23 Aralık 2009 Çarşamba

A N M A



K U B İ L A Y


Burhan Bursalıoğlu


Bugün 23 Aralık, Menemen Olayı ya da Kubilay Olayının 79. yılı.


,
23 Aralık 1930 günü , Cumhuriyet tarihinin ikinci önemli irtica olayı, İzmir'in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın , şeriat isteyen bir grup esrarkeş, yobazlar tarafından başı kesilerek öldürülmesiyle başlayan olaylar zincirinin başladığı tarihtir

Olaydan sonra, kurulan İstiklal mahkemelerinde yargılanan faillerin bir kısmı idama, bir kısmı da çeşitli cezalara çarptırılmıştır
Aslında Kozan’da dünyaya gelen ama, Aydında okuyan orada öğretmenlik yapan Devrim Şehidi Kubilay için her yıl anma toplantıları yapılır.
2008 yılında 23 Aralıkta Aydın Atatürkcü Düşünce Derneğinin tertiplediği Yedek Subay Öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay`ın şehit edildiği Menemen Olayının 78`inci yıl dönümü dolayısıyla. toplantıda, konuşanlar arasında Emekli Tarih Öğretmeni A.Zeki Muslu ^nun konuşma özetini aşağıda bilgilerinize sunuyorum.


“…Her 23 Aralık günü derse girdiğim sınıflarda öğrencilere; Atatürk devrimlerini korumak amacıyla gericilerin karşısına yiğitçe dikilen ve bu uğurda gözünü kırpmadan canını veren Kubilay nerelidir, askere alınmadan önce hangi kentimizde öğretmendi? diye sorardım. Öğrenciler tahminde bulunmaya başlarlardı. Biri `Aydın` dediğinde, ona `aferin, bildin` dediğimde öğrencilerden `aaa!...` diye bir hayret sesi yükselirdi.


Kubilay doksan yıl öncesinin Aydın`ın
Kenz-ül İrfan okulunda okudu. Seksen yıl öncesinin Aydın Gazipaşa İlkokulu`nda öğretmenlik yaptı` diyerek anlatmaya başlardım Gözleri iri iri açılır, Aydın`la Kubilay`ı özdeşleştirirlerdi.

Kentler yetiştirdikleri değerlerle öğünür. Öğünmek için yalnız sahiplenmek gerekir. Aydın ili, Aydın kenti nedense Kubilay`ı sahiplenmekten hep kaçındı.
Aydın`da durum böyle de Türkiye de farklı mı? Bu ülkenin geleceği için, Atatürk devrimleri için canını veren bir öğretmenin, bir yedek subayın yılda bir kez parlak törenlerle anılması, yaldızlı fakat içi boş sözlerle hatırlanması ne kadar acı! Kubilay`ı yalnızca bir kesimin sahiplenmesi, bir kesimin yapılanları alaycı bir biçimde dudak bükerek uzaktan bakması ne kadar düşündürücü? Bir ülkenin insanlarının acıda, sevinçte, kıvançta bir olması gerekmez mi? Bizi biz yapan değerleri toplumun bir kesiminin sahiplenmesi bir kesiminin öteki lemesi bölünmeyi getirmez mi?


Yurt kaybetmenin acısını, ancak yurt kaybedenler bilir. Kubilay`ın babası Kazavan Hüseyin, yirminci yüzyılın başlarında Girit`te
Rum baskısı artınca ailesini alarak İzmir`e göç eder. Aile on yıl içersinde İzmir, Adana, Kozan, Aydın, Antalya, İzmir arasında dolaşarak tutunmaya çalışır. 1906 yılında Kozan`da doğan Kubilay, dünyayı Aydın`da tanımaya başlar. Çocukluğu Birinci Dünya savaşının acı günlerinde Aydın Orta Mahallede geçer. Pek çok akrabası halen Aydın`da oturmaktadır.

Kubilay Bursa Öğretmen Okulu`nu bitirince çocukluğunun geçtiği Aydın`a atamasının yapılmasını ister ve Aydın`da öğretmenliğe başlar. Evlenir, düzenli bir yaşama geçeceği sırada da askere alınır.


