13 Ocak 2011 Perşembe

YAKIN TARİHİMİZ


SİBİRYA  ESİR  KAMPLARI    
 Burhan  Bursalıoğlu
    
                Son zamanlarda  Dünya devletleri arasında, son yüz yıl  içinde yapılan, doğru ve yanlış olayların tartışmaları yapılmaktadır.  Bu tartışma bizde de olmaktadır.  Tartışılan olaylardan kimi mide bulandırıcı, kimi faydalı, ders alıcı, kimi de  söz konusu edilmesinde gerek olmadığına inananların,  son sözü söyleyerek, tartışmanın yönünü değiştirten konular.
Üç gün önce yazdığım,  Nargin esir kampında,  Türk esirler hakkındaki  gerçeklerden sonra, bugün,  Sibirya’ya götürülen, Türk esirlerin  2 aylık yolculuklarında kendilerine yapılan mezalimleri   konu edeceğim.
Birinci Dünya savaşında değişik cephelerde Ruslara esir düşen Türk askerleri, en talihsiz esirlerdendi. Çünkü, diğer esirlerden farklı olarak Türk esirleri Sibirya’ya  gönderiliyorlardı.

HİKAYELERİ, AMA GERÇEK


 Rus ve Ermeni kuvvetlerinin Doğu Anadolu illerinden  aldıkları, 13 subay ve 350 askerden oluşan bir kafile, Hasankale’den  yaya olarak yola çıkarıldı. Zayıf ve güçsüz esirlerden  yürümekte zorlanan, önce  95, sonra da aynı nedenle 80 kişiyi kurşuna dizdiler. Diğer yerlerden de toplanıp esir edilen asker ve sivillerle birlikte

 50 kişilik  yük  vagonlarına  100 kişiyi balık istifi gibi yerleştirip, Sibirya’nın da en soğuk bölgelerine  gitmek için  hareket ettiler.  İstenilen esir kampına gidene kadar esirlerin yarıdan çoğu yollarda  şehit oldular.  Kapıları kapalı, kilitli olan vagonlara doldurulan esirlerin bir kısmı  açlıktan, bir kısmı hastalıktan, bir kısmı  intihar  ederek, bir kısmı da  zevkten kurşuna dizilerek   şehit oldular. Şehitler kazılan çukurlara atılıyor, kimin nerede, gangi çukurda olduğu da belirtilmiyordu.
Vagonların kapıları açılmadığı için askerler oldukları yerlere ihtiyaç gideriyorlardı.  Bırakın içerdekileri, kokudan vagona dahi yanaşma mümkün olmuyordu. Her taraf   pislik ve sidik içindeydi.
Yollarda verilen şehitler nedeniyle, vagonlardaki esir sayısı da azalıyordu. Bir taraftan da hastalıklar çoğalıyodu. Tren Tiza istasyonuna geldiğinde, içinde  100 esir bulunan iki vagon kör bir ray üzerine bırakıldı. Vagondaki askerler, ilgisizlikten, ac  ve susuzluktan, hastalıktan  hepsi şehit oldular.
Vagonlardaki bu insanlık dışı görüntüler  kayda geçmesin, ileride delil olmasın diye bazı vagonları, içindekilerle birlikte, özellikle Ermeni askerler ateşe verdiler.  Hastalıkları bahane ederek, 500 kadar esir askerimizi  de  soyup,  göz göre göre  donmalarına neden oldular.  
Esir kampında Türkler

