6 Ekim 2010 Çarşamba

KURTULUŞ SAVAŞI


İSTANBUL’un  İŞGALDEN  KURTULUŞU      6 – EKİM - 1923

Burhan  Bursalıoğlu

Tarih sahnesinde var olduğundan beri bağımsız yaşamış Türk Milleti, 1. Dünya Savaşı'nda müttefikleri yenilgiyi kabul edip savaştan çekilince yenilmiş sayıldı... İtilaf Devletleri donanmaları 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması'na dayanarak 13 Kasım 1918'de Haydarpaşa önlerine demirleyip İstanbul'a girdiler. Fiilen gerçekleşmiş olan işgal, 16 Mart 1920 günü resmi işgale dönüştü.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, Adana treninden inip Haydarpaşa rıhtımına ayak bastığında düşman gemilerinin zafer bayrakları açmış şekilde toplarını sağa sola çevirerek İstanbul limanına girdiklerini, Türk azınlıkların da sevinç çığlıklarıyla karşı sahilleri çınlattığını görünce, "Geldikleri gibi giderler" demişti.

Kurtuluş Savaşı'nın zaferle bitmesinden sonra Refet  Paşa (Bele) komutasındaki bir Türk birliği İstanbul'a girdiyse de, işgali resmi olarak kaldıramadı.

18 Eylül 1923'de Batı Anadolu tamamen düşmanlardan temizlendi. Mudanya Ateşkes Antlaşması'yla İstanbul, Boğazlar Bölgesi ve Doğu Trakya kurtarıldı.

İmzalanan Lozan Barış Antlaşması gereğince de düşman askerleri altı hafta sonra İstanbul'dan ayrılacaklardı. 4 Ekim 1923 günü düzenlenen bir törenle Türk Bayrağı'nı selamlayarak şehirden ayrıldılar.

5 Ekim 1923'te şehrin Anadolu yakasına gelen, Şükrü Naili Paşa kumandasındaki Türk Ordusu, 6 Ekim 1923 günü coşkun bir bayram havası içinde, sevinç gözyaşları arasında ve çiçek yağmuru altında İstanbul'a girdi. Böylece 5 yıl kan ağlayan güzel İstanbul kurtulmuş oldu.



İstanbul’ giren Türk birliğinin kumandanı olan  Şükrü Naili  Paşa (Gökberk, ) 1876 da  Selanik ‘te   Mustafa Bey ile Hasibe Hanım'ın oğlu olarak dünyaya geldi.
Edirne Lisesi'nden mezun olduktan sonra 1899'da Harp Okulu'nu 1902'de Harp Akademisi'ni Kurmay Yüzbaşı olarak bitirerek kurmay stajı için Selanik'te bulunan 3.Ordu'nun emrindeki Görice ve Avlonya 2. Sınıf Redif Taburu'na atandı.
1904'de Priştine Redif Fırkası'nda kurmay, 1905'te Rumeli'de eşkıyaları ortadan kaldırmak için Kuvve-i Takibiye Tugayı'nın Selanik Alayı 2. Avcı Tabur Komutanlığına, 1908'de 3. Ordu Nizamiye  22.Alay Komutanlığına atandı. 1910'da 3. Ordu 10. Köprülü Redif Fırkası Kurmay başkanı, 1911'de 5. Kolordu Nizamiye 14. Fırka Kurmay Başkanı oldu. Bu görevdeyken Balkan Savaşı’na katıldı. 1913'te 8. Fırka Kurmay Başkanlığına, ardından Redif Fatih Fırkası Kurmay Başkanlığına getirildi. 1914'te 7. Fırka Kurmay Başkanıyken I. Dünya Savaşı'na katıldı ve 1915'de 50. Fırka Komutanı oldu. 1918'de 49. Fırka Komutanı ve Temmuz 1920'de aynı fırkayla Kırklareli'de Yunan Ordusu'na karşı savaştıysa da birliğiyle Bulgaristan'a sığınmak zorunda kaldı.


Aralık 1920'de Bulgaristan'dan memleketine dönerek 25 Nisan 1921'de Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere Anadolu'ya geçti. 15. Fırka Komutanı olarak Kütahya ve Sakarya savaşlarına katıldı. Eylül 1921'de Ankara Komutanlığına, Kasım 1921'de Adana Bölgesi İşgal ve Tesellüm Heyeti Başkanlığına, Ocak 1922'de Mersin Bölgesi Komutanlığına getirildi. Temmuz 1922'de 3. Kolordu Komutanlığına atanarak Ağustos 1922'de bu kolorduyla Başkomutanlık Meydan Muharebesine katıldıktan sonra Mirliva (Tümgeneral) lığa yükseltildi. Eskişehir ve Bursa'yı düşmandan temizledikten sonra Bandırma'yı da geri alan Naili Paşa, Lozan Barış Antlaşması'nın yürürlüğe girmesinden sonra 6 Ekim 1923'te Kolordusuyla birlikte İstanbul'a girdi.

1923'da T.B.M.M. 2. Döneminde Kırklareli'den milletvekili seçildi.  Ancak, Kasım 1924'te askerliğini tercih ederek milletvekilliğini bıraktı. 
1926'da Ferik (Korgeneral)liğe yükseltildi. 1934'te 3. Kolordu Komutanıyken emekliye ayrıldı.
Gökberk, 1935'te İstanbul'dan milletvekili seçilerek tekrar T.B.M.M.'ye girdi. 23 Kasım 1936'da Edirne'nin kurtuluş bayramına katıldığı sırada hayatını kaybetti. Kabri İstanbul'a getirilerek şehitliğine defnedildi ve 1988'de Ankara'daki Devlet Mezarlığı'na nakledildi.
Şükrü Naili Bey’in Nazire Hanım ile evliliğinden Turgut, Macit (d.1908), Saadet (d.:1909) adlı üç çocuğu olmuştur.

İstanbul'un Kurtuluşu'nun 87. yıldönümü  coşkulu kutlamalarla törenler yapılacak, tüm okullar tatil edilecek.
Türk Milleti'ne kutlu olsun.

4 Ekim 2010 Pazartesi

DEVRİMLER




MEDENİ KANUN: 
TÜRK HUKUK DEVRİMİNİN SİMGESİ...

Burhan Bursalıoğlu

4 Ekim 1926 tarihinde, yanı 84 yıl önce, Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girdi
Türk Medeni Kanunu, Atatürk devrimlerinin temeli, dinsel hukuk düzeninden laik hukuk düzenine geçişin belgesi, bir hukuk ve uygarlık anıtı olarak kabul edilmektedir.

