Z E Y T İ N İ N   T E R İ
Dr. Mehmet Uhri
 Arabamız su kaynatmasa durmayacaktık, o sıcak yaz günü Balıkesir'in
 Savaştepe ilçesinde. Yola çıkmadan önce arabaya bakım yaptırmış,
 hararet sorunu olduğunu söylememe rağmen arıza bulamamışlardı. Dağda
 su kaynattıktan sonra motorun soğumasını bekleyip ancak Savaştepe'ye
 kadar gidebilmiştik.
 
 Birlikte yolculuk ettiğim eşim ve kızımın da canı sıkkındı. Günlerden
 pazardı ve her yer tatildi. Sanayi sitesinde arabaya baktıracak
 birilerini aradık, bulamadık. Can sıkıntısı ve çaresizlik içinde
 söylenirken tamirci aradığımızı duyan birileri aracılığıyla tanıştık
 Hüseyin amcayla.
 
 Elinde küçük bir alet çantası vardı. Yardımcı olmak istediğini söyledi.
 
 Motora yaklaştı, sesini dinledi. Kontağı kapatıp tekrar açtı. Hiçbir
 yere dokunmadan uzun uzun motoru ve çalışmasını izledi. "motorun
 soğutma sisteminde sorun görmediğinden" söz etti. Bir süre daha
 bakındı. Sonra  "buldum galiba" dedi.
 "Herşey normal görünüyor ve su kaynatıyor ise araba su eksiltiyor
 demektir. Muhtemelen kalorifer peteği delinmiş, su kaçırıyordur. O
 ta kdirde döşemelerin ıslak olmalı" dedi. Gerçekten de onca uzmanın
 çalıştığı tamirhanenin bulamadığı sorunu kısa sürede görmüştü. Arabanın
 ısıtma sistemi su kaçırıyor, eksilen soğutma suyu yüzünden araba
 hararet yapıyordu. Isıtma sistemini devre dışı bırakıp geçici bile
 olsa su kaçağını önleyip sorunu çözdü, Hüseyin amca.
 Teşekkür edip borcumu sordum. Arabanın camındaki tıp armasını gösterdi;
 - Doktor musun?
 - Evet.
 - Bizim hanımın yıllardır geçmeyen ağrıları var. Gelip bakarsan
 ödeşiriz. Ben de hanıma doktor götürmüş, gönlünü almış olurum. Hem de
 çayımızı içer soluklanırsınız.
 
 Hep beraber, Hüseyin amcanın evine gittik. Tek katlı bahçeli şirin bir evdi. 
 Hanımının şikayetlerini dinleyip, muayene ettim. Çoğu yaşlılığa ve
 yaş dönümüne bağlı yakınmaları için tavsiyelerde bulunup iki de ilaç
 yazdım. Kadıncağızın yüzü güldü. Teşekkür etti. Çay hazırlamak için
 izin istedi.
 
 Bu arada ilkokul çağındaki kızım boş durmuyor odaları dolaşıyordu.
 Bir şey kırıp dökmesin diye yanına gittiğimde evin bir odasının
 duvarlarının kitapla dolu olduğunu gördüm. Şaşkınlığım daha da
 artmıştı.
 
 Muhabbet ilerleyince, tamirci sandığım Hüseyin amcanın gerçekte emekli
 ilkokul öğretmeni olduğunu, 39 yıl devlet hizmetinde Ege'nin köylerinde
 çalışıp emekli olduktan sonra Savaştepe'ye yerleştiğini öğrendik.
 Çocuklarının okuyup büyük şehre gittiğin i burada hanımıyla baş başa
 yaşadığından dem vurdu.
 - Neden buraya yerleştiniz?
 - Ben okumayı, yazmayı, hayatı burada öğrendim. Sizler bilmezsiniz,
 unutuldu gitti. Ben Savaştepe Köy Enstitüsü'nün ilk mezunlarındanım.
 Hasan Ali Yücel Maarif Vekili iken ilk köy enstitüsü burada açıldı.
 Burada öğrendim ben hayatı, bir şeyler öğretmenin nasıl mutluluk
 verdiğini. Ayrılamadım buralardan. 
   - Peki bu tamircilik işi nereden çıktı?
 - Dedim ya, bilmezsiniz sizler, köy enstitüsü mezunu olmanı n ne demek
 olduğunu? O zamanın okulları sanırsınız. Halbuki orada bu toprağın
 çocuklarına okuma yazmanın yanı sıra çiftçiliği, hayvancılığı, inşaat
 yapmayı, yemek yapmayı, bozulanları tamir etmeyi, örgü örmeyi hatta az
 buçuk hekimlik yapmayı bile öğrettiler. Hayatı öğrendik ve öğretmen
 olup hayatı öğrettik çocuklara. 
 
