1827 yılında Almanya'nın Brandenburg kentinde Karl adında bir çocuk dünyaya gelir. Babası müzik öğretmeni olan Karl, aile içinde baş gösteren huzursuzluklardan dolayı bir Fransız yetimhanesine gönderilir.
Karl yetimhanede büyür ve gelişir.
Bir müddet sonra Karl gemilerde miço olarak iş bulur. Karl Almanya'nın Hamburg kentinden kalkan bir gemiyle İstanbul'a giderken henüz 12 yaşındadır.
Karl'lin içinde olduğu gemi İstanbula giriş yaparke, gemideki çalışmayı beğenmediğinden, denizin de onu tutma nedenlerinden Kız Kulesi önlerinde gemiden atlayarak yüzmeye başlar. Kız Kulesi'nin bekçisi kendine doğru gelen çocuğu görünce denize atlar ve Karl'li kuleye getirir.
Karl bekçiye," gemiye geri dönmek istemediğini, burada kalmak istediğini" söyler. Bekçi durumu üst makamlara anlatır. Gemi kaptanı ve daha sonra Alman hükümeti Karl'ı isterler. Ancak Karl küçük yaşına rağmen direnir, gitmek istemez. Bu durum iki ülke arasını da açar. Sadrazam Ali Paşa çocuğu himayesine aldığını Alman elçisine söyleyerek meseleye noktayı kor.Karl'a Mehmet Ali adını verirler.
Mehmet Ali Paşanın himayesinde sarayda büyümeye başlar. Yetişkin duruma gelince de Kırım, Bosna ve Karadağ savaşlarına katılır. Mehmet Ali 2. Abdülhamit'in Padişahlık döneminde paşa ünvanını alır. Artık sözü geçen, bildiği Almanca,Fransızca, Yunanca,Arapca ve Farsça lisanları nedeniyle de, 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması'nda Osmanlı'yı temsil eden üç kişiden biri olur.
Edebiyata da düşkün olan, şiir yazan Mehmet Ali Paşa'nın dört kızı olur.. Bu kızlardan Leyla'nın da bir kızı olur; Adı Celile'dir.
Celile evlenir ve bir erkek çocuğu olur.Bu çocuk Türk Şairi Nazım Hikmet Ran'dır.
Kız Kulesinin birkaç hikayesi vardır. Genelde bir rüya nedeniyle yılan sokmasın diye kızını kulede yaşamaya mahküm eden kralın kadere karşı koyması düşüncesi ve eylemi sonunda,ters tepen olaylarda, üzüm sepeti içine saklanan bir yılanın Kız Kulesine gelip kızı sokması hikayesinin yanında, Karl yüzerek gemiden kaçmasa , Kız kulesine sığınmasa Nazım Hikmet'de olmazdı herhalde.
Her insanın geçmişinde tesadüflerle dolu bir hikayesi vardır. Hiç önemsemesek de gerçekleri inkar edemeyiz. Annemizle babamız bir şekilde karşılaşmasalardı biz olur muyduk?
Köyümüz şehirden yüksek mi yüksek, Baban ihtiyarlıyor oğul, bilmem netsek Söz dinlemiyor artık ahırdaki eşek, Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul !
Sizi 9 ay 10 gün karnımda taşıdım Beş oğul bir kızım için yaşadım Şimdi halim kalmadı, gençliğimi boşadım Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul !
Köyde bacalar eskisi gibi tütmüyor, Çorba dahi boğazımızdan geçmiyor Takatimiz kalmadı işler bitmiyor Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
Geçenlerde kasabadan köye doktor geldi Sağlam kimse kalmadı herkese ilaç verdi Bana da kendini yorma ansızın gidersin deyiverdi Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
Eskiden köyümüzde yağız delikanlılar vardı Al duvak içinde gelinler, giderken ağlardı Gençler köyü terk etti, şimdi ihtiyarlar kaldı Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
Hani yalnız yaşayan komşumuz Ali amca vardı O da rahmetli oldu cenazesi üç gün kaldı Mezarını kazacak delikanlı bulunamadı Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
Öğrenci yokluğundan artık okul kapalı İhtiyarlayınca, babanın döküldü saçı sakalı Benimde dizlerim tutmaz, ağır işlere bakalı Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
İmam usandı, tayin yaptırıp gitti Bir ezan sesi duyuyorduk o da bitti Hastalıklar çoğaldı artık canımıza yetti Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
Analarda ciğer, evlatlarda merhamet olur Gezen görür, yaşayan ölür, eden elbet bulur Hayır duamızı alın biz ölmeden ne olur Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
Sizin huzurunuzu kaçırmak istemem Gelinlerimi severim asla kin beslemem Şimdi gelmezseniz cenazeme de istemem Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
‘’ OĞULLARIN ANA MEKTUBUNA CEVABI ’’
(1. oğul)
Ana, şimdi Akdeniz sahillerindeyiz, Buralar çok güzel herkese tavsiye ederiz. Çocuklar diyor, ölürüz de asla köye gitmeyiz Kusura bakma, çocuklar istemeden biz gelemeyiz!