Kubilay üzerine düşen yasal görevi, asayişi sağlamak amacıyla, devlet adına Menemen Belediye alanında yobazların karşısına dikildi. Olayın, genç cumhuriyetin
Şeyh Sait ayaklanmasından sonra karşılaştığı ikinci irtica olayı olduğunu bilmiyordu. O, görevini en iyi biçimde yapmak için oradaydı. Bu uğurda da canını verdi. Devrim tarihinde adı, devrim şehidi olarak yer aldı.
Hakkında yalan, yanlış, kulaktan dolma kuru bilgiler o günden bu güne tekrarlandı durdu.


Kubilay; bu kentin çayırlarında yaşıtlarıyla top oynadı, güreş tuttu. Bu kentin sokaklarında sevdalandı. Bu kentin göğüne bakarak söyledi ilk aşk şarkılarını. Bu kentin çocuklarına öğretmenlik yaptı. Onlara bildiği en güzel şeyleri anlatmaya çalıştı. Bu kentin sıradan bir evinden dualarla askere uğurlandı. Arkasından `güle, güle git` diye bu kentin suyu döküldü. O gittiği yoldan bir daha geri dönmedi. Ölüm denen acı haberi ulaştı hemşerilerine, öğrencilerine, öğretmen arkadaşlarına. O yılların Aydın`da Kubilay adına ve Aydın halkına yakışan törenler yapılırdı. Sonra bu tutum tavsadı ve
Kubilay Aydın halkı arasında unutulmaya yüz tuttu.


Gelelim bu güne; Üç, beş yobaz, aynı zamanda esrar kullandıkları saptanmış kendini bilmezler, dinsel söylemler kullanarak bir Türk subayının kafasını bedeninden ayıracaklar, siz de bunu görmezlikten geleceksiniz. Hangi dinde olursa olsun bir insan öldürmek günahtır. Tanrının verdiği canı ancak
Tanrı alır. Hiçbir dindar bunu kabullenmez. Katilleri ve canileri de kınar.

DİNDAR İNSANA KİMSENİN SÖZ SÖYLEME HAKKI YOKTUR.


Bu ülkenin insanının `YOBAZI, DİNCİYİ,
DİNDARI` birbirinden ayırt etmesinin zamanı geldi. Dindar insana kimsenin söz söyleme hakkı yoktur. Ortaçağ özlemi çeken yobaz ile devleti din adına yönetmeye kalkan dinciyi ise eleştirmek gerekir.
Dindarların da Kubilay`a sahiplenmesi gerekir. Çünkü bir avuç yobaz, İslam dinini kullanarak hunharca bir cinayet işlemişlerdir. Sizin saf ve temiz duygularla inandığınız dininizi birkaç kendini bilmez bağnaz kendi amaçları için kullanmaya kalkışmıştır.

Dört yıl önce Kubilay`ın, Aydın
Hasanefendi Mahallesinde, Konaklı dershanesi sokağında askere gitmeden önce oturduğu evi bulduk, yetkililere bu evi restore ettirin, koruyun dedik. Bunu yapamazsanız hiç olmazsa kapısına `Devrim şehidi Kubilay bu evde oturmuştur` diye bir tabela çakılmasını önerdik. Sesimizi duyan ya da aldırış eden olmadı.

Yerel yöneticilerimizin Aydın`ı ulusal kimliği içersindeki hak ettiği yere oturtmak zorundalar. Nasıl
Adnan Menderes`e, Mahmut Esat Bozkurt`a, Yörük Ali Efe`ye sahip çıkıyorlarsa, o kadar da Asaf Gökbel`e, Mustafa Fehmi Kubilay`a, Demirci Mehmet Efe`ye, Kıllıoğlu Hüseyin efe`ye de sahip çıkmaları gerekir. Bunların hiç biri öteki değil her biri bizimdir.

Sizler bu gün sahip çıkmazsanız günün birinde mutlaka sahip çıkanlar olacaktır. Gelin bu günden bu onuru yaşayın…”

Şehit Öğretmen Kubilay’a Allahtan rahmet, ailesine ve Türk Milletine de baş sağlığı diliyorum.

20 Aralık 2009 Pazar

G Ü N C E L

ZOR SORULAR .