 - Yani elinizden çok iş geliyor.
 
 - Köy enstitülerinde bilmeyi, öğrenmeyi, düşünmeyi soru sormayı,aklını
 kullanmayı öğretiyorlardı. Zaten bu yüzden yaşatmadılar ya...
 
 Bu arada çaylar geldi. Çayın yanında ekmek peynir ve zeytinden oluşan
 kahvaltı da hazırlamıştı Hüseyin amcanın hanımı. Emekli olduktan sonra
 zeytinciliğe başladıklarını sofradaki zeytinin de kendi ürünleri
 olduğundan söz etti.
 
 - Zeytinin hikmetini bilir misin? Meyveleri ile karnımızı doyurmuş,
 yağını çıkarmışsız. Kandillerde yakıp aydınlanmışız, odunu ile
 ısınmışız.  Giderek ona benzemişiz.  
 
 - Nasıl yani?
 
 - İnsan da doğanın meyvesi değil mi?
 
 Sofradaki zeytin çanağından aldığı zeytini ışığa doğru tutup;
 
 - Doğup büyüdüğünde zeytin tanesi gibi acı, yeşil bir meyve insan.
 
 Çoğunu sıkıp yağını çıkarıp posasını da sabun yapıyoruz. Yani heba
 olup gidiyor. Bir kısmını sofralık ayırıyor selede tuza yatırıp acı
 suyunu atmasını buruşup bu hale gelmesini sağlıyoruz. Veya salamura
 yapıp olduğundan daha şişkin gösterişli hale getiriyoruz. İnsanlara da
 böyle yapmıyor muyuz? Okullarda okutup okutup hayata hazırladığımızı
 sanıyoruz, ya şişiriyor ya da buruşturup atıyoruz insanları.
 
 "Sizin köy enstitülerinde yaptığınız da böyle bir şey değil miydi"
 diye soracak oldum. Hanımına baktı gülüştüler.
&n bsp;
 - "Hurma Zeytini" bilir misiniz?
 
 - Bilmem. Hiç duymadık.
 
 - Egenin bazı yerlerinde olur. Ağaç aynı ağaçtır ama her yıl kasım ayı
 sonu gibi denizden karaya esen rüzgar ile zeytin ağaçlar ına bir mantar
 bulaşır. Bu mantar zeytinin terini giderir, acısını dalında iken alır.
 Dalında olgunlaşır zeytinler. Toplandığında yemeğe hazırdır
 anlayacağınız.
 
 - Eeee.
   - Köy enstitüleri de böyleydi. Dalında olgunlaşan zeytinler gibi
 insanları oldukları yerde yetiştirmeye, onların bilgilerini de diğer
 insanlara bulaştırmayı amaçlamıştı. Doğup büyüdüğü ortamda
 olgunlaştırıyorlardı, insanı. Hayata hazırlıyorlardı.
 
 Sustuğumu görünce. Hanımından boşalan bardakları doldurmasını rica etti.
 
 "işte bu yüzden, öğrendiklerimin zekatını vermek, zeytinin terini
 hatırlatmak için buradayım, doktorcuğum. Unutulsun istemiyorum" dedi.
 Kitaplığından çıkardığı iki kitabı kızıma hediye etti. Vedalaştık.
 Arkamızdan bir ta s su döküp, uğurladılar.
 
 
 Not: Bu yazı, emekli öğretmen Hüseyin Kocakülah ve köy enstitülerine
 emek verenlerin anısına ithaf olunur
 
 



 
 
 