 
Türk Medeni Kanunu, kısaca Medeni Kanun'un geçmişi 1923 yılına dayanmaktadır.
Atatürk, 1923 yılında Bursa'da halka yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu:
"Yeni Türkiye, ne zamana ne de ihtiyaca uymayan mecellenin hükümlerine bağlı kalamaz. En uygar uluslar derecesinde hukuk kurallarımızı da iyileştireceğiz. Yüz sene, beşyüz sene, bin sene evvel yaşayan bir toplum için yapılan yasalarla bugünkü toplumu yönetmeye kalkışmak gaflettir, cehalettir."
 
Cumhuriyet'in kuruluşu ile yeni bir devlet yapısı oluşturulurken varolan hukuk düzeninin iyileştirilmesi, çağdaşlaştırılması amaçlanmıştı. 1923'de Adalet Bakanlığı bünyesinde, başta Mecelle olmak üzere temel bazı yasaları yeniden düzenlemek üzere iki komisyon oluşturuldu.
KOMİSYONLARIN ÇALIŞMALARI...
Adalet Bakanlığı bünyesinde oluşturulan bu komisyonların çalışma yöntemlerini belirleyen yönetmelikte, komisyonların yeni düzenlemeler için önce Osmanlı döneminde, İslam hukukunda din ve dünya işleri ile ilgili  ana kaynaklardan yararlanarak konulmuş olan kuralların bütününün  yeterli  olmadığı konularda başka ulusların kabul ettiği çözümlerden yararlanmaları öngörülüyordu. Ama ,Komisyon üyelerinin şeriat kurallarından ayrılmaz gözükmeleri, bu arada yeni düzenlemelerde batı hukukunun örnek alınmasına ilişkin görüşlerin yoğunlaşması sonucu, bu komisyonlar dağıtıldı.
19 Mayıs 1924'de yeniden oluşturulan komisyonların çalışmalarına ilişkin yönetmelikte, bu kez, gerekirse "batı milletlerinin kanun ve eserlerinden icap eden esasların alınması" ibaresi yer aldı. Ancak bu komisyonların hazırladığı yasalar da, yetersiz ve çağdaş olmaktan uzak bulundu; bunlarla ülkenin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde bir hukuk sisteminin yaratılamayacağı anlaşıldı.


Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, batıdaki örneklerinden yararlanarak hukuk sisteminin yenilenmesi kararını, "Türk ihtilalinin kararı, batı uygarlığını kayıtsız şartsız kendisine mal etmek, benimsemektir. Bu karar, o kadar kesin bir azme dayanmaktadır ki, önüne çıkacaklar, demirle, ateşle yok edilmeye mahkumdurlar. Bu prensip bakımından yasalarımızı olduğu gibi batıdan almak zorundayız  " sözleriyle açıkladı.
Batılı ülkelerin medeni kanunları incelendikten sonra Medeni Kanun'un hazırlanmasında, İsviçre Medeni Kanun'u esas alındı. 1912'de yürürlüğe giren İsviçre Medeni Kanunu, dilinin basitliği, kadın-erkek eşitliğine dayalı bir aile düzeni içermesi ve hakime takdir yetkisi vermesi nedeniyle benimsendi.
Avrupa'daki en eski yurttaşlık yasalarından Fransız Medeni Yasası, eskimiş kabul edildi, Avusturya Medeni Yasası, Habsburg Hanedanının "mutlakiyetçi" anlayışını yansıtır nitelikte bulundu. Alman Medeni Yasası ise, çok teknik bir metin olarak görüldü.
Türk Medeni Kanunu Tasarısının hazırlanması için hukukçu milletvekillerinden, öğretim üyeleri, yargıç ve avukatlardan oluşan 26 kişilik bir komisyon kuruldu. Bu komisyon, İsviçre Medeni Kanunu'nu Türkçe'ye çevirdi ve yeni bir metin oluşturdu.
GEREKÇEDEN...
Komisyonun hazırladığı taslak, 20 Aralık 1925'de Bakanlar Kurulu'nda (3. İnönü Hükümeti) görüşülerek kabul edildi.
Tasarının genel gerekçesi, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt tarafından kaleme alındı. Bozkurt, gerekçede, "Türkiye halkı, adaletin uygulanmasında kuralsızlık ve sürekli kargaşa karşısındadır. Halkın kaderi belli ve yerleşmiş bir adalet esasına değil, raslantı ve talihe bağlı, birbiriyle çelişkili ortaçağ dinsel hukukun kurallarına bağlı bulunmaktadır. Cumhuriyet, Türk adaletinin bu karışıklıktan, yokluktan ve pek ilkel durumdan kurtarılmasını devrimin ve yüzyılımız uygarlığının gereklerine uyan yeni bir Türk Medenî Kanunu'nun hızla vücuda getirilmesini ve uygulamaya konulmasını zorunlu kılmıştır" dedi.
Tasarı, Meclis Adalet Komisyonu'nda hiçbir değişikliğe uğramadan kabul edildi. Komisyon raporunda, İsviçre Medeni Yasası'nın uygar ülkelerin en başarılı yasalarından biri olduğu, içerdiği hükümlerin toplumsal ve ekonomik yaşam bakımından çağın gereksinimlerini karşılayacak nitelikte olduğu belirtildi.
Genel Kurul görüşmelerinde tasarının madde madde ele alınması önerildi. Ancak Adalet Bakanı Bozkurt, yasanın bir bütün olduğunu, bu nedenle tümüyle görüşülmesi gerektiğini belirterek, bu öneriye karşı çıktı. Tasarı, kısa bir görüşmeden sonra, 17 Şubat 1926'da kabul edildi. 4 Nisan 1926 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan yasa, 6 ay sonra, 4 Ekim 1926'de yürürlüğe girdi.
Türk medeni Kanunu,Türkiye Cumhuriyeti'nin Batılı ve çağdaş anlayışa yönelmesini sağlaması açısından önem taşır.Medeni Kanun'un getirdiği yenilikler şunlar oldu:


a-   Ailede kadın-erkek eşitliği sağlandı.
b-   Evlilikte resmi nikah zorunluluğu getirildi.
c-   Kadınlara, istedikleri mesleğe girebilme hakkı tanındı
d-   Mahkemelerde tanıklık yapma, miras ve boşanma konularında kadın-erkek eşit hale    getirildi
e-   Patrikhanelerin, din işleri dışındaki yetkileri kaldırıldı
f-   Hukuk birliği sağlandı.
g-  Vatandaşlar arasında din,mezhep ayrılıkları gözetmeksizin, hak ve ödevler bakımından  eşitlik sağlandı.
h- Tek  eşle evlilik esası getirildi.
i-  Mirasta, kadın-erkek ayrılığı kaldırıldı.
k-  Toplumsal hayatta kadın-erkek eşitliği getirildi.
l-  Evlenme ve boşanmada belirli şartlar getirmiş, özellikle erkeğin tek taraflı boşamasını kaldırarak boşanmayı hakimin takdirine bırakmıştır.
m-  Kadınlar yönetim alanında da 1930 yılında belediye seçimlerine katılma, 1934 yılında da milletvekili seçilebilme haklarını elde etmişlerdir.

