten,ekmekler bütün olarak masaya konmuş yanında da bir ekmek bıçağı, herkes ihtiyacı kadarını keserek alıyor. Şikayetlerimizin sonucunda sadece çay bardakları kulplu porselenlerle değiştirildi.
BİSİKLET VE YÜRÜYÜŞ PARKURU

Çevre bakımı sıfır. Bütün çiçekler solmuş,kuruyan yapraklar temizlenmemiş,çöpler köpekler tarafından dağıtılmış, kısaca hoş olmayan görüntüler. Mücadele yapılamadığından da sivrisinekler pek çoktu. İlk günden itibaren sineklere yem olduk.

Sonradan öğrendik ki, Bu tesis Zıraat Bankası tarafından 49 yıllığına kiraya verilmiş. Kiracı birkaç sene tesisi kullanmış ve geçen yıl da bir başkasına nasıl satmışsa satmış. Yeni alanlar tesisi yıkıp büyük bir otel yapacaklarmış. Netekim 9. günümüzde birileri geldi, kurban kestiler, çıkacağımız gün, daha tesis boşaltılmadan, 20-30 işçi ve dozerler gelerek yıkıma başlandı. Akşam için uçak bekleyen, otobüs saatini bekleyen oradaki arkadaşlarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla, yataklar, televizyonlar, masa sandalyeler toplanmış ve yıkım da tamamlanmak üzereymiş. 

Ertesi sabah  Pazar günü, yani 30 Eylül , saat 07 de kalkarak sahilde yürüyüşe başladım. 10 kilometrelik ,3 metre genişliğinde yürüyüş ve 3 metre genişliğinde de bisiklet parkuru yapılmış. Yürüyüş parkuru  ile deniz arasındaki ince ve sarı kumdan oluşan kumsal, her tarafta 50-60 metre  genişliğinde. Parke taşlardan döşenen yürüyüş ve bisiklet parkurundan sonra 70-80 metre yeşil alan bırakılmış. Yeşil alandan sonra  site evleri.  Tüm site evleri  denize dik şekilde planlanmış. Bütün  evler denizi görüyor. Güzel bir planlama ile yerleşim alanı oluşmuş. Ne yazık ki, sitelere ait olan yeşil alanlar çok temiz, belediyeye ait olan bölgeler ise çöp yığını. Ana caddelerin kaldırımları, ağaçların altları da çöplük. Belediyenin sanki temizlik birimi yok.

Hakkı ÇAĞLAR, Metin GÜVENÇ, Ben, H.H.Tekışık,İzzettin UZUNCAve İlhami Erdağı

Tesisin en olumlu çalışması, her sabah oda bakıcı kadınların gelip temizlik yapması, etrafı ve yatakları düzeltmeleri, pikelerle değişik duruşlarda kuğu modelleri yapmaları. Onlardan herkes memnundu.

Yarı açık, Pegasus adı verilen oyun bölümünde hiçbir oyun aleti yoktu. Buna karşılık su, çay,neskafe ücretsiz ve devamlı idi. Birçok arkadaş dışardan oyun kağıdı, okey takımı aldılar, denizden arta kalan vakitlerini oyun oynayarak geçirdiler.

Tesisin bütün olumsuzluklarına karşı kendi imkanlarımızla geziler oluşturduk. Tekne ile koy gezileri, Meryem Ana, Efes, Selçuk, güzelce gezilerinin yanında, Yunanistan' ın Sisam adası gezisi gibi.

35 arkadaş birleşerek yakında bulunan müzikli gazino da 2 gece yemekli eğlence düzenledik.
BEKLENMEYEN KAYIPLARIMIZ
 
Bu arada, 2 günlüğüne, Ankara dan Hüseyin Hüsnü Tekışık, Cemil Mıhçı ve İzmir'den İzzettin Uzunca geldiler. 2. eğlence gecemizde 1945 ve 1948 mezunları bu efsane öğretmenlerimiz de aramızdaydı.

BEDRİYE SAĞLAMER 

                                                              İSMAİL  GÜLAMBER

Gelenler gelmeyenleri merak ederken,İzmirde ikamet eden, her toplantımıza eşiyle iştirak eden Sivas Öğretmen Okulu 1953 mezunu, 1933 Diyarbakır doğumlu İsmail Gülamber arkadaşımızı ve iki gün sonra da, yine İzmir'de ikamet eden 1951 SÖO mezunu Sivas 1932 doğumlu Bedriye Sağlameri' kaybettiğimizin haberi neşemizi alıp götürmüştü. Bedriye ve İsmail arkadaşlarımıza Allahtan rahmet diliyorum. Aile, dost  ve SÖO mezunlarına da başsağlığı, kalanlara da uzun ömürler diliyorum.

Üzüntümüz   bukadarla da kalmadı.

34. buluşma organizesini arkadaşımız Turgut Terzioğlu yapmıştı. Turgut titiz bir insandı. Olumsuzlukları asgari.ye indirmrk için çabalayıp dururdu. Bu arada Sivas Öğretmen Okulunun açılışının 100. yılına rastlayan 2014 yılı için bir kitap hazırlama girişimini başlatmıştı. Birlikteliğimizin dokuzuncu günü, sabah 8.30 da Meryem ana ve efes gezilerine katılacaklarını yolcu ettikten sonra bana, bilgisayarının tamirde olduğunu, bu nedenle, hazırlayacağı kitap için. Milli Eğitim Bakanlığından, Sivas Öğretmen Okulunun kuruluşundan kapanışına kadar olan süre içinde mezun olanların diploma defteri süretini istediğini, Bakanlık bir sidi gönderdiğini, henüz içinde ne olduğunu bilmediğini, benim bilgisayardan sidiye bakmamızı rica etti. Ben de bilgisayarı alarak Pegasus salonuna getirip sidiyi incelemeye başladık. Turgut , sidide 1950 ile 1968 yuılları arasında mezun olanları gördu ve kızdı. "-Ben yüz yıllık mezunların listesini istedim Bakanlık eksik göndermiş" diyerek üzüntüsünü ifade etti. Ekleyerek" Kışın Sivas'a giderken Bakanlığa uğrar hepsini alırım" dedi. Kendi ve etrafımızda toplanan arkadaşların diploma defterindeki resim ve notlarına bakarak kimin notları daha yüksekmiş şeklinde yorumlar ve gülüşmelerle önemli bir zaman geçirdik. Daha sonra Turgut Terzioğlu arada tavla oynuyor ve arkadaşların problemlerini çözmeye çalışıyordu. Gece yarısı herkes problemsiz odalarına çekildi.