Sağ kalıp, Sibirya’nın en soğuk esir kampına götürülen esirler, pislikten, banyo yaptırılmadığı için saçlarında oluşan bitler, soğuktan korunmak için derinin altına saklandıkça kaşıntı yapıyor, kaşıntılara dayanamayan esirlerin  çoğu  , tırnaklarıyla  deriyi yoluyor, kanatıyor ve çığlıklar  atıyor, dengeleri bozuluyor  deliriyorlardı.
Genellikle Ermeni askerlerin yoğun olduğu bölgelere gönderilen esirlerimizi öldürmek onlar için bahane çok ve öldürme de kolay oluyordu.  İntikam ve zevk onları insanlık dışına itiyor ama aldırış etmiyorlardı. Esir pazarları kurarak, Türk esirlerin  sağlamlarını 12, zayıflarını 6  rubleye,   hastaları da bir paket sigaraya  satacak kadar alçalıyorlardı.
Kamp   yaşamı da berbattı. Tahta üzerinde, üst üste  yatırılıyor, ne yatak ne yorgan ve ne de bir battaniye vardı. Zaman zaman üzerlerindeki yazlık giysilerde çıkarılarak, bu halleriyle donmaya bırakılıyorlardı.
Sibirya kamp görüntüsü
 Ortaya konan bir tencerenin başında en az 15 kişi bulunuyordu.
Yaralı askerlerin tedavileri yapılmıyordu, ilaç verilmiyordu. Bazıları hastahanelere  alınsa da, Ermeni doktorların eline düşenin akibeti  ve kurtuluşu şehitlik mertebesi  oluyordu.
Sibirya’ya tesadüfen de olsa, gezmek için de olsa, görevli olarakta gelmiş olsa, Türk esirlerinin  durumunu  gören, onlara yapılan insanlık dışı muamelelere şahit olan batılılar, insanlıklarından utanıyor, gözyaşlarını tutamıyorlardı.
Kısaca, birinci dünya savaşında esir alınan Türk askerlerinden   200 bini, bugün “dostumuz” dediğimiz , boyun büktüğümüz, her dediklerini ikiletmediğimiz devletlere ait   değişik 10 esir kampında, işkence, hastalık, intihar ve donma suretiyle şehit  edilmişlerdir. 
Yaralı esirler

Yıllardır Ermenilerin, tüm Dünya’yı ayağa kaldırarak  “Soy  kıyım, katliam” naralarına karşılık, bizim yöneticilerimiz bu  200 bin askerimizin  neden  hesabını sormaz? 200 bin şehitimiz için, gerçekten   biz suçlu muyuz? Neden sesimiz çıkmıyor?  Bizden 1915 in hesabı soruluyor. Biz de 1914-1918 in  4 yıl içinde esirlerimize yapılan zalimce davranışların, işkencelerin,  hesabını  sorup , onlardan,  insan olduklarını  iddia ediyorlarsa,  ispatını isteyelim. Bütün dünya insanla , insan olmayanların kimler olduğunu anlasın.
Gerçi böyle de olsa kimse bize  inanmaz  ve  oy vermez .  Çünkü, anladığımız anlamda  hiçbir devlet gerçek dost değildir.
İşte Kıbrıs. Kaç devlet Kıbrıs’ı tanımıştır? 

10 Ocak 2011 Pazartesi

YAKIN TARİHİMİZ

NARGİN  ESİR KAMPI
 Burhan Bursalıoğlu

1914-1918 yılları arasında Osmanlı orduları subay ve askeriyle   Dünya’nın dört bir tarafında savaşmak durumunda kalıp, Alman’ların yenilmesi  nedeniyle taraf  olan Osmanlılar da yenilmiş sayıldılar. Bir çok cephedeki askerlerimiz esir alındı. Ne varki bu devletler Uluslar arası esirler anlaşmasını hiçe sayarak, Türk askerlerine yaptıkları işkence, zulüm ve kasitli davranışlar yüzünden 200 000 askerimiz şehit oldu.
NARGİN  ADASI