Zaman zaman Türk Medeni Kanununun değişik maddeleri  değiştirilmiş,  toplumun  yararına uygun hale getirilmiştir.
2001 de çok geniş  değişiklikler yapılmış olup,  en son olarak da 2010 da bazı maddeler değiştirilmiştir.


1 Ekim 2010 Cuma

KADINLAR


Kadınların Mükemmel Gücü

Çocuk taşırlar, zorlukları taşırlar, ağır yükleri taşırlar ama mutluluk, sevgi ve neşe verirler.
Bağırmak istediklerinde gülümserler. Ağlamak istediklerinde şarkı söylerler. Mutlu olduklarında ağlarlar.

Bir kadın tanırım, çok güçlü esprileri ile sevdiklerine kendilerini iyi hissettirir. Öyle kadınlar bilirim karlı bir günde telefon başında bekler arkadaşının " eve güvenle geldim! " telefonunu kaçırmamak için.

Bir dost bilirim yıllar önce söylediğim sırrı özenle tutup asla bir daha ortaya getirmeyen.
Kadınların özel bir tarafı var. Gönüllü çalışır, hasta bakıcılık yapar çaresizlere yiyecek taşırlar. Öğretmen, memur. doktor, hemşire yönetici, avukat, evhanımı, komşudurlar. Takım kıyafet giyer, kot ve üniforma. İnandıkları uğruna savaşır, haksızlığa karşı dururlar. Barış için, sevgi için, doğruluk için konuşur, yürür, başvurur, çırpınırlar Aynı anda göz yaşlarını silebilir, yaraya pamuk koyar ve sırtını sıvazlayabilirler. Ailesi daha çok yesin diye az yiyebilir, çocukları kitap alabilsin diye yeni bir ayakkabı almadan bir kış daha geçirirler.
 Okul aile toplantılarına gider, hasta çocuğu için okula koşarlar. Dostlarını destekler, korkmuş arkadaşı ile doktora giderler. Gerektiğinde para verir, koşulsuzca severler bilginin güç olduğunu bilir ama gene de yumuşaklıkla işlerini hallederler. Çocukları ödül aldığında, başarılı olduğunda ya da sadece mutlu olduğunda ağlarlar. Kimi zaman omuz, kimi zaman bir çift kulak, kimi zamanda yardım eden bir ses olurlar. Hiç güçleri kalmadığında bile, dimdik ayakta dururlar. Zor durumları kontrol eder, yorgunken bile enerji verirler.
 İhtiyacı olan bir dost için uykusuz kalır yalnızken yanına koşarlar.
 Bir kadının dokunuşu her yarayı iyileştirir. Bir kucaklama, bir öpücük kalpleri tamir eder.
 Romantik bir geceyi unutulmaz yapabilir. Kocasının, çocuklarının ve arkadaşlarının en iyi özelliklerini ortaya çıkarabilir.
 Gölgede kalmaktan şikayet etmez. Zorlamak yerine nazikçe cesaretlendirir. Şefkatli sözler fısıldayabilir, çığlık çığlığa taraftar olabilir, ve korkuları gülerek uzaklaştırabilir. Moralini düzeltip, kendine güven getirebilir bir kayıp ya da kavga sonrası aileyi bir araya getirebilir.
Kadın her çeşitte, her ölçüde, her renkte ve şekilde olur. Evlerde, apartmanlarda, gecekondularda yaşar. Yürür, araba kullanır, uçar yada koşar.
Dostuna basit bir e-mail göndererek ne kadar değer verdiğini anlatır. Haksızlıkları affetmek ve unutmak için yürekleri vardır. İyiliği unutmayan, her zaman hatırlayan, Sevgi ve sadakat ile çarpan bir kalpleri vardır.
İşte dünyayı döndüren, kadının kalbidir. Bir kadın aynı anda hem ağlayabilir hem gülebilir. hem üzgün hem umutlu olabilir. hem affedebilir hem cesaretlendirebilir.
 Kadın sadece doğum yapmaktan çok daha fazlasını yapar. Neşe ve umut getirir. Hayal kurmayı ve hedeflere ulaşmayı öğretir. İhtiras ve idealleri verir.
Bir insanın hayatına girer ve yaşamı değiştirir. Geriye bütün isteği bir sıcak kucaklama bir sıcak gülümseme Ve bir sıcak öpücüktür.

26 Eylül 2010 Pazar

TÜRK DİLİ



26 EYLÜL  DİL  BAYRAMI

Burhan  Bursalıoğlu

26 Eylül Türk Dil Bayramıdır.
.Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli kültür kurumlarından biri olan Türk Dil Kurumu 78 yıl önce, 12 Temmuz 1932’de kurulmuştu Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde dil ve tarih, Atatürk’ün en çok önem verdiği konulardandı.
Önce 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kuruldu. Uluslaşmanın en önemli temellerinden bir diğeri de dil idi. Bunun bilincinde olan Ulu Önder Atatürk, 11 Temmuz 1932 gecesi sofrasında bulunanlara “Dil işlerini düşünmek zamanı gelmiştir. Ne dersiniz?” diye sorar. Oradakilerin bu düşünceye katılması üzerine “Öyle ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.” diyerek Türk Dil Kurumunun temellerini atar.
 Cemiyetin kurucuları, hepsi de milletvekili ve dönemin tanınmış edebiyatçıları olan Sâmih Rif'at, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri'dir. Kurumun ilk başkanı Sâmih Rif'at'tır.