Sabahleyin 6.45 de yürüyüşüme çıktım. 08 de kahvaltımı yaptım. Kalktım, bir arkadaşım telaşla yanıma gelerek, "Turgut'u kaybetmişiz" deyinca şaşırdım. "Haydı canım sana şaka yapmışlar " dedim. Dedim ama telaşlı hali dikkatimi çekti Yemekhanenin .kapalı bölümüne geçtim, hemen hemen herkesin ayakta ve grup oluşturduğunu görüncer "birşeylerin olduğunu " sezinleyip ben de heyecanlandım. Bu sefer beni gören yanıma gelip "Doğru mu' diye olayın yanlış veya doğruluğunu benden öğrenmeye çalıştılar, ama ben de onlar kadar biliyor, üstelik ben olayın bir şaka olabileceğini düşünüyordum. Çünkü dün beraberdik. Herhangi bir rahatsızlığı yoktu. Geziyor, yiyor, içiyordu. Bunun bi.r şaka olabileceğini düşündüm. Herkesteki telaş beni araştırmaya itti. Müessese görevlisi arada bir şakalaştığım bir bayana rastladım. Turgutla ilgili birşey duydun mu dedim. Bana üzüntülü olarak gerçeği anlattı. Gece ona telefon etmişler. Turgut Beyin rahatsızlandığını, Turgut'u Kuşadası hastanesine , göğsünde yanma şikayeti ile götürüldüğünü, orada kardiyoji olmadığını, bu nedenle hastanın Söke Devlet Hastanesine sevkedildiğini, kendisinin de Sökede bulunması nedeniyle ilgilenmesi istendiğini  anlattı.. Hastahaneye gitmiş, müdahale eden doktoru tanıyormuş Ondan bilgi almış. Kalp kontrolünde bir şey çıkmamış. Böbreklere sonda takmışlar, bir damla bile gelmemiş. Böbrekleri çalışmadığını söylemişler. Akciğerlerde su varmış. Nefes almakta güçlük çekiyormuş. Onun için ciğerlere hava vermişler, ama kurtaramamışlar. Bu bilgileri Egerie Bach ın görevlisinden aldım. Gece 2.30 civarında vefat eden Turgut'un İstanbul'daki çocuklarına haber veriliyor ve sabah çocuklar Söke^ye geliyorler. Eşinin durumunu anlatmaya gerek var mı? Perişandı. Saat 11.30 da topluca hastaneye giderek, 12 de cenaze arabasıyla, Turgut'u İstanbul'a uğurladık.Eşi çocukları ve yakınları da diğer özel arabalarla İstanbul'la gittiler. Ertesi Salı günü tatil köyünü terkettik. O gün ikindi namazında Karacaahmet mezarlığındaki camide namazı kılınarak, SÖO Mezunları adına yaptırılan çelenkler eşliğinde Ümraniye, Kocatepe mezarlığına defnedildi.

 TURGUT TERZİOĞLU

34. birlikteliğimizin son dokuzuncu gününde oluşan bu acı olay hepimizi üzdü. O gün sanki bitmeyecekti. Zamanın çabuk geçmesini, br an önce oradan ayrılmamızı istedik. o gün de geldi ve ayrıldık.

Turgut fazla gülen, neşeli bir insan değil di. Buna rağmen çok sakin, sessiz,hoşgörülü, iyi niyetli, yardım sever bir arkadaşımızdı. 1959 yılında Sivas Öğretmen okulundan mezun, 1942 Kemah doğumlu idi.

Turgut Terzioğlu'na Allahtan rahmet,Ailesine , arkadaşlarına, dostlarına ve Sivas Öğretmen Okulu mezunlarına da sabır diliyorum.

 

28 Eylül 2012 Cuma

GÜNCEL


GELENEKSELLEŞEN BERABERLİK DEVAM EDİYOR

34 yıldır ve her yıl 10 gün olmak üzere, aralıksız Sivas Öğretmen Okulu'ndan mezun olan bizlerin, tekrar bir araya gelme vakti geldi.
29 Eylül 2012 tarihinde, 10 gün için, Kuşadası, Davutlar beldesinde bulunan Egerie Bach tatil köyünde Sivas Öğretmen Okulu mezunları olarak, her yıl olduğu gibi, geçmişin anıları, gençlik maceralarımızı dile getireceğiz.
Dünya'nın hiçbir ülkesinde, bukadar uzun süreli  beraberlik uygulanmamaktadır. Bunu uygulamak ancak, dostluk, arkadaşlık sevgisi yanında, Sivas'ın Kabak yazısının suyu ve havasını almış olanlara mahsustur.
 Arkadaşlık sevgisinin ileri aşamasında olan bizlerin bu birlikteliklerimiz, öyle zannediyorum ki, 2 kişi kalana kadar devam edecektir.
Bizim aramıza katılıp, öğretmen-öğrenci mesafesini yok sayan öğretmenlerimizin de varlığı, bu  toplantılarımızı daha çok onurlandırmaktadır.
Ne yazık ki, zaman zaman aramaızdan ayrılıp, Allahın rahmetine kavuşan sevgili öğretmenlerimiz  yavaş yavaş azaldılar. Bu arada arkadaşlarımızdan da, bu dünya'ya veda edenler olmaktadır. Doğanın bir kanunu olan ölümlerin daha yavaş gelmelerini dilerken, bizleri  terkeden öğretmen ve arkadaşlarımıza Allah'tan rahmet,  Hepsinin nur içinde yatmalarını diliyorum.

Bu maksatla, bir müddet blog yazılarıma devam edemeyeceğim. Okurlarımdan özür diliyor,10 Ekim'de buluşmak üzere, saygı ve sevgilerimi sunuyorum

Burhan Bursalıoğlu


SÖO Mezunları bir yemekte.