(2. oğul)
Ana, mektup yazmışsın bize boşu boşuna, Çünkü daha açarken gitmedi hanımın hoşuna, Sen idare et artık, bu sene de yalnız başına, Kusura bakma, ben hanımı gönderemem ana !
(3. oğul)
Ana, gönderdiğin mektubu şimdi okudum hanıma, Dedi bu devirde hizmet eden var mı?, Allah aşkına, Ne olur soğuk su katma bu yaştan sonra, pişmiş aşıma, Kusura bakma ana, gönderemem hanımı ben sana asla!
(4. oğul)
Ana darılma, vakit bulup ta mektubunu okuyamadım, Şimdi okuyunca ne demek istediğini çok iyi anladım. Benim hanımdan başka çağıracak gelin mi bulamadın? Kusura bakma gönderemem, hanım oralara alışamaz ana !
(5. oğul)
Ana abim söyledi, hizmete bizim hanımı çağırmışın, Olur mu öyle şey, doğalgazdan sobalı eve nasıl alışsın. Birde önceden başlamış günleri var, onlar yarım mı kalsın? Kusura bakma ana gönderemem, bu sene bizimki kalsın!
(ortak çözüm)
Ana, ana dört kardeş hanımlarıyla bize geldiler. Anamızın isteği yerinde, acil çözüm bulalım dediler. Bizler ne yapacağız diye düşünürken, akılı gelinler verdiler. Kusura bakma ana, sana hizmete ancak bacımızı uygun gördüler!
Tarih sahnesinde var olduğundan beri bağımsız yaşamış Türk Milleti, 1. Dünya Savaşı'nda müttefikleri yenilgiyi kabul edip savaştan çekilince yenilmiş sayıldı... İtilaf Devletleri donanmaları 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması'na dayanarak 13 Kasım 1918'de Haydarpaşa önlerine demirleyip İstanbul'a girdiler. Fiilen gerçekleşmiş olan işgal, 16 Mart 1920 günü resmi işgale dönüştü.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, Adana treninden inip Haydarpaşa rıhtımına ayak bastığında düşman gemilerinin zafer bayrakları açmış şekilde toplarını sağa sola çevirerek İstanbul limanına girdiklerini, Türk azınlıkların da sevinç çığlıklarıyla karşı sahilleri çınlattığını görünce, "Geldikleri gibi giderler" demişti.
Kurtuluş Savaşı'nın zaferle bitmesinden sonra Refet Paşa (Bele) komutasındaki bir Türk birliği İstanbul'a girdiyse de, işgali resmi olarak kaldıramadı.
18 Eylül 1923'de Batı Anadolu tamamen düşmanlardan temizlendi. Mudanya Ateşkes Antlaşması'yla İstanbul, Boğazlar Bölgesi ve Doğu Trakya kurtarıldı.
İmzalanan Lozan Barış Antlaşması gereğince de düşman askerleri altı hafta sonra İstanbul'dan ayrılacaklardı. 4 Ekim 1923 günü düzenlenen bir törenle Türk Bayrağı'nı selamlayarak şehirden ayrıldılar.
5 Ekim 1923'te şehrin Anadolu yakasına gelen, Şükrü Naili Paşa kumandasındaki Türk Ordusu, 6 Ekim 1923 günü coşkun bir bayram havası içinde, sevinç gözyaşları arasında ve çiçek yağmuru altında İstanbul'a girdi. Böylece 5 yıl kan ağlayan güzel İstanbul kurtulmuş oldu.
İstanbul’ giren Türk birliğinin kumandanı olan Şükrü Naili Paşa (Gökberk, ) 1876 da Selanik ‘te Mustafa Bey ile Hasibe Hanım'ın oğlu olarak dünyaya geldi. Edirne Lisesi'nden mezun olduktan sonra 1899'da Harp Okulu'nu 1902'de Harp Akademisi'ni Kurmay Yüzbaşı olarak bitirerek kurmay stajı için Selanik'te bulunan 3.Ordu'nun emrindeki Görice ve Avlonya 2. Sınıf Redif Taburu'na atandı. 1904'de Priştine Redif Fırkası'nda kurmay, 1905'te Rumeli'de eşkıyaları ortadan kaldırmak için Kuvve-i Takibiye Tugayı'nın Selanik Alayı 2. Avcı Tabur Komutanlığına, 1908'de 3. Ordu Nizamiye 22.Alay Komutanlığına atandı. 1910'da 3. Ordu 10. Köprülü Redif Fırkası Kurmay başkanı, 1911'de 5. Kolordu Nizamiye 14. Fırka Kurmay Başkanı oldu. Bu görevdeyken Balkan Savaşı’na katıldı. 1913'te 8. Fırka Kurmay Başkanlığına, ardından Redif Fatih Fırkası Kurmay Başkanlığına getirildi. 1914'te 7. Fırka Kurmay Başkanıyken I. Dünya Savaşı'na katıldı ve 1915'de 50. Fırka Komutanı oldu. 1918'de 49. Fırka Komutanı ve Temmuz 1920'de aynı fırkayla Kırklareli'de Yunan Ordusu'na karşı savaştıysa da birliğiyle Bulgaristan'a sığınmak zorunda kaldı.