Çanakkale’den Kafkasya’ya, Arabistan’dan Galiçya’ya, Trakya’dan Afrika’ya kadat uzanan geniş  bir Dünya yüzeyinde  savaşan ve esir alınan askerlerimizle kimse ilgilenmedi.
600 yıllık Osmanlı’ların sonunun  geldiğini  farkeden  yöneticiler, kendilerini kurtarmak için önüne gelenlere mavi boncuk dağıtmaktan, değişik  ülkelerde 10 esir kampında tutulan, kimi işkence, kimi donarak , kimi intihar ederek şehit olan  askerlerimizle  ilgilenmediler. Çok az bir miktarın kaçarak kurtulmuş olmaları dahi, onların korumasız, ilgisiz, başsız ve kimsesiz  olmalarını değiştirmedi. Ta ki Kurtuluş savaşına kadar.
200 000 askerimizin şehit olduğu, Fransa’dan Sibirya’ya, myanmar’dan Malta’ya, Mısır’dan Kafkasya’ya,  Suriye’den Nargin adasına kadar oluşturulan esir kamplarından kaçanların anlattıkları, insanın kanını donduracak cinsden.
Bunlardan şimdilik Nargin adasındaki esir  kampını tanıyalım.
Nargin Hazar Denizi’nde bir ada. 3 kilometre uzunluğunda, 900 dekarlık büyüklüğünde, tatlı suyu ve bitki  örtüsü olmayan, birinci dünya savaşında ağır suçluların tutulduğu hapishane olarak kullanılan bir ada. Ruslar, Sarıkamış harekatınden sonra, adayı Türk esirlerinin tutulacağı kamp haline getirmişler.
Yılanlarıyla da  ünlü bu ada, cehennem adası olarak ta ün yapmış.
ESİRLER TENCEREDEN YEMEK YİYORLAR

Sarıkamış hatekatından sonra, Ermenilerin Rus ordularıyla Erzurum’ a kadar geldikleri  dönemde, kent ve köylerden aldıkları resmi ve sivil halkı esir alıp, bir kısmını Ruslar  Nargin adası kampına götürmüşlerdir. Türk esirlerinin çoğu,  susuzluktan, yılanların zehirlenmesinden ve  KGB nin  (RUS GİZLİ SERVİSİ)  100 yıl geçtikten sonra gün ışığına çıkardığı belgelerden anlaşıldığı gibi”, Rus ve Ermenilerin  bazı esirlerimizi  kurşuna dizmelerinden dolayı  şehit olmuşlardır.
BİR KISIM ESİRLER KURŞUNLANIYOR

ÇOCUKLAR VE YAŞLILAR DA KAMPTA ÖLDÜ
KGB tarafından propaganda amaçlı çekilen kayıtlarda, Nargin adasındaki,  10-15 kişilik gruplar halinde ortada bulunan bir tencereden yemeklerini yiyen, açlık ve ağır kış şartlarına dayanamadıkları için hafızalarını ve sağlıklarını kaybettiği anlaşılan ve sağa sola sallanarak yürüyen esirlerin görüntüleri var.
KAZILARDA ÇIKAN KEMİKLER

Esir düşenlerin çoğunun şehit olduğu bilinen adada çekilen görüntüler arasında, çoğu anne ve babasız kalan bebek ve çocukların toplu halde denize girmeleri de kaydedilmiş. Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez, Nargin Adası’nın bir kısmının tamamen mezarlık olduğunu ve bu mezarlıktan getirdikleri kemikler üzerinde yapılan incelemelerde aralarında Türkler’in de olduğunun ortaya çıktığını belirtmiştir.
1917 de sonbaharında, Kafkas cephesinde  7.  Tayyare bölüğüne atanmış olan pilot Vecihi Bey ( hürkuş)  Kafkasya’da hava savaşında düşüp yaralandı. Uçak Rusların eline geçmesin diye de uçağı yaktı.  Ruslar tarafından esir alına Vecihi Bey Nargin adasına götürüldü.
VECİHİ BEYİN  YARALI VAZİYETTE, RUS'LARIN ZORUYLA ÇEKİLEN RESMİ

Azeri Türklerin yardımları sayesinde,  Vecihi Bey bir arkadaşıyla yüzerek karaya çıkıyor. İkisi beraber yaya Erzurum’a gelerek kurtuluyorlar.
Tüm şehitlerimizi rahmetle, şükranla  ve saygı ile anıyoruz.  Ruhları şad olsun.
DEVAMI: Kafkas ve Sibirya kampları.