   

17 Eylül 2012 Pazartesi

EĞİTİM



SORUNLARIYLA GELEN ÖĞRETİM YILI
Burhan Bursalıoğlu

Sevgili okuyucularım. Bugün tüm  yurdun dört bucağında  okulların açıldığı gündür.
 Bu öğretim yılı öyle bir şekilde açıldı ki, bütün sorunlarını da yanında taşıdı. Başta öğretmenler ne yapacaklarını bilmiyor. Veliler kuşku içinde.Okul binaları yetersiz ve sınıflar 60-70  kişilik. Birçok okul binaların tamiratları bitmemiş. Araç gereç eksik veya yok. 60 -66 aylık çocuklara göre lavabolar hazırlanmış değil. Bu çocuklar için öğretmen  seminerleri yapılmadı. Açıkta olan öğretmenlerin geleceği belli değil. Okul idarecileri şaşkın. Ders kitapları tümden değişti ve maalesef Atatürk ve inkilaplar müfredattan kaldırıldı. Atatürk ve silah arkadaşları unutturulmak  için gereken her şey yapılıyor. Seçmeli derslerden  üçü hariç  gerisi göz boyama. Seçmeli derslerden "Hazreti Muhammet'in Hayatı, Kuran ve arapçanın dışındakilerin öğretmenleri yok, dershane yok  seçen öğrenci yok "  ALDATMACASIYLA VELİLER  İLK 3 DERSİN SEÇİMİNE ZORLANMAKTADIR.
EĞİTİMDE BİR KAOSTUR BAŞLADI VE BUNUN NASIL, NE ZAMAN BİTECEĞİ DE BELLİ DEĞİL.
Şu ana kadar 600 ün üzerinde ortaokul İmam hatip okuluna çevrildi.  Yukarıda anlattığım aldatmaca sonunda Ülkemizde  galiba sivil ortaokul ve lise kalmayacaktır.
Bu blokta, bundan böyle Milli Eğitimle ( Eğitimin Millisi kalmadı. Galiba, Ömer Dinçer Eğitimi demek daha isabetli olur)  ilgili gelişmeler zaman içinde, düşüncelerini beyan eden yazar ve düşünürlere yer vereceğim.
Bu gün Sözcü Gazetesinin  yazarlarından  Saygı Öztürk'ün eğitimle ilgili yazısını koyuyorum.
Bu öğretim yılı, öğrencilerimize başarılı geçmesini, öğretmen ve idarecilerimize sabırlar diliyor ve velilerimize de oyuna gelmemelerini  tavsiye ediyorum.


 Haktan, hukuktan söz edenlere bak

Saygı Öztürk

Mil­li Eği­tim Ba­kan­lı­ğı, han­gi ya­sa­da, yö­net­me­lik­te de­ği­şik­lik yap­sa, bu du­rum “re­form” di­ye ya­zı­lı­yor. Da­ha ön­ce de be­lirt­ti­ği­miz gi­bi bir­çok ko­nu­da ba­ka­na yan­lış bil­gi ve­ri­li­yor, ba­kan bun­la­rı doğ­ru bil­giy­miş gi­bi ak­ta­rı­yor. An­la­tı­lan­la­ra eği- ­tim­ci­ler inan­mı­yor, çün­kü işin as­lı­nı bi­li­yorlar.

Ye­ni öğ­re­tim yı­lı­na gi­ri­lir­ken okul­la­ra ders ki­tap­la­rı gön­de­ril­di. 5. sı­nıf di­ye bir sı­nıf ol­ma­ma­sı­na rağ­men mil­yon­lar­ca adet 5. sı­nıf ki­ta­bı okul­la­ra ulaş­tı­rıl­dı. İl­ko­kul bi­rin­ci sı­nıf­la­rın, or­ta­okul 1. sı­nıf­la­rın ders prog­ra­mı de­ğiş­ti­ril­di. Üç ay oyun­la ge­çe­cek. An­cak prog­ram bu­na gö­re de­ğil. Ma­dem okut­ma­ya­cak­sı­nız, ki­ta­bı ni­çin ona gö­re bas­tır­mı­yor, dev­le­ti tril­yon­lar­ca li­ra za­ra­ra uğ­ra­tı­yor­su­nuz?

He­def, AK­P’­li ol­ma­yan­lar…
Ta­lim ve Ter­bi­ye Ku­ru­lu­’nun, ona­yın­dan ge­çen ders ki­ta­bı 5 öğ­re­tim yı­lı oku­tu­lu­yor, bu ki­tap­lar da ya­yın­cı­la­rı­na bü­yük pa­ra­lar ka­zan­dı­rı­yor. İş­te bu yüz­den­dir ki, ders ki­tap­la­rı­nın se­çi­mi son de­re­ce önem­li. Ki­tap se­çi­miy­le il­gi­li id­di­alar da gün­dem­den hiç düş­mez.
Ki­tap in­ce­le­me mer­ke­zin­de 100’ün üze­rin­de öğ­ret­men gö­rev ya­par. Bun­lar ara­sın­da bir­kaç yan­lış ya­pan çı­kı­yor ama ken­di­le­ri­ni eği­ti­me ada­mış, gö­rev­le­ri­ni hak­kıy­la ye­ri­ne ge­ti­ren­ler ço­ğun­luk­ta­dır. Önem­li bir bö­lü­mü­nün, AKP yan­lı­sı öğ­ret­men sen­di­ka­sı­nın üye­si ol­ma­ma­sı Ba­kan­lık için so­run ya­ra­tı­yor. Ba­kan­lık, on­la­rı gön­de­ri­yor, öğ­ret­men­ler mah­ke­me ka­ra­rıy­la dö­nü­yor.

Bu kö­şe­nin okur­la­rı­na, Mil­li Eği­tim Ba­kan­lı­ğı Ders Ki­tap­la­rı ve Eği­tim Araç­la­rı Yö­net­me­li­ği­’nin de­ğiş­ti­ri­le­ce­ği­ni, ki­tap in­ce­le­me­si­nin TÜ­Bİ­TA­K’­a dev­re­dil­mek is­ten­di­ği­ni be­lirt­miş, asıl ama­cın ora­da­ki öğ­ret­men­le­ri gön­der­mek ol­du­ğu­nu da ek­le­miş­tim. Mil­li Eği­tim Ba­kan­lı­ğı­’nın bu öne­ri­si­ni, TÜ­Bİ­TAK hak­lı ge­rek­çe­ler­le ka­bul et­me­di. O za­man, Mil­li Eği­tim Ba­kan­lı­ğı ye­ni ara­yı­şa gir­di. Öy­le bir dü­zen­le­me yap­ma­lıy­dı ki, bu mer­kez­de gö­rev­li öğ­ret­men­ler da­ğı­tıl­ma­lı, ken­di­le­ri­ne ya­kın olan­lar da sı­na­va bi­le gir­me­den yük­sel­til­me­liy­di.