 Türk Dili Tetkik Cemiyetinin amacı, "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek" olarak tespit edilmiştir.
 Atatürk'ün sağlığında, 1932, 1934 ve 1936 yıllarında yapılan üç kurultayda hem Kurumun yönetim organları seçilmiş, hem dil politikası belirlenmiş, hem de bilimsel bildiriler sunulup tartışılmıştır. 26 Eylül- 1934'te yapılan kurultayda Cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu  olmuştur.   ATATÜRK'ÜN 26 Eylül 1932'de "1. Türk Dil Kurultayı"nı toplamasını her yıl "Dil Bayramı" olarak kutluyoruz  1936'daki kurultayda ise , Türk Dili Araştırma  Kurumu, Türk Dil Kurumu adını  almıştır.
         Türk Dil Kurumu başlangıçtan beri çalışmalarını iki ana eksen üzerinde yürütmüştür:
         1. Türk dili üzerinde araştırmalar yapmak, yaptırmak;
         2. Türk dilinin güncel sorunlarıyla ilgilenerek çözüm yolları bulmak.
         Atatürk'ün kendisi de Türk dili üzerindeki yerli ve yabancı araştırmaları bizzat inceleyerek, dönemindeki bilginleri Türk dili üzerinde araştırmalar yapmaya yönlendirmiştir. Nitekim Türk dilinin en eski anıtları olan Göktürk (Runik) yazılı metinlerin ilk iki cildi onun sağlığında yayımlanmış; 1940'larda yayın hayatına çıkabilen Divanü Lügati't-Türk, Kutadgu Bilig gibi eserler üzerinde de yine onun sağlığında çalışılmaya başlanmıştır.. 

         Türk Dil Kurumunun kuruluşuyla birlikte çağdaş Türkçede çok hızlı bir arılaştırma akımı da başlamıştır. Bizzat Atatürk'ün öncülük ettiği, Türk dilinin yabancı kökenli sözlerden temizlenmesi akımı 1935 güzüne kadar sürmüş; halkın diline girip yerleşmiş kelimelerin dilden atılması işleminden bu tarihte vazgeçilmiştir. Atatürk'ün ölümünden sonra öz Türkçe akımı Türk aydınları arasında sürekli tartışılan bir konu olmuş ve özellikle 1960'tan sonra Türk Dil Kurumu bu akımın öncülüğünü yapmaya devam etmiştir. 1980'den sonra tartışmalar durulmuş, bilimsel çalışmalar hız kazanmıştır.
         Atatürk, ölümünden kısa bir süre önce yazdığı vasiyetname ile mal varlığını Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumuna bırakmıştır.
         Türk Dil Kurumunun yapısıyla ilgili ilk önemli değişiklik 1951 yılındaki olağanüstü kurultayda yapılmıştır. Atatürk'ün sağlığında Millî Eğitim Bakanının Kurum başkanı olmasını sağlayan tüzük maddesi 1951'de değiştirilmiş; böylece Kurumun devletle bağlantısı koparılmıştır.
 İkinci önemli yapı değişikliği 1982-1983 yıllarında gerçekleştirilmiştir. 1982'de kabul edilen ve şu anda da yürürlükte olan Anayasa ile Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, bir Anayasa kuruluşu olan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu çatısı altına alınmış; böylece devletle olan bağlar yeniden kurulmuştur.  
         Bugün Türk Dil Kurumu, 20'si Yüksek Öğretim Kurumu; 20'si Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yüksek Kurulu tarafından seçilen 40 asıl üyeye sahiptir. Üyelerin büyük çoğunluğu Türk üniversitelerinde çalışan Türkologlardır. Başbakanın önerisiyle Cumhurbaşkanınca tayin edilen Kurum Başkanı ve 40 asıl üye Bilim Kurulunu oluşturur
         Türkiye Türkçesinin çağdaş sözlüğünü sürekli geliştirerek yayımlayan ve Genel Ağ ortamında sürekli güncelleyen Türk Dil Kurumu, İmlâ Kılavuzu'nu 2000 yılında yayımlamıştır.. 1998 yılı içinde 9. baskısı çıkmış olan Türkçe Sözlük'te 75.000 civarında kelime yer almıştır.        
         Türk Dil Kurumu 800'e ulaşan yayını, 40 Bilim Kurulu üyesi, 17 uzmanı, 56 çalışanı ve zengin bir araştırma kütüphanesiyle Türkiye'nin saygın bilim kuruluşlarından biri olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Türk Dil Kurumu’nun  esas amacının Büyük Atatürk’ün arzuları doğrultusunda, Türk Dilindeki  yabancı sözcükleri  ayıklamak  ve yabancı kelimeleri de uzak tutmaktır.  Teknolojinin hızla gelişmesi nedeniyledir ki bugün dilimizin içine girip, Türkçemizi yabancılaştıran, gençler arasında revaçta olan birçok , özellikle, İngiliz ve Fransızca sözcükler  vardır. Halbuki bu kelimelerin Türkçe karşılıkları vardır. Bilgisayarların yaygın olduğu bu ortamda, aygıtın içinde bulunan tüm yabancı sözcüklerin Türkçe leştirılmesi gerektir. Ama bu yapılmıyor. Sadece yüzeysel Türkçe leşme yapılıp, esas sözcükler olduğu gibi dilimize yapışıyor.ü

Aşağıda   dilimize yapışan yabancı sözcüklerin, pekala Türkçe karşılıklarının olduğunu göreceksiniz.
Tüm arzum, mümkün olduğu kadar Türkçe karşılıklarını kullanmak ve Türk Dil Kurumunun da bunu hızlandıracak çalışmaları yapmasıdır.
26 Eylül Dil Bayramı Ulusumuza kutlu olsun.

ABSÜRT   -   Saçma
ADAPTE OLMAK   -   Uyum sağlamak
ADİSYON   -   Hesap fişi
AMBİYANS   -   Hava , ortam
ANALİZ   -   Çözümleme
ANONS ETMEK   -   Duyurmak
ANTİPATİK   -   Sevimsiz, itici
BODYGUARD   -   Koruma
BYE BYE   -   Hoşcakal
CENTER   -   Merkez
CHECK ETMEK   -   Denetim, kontrol etmek
DATA   -   Veri
DEKLARE ETMEK   -   Bildirmek
DEPARTMAN   -   Bölüm
DİZAYN   -   Tasarım
DOKÜMAN   -   Belge
DOWNLOAD   ETMEK   -   İndirmek
DRİNER   -   Sürücü
EKSTRA   -   Fazladan
ELİMİNE ETMEK   -   Elemek
E-MAİL   -   E-Posta
EMERGENCY   -   Acil
EMPOZE ETMEK   -   Dayatmak
ENTEGRE  OLMAK   -   Bütünleşmek
EXİT   -   Çıkış
FEEDBACK   -   Geribildirim
FİNISH   -   Bitiş, varış
FULL   -   Tam , dolu
FULL-TİME   -   Tam gün
GLOBAL   -   Küresel
İLLEGAL   -   Yasa dışı
İMİTASYON   -   Taklit, öykünme
İZOLASYON   -   Yalıtım
JENERASYON   -   Nesil,  kuşak
KOMÜNİKASYON   -   İletişim
KONSENSÜS   -   Uzlaşma
KOORDİNASYON   -   Eşgüdüm
KRİTER   -   Ölçüt
LAP TOP   -   Dizüstü bilgisayar
LEGAL   -   Yasal
LİNK   -   Bağlantı
MANTALİTE   -   Anlayış, zihniyet
MONOTON   -   Tekdüze
NİCK NAME   -   Takma ad
OBJEKTİF   -   Nesnel,  tarafsız
OKEY   -   Tamam
OKEYLEMEK   -   Onaylamak
ONLINE   -   Çevrim içi
OPTİMİST   -   İyimser
PARTNER   -  
PART-TİME   -   Yarı zamanlı
PERSPEKTİF   -   Bakış açısı
PREZANTASYON   -   Sunum
PRINT OUT   -   Çıktı
PRINTER   -   Yazıcı
PROVOKE ETMEK   -   Kışkırtmak
REFÜZE ETMEK   -   Utandırmak, bozmak
RELAX ETMEK   -   Rahatlamak
REVİZE ETMEK   -   Yenilemek
SAVE ETMEK   -   Kaydetmek
SECURITY   -   Güvenlik
SEMPATİK   -   Cana yakın, sevimli
SLAYT   -   Yansı
SPONTANE   -   Kendiliğinden
STAR   -   Yıldız
START ALMK   -   Başlamak
TİMİNG   -   Zamanlama
TREND   -   Eğilim
TUVALET   -   Ayak yolu
USKUR   -   Pervane
VALF   -   Vana
VANTUZ ÇEKMEK   -   Şişe çekmek
VERSİYON   -   Değişik biçim