Aralık 1920'de Bulgaristan'dan memleketine dönerek 25 Nisan 1921'de Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere Anadolu'ya geçti. 15. Fırka Komutanı olarak Kütahya ve Sakarya savaşlarına katıldı. Eylül 1921'de Ankara Komutanlığına, Kasım 1921'de Adana Bölgesi İşgal ve Tesellüm Heyeti Başkanlığına, Ocak 1922'de Mersin Bölgesi Komutanlığına getirildi. Temmuz 1922'de 3. Kolordu Komutanlığına atanarak Ağustos 1922'de bu kolorduyla Başkomutanlık Meydan Muharebesine katıldıktan sonra Mirliva (Tümgeneral) lığa yükseltildi. Eskişehir ve Bursa'yı düşmandan temizledikten sonra Bandırma'yı da geri alan Naili Paşa, Lozan Barış Antlaşması'nın yürürlüğe girmesinden sonra 6 Ekim 1923'te Kolordusuyla birlikte İstanbul'a girdi.
1923'da T.B.M.M. 2. Döneminde Kırklareli'den milletvekili seçildi. Ancak, Kasım 1924'te askerliğini tercih ederek milletvekilliğini bıraktı. 1926'da Ferik (Korgeneral)liğe yükseltildi. 1934'te 3. Kolordu Komutanıyken emekliye ayrıldı. Gökberk, 1935'te İstanbul'dan milletvekili seçilerek tekrar T.B.M.M.'ye girdi. 23 Kasım1936'da Edirne'nin kurtuluş bayramına katıldığı sırada hayatını kaybetti. Kabri İstanbul'a getirilerek şehitliğine defnedildi ve 1988'de Ankara'daki Devlet Mezarlığı'na nakledildi. Şükrü Naili Bey’in Nazire Hanım ile evliliğinden Turgut, Macit (d.1908), Saadet (d.:1909) adlı üç çocuğu olmuştur.
İstanbul'un Kurtuluşu'nun 87. yıldönümü coşkulu kutlamalarla törenler yapılacak, tüm okullar tatil edilecek.
4 Ekim 1926 tarihinde, yanı 84 yıl önce, Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girdi
Türk Medeni Kanunu, Atatürk devrimlerinin temeli, dinsel hukuk düzeninden laik hukuk düzenine geçişin belgesi, bir hukuk ve uygarlık anıtı olarak kabul edilmektedir.
Türk Medeni Kanunu, kısaca Medeni Kanun'un geçmişi 1923 yılına dayanmaktadır. Atatürk, 1923 yılında Bursa'da halka yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "Yeni Türkiye, ne zamana ne de ihtiyaca uymayan mecellenin hükümlerine bağlı kalamaz. En uygar uluslar derecesinde hukuk kurallarımızı da iyileştireceğiz. Yüz sene, beşyüz sene, bin sene evvel yaşayan bir toplum için yapılan yasalarla bugünkü toplumu yönetmeye kalkışmak gaflettir, cehalettir."
Cumhuriyet'in kuruluşu ile yeni bir devlet yapısı oluşturulurken varolan hukuk düzeninin iyileştirilmesi, çağdaşlaştırılması amaçlanmıştı. 1923'de Adalet Bakanlığı bünyesinde, başta Mecelle olmak üzere temel bazı yasaları yeniden düzenlemek üzere iki komisyon oluşturuldu. KOMİSYONLARIN ÇALIŞMALARI...
Adalet Bakanlığı bünyesinde oluşturulan bu komisyonların çalışma yöntemlerini belirleyen yönetmelikte, komisyonların yeni düzenlemeler için önce Osmanlı döneminde, İslam hukukunda din ve dünya işleri ile ilgili ana kaynaklardan yararlanarak konulmuş olan kuralların bütününün yeterli olmadığı konularda başka ulusların kabul ettiği çözümlerden yararlanmaları öngörülüyordu. Ama ,Komisyon üyelerinin şeriat kurallarından ayrılmaz gözükmeleri, bu arada yeni düzenlemelerde batı hukukunun örnek alınmasına ilişkin görüşlerin yoğunlaşması sonucu, bu komisyonlar dağıtıldı. 19 Mayıs 1924'deyeniden oluşturulan komisyonların çalışmalarına ilişkin yönetmelikte, bu kez, gerekirse "batı milletlerinin kanun ve eserlerinden icap eden esasların alınması" ibaresi yer aldı. Ancak bu komisyonların hazırladığı yasalar da, yetersiz ve çağdaş olmaktan uzak bulundu; bunlarla ülkenin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde bir hukuk sisteminin yaratılamayacağı anlaşıldı.
Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, batıdaki örneklerinden yararlanarak hukuk sisteminin yenilenmesi kararını, "Türk ihtilalinin kararı, batı uygarlığını kayıtsız şartsız kendisine mal etmek, benimsemektir. Bu karar, o kadar kesin bir azme dayanmaktadır ki, önüne çıkacaklar, demirle, ateşle yok edilmeye mahkumdurlar. Bu prensip bakımından yasalarımızı olduğu gibi batıdan almak zorundayız " sözleriyle açıkladı.
Batılı ülkelerin medeni kanunları incelendikten sonra Medeni Kanun'un hazırlanmasında, İsviçre Medeni Kanun'u esas alındı. 1912'de yürürlüğe giren İsviçre Medeni Kanunu, dilinin basitliği, kadın-erkek eşitliğine dayalı bir aile düzeni içermesi ve hakime takdir yetkisi vermesi nedeniyle benimsendi.
Avrupa'daki en eski yurttaşlık yasalarından Fransız Medeni Yasası, eskimiş kabul edildi, Avusturya Medeni Yasası, Habsburg Hanedanının "mutlakiyetçi" anlayışını yansıtır nitelikte bulundu. Alman Medeni Yasası ise, çok teknik bir metin olarak görüldü. Türk Medeni Kanunu Tasarısının hazırlanması için hukukçu milletvekillerinden, öğretim üyeleri, yargıç ve avukatlardan oluşan 26 kişilik bir komisyon kuruldu. Bu komisyon, İsviçre Medeni Kanunu'nu Türkçe'ye çevirdi ve yeni bir metin oluşturdu. GEREKÇEDEN...
Komisyonun hazırladığı taslak, 20 Aralık 1925'de Bakanlar Kurulu'nda (3. İnönü Hükümeti) görüşülerek kabul edildi. Tasarının genel gerekçesi, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt tarafından kaleme alındı. Bozkurt, gerekçede, "Türkiye halkı, adaletin uygulanmasında kuralsızlık ve sürekli kargaşa karşısındadır. Halkın kaderi belli ve yerleşmiş bir adalet esasına değil, raslantı ve talihe bağlı, birbiriyle çelişkili ortaçağ dinsel hukukun kurallarına bağlı bulunmaktadır. Cumhuriyet, Türk adaletinin bu karışıklıktan, yokluktan ve pek ilkel durumdan kurtarılmasını devrimin ve yüzyılımız uygarlığının gereklerine uyan yeni bir Türk Medenî Kanunu'nun hızla vücuda getirilmesini ve uygulamaya konulmasını zorunlu kılmıştır" dedi.
Tasarı, Meclis Adalet Komisyonu'nda hiçbir değişikliğe uğramadan kabul edildi. Komisyon raporunda, İsviçre Medeni Yasası'nın uygar ülkelerin en başarılı yasalarından biri olduğu, içerdiği hükümlerin toplumsal ve ekonomik yaşam bakımından çağın gereksinimlerini karşılayacak nitelikte olduğu belirtildi.
Genel Kurul görüşmelerinde tasarının madde madde ele alınması önerildi. Ancak Adalet Bakanı Bozkurt, yasanın bir bütün olduğunu, bu nedenle tümüyle görüşülmesi gerektiğini belirterek, bu öneriye karşı çıktı. Tasarı, kısa bir görüşmeden sonra, 17 Şubat 1926'da kabul edildi. 4 Nisan 1926 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan yasa, 6 ay sonra, 4 Ekim 1926'de yürürlüğe girdi.
Türk medeni Kanunu,Türkiye Cumhuriyeti'nin Batılı ve çağdaş anlayışa yönelmesini sağlaması açısından önem taşır.Medeni Kanun'un getirdiği yenilikler şunlar oldu:
a- Ailede kadın-erkek eşitliği sağlandı.
b- Evlilikte resmi nikah zorunluluğu getirildi.
c- Kadınlara, istedikleri mesleğe girebilme hakkı tanındı
d- Mahkemelerde tanıklık yapma, miras ve boşanma konularında kadın-erkek eşit hale getirildi
e- Patrikhanelerin, din işleri dışındaki yetkileri kaldırıldı
f- Hukuk birliği sağlandı.
g- Vatandaşlar arasında din,mezhep ayrılıkları gözetmeksizin, hak ve ödevler bakımından eşitlik sağlandı.
h- Tek eşle evlilik esası getirildi.
i- Mirasta, kadın-erkek ayrılığı kaldırıldı.
k- Toplumsal hayatta kadın-erkek eşitliği getirildi.
l- Evlenme ve boşanmada belirli şartlar getirmiş, özellikle erkeğin tek taraflı boşamasını kaldırarak boşanmayı hakimin takdirine bırakmıştır.
m- Kadınlar yönetim alanında da 1930 yılında belediye seçimlerine katılma, 1934 yılında da milletvekili seçilebilme haklarını elde etmişlerdir.