Başkanlığa, AK­P’­den ge­ti­ril­di
Mil­li Eği­tim Ba­kan­lı­ğı yö­net­me­li­ği de­ğiş­tir­di. Ders ki­tap­la­rı­nı in­ce­le­yen ko­mis­yon adı git­ti ye­ri­ni “pa­nel” al­dı. Ko­mis­yon üye­si­nin adı da “pa­ne­list” ol­du. De­ği­şik­li­ğe gö­re, Ta­lim ve Ter­bi­ye Ku­ru­lu Baş­kan­lı­ğı­’n­da bir ve­ri ta­ba­nı oluş­tu­ru­la­cak, Tür­ki­ye ge­ne­lin­de dok­to­ra­sı­nı yap­mış olan­lar­dan 5, öğ­ret­men­ler­den 10 yıl hiz­me­ti olan­la­rın ve­ri ta­ba­nın­dan baş­vu­ru­la­rı alı­na­cak. İh­ti­yaç öl­çü­sün­de öğ­ret­men­ler bir ha­vuz­da top­la­na­cak.

Grup Baş­kan­lı­ğı­’na, AKP Ge­nel Mer­ke­zi­’ n­den gön­de­ri­len Ze­ke­ri­ya Er­be­yi 2008’de getirildi. O gö­re­vi­ni sür­dür­me­ye de­vam ede­cek. Er­be­yi, ve­ri ta­ba­nın­da­ki pa­ne­list­le­rin de­ğer­len­dir­me­si­ni, se­çi­mi­ni, ko­or­di­nas­yo­nu­nu ya­pa­cak.

Baş­vu­ru ya­pı­la­cak ki­tap­lar, 6-8 pa­ne­lis­te elek­tro­nik or­tam­da gön­de­ri­le­cek. On­lar ay­rı ay­rı in­ce­le­ye­cek, ra­por­la­rı­nı ya­za­cak (bu­nun için sü­re ko­nul­ma­sı da unu­tul­muş), Ta­lim ve Ter­bi­ye Baş­kan­lı­ğı­’na gön­de­re­cek. Da­ha son­ra pa­ne­list­ler An­ka­ra­’ya çağ­rı­la­cak, ra­por­la­rı din­le­ne­cek. Pa­ne­list­ler gö­rüş bir­li­ği­ne va­ra­bi­lir­se, ra­por ha­zır­la­nıp ki­tap Ta­lim ve Ter­bi­ye Ku­ru­lu­’na su­nu­la­cak.

Her ders­le il­gi­li in­ce­le­me kri­te­ri be­lir­len­miş. 3 ço­ki­yi, 2 iyi, sı­fır ise “i­yi de­ğil”­miş. Hiçbir sistemde, sı­fı­rı “i­yi de­ğil” di­ye de­ğer­len­di­ren bir kriter var mı aca­ba?

Bu­na “Yan­lı­lık be­ya­nı” de­nir
Pa­ne­list­ler­den “yan­sız” dav­ra­na­cak­la­rı­na da­ir bi­rer be­yan alı­na­cak­mış. Yan­sız dav­ra­na­ca­ğı­nı be­yan et­me­si de­mek, yan­lı ol­du­ğu­nu or­ta­ya ko­yar. Böy­le bir yö­net­me­lik olur mu? Öğ­ret­men­le­rin gö­rev­len­dir­me­le­riy­le, ne za­man oku­ya­cak­la­rı, han­gi dö­nem­ler­de An­ka­ra­’ya çağ­rı­la­cak­la­rı da da­hil hiç­bir ay­rın­tı yok.

Bu­gün ya­kın­ma ko­nu­su olan “kir­li iliş­ki­ler” bu kez Ba­kan­lık bi­na­sın­dan çı­kıp bü­tün il ve il­çe­ler­de­ki öğ­ret­men­le­re, okul­la­ra ya­yı­la­cak. Ya­yı­nev­le­ri, ki­tap­la­rı­na yük­sek pu­an ver­me­si için bu kez “pa­ne­list” pe­şin­de ko­şa­cak. Üs­te­lik, bu dü­zen­le­me, ka­li­te­yi ar­tır­mı­yor, kir­li iliş­ki­le­ri de or­ta­dan kal­dır­mı­yor. Kal­dır­ma­dı­ğı gi­bi da­ha da ge­niş­le­ti­yor.

Mil­li Eği­tim Ba­ka­nı Ömer Din­çer, gö­rev­len­dir­me­le­ri ip­tal et­ti. Bu du­rum­da olan­la­rın gel­dik­le­ri oku­la gön­de­ril­me­le­ri ge­re­ki­yor. An­cak, dev­re­ye ba­kan­lar gir­di. Kur­ta­rıl­mak is­te­ne­ni kur­tar­mak, gön­de­ril­mek is­te­ne­ni de gön­der­mek için ba­kın ne­ler ya­pıl­dı:

Mer­kez Teş­ki­la­tın­da Gö­rev­de Yük­selt­me Yö­net­me­li­ği­’ne gö­re, “e­ği­tim uz­ma­nı” ola­bil­mek için sı­na­va gir­me, sı­nav­da bel­li bir pu­an al­ma şar­tı var­dı. Din­çer, 8 Ey­lü­l’­de yö­net­me­li­ği de­ğiş­tir­di. Öğ­ret­men­le­rin eği­tim uz­ma­nı ola­bil­me­si için sı­na­va gir­me ve bel­li pu­an al­ma şar­tı­nı kal­dır­dı. Ta­lim Ter­bi­ye Ku­ru­lu­’n­da, ge­nel mü­dür­lük­ler­de gö­rev­li öğ­ret­men­le­rin baş­vu­ru­la­rı alı­na­cak, bun­lar sı­na­va gir­me­den “e­ği­tim uz­ma­nı” ola­rak ça­lış­tı­rı­la­cak. Di­ğer­le­ri­ne ise “o­ku­lu­nu­za marş marş” de­ni­le­cek.