Hangi Kürt kardeşimiz mimar, mühendis olmak istedi de, onlar teknik üniversiteye sokulmadı?
Hangi Kürt kardeşimiz ülkenin herhangi bir yerinde mağaza, dükkan, kebapçı açtı da ona izin verilmedi?
Hangi Kürt kardeşimiz şarkı-türkü okuyup kaset çıkartıp film yaptı da onun önü kesildi? Hangi Kürt kardeşimiz Akdeniz'de, Ege'de 5 yıldızlı otel-motel yapmak istedi de ona teşvik verilmedi ?
Hangi Kürt kardeşimiz banka kurmak istedi de ona izin verilmedi?
Hangi Kürt kardeşimiz herhangi bir partiden milletvekili adayı oldu da ona seçilme imkanı tanınmadı?
Hangi Kürt kardeşimiz turizm-seyahat acentaları kurdu da ona ruhsat verilmedi?
Hangi Kürt kardeşimiz askerliği tercih etti de Ordu'da yükselmesinin önü kesildi?
Hangi Kürt kardeşimiz geçmişte senato başkanı oldu da ona itiraz eden oldu?
Hangi Kürt kardeşimizin bu ülkeye cumhurbaşkanı olmasının önü kesik?
Hangi Kürt kardeşimizin Türkiye 1. Ligi'nde futbol oynamasının önünde engel var?
Hangi Kürt kardeşimize kredi verilmedi, hangisine doktor bakmadı, hangisine mektep kapısı kapatıldı?
Hangi Kürt kardeşimize bu ülkenin İstanbul'unun, Ankara'sının, Antalya'sının, Mersin'inin, İzmir'inin kapıları kapalı?
Hangi Kürt kardeşimize yurtdışına çıkmak istediğinde pasaport verilmiyor?
Ama o Kürt kardeşlerin yaşadığı yerlerde, 25 yıldır gelene kurşun sıkıldı, gidene kurşun sıkıldı...
KİM HASMANE OLDU?
Henüz 3 aylık asker olana da mermi yağdırıldı, terhisine 2 ay kalana da kurşun yağdırıldı... Mayınlı tuzaklar ne kol bıraktı ne bacak!
Yüzlerce iş makinesine benzin dökülüp yakıldı, binalar kundaklandı, mektepler öğretmenleriyle bombalandı...
Fırsat geldiğinde tek asker de katledildi, 30 asker de kurşuna dizildi...
Yine de şehit ve gazi anneleri bağırlarına taş bastılar, kan davası gütmediler.
Türkiye'nin hiçbir köyünde kasabasında Kürt kardeşlerimize karşı hasmane bir tutum ve davranış içine girmediler.
Bütün bunlar bir açılım değilse ne?
Biriler bize bunun dışındaki açılımın ne olduğunu arı, net, duru, temiz biçimde anlatsa da bilsek! Bilelim... Çünkü Türk vatandaşı zaten bağrını, gönlünü açmamış mı bu ülkede yaşayan herkese? Daha
başka açılım ne ola ki?

-Alıntı -

18 Aralık 2009 Cuma

G Ü N C E L




















NAZIM HİKMET'in KÜRTLER HAKKINDAKİ YAZDIĞI MEKTUP

Burhan Bursalıoğlu

Gazetelere baktığımda, TV yi tıkladığımda, sokakta, kahvede, parkta, dükkanda, hamamda her yerde, insanlarımızın olduğu her yerde, aile içinde evde ve arabada konuşulan, tartışılan tek konu Kürt meselesi, Kürt açılımı, terör, olaylar ve şehitler.

30 yıl öncesine kadar kardeş kardeş yaşarken Kürt halkının yüzde 17 sine ne oldu da sonu hüsran olabilecek bir maceraya atıldılar?

Aslında, nedeni herkes tarafından bilinen, sonucunun da tahmin edilen bu maceranın teferruatına girmeyeceğim.. Size bugün bir mektup yayınlayacağım.

Sarbonne Üniversitesi, Kürt Dili Profesörü aynı zamanda. Paris Kürt Enstitüsü Başkanı da olan Kamuran Ali Bedirhan’ın tüm eserlerini, Paris Kürt Enstitüsüne bağışladığını biliyoruz. İşte o eserlerin arasından bir mektup çıktı.
Mektup, Kamuran Ali Bedirhan’ a hitaben yazılmıştı.
Yazan ise, Uluslar arası Türk Şairi Nazım Hikmet Ran
Tarih: 1961

Bakın, Nazım, Kürtler hakkında neler söylüyor.

