27 MAYIS 1960
Burhan Bursalıoğlu
Bir çok az gelişmiş ülkelerde, sık,sık askeri darbeler olur. Adamın gözü, kaşı hoşuna gitmezse, elindeki kuvvetle iktidarı alaşağı eder, onu da bir başkası beğenmezse yönetimi ele geçirir. Özellikle, Latin Amerika’da ve Afrika’da bu keyfi darbeler çok görülmektedir.
Bazen, bu askeri darbeleri meşru görmek lazım. Keyfi ve kısa ömürlü darbelerin yanında uzun ömürlü darbeler de vardır. Bizde 1960 da yapılan darbe , meşru, ama kısa ömürlüdür. Uzun ömürlülere örnek
Libya’yı,
Kaddafi’nin yaptığı darbeyi gösterebiliriz.
Bizde ilk darbe 1960 ın 27 Mayıs’ında yapıldı.
Talat Aydemir’in iki de teşebbüsü var. 1970 muhtirası ve 1980 darbesi birbirlerini takip etti.
Bu yazımda 27 Mayıs 1960 darbesine nasıl gelindiğini kısaca ele alacağım.
Yukarıda da söylediğim gibi, bazı darbeler meşrudur. Yapılmasında yarar vardır. 1960 darbesi de bana göre gerekli bir darbe idi.
NEDEN?
İkinci Dünya savaşı bitmiş, Türkiye Cumhuriyeti rahatlamıştı. Artık, demokrasinin olmaz olmazı olan çok partili rejime geçebilirdik. Nitekim, 2. Cumhurbaşkanı
İsmet İnönü: yeni partiler kurma iznini verdi. CHP den kopan bazı üst düzey yöneticiler
Demokrat Parti sini kurdular.
1946 seçimlerinde az bir farkla seçimi kaybeden DP. 1950 seçimlerinde ezici çoğunlukla iktidara geldi. CHP ve
İsmet İnönü’ün iktidarına son verdi.
Partinin kurucuları ve üst düzey yöneticileri olan
Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes Başbakan, Fatin Rüştü Zorlu Maliye bakanı Fuat Köprülü Dış İşleri Bakanı oldu Bunlar , aslında CHP sinden gelen ve
Atatürk’ün de yardımcılığını yapmış sevilen insanlardı.
Atatürk döneminde,
Celal Bayar, bir delikanlıya "
Ataürk'ü sevmek bir ibadettir" sözü hala söylenmektedir.
DP ilk dört sene ülkeyi iyi idare ettiler. Bunun mükafatı olarak da, 1954 seçimlerinde de büyük başarı gösterip, ezici çoğunluk kazandılar
.
1954 seçimlerinden sonra iktidarı elinde bulunduran DP yöneticileri, başta
Başbakan Adnan Menderes, demokratik yönetimden uzaklaşarak, baskı rejimi uygulamaya başladı. Nitekim, şaibeli 1957 seçimlerinde az bir çoğunlukla , iktidarı elinde tutmaya çalıştı.
Ekonomi bozulmaya başladı. 1957 de memurlara yaptığı yüzde yüz zam, hala devam eden enflasyonun başlangıcı oldu..
Zamma kadar aldığım 141 lira maaşım, ay sonuna kadar, sıkıntıya düşmeden rahat yeterken, zamdan sonra aldığım 300 lira ile ayın 20 sini zor getirmeye başladım. Yaşamımda hiçbir değişiklik yapmadan.
Hayat zorlaşmaya başlamıştı… Her şeyin fiatı 3-4 misli artmıştı. Meteliğe kurşun atan bazı yandaş kişiler zengin oldu.
Başbakan Adnan Menderesin “
Her mahallede bir milyoner yaratacağım “ sözü üzerine rüşvet, irtikap, dolandırıcılık arttı. Yandaşlar ve fırsatçılar kısa zamanda milyoner oldular. Yatırımlar azaldı, dışa bağımlılık arttı. Marşhal yardımı adı altında ilkokul öğrencilerine, süt, süt tozu, kuru üzüm verilmeye başlandı. Bu uygulamalardan da nasibini alan aldı.