Son­ra hak­tan, hu­kuk­tan, ada­let­ten söz ede­cek­si­niz. Sev­sin­ler si­zi…
----


10 Eylül 2012 Pazartesi

EĞİTİM



EĞİTİMDE  4+4+4  ÜN  ALDATMACASI

Burhan Bursalıoğlu

Bugün 10 Eylül. Tüm Türkiye'de İlkokul birinci sınıflar okullarına başlayacaklardır.
4+4+4  sistemi  ile, tüm okullarımız,17 Eylül'de Eğitim ve Öğretime, bir bilinmezlik ve kargaşa ortamında kapılarını açacaklardır.
4+4+4 sistemi öyle bir kargaşa  yaratacak ki, veliler çocuklarını okula gönderdikleri için pişman olacaklar, çocuklar da "okul bu mu, yeni sistem bu mu" diyerek ya okulu terk edecek veya  nefret edecek. Sonuçta bunalıma girecektir.
Özellikle  hazırlanan birinci sınıf müfredat programının tüm içeriği, bir yıl boyunca 2 harf , 10 na kadar sayı saymayı ve bol bol oyundur. 5.5 yaşındaki çocuklar zaten ana okullarında veya ailesinde  daha çok bilgiler elde etmektedir. Hatta ana okullarında okumayı söken ve özel gecelerinde taktim, konuşma ve şiir okuyanlar, yabancı dille monoloğ şarkı söyleyenler de olmaktadır.  Ana okulundaki çocuğu , ilkokula mecburen getir ve  iki harf ile 10 na kadar sayı sayması için bir yıl alıkoy! Bu nasıl bir eğitim sistemi?
Eleştirilecek tarafları o kadar çok ki, bloğumun sayfaları yetmez.
9.Eylül.2012 tarihli Sözcü Gazetesi yazarlarından Saygı ÖZTÜRK'ün  Eğitimde kandırma dönemi başlıklı yazısını aşağıya aynen bilgilerinize sunuyorum. 4+4+4  sisteminin hangi maksatla  uydurulduğunu ve gerek velileri , gerekse öğrencileri nasıl bir oyunla kandırılıp, kendi mecrasına doğru sürüklediklerini okuyacaksınız.
Tüm velilerimize kolay gelsin diyor, öğrencilerimize başarı ve öğretmenlerimize de sabır diliyorum.


EĞİTİMDE  KANDIRMA  DÖNEMİ

Saygı ÖZTÜRK

Milli Eğitim Bakanlığı, okula başlama yaşını geçmişte de gündeme getirmiş, bugün yaşanan tartışmaların benzeri yapılmıştı. Okul çağına gelmemiş çocuklar okullara gönderildi. Uzmanların görüşlerine uyulmamasının beraberinde getirdiği sorunlar hep birlikte yaşandı. Dönemin ilköğretim genel müdürü, izlenen yanlış politikalar nedeniyle görevden alındı. Bakan Dinçer’in de akıbetinin aynı olacağı anlaşılıyor. Eğitime bu kadar zarar veren, öğretmenleri adeta hasım gibi gören, onların eşlerinden ayrı kalmasını sağlayan Bakanın, bu kadar ”ahh” aldıktan sonra kalıcı olması da şaşırtıcı olur.

AKP’nin önceki Milli Eğitim Bakanları Hüseyin Çelik ve Nimet Çubukçu, bürokratlarını dinler, uzmanların görüşünü alır, kararlarını verirlerdi. Oysa, Ömer Dinçer, eğitim uzmanlarının değil, imam hatip derneklerinin istekleri doğrultusunda adımlar atıyor. Dinçer, bütün okulları imam-hatipleştirme yolunda hızla ilerliyor, yaptıklarını eleştirenleri de PKK’lı ilan ediyor. Ayıptır ayıp…

Bütün okullar imam-hatipleştirildi
Okullardan Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün adını kaldırıp imam hatibe çevrildi. Bu okullara kayıtları artırmak için her yola başvuruldu. Genel liselerin sayısı azaltıldı, bu okullardaki kontenjan fazlası öğrencilerin imam hatip liselerine gidişlerinin yolu açıldı.

İmam hatip ortaokullarıyla, ortaokullar arasında program yönünden hiçbir farklılık kalmadı. İmam hatip liselerinde Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed’in Hayatı dersleri zorunlu, diğer ortaokullarda ise seçmeli. Kalan bütün dersler aynı. “Ortaokulda bu dersler seçmeli, isteyen bu dersleri seçer, istemeyen seçmez” denilecektir.

Ancak durum bildiğiniz gibi değil. Kurnazlık burada da devreye girdi. Milli Eğitim Bakanı’nın gözüne girmek isteyen müdürler yapacaklarını yine yaptı. Neler yaptı anlatalım.

Kur’an-ı Kerim’in adı seçmeli
Hemen hepsi Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in bakanlığı döneminde göreve getirilen il milli eğitim müdürleri, okullara “öğrencinin seçmeli dersleri arasında mutlaka Kur’an-ı Kerim bulunsun. Öğrencinin, Kur-an-ı Kerim dersini seçmesini sağlamak için bu derse ilgi olduğunu, diğer derslere yeterli ilgi olmadığından o ders için sınıf açılmayacağını” anlatmaya başladılar.
Elimde bu konuda çok sayıda belge var. Örneği Konya’dan verelim. Okul müdürlükleri, seçmeli dersler arasından eleme yapıyor, okullarından hangi seçmeli derslerin alınabileceğinin listesini çıkarıyor. Öğrencinin adını, soyadını yazıp okul müdürlüğüne vereceği dilekçe hazırlanmış. Okul yönetiminin seçtiği dersler sıralayalım: Kur’an-ı Kerim, Hz.Muhammed’in Hayatı, İşletme, Uluslararası İlişkiler (haftada ikişer saat), Temel Dini Bilgiler, Bilgi Kuramı, Demokrasi ve İnsan Hakları (haftada birer saat).

Öğrencilerin okul türlerine göre seçmeli ders sayısı da farklı. Örneğin Anadolu Ticaret Meslek Lisesi öğrencileri haftada 4 saat seçmeli ders alacak. Okul yönetimi, dilekçede yer alan derslerden hangisinin seçilmesi gerektiğini öğrenci velisine söylüyor. Öyle listedeki gibi istediğin dersi seçmek yok. Okul müdürü diyecektir ki, “Sayın veli, sizin istediğiniz dersin seçmeli olarak okutulabilmesi için en az 10 öğrenci tarafından seçilmesi gerekmektedir. Ancak, bu dersi seçen yok. Yani o ders için sınıf açılmaz. Onun için bizim işaretlediğimiz iki dersi seçin” diyor.