Kökleri, yüzyılların derinliklerine dalan tarihiyle, kültürüyle Kürtlerin önemli çoğunluğu Anadolu’ nun bir parçasında yaşar. Anadolu’nun öbür parçasında yaşayan Türk Milletini Kürt milleti kardeş sayar. bütün imparatorluklar gibi, halkların zindanı olan Osmanlı İmparatorluğu'nda, Türk ve Kürt derebeylerinin, Osmanlı İmparatorluk idaresinin ağır zincirlerine vurulmuşlardır
Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra ise her iki Millet, emperyalizme karşı tek bir cephe kurup çarpışmişlardır.
Anadolu Milli Kurtuluş Hareketi yalnız Türkler için değil, Kürtler için de tarihlerinin en şerefli sayfalarından biridir. O dövüş yıllarının, -sonradan Türk idarecilerince yasak edilen- en unutulmaz türkülerinden biri “ Vurun Kürt uşağı namus günüdür” diye başlar.
Anadolu’da yaşayan Türklerle Kürtlerin arasına nifak sokmak isteyen, gerici , sömürücü, karanlık kuvvetler, emperyalizmle el ele vererek halklarımızı daha kolayca ezmek istiyorlar.
Kürt ve Türk Halklarının bahtiyarlığa, insanca yaşamaya varmak için derebeylerine, kara kuvvetlerine, şehir ve köy ağalarına, gericilere, ırkçılara, milletlerin varlıklarını ve milli haklarını inkar edenlere, halkları birbirine düşürüp sırtlarından rahatça geçinenlere, emperyalizmin uşaklarına karşı yürüttükleri yeni milli kurtuluş savaşının zaferi Kürt ve Türk halklarının elbirliğiyle kazanılır. Ancak böyle bir elbirliğiyle kardeş iki millet hürriyete, milli ve insani haklarına kavuşabilir….
Sadece Nazım Hikmet Ran, Kürtler hakkında böyle düşünmüyor. Tüm Türk Halkı da aynı duygular içindedir. Ne yazık ki Emperyalizmin kucağına düşen çok azınlıktaki maceraperestler, Türk düşmanlığı yaratmakta ve Anavatanlarına ihanet eder durumdadırlar.
Umarım kısa zamanda bu yanlışlıklarından vaz geçerler de, eskiden olduğu gibi kardeş kardeş yaşamayı sürdürürüz.

14 Aralık 2009 Pazartesi

BİLİM DÜNYASI

Bilim Adamından Şok Teori: Ölüm Yok!


ABD'li bilim adamı Robert Lanza yayınladığı bir hipotez ile ölümün aslında var olmadığını iddia etti.
Lanza'nın bilim dünyasını ikiye bölen şok iddiasını dayandırdığı nokta ise bilim ve felsefeyi buluşturuyor.Lanza, ölümün insanlar için bir yok oluş değil, sınırsız sayıda Evren içerisinde bir diğerine geçiş olarak tanımlıyor. Bu geçiş senaryolarının hiç birinde ise bugün anladığımız anlamda bir ölüm gerçekleşmiyor sadece enerji şekil değiştiriyor.Lanza, insan bedeninin zaman içerisinde işlevini yitiriyor olmasının "Ben kimim?" diye sorma becerisini gösteren yanımız ile aynı şey olmadığını iddia ediyor. Lanza'ya göre insan beyninde bulunan enerji kaynağı, bedenin ölümü ile birlikte yok olmuyor.

Doğadan enerjinin asla ölmediği veya yok edilemediği gerçeğinden yola çıkan Lanza, bu enerjinin bizi biz yapan en önemli öğe olduğunu ve bedenin ölümünden sonra varlığını sürdürdüğünü iddia ediyor.Zaman ve uzay kavramlarının aslında bizim bazı şeyleri tanımlayabilmek için uydurduğumuz kavramlar olduğunu da söyleyen Lanza, bahsettiği ölümsüzlüğün bizim anladığımız anlamdaki zaman içerisinde bir son olmadığını, bu zaman kavramı dışında var olmaya devam etmek olduğunu da söylüyor.

Daha fazlası için http://www.chip.com.tr/?ver=4506 sitesini ziyaret edebilirsiniz

11 Aralık 2009 Cuma

G Ü N C E L

Finlandiya eski Sağlık Bakanı Dr. Rauni Kilde’den domuz gribi hakkında çok cesur açıklama.

Domuz gribi aşısının bir aldatmaca olduğunu itiraf eden Dr. Kilde, “Bu aşı ile mümkün olduğunca dünya nüfusunun çoğu öldürülmek isteniyor” dedi.