Zaman zaman Türk Medeni Kanununun değişik maddeleri değiştirilmiş, toplumun yararına uygun hale getirilmiştir.
2001 de çok geniş değişiklikler yapılmış olup, en son olarak da 2010 da bazı maddeler değiştirilmiştir.
Çocuk taşırlar, zorlukları taşırlar, ağır yükleri taşırlar ama mutluluk, sevgi ve neşe verirler.
Bağırmak istediklerinde gülümserler. Ağlamak istediklerinde şarkı söylerler. Mutlu olduklarında ağlarlar.
Bir kadın tanırım, çok güçlü esprileri ile sevdiklerine kendilerini iyi hissettirir. Öyle kadınlar bilirim karlı bir günde telefon başında bekler arkadaşının " eve güvenle geldim! " telefonunu kaçırmamak için.
Bir dost bilirim yıllar önce söylediğim sırrı özenle tutup asla bir daha ortaya getirmeyen.
Kadınların özel bir tarafı var. Gönüllü çalışır, hasta bakıcılık yapar çaresizlere yiyecek taşırlar. Öğretmen, memur. doktor, hemşire yönetici, avukat, evhanımı, komşudurlar. Takım kıyafet giyer, kot ve üniforma. İnandıkları uğruna savaşır, haksızlığa karşı dururlar. Barış için, sevgi için, doğruluk için konuşur, yürür, başvurur, çırpınırlar Aynı anda göz yaşlarını silebilir, yaraya pamuk koyar ve sırtını sıvazlayabilirler. Ailesi daha çok yesin diye az yiyebilir, çocukları kitap alabilsin diye yeni bir ayakkabı almadan bir kış daha geçirirler.
Okul aile toplantılarına gider, hasta çocuğu için okula koşarlar. Dostlarını destekler, korkmuş arkadaşı ile doktora giderler. Gerektiğinde para verir, koşulsuzca severler bilginin güç olduğunu bilir ama gene de yumuşaklıkla işlerini hallederler. Çocukları ödül aldığında, başarılı olduğunda ya da sadece mutlu olduğunda ağlarlar. Kimi zaman omuz, kimi zaman bir çift kulak, kimi zamanda yardım eden bir ses olurlar. Hiç güçleri kalmadığında bile, dimdik ayakta dururlar. Zor durumları kontrol eder, yorgunken bile enerji verirler.
İhtiyacı olan bir dost için uykusuz kalır yalnızken yanına koşarlar.
Bir kadının dokunuşu her yarayı iyileştirir. Bir kucaklama, bir öpücük kalpleri tamir eder.
Romantik bir geceyi unutulmaz yapabilir. Kocasının, çocuklarının ve arkadaşlarının en iyi özelliklerini ortaya çıkarabilir.
Gölgede kalmaktan şikayet etmez. Zorlamak yerine nazikçe cesaretlendirir. Şefkatli sözler fısıldayabilir, çığlık çığlığa taraftar olabilir, ve korkuları gülerek uzaklaştırabilir. Moralini düzeltip, kendine güven getirebilir bir kayıp ya da kavga sonrası aileyi bir araya getirebilir.
Kadın her çeşitte, her ölçüde, her renkte ve şekilde olur. Evlerde, apartmanlarda, gecekondularda yaşar. Yürür, araba kullanır, uçar yada koşar.
Dostuna basit bir e-mail göndererek ne kadar değer verdiğini anlatır. Haksızlıkları affetmek ve unutmak için yürekleri vardır. İyiliği unutmayan, her zaman hatırlayan, Sevgi ve sadakat ile çarpan bir kalpleri vardır.
İşte dünyayı döndüren, kadının kalbidir. Bir kadın aynı anda hem ağlayabilir hem gülebilir. hem üzgün hem umutlu olabilir. hem affedebilir hem cesaretlendirebilir.
Kadın sadece doğum yapmaktan çok daha fazlasını yapar. Neşe ve umut getirir. Hayal kurmayı ve hedeflere ulaşmayı öğretir. İhtiras ve idealleri verir.
Bir insanın hayatına girer ve yaşamı değiştirir. Geriye bütün isteği bir sıcak kucaklama bir sıcak gülümseme Ve bir sıcak öpücüktür.
.Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli kültür kurumlarından biri olan Türk Dil Kurumu 78 yıl önce, 12 Temmuz 1932’de kurulmuştu Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde dil ve tarih, Atatürk’ün en çok önem verdiği konulardandı.
Önce 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kuruldu. Uluslaşmanın en önemli temellerinden bir diğeri de dil idi. Bunun bilincinde olan Ulu Önder Atatürk, 11 Temmuz 1932 gecesi sofrasında bulunanlara “Dil işlerini düşünmek zamanı gelmiştir. Ne dersiniz?” diye sorar. Oradakilerin bu düşünceye katılması üzerine “Öyle ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.” diyerek Türk Dil Kurumunun temellerini atar.