21 Eylül 2010 Salı

E Ğ İ T İ M

YENİ EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI HAYIRLI  VE  BAŞARILI  OLSUN.


 Burhan  Bursalıoğlu

Dün tüm ilk ve orta öğretim okulları açıldı.

Özellikle 14 milyon öğrencilerimize başarılar ve kazasız belasız  bir yıl geçirmelerini diliyorum.
2010-2011 öğretim yılı  problemleriyle, eksikleriyle başladı
Büyük kentlerde, Vali, Milli eğitim Müdür ve diğer erkan, çok popüler bir okulda tören yaparlar ve  eğitimin öneminden bahsederler, öğretmenlerin mum olduğundan bahsederler, velilere tavsiyelerde bulunurlar, çocuklara başarılar dilerler, kimini öper kimine ufak tefek hediyeler verirler. Bu toplantılar, dört dörtlük okullarda yaparlar. Diğer okullardaki eksik öğretmenden, eksik sıra, tahta,  olmayan  ders malzemelerinden, yapılamamış badana boyadan,, olmayan  yardımcı personelden bahsetmezler.
Bu tür toplantılar kimseyi mutlu etmediği gibi, bugün olduğu gibide bayılan , sıkılan çocuk ve velileri zorla dinletmeye çalışırlar.
Bence, okul Müdürünün 2 dakikalık, günün önemini ve okula başlamanın değerini kapsayan konuşması yeterlidir.
Okullar açıldı. Kimi okullarda öğrenciler üst üste. İlave dershaneye ihtiyacı olan okullarda  hiçbir hareket  yopk. Kimi okullarda öğretmen yok. Bakanlık 70 bin öğretmeni atayacağını söylüyor ama, ortada atanan öğretmen yok. Yıl içinde belki  olur.
Çok önemli olan kitap basımı tamamlanmamış. Kitapçılarda kitap bulunmuyor. Ya gelmemiş, yahutta bitmiş oluyor. Bunun hesabını Bakanlığın yapması ve ona göre her kitabın tespit edilen sayısı kadar  bastırmaları lazımdır.
Kıyafet sorunu da yaşanmakta. İdarenin yönlendirdiği  mağazadan almak mecburiyeti var. Birinci sınıfa başlayan bir öğrenciye alınan bir numara büyük giysi yi  o çocuk en az 3 yıl giyer. Ama ne yazık ki Sayın Bakanın  kıyafetlere olan saplantısı nedeniyle her yıl yeni bir kıyafet tavsiye sinde bulunmaktadır.
Her yıl olduğu gibi, bu yıl da yönetmeliklerde, yasalarda yeni yeni kararlar, uygulamalar, ders konularında değişiklikler ve ders saatlarında da azalma veya yükselme olmakta, sınavtürlerinde değişiklikler olmaktadır.
İlk önce bu sene ilk ve ortaöğretim ders saatlarında yapılan değişikliklere bir göz atalım.

Edinilen bilgiye göre, İlköğretim Genel Müdürlüğü ile Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın koordineli çalışmaları sonucunda hazırlanan "İlköğretim Okulu Haftalık Ders Çizelgesi" gelecek eğitim-öğretim yılı olan 2010-2011 öğretim yılında, ilköğretim okullarının, haftalık zorunlu ders saati sayısı toplamı 1., 2. ve 3. sınıflarda 25’e, ilköğretim 4. ve 5. sınıflarda ise 26 ders saatine indirildi.
Buna ilave olarak ilköğretim 1., 2. ve 3. sınıflarda 5, ilköğretim 4. ve 5. sınıflarında 4 ders saati "Serbest Etkinlikler" yapılacak.
İlköğretim 6., 7. ve 8. sınıflarda ise seçmeli ders saati sayısı ile birlikte haftalık ders saati sayısı toplamı 30 olacak.
Düzenlemeyle haftalık ders saati sayısı ilköğretim 1-3. sınıf Türkçe derslerinde 12’den 11’e, 1-3. sınıf Hayat Bilgisi derslerinde 5’ten 4’e, 4-5. sınıf Fen ve Teknoloji derslerinde 4’den 3’e, 8. sınıf T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinde 3’den 2’ye indirildi.

İlköğretim 6-8. sınıf Beden Eğitimi dersleri ise 1’den 2’ye çıkarıldı.

Bakanlık, İlköğretim 1-5. sınıflarda "Rehberlik ve Sosyal Etkinlikler" dersi için ayrılan haftalık 1 ders saatini kaldırdı.
Haftalık ders saatinden indirilen dersler, önemli dersler.  Türkçe dersi, Hayat Bilgisi, Fen ve Teknoloji, İnkilap Tarihi ve Atatürkçülük deslerinin, haftalık ders sayıları indirildi.  Bu dersler en önemli kültür,etkinlik ve yaşamımızda her zaman karşımıza çıkacak olan konuları kapsayan derslerdir. Bunlarda azaltma yerine çoğaltmak lazımdır. Bu dersleri çocuklar zaten yavaş ve zor öğrenmekteler. Görsel Basında yapılan yarışmalarda, gençlerin  verdikleri ve veremedikleri cevaplar içler acısı. Maalesef , diplomalı cahiller yetiştiriliyor. Hele, hele 1990 dan sonra  Eğitimdeki karmaşa, yetiştirilemeyen öğretmen, üniversitelerden mezun, hiçbir fonksiyonu olmayan insanları okullara öğretmen olarak atamaları, eğitim ve Öğretim kalitesini de sıfıra indirmiştir. Şimdi bunlar yetmiyormuş gibi ders saatları indiriliyor. Serbest etkinlik saatları fazlalaştı. Bu saatlarda ne yapılacağı açıklanmıyor. Acaba ne yapılacak.?

Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi" dersi 2010-2011 öğretim yılında ilköğretim 8. sınıfta "seçmeli", 2011-2012 öğretim yılından itibaren de aynı sınıfta "zorunlu" ders olarak okutulacak.

İlköğretim 4-5. sınıflarda okutulmakta olan "Trafik Güvenliği" derslerinin öğretim programları birleştirilerek 2012–2013 öğretim yılından itibaren sadece 5. sınıfta haftada 1 ders saatinde uygulanacak ve 4. sınıfta bu dersten boşalan 1 ders saatinde de "Serbest Etkinlikler" yapılacak.

Buna göre, genel liselerde ve Anadolu liselerinde halen uygulanmakta olan "Fen Bilimleri", "Sosyal Bilimler", "Türkçe- Matematik" ve "Yabancı Dil" alanları kaldırıldı.

Ders grupları, "ortak dersler" ve "seçmeli dersler" olarak belirlendi.

FEN LİSELERİNİN DERS SAATİ SAYISI ARTTI

Anadolu liselerinde de yapılan yeni düzenlemelerle, haftalık ders saati sayısı toplamı, hazırlık sınıfı olan Anadolu liselerinde 37’den 35’e, hazırlık sınıfı olmayan liselerde ise 40’dan 35’e indirildi.

Anadolu liselerinde 9. sınıfta 10 saat olan Yabancı Dil Dersi’nin saati 6 saate indirildi. Daha önce 10. sınıftan itibaren okutulmaya başlanan 2. Yabancı Dil Dersi’nin 9. sınıftan başlaması için bu sınıfa da 2 saat 2. Yabancı Dil Dersi kondu.

Fen liselerinde alan dersleri, "ortak dersler" bölümüne alındı. Bu liselerin yönetmeliği gereğince Fen derslerinin ağırlığının, toplam ders ağırlığının en az yüzde 50’si olması gerektiği için 12. sınıfta Fizik, Kimya ve Biyoloji derslerinin haftalık ders saati sayısı da 4’ten 5’e çıkarıldı.

Fen liselerinde 9. sınıfta yabancı dil dersinin haftalık ders saati sayısı 8’den 7’ye indirildi. Bu liselerin 9-12. sınıflarına ilk defa haftada 2’şer saat olmak üzere 2. Yabancı Dil Dersi konuldu.

Fen liselerinin haftalık ders saati sayısı toplamı 36’dan 37’ye çıkarıldı.
Sosyal Bilimler Liseleri’nin 10. sınıfında Matematik Dersi’nin haftalık ders saati sayısı 4’den 3’e, 11-12. sınıflarındaki Matematik Dersi’nin haftalık ders saati sayısı 5’den 3’e indirildi. Bu liselerin 9-12. sınıflarına haftada 2’şer saat olmak üzere ayrı Geometri Dersi konuldu.

Orta öğretim  okullarında yapılan değişikliklerin iyi ve kötü yönlerini ele almıyacağım. Yorumları size bırakıyorum.
Yorum yaparken, öğrencilerin başarılı olup olamıyacaklarını düşünmenizi tavsiye ediyorum.

20 Eylül 2010 Pazartesi

G Ü N C E L


20  E Y L Ü L

Burhan  Bursalıoğlu

20 Eylül yakın geçmişin 3 önemli olayına damgasını vurmuş bir tarihtir.


1.  OLAY:

Haltercimiz Naim Süleymanoğlu’nun 20 Eylül 1988 tarihinde Seul olimpiyatlarında 6  olimpıyat rekoru kırmıştır.

Naim Süleymenoğlu:

23 Ocak 1967’de, Mestanlı, Bulgaristan’da dünyaya gelen Naum Shalamanov, haltere 10 yaşındayken başladı. 1982’de, Brezilya'da düzenlenen Dünya Gençler Halter Şampiyonası’nda, 52 kiloda iki altın madalya alarak şampiyon olan Süleymanoğlu, 16 yaşında, rekor kırarak yine şampiyon oldu. Böylece halter tarihinde en genç dünya rekorunu kıran halterci ünvanını aldı. 

1983 - 1986 yılları arasında gençlerde 13, büyüklerde 50 olmak üzere tam 62 rekor kıran ve yine bu dönemde Dünya ve Avrupa Şampiyonaları’nda, 52, 56 ve 60 kilolarda şampiyonluklar yaşayan Süleymanoğlu, 1984, 1985 ve 1986'da dünyada, yılın haltercisi seçildi. 1984 Los Angles Olimpiyatları'na, Bulgaristan'ın da Sovyetler Birliği’nin yanında boykota katılması nedeniyle katılamayan Süleymanoğlu, ülkesindeki baskılardan kurtulmak için, 1986 senesinde, Melbourne, Avustralya’da düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası'nda bir süre ortadan kaybolan ve daha sonra 11 Aralık’ta ortaya çıktığında, Türk Büyükelçiliği’ne sığınarak, Türkiye'de yaşama, ve Türk Milli Takımı adına karşılaşmalara çıkma telebinde bulunan sporcu, talebinin kabul edilmesinin ardından, Naim Süleymanoğlu adını aldı.