Bu düşüncenin eski ABD Başkanlarından Henry Kissinger’e ait olduğunu söyleyen Dr. Kilde, 14-15 Mayıs 2009 tarihinde yapılan Bilderberg toplantısında bu kararın alındığını belirtti.

Dr. Kilde, bir televizyona yaptığı açıklamasında, “ABD, hiçbir maddi kayıp yaşamadan hatta milyarlarca dolar kazanarak dünya nüfusunu üçte iki oranında azaltmayı hedeflemektedir” diye konuştu.

Dünya Sağlık Örgütü’ne domuz gribinin ölümcül bir salgın olduğu yönünde beyanda bulunması için baskı yaptıklarını belirten Rauni Kilde, “Böylece aşıyı tercihli değil zorunlu yapmak istiyorlardı. Özellikle hamile kadınların ve çocukların ilk önce aşı ile zorunlu tutulması gelecek nesilleri hedeflediğini göstermektedir” açıklamasında bulundu.
Finlandiya hükümetinin sınıflandırmayı kabul etmediğini ve hastalığın derecesini normal hastalık olarak gösterdiğini ifade eden Kilde sözlerini şöyle sürdürdü; “Hiç kimse aşının bir yıl, beş yıl ya da 20 yıl sonra ne gibi etkilerinin olacağını bilmiyor: Mutlak kısırlık mı? Kanser mi? Ya da ölümcül herhangi bir hastalık mı?” Dr. Rauni Kilde, “Amerikan yönetimi ileride bundan dolayı doğacak herhangi bir sıkıntıdan dolayı ilaç şirketlerine bir sorumluluk yüklenmemesi için şimdiden önlemini aldı ve onları tüm sorumluluklardan muaf tuttu. Bu bile işin ciddiyetini göstermeye yeter” dedi.

9 Aralık 2009 Çarşamba

S A Ğ L I K

MSG NEDİR?...

MSG adında bir yiyecek katkı maddesi var.

MONO SODYUM GLUTAMAT

Yiyeceklere katıldığında, o yiyeceğin tadının beyin tarafından güzel

Olarak algılanmasını sağlıyor. Tatlı, tuzlu, acı fark etmiyor.

Hangi yiyeceğe katılırsa lezzetliymiş gibi geliyor. O yüzden gıda

üreticilerinin bir çoğu MSG'yi karlı olduğu için kullanıyorlar.

MSG ZARARLI MI ?

Buna okuduktan sonra siz karar verin.

Bu madde Nörotoksin. Sinir hücrelerine zarar veriyor. Merkezi sinir
sistemi tahribatı ve buna bağlı olarak ALZHEİMER, PARKİNSON, HUNTİNGTON hastalıkları, SARA (Epilepsi) Retinal dejenerasyon (Göz retina tabakası hasarı) Yağ birikimi, doyma mekanizmasında bozukluk, obezite. Büyüme hormonu baskılanması. Pankreas hasarı, insülinde artış, ve buna bağlı diyabet.

Böbrek ve karaciğerde ciddi hasarlar. Bu madde hamilelerde plasenta bariyerini geçebiliyor, anne karnındaki bebek de aynı tahribatlara maruz kalıyor.

Özellikle çocuklarımızın hatta büyüklerin de çok severek yediği

CİPS'lerde çok kullanılmakta. Hazır köfte harçları, Et suyu tabletleri, Hazır çorbalar, Dondurmalar, renkli yoğurtlar ve benzeri bir çok üründe var.

Şimdi diyeceksiniz ki, Madem bunca zararı var, neden kullanıyorlar?.

Küreselleşen dünyada, ticaret de küreselleşti. Küresel ticaret devleri insaf, merhamet gibi duygularla asla çalışmaz. Onların amacı çok kar etmek, çok daha büyümektir.

Bu mamuller, al benisi olan renklerde ve janjanlı ambalajlarda sunulur.

Televizyon, gazete ve duvar reklamlarında onlara sıkça rastlarsınız.

Sadece maddesel tadıyla değil, görsel yollar ile de beyinlerimize
kazınır adeta..

Olumsuz etkileri de cabası. bu mamulleri üretenler !....

Kendi ürettiklerini asla yemezler, içmezler. Onların gıdaları organik
ve doğaldır.