Cemiyetin kurucuları, hepsi de milletvekili ve dönemin tanınmış edebiyatçıları olan Sâmih Rif'at, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri'dir. Kurumun ilk başkanı Sâmih Rif'at'tır.
Türk Dili Tetkik Cemiyetinin amacı, "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek" olarak tespit edilmiştir.
Atatürk'ün sağlığında, 1932, 1934 ve 1936 yıllarında yapılan üç kurultayda hem Kurumun yönetim organları seçilmiş, hem dil politikası belirlenmiş, hem de bilimsel bildiriler sunulup tartışılmıştır. 26 Eylül- 1934'te yapılan kurultayda Cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu olmuştur. ATATÜRK'ÜN 26 Eylül 1932'de "1. Türk Dil Kurultayı"nı toplamasını her yıl "Dil Bayramı" olarak kutluyoruz 1936'daki kurultayda ise , Türk Dili Araştırma Kurumu, Türk Dil Kurumu adını almıştır.
Türk Dil Kurumu başlangıçtan beri çalışmalarını iki ana eksen üzerinde yürütmüştür:
1. Türk dili üzerinde araştırmalar yapmak, yaptırmak;
2. Türk dilinin güncel sorunlarıyla ilgilenerek çözüm yolları bulmak.
Atatürk'ün kendisi de Türk dili üzerindeki yerli ve yabancı araştırmaları bizzat inceleyerek, dönemindeki bilginleri Türk dili üzerinde araştırmalar yapmaya yönlendirmiştir. Nitekim Türk dilinin en eski anıtları olan Göktürk (Runik) yazılı metinlerin ilk iki cildi onun sağlığında yayımlanmış; 1940'larda yayın hayatına çıkabilen Divanü Lügati't-Türk, Kutadgu Bilig gibi eserler üzerinde de yine onun sağlığında çalışılmaya başlanmıştır..
Türk Dil Kurumunun kuruluşuyla birlikte çağdaş Türkçede çok hızlı bir arılaştırma akımı da başlamıştır. Bizzat Atatürk'ün öncülük ettiği, Türk dilinin yabancı kökenli sözlerden temizlenmesi akımı 1935 güzüne kadar sürmüş; halkın diline girip yerleşmiş kelimelerin dilden atılması işleminden bu tarihte vazgeçilmiştir. Atatürk'ün ölümünden sonra öz Türkçe akımı Türk aydınları arasında sürekli tartışılan bir konu olmuş ve özellikle 1960'tan sonra Türk Dil Kurumu bu akımın öncülüğünü yapmaya devam etmiştir. 1980'den sonra tartışmalar durulmuş, bilimsel çalışmalar hız kazanmıştır.
Atatürk, ölümünden kısa bir süre önce yazdığı vasiyetname ile mal varlığını Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumuna bırakmıştır.
Türk Dil Kurumunun yapısıyla ilgili ilk önemli değişiklik 1951 yılındaki olağanüstü kurultayda yapılmıştır. Atatürk'ün sağlığında Millî Eğitim Bakanının Kurum başkanı olmasını sağlayan tüzük maddesi 1951'de değiştirilmiş; böylece Kurumun devletle bağlantısı koparılmıştır.
İkinci önemli yapı değişikliği 1982-1983 yıllarında gerçekleştirilmiştir. 1982'de kabul edilen ve şu anda da yürürlükte olan Anayasa ile Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, bir Anayasa kuruluşu olan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu çatısı altına alınmış; böylece devletle olan bağlar yeniden kurulmuştur.
Bugün Türk Dil Kurumu, 20'si Yüksek Öğretim Kurumu; 20'si Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yüksek Kurulu tarafından seçilen 40 asıl üyeye sahiptir. Üyelerin büyük çoğunluğu Türk üniversitelerinde çalışan Türkologlardır. Başbakanın önerisiyle Cumhurbaşkanınca tayin edilen Kurum Başkanı ve 40 asıl üye Bilim Kurulunu oluşturur
Türkiye Türkçesinin çağdaş sözlüğünü sürekli geliştirerek yayımlayan ve Genel Ağ ortamında sürekli güncelleyen Türk Dil Kurumu, İmlâ Kılavuzu'nu 2000 yılında yayımlamıştır.. 1998 yılı içinde 9. baskısı çıkmış olan Türkçe Sözlük'te 75.000 civarında kelime yer almıştır.