Türkiye'ye ilticasında ve getirilmesinde rol oynayan Turgut Özal, 16 Aralık’ta ülkemize gelen Naim Süleymanoğlu’nu kucaklayarak basına ve halka tanıttı
. 20 Aralık 1987’de, Naim Süleymanoğlu, Cumhuriyet Halter Turnuvası'nda dünya rekoru kırdı.
1988'de, Avrupa Halter Şampiyonası'na Türkiye adına katılan ve üç altın madalyanın sahibi olan ve 60 kiloda, koparmada 150 kg kaldırarak dünya rekoru kıran Süleymanoğlu, o sene 7 Aralık’ta, Beyaz Saray'da Başkan Ronald Reagan ve eşi tarafından kabul edildi. Aynı sene, 20 Eylül’de  Seul Olimpiyatları'na Türkiye adına katılabilmesi için Türk hükümetince Bulgaristan'a 1 milyon dolar ödenerek gerekli izin alındı.
Bu olimpiyatlarda Süleymanoğlu, 60 kg koparmada sırasıyla, 145 kg, 150.5 kg, 152.5 kg, silkmede 175 kg, 188,5 kg, 190 kg, toplamda da 320 kg, 339 kg, 342.5 kg kaldırarak, 9 dünya ve 6 olimpiyat rekoru kırarak, Türkiye olimpiyatlar tarihinde, güreş dışında ilk altın madalya kazandıran sporcu olarak adını Türk spor tarihine yazdırdı.
1992 Barcelona Olimpiyatları'nda, rakiplerine karşı ezici üstünlük sağlayarak, yurda altın madalyayla dönen Naim Süleymanoğlu, yine o sene, Uluslararası Halter Basın Komisyonu tarafından “Dünyanın En İyi Sporcusu” seçildi. 1993 Dünya Şampiyonasında, 3 altın madalya kazanmasının yanı sıra, 2 de dünya rekoru kıran halterci, 1994'te Bulgaristan'da yapılan, Avrupa Halter Şampiyonası'nda da, sadece üç kaldırış yaparak, üç dünya rekoru kırdı.

İstanbul'da yapılan Dünya Halter Şampiyonası'nda, ilk kez Türk seyircisi önüne çıkan ve bu şampiyonada sakat olmasına rağmen, 3 dünya rekoru kırarak, üç altın madalya kazanan Süleymanoğlu, bu performansıyla, en güçlü sporcu ünvanı kazandı. 1995’te, Avrupa Halter Şampiyonası’nda, yine sakat olmasına karşın, 1 altın ve 2 gümüş madalya kazanarak, Türk Milli Halter Takımı’nın birinci olmasında önemli katkılarda bulunmuş oldu.
Çin'de yapılan Dünya Şampiyonasın’a da sakat çıkarak, 3 altın madalya kazanan Süleymanoğlu, 1996’da, Amerika’da düzenlenen Atlanta Olimpiyatları'nda, 64 kiloda 4 dünya rekoru kırarak, 3. kez olimpiyatlarda madalya kazanmasıyla tarihe geçen sporcu, Sidney Olimpiyatları’nda, sakatlığının devam etmesi ve ağrıları nedeniyle başarı gösteremedi.
Kariyeri boyunca, olimpiyatlardan kazandığı 3 Altın Madalyası, 7 Dünya Şampiyonluğu ve 6 Avrupa Şampiyonluğu vardır. 46 kere dünya rekoru kıran Süleymanoğlu, 2000 senesinin 7 - 9 Aralık günleri arasında, Atina'da toplanan, Uluslararası Halter Federasyonu Kongresi’nde astbaşkanlığa seçildi.

2. OLAY:

20 Eylül 1980  DE AMİRAL BÜLENT ULUSU BAŞBAKANLIĞA  ATANDI.

Bülend Ulusu 1921 yılında İstanbul’da doğmuştur. 1 Mayıs 1940 tarihinde girdiği Deniz Harp Okulu'ndan 15 Ekim 1941 tarihinde asteğmen rütbesi ile mezun olmuştur. Mezuniyetinin ardından, muhriplerde branş subaylığı, bölüm amirliği ve çeşitli karargâh görevlerinde bulunmuştur. 1955 yılında Deniz Harp Akademisi’nden mezun olmuştur. Daha sonra sırasıyla TCG Gaziantep Komutanlığı, çeşitli karargah görevleri ve II. Muharip Filotilla Komodorluğu görevininin ardından 1964 yılında tuğamiralliğe terfi etmiştir.
Bu rütbede Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Daire Başkanlığı, mayın filosu komutan vekilliği görevlerinde bulunmuş ve 1967 yılında tümamiralliğe terfi etmiştir.

Tümamiral olarak Harp Filosu Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanlığı görevlerinde bulunmuştur. 1970 yılında koramiralliğe terfi etmiştir. Koramiral olarak Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı ve Donanma Komutanlığı görevlerini deruhte etmiş ve müteakiben 1974 yılında oramiralliğe terfi etmiştir.
Oramiral olarak yüksek askeri şura üyeliği, milli savunma bakanlığı müsteşarlığı görevlerinde bulunmuştur. 1977 - 1980 yılları arasında deniz kuvvetleri komutanlığı görevini yaptı. 1980 Ağustos ayında ordudan emekli oldu. 12 Eylül Darbesinden önce 11 Temmuz günü yapılması planlanan ancak ertelenen Bayrak Planı yüzünden askeri müdahaleyi yapan kadro arasında olamadı[1].
12 Eylül 1980 Askeri müdahalesi üzerine hükümeti kurmakla görevlendirildi. Yeniden serbest seçimlerin yapıldığı 1983 yılına değin Başbakanlık yaptı. 1983 seçimlerinde XVII. Dönem İstanbul Milletvekilliği yaptı.
Evli ve bir çocuk babasıdır.
3. OLAY:

 20 EYLÜL.1985 DE RUHİ SU ÖLDÜ

Mehmet Ruhi Su, 1912 yılında Van'da Ermeni bir ailenin mensubu olarak doğdu ve ailesini 1915'te kaybetti. Çocukluğunun geri kalan yıllarını, kendisini bir Müslüman olarak yetiştiren yoksul bir ailenin yanında ve daha sonra da öksüzler yurdunda geçirdi.
1927 yılında Kuleli Askeri Lisesi'ne girdi. 1931 yılında burayı bitirdi fakat Harp Okulu'na devam etmedi. Adana Öğretmen Okulu'nda okurken, Ankara'ya Müzik Öğretmen Okulu'na (Musiki Muallim Mektebi) girmeyi başardı.

1942'de Ankara Devlet Konservatuarı'nın Şan Bölümü'nü bitirdi. Aynı yıllarda sırasıyla Ankara Cebeci İkinci Ortaokulu'nda, sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde müzik öğretmenliği yaptı. Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’na seçildi, konservetuarın opera bölümünde okudu ve daha sonra da Devlet Operası'nda çalıştı. Devlet Operası sanatçısı olarak, Bastien und Bastienne, Satılmış Nişanlı, Madame Butterfly, Fidelio, Tosca, Yarasa Opereti, Aşk İksiri, Rigoletto, Figaro'nun Düğünü, Maskeli Balo ve Konsolos gibi operalarda rol aldı. Türk Opera Sanatı'nın temelinde Ruhi Su'nun katkısı büyüktür.