Son zamanlarda organik tarım yapan çok güçlü özel şirketler türedi,
burada itina ile yetiştirilen ürünleri semt pazarlarında göreniniz var mı?

Ben henüz rastlamadım.

Gelelim genel sağlık boyutuna;

Son 25 yıla dikkatle göz atacak olursak, çocuk yaşta diyaliz cihazına
bağlı yaşamaya mahkum edilenler, çok küçük yaşta şeker hastalığı ile tanışan çocuklar, obez çocuklar, asabi çocuklar, 9-10 yaşında buluğ çağına girenler, çeşitli nedenlerle engelli doğanlar ve bu sayının ülke nüfusunun % 12'sine çıkması ve benzerleri.

Ve sizlerinde aklınıza gelebilen yeni hastalıklar. Hastalıkları
üretenler, ilaçlarını da ihmal etmediler.

Bu da madalyonun diğer karlı yüzüdür. Karbondioksitli meşrubatlardan, sakıncalı hazır gıdalara varana kadar bir çok yerde çeşitli uyarılar yazıldı, çizildi. Durumun ciddiyetini anlayabilenimiz var mı?

Bu sorunun cevabı, tüketim miktarıdır.

Şimdiki eğitim sistemimiz endüstri, tarım, genel kültür alanında
yetersiz kaldığından, yeni nesiller tehlikenin farkında değildirler.

Emperyalist devletler, egemen olmak istedikleri toplumun eğitimli
olmasını istemezler.

Onlar için önemli olan kendi halkları ve elde edeceği yeni sömürü
kaynaklarıdır.

Her yıl eskiyen, yaşam kaynakları azalan, küresel ısınma ile kuraklık
tehlikesi yaklaşan bir dünyada, Küresel güç olan emperyalist devletlerin acımasızlığının arttığı bir dünyada,

Dengelerin ve haritaların değiştirilmek istendiği bir dünyada
yaşadığımızı asla unutmamalıyız.

Dünyanın en güzel coğrafyasında yaşadığımızı da asla unutmamalıyız.

Gelin bu güzelim yurdumuza hep beraber sahip çıkalım.

YARIN ÇOK GEÇ OLMADAN !.....

6 Aralık 2009 Pazar

K Ü L T Ü R

BİLMEMİZ GEREKENLER


1 Nisan şakasının kökeni nedir?

1564 yılında Fransa kralı IX Charles, yıl başlangıcını Ocak ayının birinci gününe aldı. Daha önce Avrupada yaygın olan yıl başlangıcı Mart 25 idi. O zamanki iletişim şartlarında IXCharles'in bu kararı fazla yayılamadı. Duyanlar ise protesto amacıyla eski adetlerine devam ettiler.1 Nisan'da partiler düzenlediler. Diğerleri ise onları Nisan aptalları olarak nitelendirdiler.1 Nisan'a bütün aptalların günü adını verdiler. Bu günde diğerlerine sürpriz hediyeler verdiler, yapılmayacak partilere davet ettiler, gerçek olmayan haberler ürettiler. Yıllar sonra Ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca, Fransızlar 1 Nisan gününü kendi kültürlerinin parçası görerek devam ettirdiler. Oradan da bütün dünyaya yayıldı.

İnsanlar niçin içki kadehlerini tokuştururlar?

Bu konuda iki ayrı açıklama vardır.

1) İnsanların beş duyusunu tatmin amacıyla şarap kadehini sofrada çın sesiyle tokuşturmak. Şarabın rengi, görme; diliyle tat alma; burunla koklamak eliyle dokunma ve çın sesiyle işitme. Şarap bütün duyguları tatmin eder anlamını taşır.

2)Antik çağlarda bir insanın düşmanını yemeğe davet edip,ona zehirli içki sunması doğal sayılıyordu. Ev sahibi içkinin zehirsiz olduğunu kanıtlamak için kendi içkisini havaya kaldırır ve misafirin içkisinden bir yudumun kendi kadehine dökülmesini isterdi.Sonra aynı anda içkilerini içerlerdi. Misafir böyle durumda ev sahibine güvenini göstermek için kadehini ev sahibinin yukarı kaldırdığı kadehe hafifçe vurur, çın sesiyle içkiyi denemeye gerek olmadığını gösterirdi.

Çinliler yiyeceklerini niçin çubukla yerler?