Türk Dil Kurumu 800'e ulaşan yayını, 40 Bilim Kurulu üyesi, 17 uzmanı, 56 çalışanı ve zengin bir araştırma kütüphanesiyle Türkiye'nin saygın bilim kuruluşlarından biri olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Türk Dil Kurumu’nun esas amacının Büyük Atatürk’ün arzuları doğrultusunda, Türk Dilindeki yabancı sözcükleri ayıklamak ve yabancı kelimeleri de uzak tutmaktır. Teknolojinin hızla gelişmesi nedeniyledir ki bugün dilimizin içine girip, Türkçemizi yabancılaştıran, gençler arasında revaçta olan birçok , özellikle, İngiliz ve Fransızca sözcükler vardır. Halbuki bu kelimelerin Türkçe karşılıkları vardır. Bilgisayarların yaygın olduğu bu ortamda, aygıtın içinde bulunan tüm yabancı sözcüklerin Türkçe leştirılmesi gerektir. Ama bu yapılmıyor. Sadece yüzeysel Türkçe leşme yapılıp, esas sözcükler olduğu gibi dilimize yapışıyor.ü
Aşağıda dilimize yapışan yabancı sözcüklerin, pekala Türkçe karşılıklarının olduğunu göreceksiniz.
Tüm arzum, mümkün olduğu kadar Türkçe karşılıklarını kullanmak ve Türk Dil Kurumunun da bunu hızlandıracak çalışmaları yapmasıdır.
YENİ EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI HAYIRLI VE BAŞARILI OLSUN.
Burhan Bursalıoğlu
Dün tüm ilk ve orta öğretim okulları açıldı.
Özellikle 14 milyon öğrencilerimize başarılar ve kazasız belasız bir yıl geçirmelerini diliyorum.
2010-2011 öğretim yılı problemleriyle, eksikleriyle başladı
Büyük kentlerde, Vali, Milli eğitim Müdür ve diğer erkan, çok popüler bir okulda tören yaparlar ve eğitimin öneminden bahsederler, öğretmenlerin mum olduğundan bahsederler, velilere tavsiyelerde bulunurlar, çocuklara başarılar dilerler, kimini öper kimine ufak tefek hediyeler verirler. Bu toplantılar, dört dörtlük okullarda yaparlar. Diğer okullardaki eksik öğretmenden, eksik sıra, tahta, olmayan ders malzemelerinden, yapılamamış badana boyadan,, olmayan yardımcı personelden bahsetmezler.
Bu tür toplantılar kimseyi mutlu etmediği gibi, bugün olduğu gibide bayılan , sıkılan çocuk ve velileri zorla dinletmeye çalışırlar.
Bence, okul Müdürünün 2 dakikalık, günün önemini ve okula başlamanın değerini kapsayan konuşması yeterlidir.
Okullar açıldı. Kimi okullarda öğrenciler üst üste. İlave dershaneye ihtiyacı olan okullarda hiçbir hareket yopk. Kimi okullarda öğretmen yok. Bakanlık 70 bin öğretmeni atayacağını söylüyor ama, ortada atanan öğretmen yok. Yıl içinde belki olur.
Çok önemli olan kitap basımı tamamlanmamış. Kitapçılarda kitap bulunmuyor. Ya gelmemiş, yahutta bitmiş oluyor. Bunun hesabını Bakanlığın yapması ve ona göre her kitabın tespit edilen sayısı kadar bastırmaları lazımdır.
Kıyafet sorunu da yaşanmakta. İdarenin yönlendirdiği mağazadan almak mecburiyeti var. Birinci sınıfa başlayan bir öğrenciye alınan bir numara büyük giysi yi o çocuk en az 3 yıl giyer. Ama ne yazık ki Sayın Bakanın kıyafetlere olan saplantısı nedeniyle her yıl yeni bir kıyafet tavsiye sinde bulunmaktadır.
Her yıl olduğu gibi, bu yıl da yönetmeliklerde, yasalarda yeni yeni kararlar, uygulamalar, ders konularında değişiklikler ve ders saatlarında da azalma veya yükselme olmakta, sınavtürlerinde değişiklikler olmaktadır.
İlk önce bu sene ilk ve ortaöğretim ders saatlarında yapılan değişikliklere bir göz atalım.
Edinilen bilgiye göre, İlköğretim Genel Müdürlüğü ile Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın koordineli çalışmaları sonucunda hazırlanan "İlköğretim Okulu Haftalık Ders Çizelgesi" gelecek eğitim-öğretim yılı olan 2010-2011 öğretim yılında, ilköğretim okullarının, haftalık zorunlu ders saati sayısı toplamı 1., 2. ve 3. sınıflarda 25’e, ilköğretim 4. ve 5. sınıflarda ise 26 ders saatine indirildi.
Buna ilave olarak ilköğretim 1., 2. ve 3. sınıflarda 5, ilköğretim 4. ve 5. sınıflarında 4 ders saati "Serbest Etkinlikler" yapılacak.
İlköğretim 6., 7. ve 8. sınıflarda ise seçmeli ders saati sayısı ile birlikte haftalık ders saati sayısı toplamı 30 olacak.