Bozulan ekonomi memleketin kötü gidişinin tek sebebi değildi. Başta rejim olmak üzere, idareye ve kurumlara olan saygınlık azalmaya başladı. Halk ikiye bölündü. Türkiye radyoları, gece,gündüz, 24 saat devamlı, iktidarın yarattığı “
Vatan Cephesi” ne, sözde üye olanların isimlerini okumaya başladı. Öyle ki, ölenlerin adlarının da okunması, sulandırılmışlığın başlıca örneği idi.
Hukuk yok edilmeye, kurumlar küçük düşürülmeye başlandı. Cumhuriyetimizin bekçisi olan silahlı kuvvetlerimiz aşağılanıyor, bizzat
Menderes “
orduyu ben yedek subaylarla idare ederim “ diyecek kadar ileri gitmiştir.
Üniversiteler ayaklanarak, öğrencilerin, uygulamalara karşı, yürüyüş, paneller ve mitingler düzenlemeleri gün geçtikçe çoğaldı. Üniversite profosörlerine “
Kara cübbeliler “ diyen
Adnan Menderes, İsmet İnönü’nün, Uşak ‘ da taşlanması, Kayseri’de yolu kesilerek uğradığı saldırı ve Topkapı’da uğradığı linç girişimine karşı dahi seyirci kalmıştır.. Aleyhteki tüm olayların gazetelerde yayınlanması yasaklandı. Çeşitli şekillerde Anayasa ihlali yapılıyordu.
Muhalefeti ortadan kaldırmak, tepki gösteren kurumları cezalandırmak için “T
ahkikat komisyonları “ kurduruldu. Devrimlerden taviz verilmeye başlandı. Halk, ne kadar çok milyoner yetişiyorsa da, aksine, gittikçe yoksullaşmaya, yoksullaştıkca da tutucu bir hal almaya başladı. İyileşmeyi, Din de aramaya başladı.
Üniversite gençlerinden ölenler olmaya başladı. Ülkenin her yöresinde, hükümetin davranışlarına karşı tepki toplantıları, nümayişler, mitingler çoğalınca, sıkı yönetim getirildi. Askere de “
Sokak gösterisi yapanlara ateş edin “ diyerek çok tehlikeli talimatlar verildi. 2-3 kişi bir araya gelmeyecek Büst ve heykellere çelenk, çiçek konmayacak,gece sokağa çıkılmayacak, her konuda askere müracaat edilecek. Bunu gibi bir sürü talimat.
Bu arada,babamın bizzat yaşadığı olayı anlatmadan geçemeyeceğim.
1960 yılında babam İstanbul’da, karakol komiseri olarak görev yapıyordu. Sıkı yönetim ilan edilmiş, asker ,polis asayışı birlikte sağlıyorlar. Bu sebepten ötürü, babamın emrine bir cemse ve 20 silahlı asker vermişlerdi. Güzergah olarak da Taksim ve Dolmabahçe arası,Gümüşsuyu tayin edilmişti.. Babam her akşam eve geldiği zaman , o gün olaysız sona erdiği için huzurlu oluyor ve ohhh çekiyordu. Ta ki 19 Mayıs’a kadar.
O gün özel bir emir alıyor. Bayram olması nedeniyle, “
Öğrencilerin Taksim abidesine çelenk koyma ihtimaline karşı tedbirli ve dikkatli olunması , grup halinde öğrenci ve vatandaşların Taksim’e çıkmalarına müsaade edilmemesi.
Balonun patlamakta olduğunu sezen babam, öğrencilerle çatışmak istemediği için, oradan uzaklaşmak istedi. Askerin banyo yapmasını sağlamak amacıyla şoföre, Topkapı Askeri kışlasına yönelmesi emrini veriyor. Topkapı’da, ekibi karşılayan subaylara , gerçek amacı açıklayıp,askere de banyo yapma izni verdikten sonra , gençlerin çelenk koyacaklarsa
koyma saatini tahmin ederek öğleye doğru geriye dönüyorlar.