Velinin istediği değil
Veli istediği kadar, “Ben, listedeki seçmeli derslerden çocuğumun ‘Demokrasi ve İnsan Hakları’ ile ‘Uluslararası İlişkiler’ derslerini okumasını istiyorum” derse, okul müdürü, bu derslerden ancak birisini seçebileceğini, diğerinin de Kur’an-ı Kerim dersi olmasını söylüyor.

Açıkçası, hemen tüm okullarda Kur’an-ı Kerim’i seçmeli olmaktan çıkarılıp, “zorunlu seçmeli” hale getirildi. Velilerin “Ben çocuğumun Uluslararası İlişkiler ile Demokrasi ve İnsan Hakları dersini seçmeli olarak okumasını istiyorum. Ama okul yönetimi, seçmeli dersler için veliye ‘seçme’ hakkı tanımıyor, onların istediği derslerini seçmenizi istiyor” dilekçelerini kim dikkate alacak? Veli ne kadar “Bizler Allah’a şükretmesini ve Atatürk’e teşekkür etmesini bilen insanlarız” dese de, değişen bir şey olmuyor. Seçmeli dersin seçimini veli yapıyor. Ancak, gerçek durum hiç öyle değil…

Okullarda mescit istenecek
Yine söylemiştik, imam hatip dışındaki okullarda da Kur’an-ı Kerim dersinde isteyen öğrencinin başını örteceğini ve böylece türbanın liselere, ortaokullara ineceğini. Bu yazdıklarımızı da bakan doğruladı.

Bir şey daha yazıyorum: Hemen her lisede mescit açılacak. Hem de, mescitlerin açılması için dayanak 12 Eylül 1980 tarihinden sonra okullara gönderilen bir genelgeye dayandırılacak. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, eski Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç’ın Din Öğretimi Genel Müdürlüğü döneminde gönderdiği genelgeyi arıyor. Her üniversiteye mutlaka cami yaptırılmasını isteyen başkan, liselere de mescit açılmasını isterse niçin yadırgansın. Hatta, “helal olsun Görmez başkana” denilecektir…
----

5 Eylül 2012 Çarşamba

EDEBİYAT



Güzel Ülkem Canım Türkiyem




Sen karış, karış, adım, adım
 Sahip olduğum Vatanımsın.
 Sen Edirne'den Ardahan'a,
 Bölünmez bir bütünsün.
 Sen namusum,
 Sen şerefim,
 Sen onurum
 Şanlı Türkiye'msin.



 Sen Ankara, İzmir, İstanbul'sun;
 Sen şehitler diyarı Çanakkale'sin,
 Sen efeler diyarı Aydın'sın;
 Sen Mevlana Celalettin- i Rumi'sin.
                                                                                                       Sen,
Hacı Bektaş- i Velisin,
 Sen medeniyetlerin beşiği şanlı Türkiye'sin.

 Sen, Avrupa, sen Asyasın.
 Sen, Diyarbakı,r sen Şanlıurfa'sın.
 Sen Bingö,l sen Erzincan'sın;
 Sen Karacaoğlan, sen Pir Sultan Abdal'sın.
 Sen Aşık Veysel, sen Yunus Emresin;
 Sen Mimar Sinan'ın, şah eseri Selimiye'sin;
 Sen ulu camiler diyarı yeşil Bursa'sın.

 Sen Fatih'in sunduğu nimet,
 Sen Atatürk'ün kurduğu devletsin.
 Sen Gaziantep, Adana, Antalya'sın,
 Sen Sivas, Samsun, Erzurum'sun.
 Sen Sakarya, Trabzon, Dumlupınarsın;
 Sen Necip Fazıl, sen Yaşar Kemalsin.
 Sen Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Romansın.
 Sen Azeri, sen Tatar, sen Kırgız, sen Kıbrıs, sen Gürcü'sün;
 Sen bileği bükülmez şanlı Türkiye'sin.

 Kısacası sen, sayamadığım
 Nice cihan devletlerinin pirisin.
 Sen Erciyes, sen Uludağ, sen Kaçkar'sın.
 Sen en büyük devle,t yeryüzündeki cennetsin.
 Sen yüce TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİSİN.

3 Eylül 2012 Pazartesi






SAYIN MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ'DAN
BAŞBAKAN TAYYİP ERDOĞAN'A MEKTUP

                                                                                                                              ALINTI
Başbakan Recep Tayip Erdoğan Hazretlerine
 
İkide bir “demir ağlarla kim örmüş, hep biz ördük” deyip duruyorsunuz, Atatürk zamanında yapılanları sıfıra indiriyorsunuz. Eğer biraz tarih bilseniz bunu söylemeye utanırdınız, yüzünüz kızarırdı. 
Muazzez İlmiye Çığ
 
O günkü örülen demir ağlar yalnız tren yolları değildi: güçlü eğitim, güçlü ekonomi, güçlü demokrasi , güçlü laiklik temelleri atılmasaydı, ne  siz bu gün o mevkie gelebilirdiniz, ne de gösteriş olarak  başlarını örttürdüğünüz, yüzleri gözleri boyalı eşlerinizi gavur ülkelerine götürüp, gavurların ellerini sıktırabilirdiniz.
 
Özendiğiniz  Müslüman ülkeleri arasında hangisi bizim ülke gibi?
Kendi kıyafetinizi  bile o demir ağlara borçlusunuz.

 
Hazinesinde borçtan başka bir şey olmayan  Osmanlı devleti yıkıntısı üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, toprağından bir damlasını satmadan, kimselerden borç almadan, bir taraftan Osmanlının, diğer tarafta yenilmediğimiz halde yenilmiş sayıldığımız birinci Cihan savaşı borçlarını öderken,   yapılan işler  yanında sizinkiler çocuk oyuncağı kalır.
 
Okuma yazma, hatta sabun kullanma bilmeyen, verem, sıtma, zührevi hastalıklar, trahom gibi bulaşıcı  hastalıklardan  kahrolan zavallı fakir  bir halk. Devletin geliri bu halkın verdiği vergilerdi. İşte o vergilerle o alay ettiğiniz demir ağlar yapıldı.
 
Kısa zamanda elin parmakları sayımında doktorların özverileriyle hastalıkların önü alınmaya çalışılırken neler yapıldı neler!.
 