1960'ta İstanbul'da Taksim Belediye Gazinosu'nda sahneye çıkan Ruhi Su, bir yandan da halk türkülerini kaydedip, arşivleme görevini üstlendi. Bu arada radyoda da 'Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor' anonsuyla sunulan bir radyo programı yaptı. Bu programlardan birinde söylediği "Serdari Halimiz Böyle N'olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak" türküsü nedeniyle radyodaki işine son verildi.
Söylediği türkülerdeki siyasi vurgular yüzünden aleyhinde kampanyalar başlatılan ve işini kaybeden sanatçı, türküleri derleyip, yeniden yorumlama işine kendi başına devam etti.

1975'te Sümeyra Çakır'la birlikte Dostlar Korosu’nu kurdu. 1978'den sonra ürettiği kasetlerle halk müziğinin, yaygınlaşmasına büyük katkıda bulundu. Aydınlara türkü dinlemeyi öğreten kişi olarak da bilinir
. Ruhi Su, 12 Eylül yönetiminin engellemeleri yüzünden yurtdışında tedavi şansı bulamadı ve 20 Eylül 1985'te öldü. Mezarı İstanbul Zincirlikuyu'dadır. Ruhi Su'nun cenaze törenine binlerce kişi katıldı ve cenaze 12 Eylül döneminin ilk büyük kitle gösterisi haline dönüştü.

16 Eylül 2010 Perşembe

ŞİİR BAHÇESİ

ÜMİT YAŞAR  OĞUZCAN


GÜLLER AĞLAR İÇİMDE
Ne zaman ayrılık saati gelse
En vazgeçilmez yerinde yaşamın
Duysak ayak seslerini akşamın
Ve sokaklardan elayak çekilse
Bir ürpertiyle duyarım o zaman
Seni çağıran sesi uzaklardan
Ne zaman ayrılık saati gelse
Bir gariplik çöker içime birden
Kalan tek anı gibi bir devirden
Durmadan çalınır o gamlı beste
Sanki bilir dem hazin öykümüzü
Bulutlar ağlar , kararır gökyüzü
Ne zaman ayrılık saati gelse
Bir çaresizliği anlatır gibi
Birden değişir gözlerinin rengi
Mavi solar , koyulaşır yeşilse
Sarınca ruhunu eski bir hüzün
Uçar gider pembeliği yüzünün
Ne zaman ayrılık saati gelse
Uzatsan özlemle dudaklarını
Tüm ağaçlar döker yapraklarını
Ne çiçek kalır ortada , ne bahçe
Sadece uğultusu o rüzgarın
Ve bir umut kırıntısı ‘ belki yarın ‘
Ne zaman ayrılık saati gelse
Bir fırtına çıkmışcasına , büyük
İçimdeki güllerin boynu bükük
Bir zaman kalakalırım öylece
Neden sonra gittiğini anlarım
İçimde güller ağlar , ben ağlarım …
                Ümit Yaşar Oğuzcan


SENİ ARIYORUM 

Şimdi bir an dönerek gerilere, hani
Bir zamanlar beni ölesiye yaşatan
Ellerimi bırakıp sevecen ellerini
Çevremi sımsıcak bir sevgiyle kuşatan
Seni arıyorum.
Bir deniz hıçkırıyor ta içimde, dinle
Giderek yalçın kayalar, kumlar eriyor
Simdi baş başayım bir kıyıda kendimle
Ve bende var ettiğin o ben can veriyor
Seni arıyorum.
Gülerdin bir zamanlar, güneş batmazdı
Baştanbaşa bir gül bahçesiydi ortalık
Renkler ya mavi, ya pembe, ya beyazdı
Oysa şimdi ne yana baksam karanlık
Seni arıyorum.
Varsın ama yoksun. yanımdasın, değilsin
Gözlerim boşuna deliyor geceleri
Tek seni bir kez daha görebilmek için
Daldırıp ellerimi benden içeri
Seni arıyorum.
Ellerim içimde bir kan gölüne batıyor
Bağırıyorum kimseler duymuyor sesimi
Dişlerim hırsla dudaklarımı kanatıyor
Ve senden uzakta verirken son nefesimi
Seni arıyorum.
Bu son aldanışım, son yıkılışım olacak
Gelsen de boş artık gelmesen de, ben yokum
Yine de son bir ümit kırıntısıyla, bak
O her şeyi yitirdiğim anda bulduğum
SENI ARIYORUM…
             
Ümit Yaşar Oğuzcan


DAĞ RÜZGARI
Kaderde senden ayrı düşmek te varmış
Doğrusu bunu hiç düşünmemiştim..
Seni tanımadan
Hele seni böyle deli divane sevmeden
Yalnızlık güzeldir diyordum
Al başını, kaç bu şehirden
Ufukta bir çizgi gibi gördüğün dağlara
Rüzgarın iyot kokularını taşıdığı denizlere git
Git gidebildiğin yere git diyordum
Oysa ki, senden kaçılmazmış
Yokluğuna bir gün bile dayanılmazmış.
Bilmiyordum.
Yine de dayanmağa çalışıyorum işte
Bir kır çiçeği koparıyorum gözlerine benzeyen
Geçen bulutlara sesleniyorum ellerin diye
Rüzgar güzel bir koku getirmişse
Saçlarını okşayıp gelmiştir diyerek avunuyorum
Yaşamak seninle bir başka zamanı
Bir başka zamanda seni yaşamak
Her şeyden önce sen
Elbette sen
Mutlaka sen
İster uzaklarda ol
İster yanı başımda dur
Sen ol yeter ki bu zaman içinde
Ben olmasam da olur
Seni bir yumağa sarıyorum yıllardır
Bitmiyorsun
Çaresizliğim gün gibi aşikar
Su olup çeşmelerden akan güzelliğin
İnceliğin ışık yüzüme vuran
Sen güneş kadar sıcak
Tabiat kadar gerçek
Sen bahçelerde çiçekler açtıran
Sudan, havadan, güneşten yüce varlık
Sen, o tek sevgi içimde
Sen görebildiğim tek aydınlık
Bir nefeste benim için al
Havasızlıktan öldürme beni
Bulutlara, yıldızlara benim için de bak
Susadım diyorsam
Bir yudum su içmelisin
Ben yorulduysam sen uyumalısın
Ellerim sevilmek istiyor
Saçlarım okşanmak istiyor
Dudaklarım öpülmek istiyor
Anlamalısın.
Ağaçların yeşili kalmadı
Gökyüzünün mavisi yok
Bu dağlar o dağlar değil
Rüzgarında kekik kokusu yok
Kim bu çaresiz adam
Bu kan çanağı gözler kimin
Kaç gecedir uykusu yok
Gündüzü yok
Gecesi yok
Yok
Yok
Anladım
Sensiz yaşanmaz bu dünyada
İmkanı yok…
         
Ümit Yaşar Oğuzcan

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