Dolmabahçe’den Gümüşsuyu’na çıkarken, önlerini, içinde İstanbul Sıkıyönetim komutanı, yardımcısı, İstanbul Emniyet Müdürü ve bir kişi daha olan askeri cip kesiyor. Hışımla dışarı çıkan komutan babama,
nerede olduklarını, çelenk konmasına neden müsaade edildiğini sert ifadelerle sorunca, babam,
askerin ihtiyacı olan banyonun yapılması için Topkapı’ya gittiklerini, bundan da pişmanlık duymadığını ifade etse de, gerek komutan gerekse müdür,hiç dinlemiyorlarmış gibi verilecek cezaları sıralıyorlar, görevi ihmalden önce
apoletlerini sökeceğim diyen müdüre,
apoletleri ben kendi gayretimle hak ettim. Siz takmadınız , buyurun ekibi “ diyerek oradan yaya olarak uzaklaşıyor.
Eve üzgün ama, kararlı geldi. Resmi kıyafetleri çıkararak torbalı bir askıya asıp gardroba yerleştirdi.
Bir taraftan da meslekten istifa dilekçesini hazırlayıp masanın üzerine koydu. Komutanlıktan gelebilecek yazıya göre hareket edecekti.
Nihayet 27 Mayıs sabahı, ihtilal olduğunu öğrendik, tüm mahalle gibi bizde sevindik.
Aynı gün saat: 10.30 civarında bir binbaşı ile alt rütbeli 3 kişi eve gelerek babamı sordular. Babam kendini tanıttı. Binbaşı babama bir zarf uzatarak, en kısa zamanda gereğini rica edip gittiler.
Zarfta, babamın Eminönu Emniyet amirliğine vekalet etmesi, ve hemen göreve gitmesi isteniyordu. Gardroptaki resmi kıyafetler sevinçle giyildi ve yola çıkıldı.
Birkaç ay orada görev yaptıktan sonra, aslı görevine döndü ve 1965 de emekli oldu.
Ülkenin bu durumuna seyirci kalmayan silahlı Kuvvetleri, Orgeneral Cemal Gürsel başkanlığında 27 Mayıs 1960 sabahı, ülke yönetimine el koydu. Tüm yöneticiler, Yassıada ya gönderilerek, mahkeme edildiler. Çeşitli cezalara çarptırıldılar.
Milli Birlik Komitesi ihtilali yaptı ama bir kısmı idarenin devamında, bir kısmı da idareyi sivillere devretme görüşündeydiler. Sivillere devir etmeyi düşünenler erken davranarak, 14 Milli Birlik Üyesini yurt dışına, hükümet müşaviri olarak gönderdiler.
1961 de , 61 Anayasası olarak adlanan Anayasa hazırlanıp, 9 Temmuz 1961 de halk oylamasına sunularak yüzde 61.7 kabul oyuyla yürürlüğe girmiştir.
Cemal Gürsel de 4. Cumhurbaşkanı oldu.
15 Ekim 1961 de genel seçim yapıldı ve
Adalet Partisi iktidara geldi.
.
Bu olayı neden yazdım.?
Görsel medyanın çeşitli kanallarında, çeşitli bilgi yarışmalarında, yarışmacılara sorulan, yakın tarihimize ait, o kadar kolay sorular bilinmiyor ki, insan , ister istemez suçlu arama , hatta kendimizi suçlama durumuna düşüyoruz.. İnanın ,verilen yanlış, veya
bilmiyorum şeklindeki cevaplar karşısında çok üzülüyorum. Eminim,Siz de aynı duyguları yaşıyorsunuz dur.
İşte bu nedenledir ki, zaman, zaman yakın tarihimizin olaylarından, yaşadıklarım ve yaşayanlardan aktararak, gençlere bilgi olsun diye yazacağım. Hatta bu konuda, kendi bilgilerini bana aktarmak isteyen olursa sevinerek blogumda yayınlarım.