Koskoca ülkede bir çimento fabrikası yoktu. O yüzden evler kerpiç denilen çamurla yapılıyordu. Şeker fabrikamız yoktu. Rusya’dan gelen şekerleri bugün gibi hatırlıyorum. Evet şeker fabrikaları, çimento fabrikalar,kâğıt, silah, uçak fabrikası, kumaş fabrikaları kuruldu. Hem de ülkenin batısından doğusuna kadar dağıtıldı bu fabrikalar.
 
Avrupa’dan bize, yenilemekte oldukları fabrikaların eskilerini ucuz fiatla  satmak istediler. Eskiyi almak yine geri kalmışlıktır, diye alınmadı.  Batıda “Atatürk Fabrikaları” diye adlandırılan o fabrikalar tiyatro, spor müzik,  salonları ile bir kültür merkezi, çalışanlara her türlü rahatı sağlayan bir sosyal kurumdu. Ama bu fabrikalarda çalışacak biraz olsun işten anlayan işçimiz, teknisyenimiz, mühendisimiz yok gibiydi. Bunlardan bir kısmı burada bizim insanımızı eğitmek için dışarıdan getirtildi bir kısmı da Rusya’ya eğitilmek üzere gönderildi. İnsanımız o kadar yetenekli idi ki, kısa zamanda gerekli olanları öğrendi ve işleri ele aldı.
 
O yüzden Atatürk,”Türk çalışkandır, zekidir” demiştir. Siz  ise başa geçer geçmez alın teri ve büyük bir özveri ile yapılmış o güzel tesisleri  satıp satıp yediniz yedirdiniz.
 
Ülkenin doğusu ve batısı düşman eliyle yanmış yıkılmıştı. bir taraftan onlar onarılıyor, hastaneler okullar yapılıyor, diğer taraftan Ankara bir başkent olacak şekilde yapılandırılıyordu.
 
Hemen hemen hiç kara yolu yoktu. Onun için Atatürk, Osmanlı devleti zamanında “ne olurdu her vilayet senede bir kilometre yol yapsaydı, 500 yılda beşer yüz kilometre ile şehirler birbirine bağlanacaktı”, demişti.
Olan demir yolları da yabancıların elinde idi.

 
Yalnız o mu daha bir çok kurum yabancılara aitti. Bütün onlar ellerinden alınarak ülkenin malı yapıldı. Onların üzerine 3000 kilometrelik tren yolu yapıldı ki, o zaman şimdiki gibi dağları bir anda oyacak makineler yoktu. Tüneller kazma ile kazıldı. Elde  onları planlayacak hesaplayacak mühendisler yoktu. Hatta trenlerde çalışan makinist gibi memurlar bile hep Rum, Ermeni olduğundan bu konuda çalışacak insanımız da yoktu.
 
Onun için böyle kimseleri yetiştirmek üzere okul açıldı. Tren rayları yapmak için fabrika kuruldu. Şimdi ki gibi ne gerekse dünyanın her yerinden getirilmedi Kilometrelerce kara yolu köprüler yapıldı.
 
Demir ağın bir ayağı olan “çağdaş eğitim” ne kadar önemliydi. Batı araştırmalarda icatlarda almış yürümüştü. Ama biz de  ne doğru dürüst ilk okul, lise ve ne de araştırmalar yapacak üniversite vardı. O yüzden  Osmanlı devleti  geri kalmış ve yıkılmıştı. Okullar açılsa eğitecek kimse yoktu. O yoklukta bir çok alanda eğitim almak üzere Batıya başarılı pek çok gencimiz gönderildi.
 
Onlar daha yetişmeden Hitler’in Yahudi oldukları için işlerinden attığı çok değerli bilim insanlarının bize sığınmak istemeleriyle onlara açılan kapılarımız sonucu büyük bir eğitim atılımı başladı.
 
İstanbul’da Darülfünun denilen okul tam bir üniversite oldu.Hukuk, siyasal Bilgiler, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi fakültelerle Ankara Üniversitesinin temeli atıldı. Gelenlere istedikleri kitaplıklar, laboratuarlar sağlandı. Onların derslerini Türkçeye çevirecek çevirmenler bulundu. Bunların hepsi para ile oluyordu.
 
O paralar, o fakir halkın vergileriyle sağlanıyor, kimseye  para yedirilmiyor, rahmetli Başbakan İnönü “ kimseye bir kuruş yedirmem” diye bar bar bağırıyor, yedirmiyordu. Böylece güçlü bir eğitim temeli atıldı. O yüzden Başbakan hazretleri! istediğiniz dalda uzmanları elinizin altında bulundurabiliyorsunuz.
 
Bundan sonra İmam Hatiplerde yetiştireceğiniz dindar ve kindar  o zavallı gençleriniz, Allah’a dua ederek, yalvararak size yardımcı olurlar. Böylece elinize aldığınız bu güzel ülkeyi ....... toprağa gömerek tarihe kara harflerle geçersiniz.
 
Muazzez İlmiye Çığ
25.8.2012
 

28 Ağustos 2012 Salı

ULUSAL BAYRAMLARIMIZ





30  AĞUSTOS  ZAFER  BAYRAMI


 Burhan Bursalıoğlu

30 Ağustos Zafer Bayramının 90. Yılını Ulusça  kutlamaya hazırlanmaktayız.
Tam bağımsız, özgür, egemen ve çağdaş   bir Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasında büyük etken olan 30 Ağustos Zaferi aynı zamanda  Türk Ulusu’nun yüzyıllardır  mücadele ettiği  kötü  talihinin sona erdirildiği tarihtir.

Sakarya Savaşı Türk Ulusu’nun ölüm kalım savaşıydı. Ankara yakınlarına kadar gelen Yunan ordularını uzaklaştırmak, Osmanlı Devletinin  , ölüm fermanı olarak nitelenen Sevr anlaşması  nedeniyle  Anadolu’nun tüm etrafı işgal edilmiş, ortada Ankara ve çevresi  Türklere bırakılmıştı. Tüm Anadolu’yu işgal  etmemekle lütufta (!)  bulunmuşlar.  Nasıl olsa etrafı çevrili, ileride boğazlarını sıkar,  bunları tarihten sileriz” düşüncesinde olsalar gerek.

Sakarya Savaşı kaybedilseydi, işte o zaman düşündükleri gerçekleşmiş olurdu. Ama  umdukları  gibi olmadı. 52 gün süren Sakarya Savaşının sonunda,Yunan orduları geri çekilmeye başladı. Bu olay zaferin çok yakın olduğunun müjdecisiydi.