4 Ocak 2011 Salı

S A Ğ L I K


NE OLACAK HALİMİZ?
 Burhan  Bursalıoğlu

Ülkemizin birçok sorunu  oldoğunu söylemek yeni bir şey olmadığını herkes biliyor. Özellikle sağlık sorunlarımız, iyileştirme gerekirken, daha da kötüye gitmekte ve insanımızı tehdit etmektedir.
Kısaca bazılarını başlıklarla hatırlayalım.
 Devlet hastahanelerin araç  gereçten yoksun olması;  pıtrak gibi yerden biten, donanımlı özel hastahaneler; Devlet hastahanelerin adım atılmayacak kadar 

kalabalık oluşu; doktor yetersizliği; mevcüt doktorların da kısa zaman içinde çok hastaya bakma gibi  mecburiyetleri; ameliyat, emar, tomografi, ultrason, kalp elektrosu, anjiyo, balon, kalp pili takma işlemleri nin çoğu devlet hastahanelerinde yapılamaması, yapılamayan bu işlemlerin özel hastahanelerin de veya loboratuvarlarda yaptırılması, randövi olarakta en az 3 ay sonraya gün verilmesi, işlemlerin pahalı olması;  her hastahanede , her  hastalığın polikliniği  veya doktoru olmadığı için, hastanın, dama taşı gibi hastahaneden, hastahaneye  dolaştırılması;  Sağlık Bakanlığının ve SGK  özel hastahanelerle yaptıkları  kısıtlı anlaşmaların, hastalara cevap vermemesi; doktorlar için çıkarılan tam gün yasası problemi , hastaları canlarından bıktırıyor.
Ayrıca ilaç sorunu da cabası. Sık sık ilaçlara gelen zamlar, yok katkı payı, yok fark  ücreti,yok muayene katkısı.

Sağlık Bakanlığı ne yapar anlamam. Yaptığı herşeyi  yanlış yapıyor. Yapmaya da devam ediyor.  Bakanlığın işi özel hastahane açmak için “evet” mi demek? Her hastadan , adı ne olursa olsun, bir miktar  para mı tırtıklamaktır?  Onun görevi, vatandaşın sağlığı için ortam hazırlamak değil midir? Sağlıklı bir toplum oluşturmak görevi değil midir?  Yaşam süresini uzatmak  amaç değil midir?
Görevidir tabii.  Ama yaptığı ile yapacağı tamamen ters. Çare yerine çaresizliği uyguluyor. Sorunları çözme yerine yeni yeni sorunlar oluşturuyor.
 Şu ilaç işine bakalım. Sağlık Bakanlığı ile Sosyal Güvenlik Kurulları bir çok ilaçları SGK  üyelerine, kart sahiplerine, yani, memur, işçi, çalışan, emekli  ve   bunların bakmaya yükümlü oldukları kişilere  para ile  ilaç verilecek.

Şunu demek istiyorum,  antibiyotikten kalp ilaçlarına,  ağrı kesiciden tansiyon ilaçlarına, şeker hastalığından çocuk ilaçlarına kadarının tamamının  bedeli hasta tarafından ödenecek. Kısaca “karekodlu” ilaçları, SGK üyelerine vermiyor. Memur, işçi, emekli çok para alıyormuş gibi, ilacını da kendi alacak.  O ilaçların fiatları da el yakacak türden. Eczacılarda bu işten şikayetçi, Çünkü hastalarla karşı karşıya kalmaktalar. İlaç mı satacaklar, dert mi anlatacaklar?
Sağlık Bakanlığı tezi,  böyle devam ederse, yakında yeni yeni mezarlıklar açılması da sorun olacak.

27 Aralık 2010 Pazartesi

YAKIN TARİHİMİZ



UYGULAMAYA MI,  SARMAŞ  DOLAŞA MI  İNANALIM?..

Burhan Bursalıoğlu

Bilmiyorum, Yunan Milli, Eğitimini inceleyen var mıdır.  İnternette bir yazı dikkatimi çekerek ufak bir araştırma yaptım. 
Yıllardır Yunanlılarla kavgalı iki milletiz.  Zaman zaman  uçaklarımız  it  dalaşı, zaman zaman da Sahil Güvenlik  botlarımız da  köşe kapmaca oyunu oynarlar.  Kardak kayalıkları  krizi  ve  6-7 Eylül 1955  olayları hariç, 1922 den bu yana önemli bir çatışma olmamıştır.
Bizim Milli Eğitim’in okullarımızda okuttuğumuz kitaplarda, bütün olaylar objektif , tarafsız gözle yazılmıştır.  Ne yapılmışsa, ne yapmışlarsa, eksiği olup , fazlası olmayan tarafsız   kitaplar  Okutulmaktadır.   