Çinlilerin yemek yeme alışkanlıklarının yiyeceklerini çok küçük parçalar halinde yemelerinden çubuk kullandıkları anlaşılıyor. Çinde eskiden yalnızca zenginler masada otururlardı.Halkın çoğunluğu tabakları ellerinde yemek yerlerdi. Bir elleriyle tabaklarını tutar, ötekielleriyle çubuk kullanarak beslenirlerdi. Hızla artan nüfus yüzünden yiyecek sıkıntısı çeken Çinliler önlerindeki yiyeceği küçük parçalar halinde çoğaltarak yiyorlardı. O zamanlar ağaç sıkıntısı nedeniyle de tahta kullanımı kısıtlıydı. Masa kullanımı bu yüzden çok zordu. Çubuklar fildişinden ve kemikten yapılırdı.

Dünyanın en çok söylenen şarkısı hangisidir?

Bu şarkı"Happy birthday to you" dur. Şarkının asıl kaynağı Amerika'lı iki kız kardeşe aittir.Orijinal adı " Good Morning to All" yani " hepinize günaydın"dır. Daha sonra güftesi değiştirilerek bütün Dünya'ya yayılmıştır. Fakat telif hakkı kardeşlere aittir, onlardan sonra da Warner/chappel müzik şirketine geçmiştir. Müzik ticari amaçlı kullanıldığı zaman şirkete ödeme yapma zorunluluğu vardır.

Yapıştırıcılar nasıl yapıştırıyor?

Yapıştırıcıların sağladığı yapışma olayı aslında kimyasal bir reaksiyondan başka bir şey değildir. Günümüzde imalatçılar yapıştırıcıları sentetik malzemeler kullanarak yaparlar. Yapışma olayında benzer veya ayrı malzemeden iki madde, bir de yapışkan gerekir. Burada en önemli görev yapıştırıcıdadır.Yapıştırıcının moleküllerinin diğer iki madde molekülleri ile birleşme eğilimi gösterir bir yapıda olması gerekmektedir.

Mezara niçin çiçek konulur?

İlk olarak Mısır Firavunu Tutamkamon'nun milattan önce 1346 da öldüğünde mezarının çiçekten taçlarla kaplandığı saptanmıştır. Kuzey Avrupada ise M.Ö 2000 yıllara kadar mezara çiçek konduğu belirlenmiştir. O zamanlarda bu çiçeklerin amacı iyi ruhları çekme, kötü ruhları kovma amacıylaydı. Sonradan ise asıl amaç cesetler çürürken çıkan kokuyu kamufle etmektir. Servi ağacı da bu nedenle mazarlıklarda kullanılır. Ağacın yaprakları rüzgarı önler, kendine özgü ferah kokusu vardır. Cenaze törenlerinde siyah giyinmenin amacı da mezarlıklarda hayalletlerden sakınmak amacı taşımaktadır.

Satrançta şah niçin o kadar pasiftir?

Çünkü şah koruma altındadır. Zaten satrançta amaç şahı almaktır. O yüzden bütün taşlar onu korumakla görevlidir. Vezir ise başkumandan gibi şaha yardım eder. İleri geri, çapraz her yöne gidebilir. Batıda vezire Kraliçe adı verilmiştir. Bununla Kraliçe'nin Kralın en büyük desteği olduğunu işaret etmektir. Satranç 6. yüzyılda Hindular tarafından oynanmaya başlanmış, oradan Dünya'ya yayılmıştır.

İnsan korkunca niçin dişleri birbirine vurur?

Bir insan büyük bir tehlike veya korku verici olayla karşılaşınca vücudu otomatikman savunmaya geçer. Diğer canlılarda olduğu gibi dişler ve çene savunmanın ana mekanizmalarıdır. İşte bu nedenle, ilk insanlardan gelen kalıtımsal yapıdan dolayı önce çene ve dişler harekete geçer. Çenedeki kaslar titrer, bu da sanki dişler birbirine vuruyormuş gibi görüntü verir.

Akıl İle Zeka Arasında Fark Nedir?

Akıl, yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda düşünce yürütebilme ve görüş bildirme yeteneğidir. İnsan olgunlaştıkça aklı gelişir. Zeka ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yeteneğidir. Genel olarak 12 yaşına kadar gelişir, 20 yaşına kadar sürer sonra sabit kalır. Zeka bir insanın her türlü olay karşısında aynı yeteneği gösterebileceği anlamına gelmez. Bir besteci müzik yapıtını aklıyla değil zekasıyla yaratır. Fakat en basit matematik problemini çözemeyebilir. Sonuç olarak zeka, ruhsal olaylara, algı ve hafıza yeteneğine, tutkulara, eğilimlere göre farlılıklar gösterir. Akıl somut olarak ölçülemez, zeka IQ denilen testle ölçülebilir.