TBMM Sakarya Savaşı'ndan sonra Mustafa Kemal'e MAREŞAL ve GAZİ unvanlarını  verdi. Bu rütbe ve taltife laik olmaya and içen Mustafa Kemal Atatürk, düşmanların Anadolu’dan atılması gerektiğini, bunun için de zamana ve güçlü bir orduyu  oluşturmak kaçınılmaz olduğuna  inanarak Ulusca hazırlığa başlandı.

Bir taraftan orduyu yenileyip,silah ve malzeme ihtiyaçlarını karşılama, bir taraftan da taarruz planları  yapma uğraşı veriyordu.

İlk olarak Ocak ayında taarruz planlanmıştı. Gerekli hazırlıklar tamamlanamayınca  taarruzu Nisan ayına ertelediler. Nisan’da da  istenilen hazırlık tamamlanamamıştı.  Nihayet Ağustos ayında tüm hazırlıklar tamamlanmıştı.

Halkın çabaları, yardımlarıyla ordu mensuplarının giysileri, çorapları, eldivenleri, kılıç,at,nal, yiyecek gibi ihtiyaçları karşılandı. Silah satın alındı. İstanbul’un gizli yerlerinde depolanan silah ve mermiler, gözünü budaktan sakınmayan adsız kahramanlar tarafından Anadolu’ya kaçırıldı, hatta  geri çekilen düşmanın bıraktığı silahlar tamir edilerek onlara karşı kullanılır duruma getirildi.  Birliklerin taarruz yapacakları  bölgeler, tepeler   tespit edilerek oralara kaydırma yapıldı.. Batı ve Kuzey cephelerdeki birlikler,  gece hareket edilerek, çok gizli bir şekilde Kocatepe bölgesine kaydırıldı.

Gazi Mustafa Kemal'in başkomutanlığını yaptığı Türk ordusu, 26 Ağustos 1922'de düşmana saldırdı. Kocatepe’de başlayan top atışları sanki Cumhuriyetin kuruluşunun top atışlarıydı. Mustafa Kemal'in "Ordular İlk hedefiniz Akdeniz, ileri" komutunu verdikten sonra,  kısa zamanda Yunan mevzilerinde karmaşa başlamış,  gerisin geri kaçış onlar için kurtuluş  zannediliyordu. 30 Ağustosta çembere alınan Yunan ordusundan, Kaçanların mezarı Ege denizi oluyordu.Sağ kalanlar esir alınıyor,   ki bunların arasında komutanları general  trikopis’te bulunuyordu.  9 Eylül 1922 tarihinde Türk Ordusu İzmir’e girerek 3 yıllık İzmir’in Yunan hakimiyetine son verildi.

30 Ağustos zaferinin bir bayram olarak kutlanmasına  1935 yılında karar verildi.

O tarihten itibaren 30 Ağustos Zafer Bayramı adı altında, her yıl tüm yurtta, Kıbrıs’ta ve  dış tamsilciliklerde  kutlamaktayız.

Tüm Devlet Erkanı  törenlerin yapılacağı yerlerde yerlerini alırlar.  Özellikle Askeri birliklerin yaptıkları geçit törenleri, halkımız tarafından gururla seyredilir ve bu geçitler düşmanlarımıza da gözdağı vermiş olurlar.  Genel Kurmay Başkanı tebrikleri kabul eder,    gece de yine Genel Kurmay Başkanlığınca, orduevlerinde resepsiyon  ve  balo  tertiplenir, smokinler giyilir, davetiyeler Genel Kurmay imzasını taşırdı.

Bu sene 90. Yılını kutlayacağımız 30 Ağustosta , kutlamalarda ,  hiçte tasvip etmediğim  bazı değişiklikler yapılmış.  Çünkü bu bayram TSK nin kazandığı bir zaferin kutlamasıdır. Bu zafer kazanıldığında ne Cumhuriyet var dı, ne de Cumhurbaşkanı.

Değiştirilen kutlama programında, tebrikleri Cumhurbaşkanı kabul edecekmiş.  Davetiyelerde, Abdullah Gül ve eşi Hayrunissa Gül’ün imzası varmış. Resepsiyon Cumhurbaşkanlığı köşkünde olacakmış. Smokin mecburiyeti kalkmış, siyah elbise ile gelinecekmiş. 

Cumhuriyet Bayramında, Cumhurbaşkanı  tebrikleri kabul ediyor. 23 Nisan’da Meclis  Başkanı, MEBakanı,  19 Mayıs’ta  Gençlik ve Spor Bakanı tebrikleri kabul ederken, 30 Ağustos Zafer Bayramında, bu seneye kadar  uygulanan bir geleneğin değiştirilmesi, Genel Kurmay’ın saf dışı bırakılması mıdır amaç acaba. Zaferin kazanıldığı 1922 de, Sayın Cumhurbaşkanı  Abdullah Gül  ne hayatta idi ne de makamı ,yani Cumhuriyet vardı. Var olan TSK. İdi. Zafer onun zaferi.  Bayram kutlamaları onun hakkı. Umarım bu haksız uygulamadan vazgeçilir.Bu güne kadar TSK nde kullanılan “GÜÇLÜ ORDU, GÜÇLÜ TÜRKİYE”   sözü  bu seneki afişlerde yer almamış.  Bu söz bir müddet önce, “GÜÇLÜ TÜRKİYE, GTÜÇLÜ ORDU “ olarak değiştirilmişti.

30 Ağustos Zafer Bayramının  90. Yıl dönümü  tüm Ulusumuza , barış, mutluluk, huzur ve sağlık getirmesini dilerim.

Amerikalı Tarihçi Webster Tarpley, Press TV ye  yaptığı açıklamada “ Türk yetkililerinin  anlaması gerekiyor. ABD ve İngiltere ile ittifak ölümcül kucaklaşmadır. Suriye’ye karşı Türkiye’yi oyuna sürecekler, Biliyorlar ki, bu çatışmanın geri tepkisi modern Türkiye’yi  imha edebilir” diyerek, Türk yöneticilerini  kurulan tuzak dışında kalmalarını uyarmaya çalıuşmasına rağmen,  Atatürk’ün yaptığı devrimlerinin bekçileri olan bizler ve TSK. O’un açtığı aydınlık yoldan asla sapmadan yürüyeceğimize olan inancımı kaybetmeyeceğim.

  

 

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...