                                                                                                                                                              Ama, Yunanistan’da durum öyle mi?
İşte Yunan tarih kitaplarındaki  Bize ait olan konular.
Bugün Yunan ilkokullarında 3 tarih kitabı okutuluyor.
1’incisi Helenistik dönemi, 2’ncisi Roma ve Bizans dönemini,   3’üncüsü ise yakın tarih adıyla Osmanlı Dönemi ve 1821 Yunan İsyanları sonrası.
İlk iki kitapta Haçlı Seferleri kapsamında yapılan savaşların Türkler ile Hıristiyanlar arasında yapıldığı ve Türklerin, Hıristiyanları kadın-çocuk ayırımı yapmadan vahşice öldürdüğü yazılıyor.
Yakın tarih kitabı, ilkokul dördüncü sınıftan itibaren okutuluyor. Türkiye aleyhinde birçok yerde yazılar ve resimler bulunmaktadır. Özetle şunların üzerinde duruluyor:
1- Bizans’ın başkenti Konstantinopol’ün Türkler tarafından işgal edilip, bununla Yunanlıların esaret ve kara günlerin başladığı,
2- Türklerin esir pazarı kurup, Anadolu’nun da Türkler tarafından işgaliyle, Hıristiyan halkın köleleştirilip zorla dinlerinin değiştirildiği,
3- Anadolu’da Hıristiyanların hayat şartlarının çok zor olduğu ve korku içinde yaşadıkları,
4- İzmir’in her şeyinin Yunan olduğu, bazı Rumların Türklerden korkmaları nedeniyle Türk adı taşımalarına rağmen gizli Hıristiyan oldukları ve gizli Rum adı taşıdıkları,

5- Trabzon’daki Sümela Manastırı’nın Türkler tarafından tahrip edildiği,
6- 1919-22 Küçük Asya felaketinde (15 Mayıs 1919’dan itibaren Yunan’ın İzmir’e çıkışı Anadolu’daki işgalleri kastediliyor.) Yunan varlığının Türkler tarafından yok edildiği,
 7- İzmir’in yakıldığı, bu sırada binlerce Yunan’ın Anadolu’dan ve Pontus’tan kovulduğu, zulme uğratıldığı, esir edilip öldürüldüğü,
8-Kuzey Kıbrıs’ın Türkler tarafından işgal edilmiş olduğu, Kıbrıs’ta Rumların Türkler tarafından katledildiği, Kıbrıslı Rumların göçmen durumuna düşürüldükleri ve pek çok da kayıp olduğu, Girne ve Magosa’nın Türkler tarafından enkaz haline getirildiği,  gibi iftiralar yer almaktadır.”

Halbu ki:
Kokuşmuş ve yıkılmak üzere olan Doğu Roma’yı alarak Fatih, bütün insanlığa iyilik etti.
Bizans esirlerinin kurtuluş akçesini Fatih cebinden ödedi. Böyle insan esir pazarı kurdurur mu?
Fatih hapisteki Rum Patriğini serbest bırakıp, Osmanlı vezirine denk maaş vererek Patriklik makamına oturttu ve Osmanlı ülkesinde hudutsuz din hürriyeti tanıdı.
Güzel İzmir’imiz, Aydınoğulları zamanından beri Türk yurdudur. Orada yaşayan Rum ve Yahudilere Türkler daima, huzurlu bir hayat temin etmişlerdir.
Kuzey Kıbrıs’ta EOK’nın 50 senedir süren cinayetleri yenidir ve bütün dünya biliyor. 

Yunan milli eğitiminde böyle bir  kitabın okutulduğu  ortamda  Türk ve Yunan devlet yöneticilerinin, özellikle, Başbakanlarının, sarmaş dolaş olmaları, birbirlerine  “Kardeşim” demeleri  ne kadar inandırıcı olur?
  Türk Milletinine olan davranışlarının samimi olduklarını göstermek istiyorlarsa Yunan milli eğitimi bu hatalı yolu derhal terk edip, KİTAPLARDAKİ YALAN YANLIŞ, KASİTLİ bilgileri çıkarmalıdır.

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