Dolunay insan davranışlarını etkiler mi?

İnsanlar arasında bu inanç oldukça yaygındır. Eskilerin Ay'ın dönemlerine bağladıkları boş bir inancın günümüze uzanan bir varsayımıdır. Bilim adamlarının yaptıkları bütün çalışmalar bu görüşün boş olduğunu kanıtlamıştır. Ay, dünyadaki okyanusların gel-git denilen suların alçalması ve yükselmesi olayı üzerinde doğrudan etkisi vardır. Vücudumuzdaki suyun oranı , okyanuslardaki su miktarıyla kıyaslanamaz. Yani Ay'ın çekim gücü insanı etkileseydi yalnız dolunayda değil her gün olması gerekirdi. Dolunayda ayın parlaklığı da pek önemli bir etken değildir. Çünkü gönderdiği ışık miktarı Güneş'in gönderdiğinin 600 binde biri kadardır.

Niçin gözyaşı dökeriz?

Dünya'daki canlılardan sadece insan ruhsal nedenlerle ağlar. İnsanı farklı kılan bu durum şüphesiz yaşam tarihindeki evrimin bir sonucudur. Aslında gözlerimize sürekli gözyaşı koruma amaçlı olarak salgılanmaktadır. Fakat ağlama ruhsal bir boşalmadır. Bu konuyu ilk inceleyen Darwin'dir. Daha sonra yapılan deneyler sonucu görüldü ki, soğan doğrarken akan gözyaşlarının kimyasal yapıları farklıdır. Ruhsal gözyaşları daha çok protein içermektedir. Fakat henüz bu farkın nedeni açıklanamamıştır.

Üç yaşından daha önce olanları için hatırlamıyoruz?

Bilim adamları geçmiş deneyimlerimizi saklayan hafızamızın beynimizde anı veya öykü şeklinde organize olduğunu ileri sürüyorlar. Üç yaşından küçükler bu şekilde iletişim kurma yeteneğine sahip değiller.Öykü ve anılarını anlatamıyorlar. Yer ve karakter kavramlarını anlamıyorlar. Üç yaşından küçükler düzgün konuşabildikleri, anlayış, seziş ve hafıza yeteneklerine sahip oldukları halde tüm olanları bir bütün olarak şekillendiremiyor, öyküye dönüştüremiyorlar.Hafızamız ne yaptığını ne yapıldığını 3-4 yaşlarında kaydetmeye başlıyor.

Yumurtanın niçin bir tarafı yuvarlak, diğer tarafı sivridir?

Eğerköşeli olsalardı kenarları dayanıklılık bakımından çok zayıf olurdu. En dayanıklı geometrik şekil küredir, ama bu şekildeki yumurta yuvarlanacak olursa nerede duracağı belli olmaz. Yumurta yuvarlanınca düz gitmez. İnce tarafı üstünde dairesel bir yol çizer. Başladığı yere yakın bir noktada durur. Yani düz bir yerde kaybolması olanaksızdır. Yumurta, tavuğun yumurta kanalı da küre şeklindedir. İlerlemesi sırasında arkada kalan dairesel kasların büzüşerek hem yumurtayı ileri iterler hem de bu kısmına baskı yaparak konik biçimini sağlarlar. Yumurtanın şeklinin nedeni de budur. Sürüngenlerde bu düzenek olmadığından yumurtaları küresel biçimdedir.

Develerin hörgüçlerinde ne var?

Genelde hörgüçlerinde su olduğu ve uzun yolculuklarında bu suyu kullandıkları söylenir ama doğru değildir. Develerin hörgüçlerinde 30-35 kg kadar yağ bulunur. Yiyecek bulamadıkları zaman bu enerjiyle hareketlerini sağlarlar. Ayrıca, yağ çöl sıcağına karşı koruma görevi de yapar. Develer suya az gereksinim duyarlar. Burun mukozaları insana göre 100 kat daha büyüktür. Soluk alırken havadaki nemin üçte ikisini kazanabilirler. Su kaybını da dokularından kaybederler, kandaki su etkilenmez.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