Düzenlemeyle haftalık ders saati sayısı ilköğretim 1-3. sınıf Türkçe derslerinde12’den 11’e, 1-3. sınıf Hayat Bilgisi derslerinde 5’ten 4’e, 4-5. sınıf Fen ve Teknoloji derslerinde 4’den 3’e, 8. sınıf T.C. İnkılap Tarihive Atatürkçülük dersinde 3’den 2’ye indirildi.
İlköğretim 6-8. sınıf Beden Eğitimi dersleri ise 1’den 2’ye çıkarıldı.
Bakanlık, İlköğretim 1-5. sınıflarda "Rehberlik ve Sosyal Etkinlikler" dersi için ayrılan haftalık 1 ders saatini kaldırdı.
Haftalık ders saatinden indirilen dersler, önemli dersler. Türkçe dersi, Hayat Bilgisi, Fen ve Teknoloji, İnkilap Tarihi ve Atatürkçülük deslerinin, haftalık ders sayıları indirildi. Bu dersler en önemli kültür,etkinlik ve yaşamımızda her zaman karşımıza çıkacak olan konuları kapsayan derslerdir. Bunlarda azaltma yerine çoğaltmak lazımdır. Bu dersleri çocuklar zaten yavaş ve zor öğrenmekteler. Görsel Basında yapılan yarışmalarda, gençlerin verdikleri ve veremedikleri cevaplar içler acısı. Maalesef , diplomalı cahiller yetiştiriliyor. Hele, hele 1990 dan sonra Eğitimdeki karmaşa, yetiştirilemeyen öğretmen, üniversitelerden mezun, hiçbir fonksiyonu olmayan insanları okullara öğretmen olarak atamaları, eğitim ve Öğretim kalitesini de sıfıra indirmiştir. Şimdi bunlar yetmiyormuş gibi ders saatları indiriliyor. Serbest etkinlik saatları fazlalaştı. Bu saatlarda ne yapılacağı açıklanmıyor. Acaba ne yapılacak.?
Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi" dersi 2010-2011 öğretim yılında ilköğretim 8. sınıfta "seçmeli", 2011-2012 öğretim yılından itibaren de aynı sınıfta "zorunlu" ders olarak okutulacak.
İlköğretim 4-5. sınıflarda okutulmakta olan "Trafik Güvenliği" derslerinin öğretim programları birleştirilerek 2012–2013 öğretim yılından itibaren sadece 5. sınıfta haftada 1 ders saatinde uygulanacak ve 4. sınıfta bu dersten boşalan 1 ders saatinde de "Serbest Etkinlikler" yapılacak.
Buna göre, genel liselerde ve Anadolu liselerinde halen uygulanmakta olan "Fen Bilimleri", "Sosyal Bilimler", "Türkçe- Matematik" ve "Yabancı Dil" alanları kaldırıldı.
Ders grupları, "ortak dersler" ve "seçmeli dersler" olarak belirlendi.
FEN LİSELERİNİN DERS SAATİ SAYISI ARTTI
Anadolu liselerinde de yapılan yeni düzenlemelerle, haftalık ders saati sayısı toplamı, hazırlık sınıfı olan Anadolu liselerinde 37’den 35’e, hazırlık sınıfı olmayan liselerde ise 40’dan 35’e indirildi.
Anadolu liselerinde 9. sınıfta 10 saat olan Yabancı Dil Dersi’nin saati 6 saate indirildi. Daha önce 10. sınıftan itibaren okutulmaya başlanan 2. Yabancı Dil Dersi’nin 9. sınıftan başlaması için bu sınıfa da 2 saat 2. Yabancı Dil Dersi kondu.
Fen liselerinde alan dersleri, "ortak dersler" bölümüne alındı. Bu liselerin yönetmeliği gereğince Fen derslerinin ağırlığının, toplam ders ağırlığının en az yüzde 50’si olması gerektiği için 12. sınıfta Fizik, Kimya ve Biyoloji derslerinin haftalık ders saati sayısı da 4’ten 5’e çıkarıldı.
Fen liselerinde 9. sınıfta yabancı dil dersinin haftalık ders saati sayısı 8’den 7’ye indirildi. Bu liselerin 9-12. sınıflarına ilk defa haftada 2’şer saat olmak üzere 2. Yabancı Dil Dersi konuldu.
Fen liselerinin haftalık ders saati sayısı toplamı 36’dan 37’ye çıkarıldı.
Sosyal Bilimler Liseleri’nin 10. sınıfında Matematik Dersi’nin haftalık ders saati sayısı 4’den 3’e, 11-12. sınıflarındaki Matematik Dersi’nin haftalık ders saati sayısı 5’den 3’e indirildi. Bu liselerin 9-12. sınıflarına haftada 2’şer saat olmak üzere ayrı Geometri Dersi konuldu.
Orta öğretim okullarında yapılan değişikliklerin iyi ve kötü yönlerini ele almıyacağım. Yorumları size bırakıyorum.
Yorum yaparken, öğrencilerin başarılı olup olamıyacaklarını düşünmenizi tavsiye ediyorum.