KİŞİSEL GELİŞME, TOPLUMSAL GELİŞ !!!
Not: 6. bölüm adıyla yayınlanan kısım aslında 5. bölümdü. Özür dileriz.
6. BÖLÜM
KENDİN İÇİN İSTEMEDİĞİNİ BAŞKASI İÇİNDE İSTEMEYECEKSİN !
Toplumsal gelişimin en önemli ve aslında hem yukarıda hem de aşağıda yazılanları da boşa çıkaran, yani aslında hepsini içeren kabiliyettir bu. Sana yapılan ve senin yaptığın olaylar temelde aynı olmayabilir ve bu nedenle büyük ihtimalle sen de mukayese yapmak yoluna gitmek istemeyebilirsin. Ama her zaman olduğu gibi münferit olayları değil olayların altında gizli olan fik(irle)ri düşüneceksin. Aynen bir önceki paragrafta yazdığım gibi. Ve aslında hepsinin altından ortak tek bir fikir çıkar.
Kendin için istemediğini sadece başka bir kişi değil başka HİÇ BİR ŞEY için istemeyeceksin.
Kimsenin hakkını yemeyeceksin. Aynı zamanda da yedirtmeyeceksin. Çünkü seninkinin yenmesine tahammülün yok. Bu nedenle başkasının hakkını da yeme ve hatta yedirtme hakkın yok. Yukarılarda da bahsettiğim gibi birçok insan sadece hakkı yendiği zaman ayaklanır. Patron arkadaşına hak ettiği zammı vermedi diye normalde kimse bir şey yapmaz. Ama sen bu olayın ana fikrinin hak yenmesi olduğu sonucunu çıkarabilecek toplum bilincine sahipsen, bu olaya da itiraz edersin. Bugün o haksızlığa itiraz etmezsen, yarın bir başkasının hakkının yenmesinin önü açılacak ve belki bu başkası bu sefer sen olacaksın. İşte bu nedenle toplumsal gelişimin sağlanabilmesi için toplumun her ferdinin toplum içinden herhangi bir bireyin hakkı yendiğinde kendi hakkı yenmişçesine o hakkı savunacak kadar kendini topluma adamış olması mutlaka gereklidir.
Bir zamanlar yayınlanmış olan Alacakaranlık Kuşağı (Twilight Zone) isimli bir dizi vardı. Onun beni çok etkileyen bir bölümünü yerine cuk oturacağı için anlatmak istiyorum:
Adamın birinin bir sabah kapısı çalar. Adam kapıyı açar. Kapısının önünde üzerinde bir düğme olan bir kutu, yanında da bir zarf vardır. Adam zarfı alır açar. İçinde bir not vardır:
“Günaydın,
Bu zarfın yanında bulduğunuz kutunun üzerindeki düğmenin ucuna bir insan bağlı. Bu düğmeye bastığınız anda o insan ölecek. Ama siz de 1.000.000 (bir milyon) dolar kazanacaksınız. Bu kararı vermek ve kutuyu kapınızın önüne bırakmak üzere 24 saatiniz var.”
Adamın çok borcu vardır. Düğmeye basarsa tüm bu dertlerinden kurtulacaktır. Ama diğer tarafta da bir insan ölecektir. Adam çok zor ve uykusuz bir gece geçirir. 24 saatin dolmasına beş dakika kala adam kararını verir ve düğmeye basar. Ve sonra kutuyu kapının önüne koyar. Kısa bir süre sonra adamın kapısı çalar. Adam kapıyı açar ve kapının önüne koyulmuş olan zarfı açar. Zarfın içinden bir milyon dolarlık bir çek ve çekin arkasına tutturulmuş ve üzerinde şu yazan bir not çıkar:
“Tebrikler,
Kararınızı verdiniz, düğmeye bastınız ve karşılığında bir milyon dolar kazandınız ama dünya üzerinde biri de öldü. VE unutmayın, bu kutu yarın başka bir insanın kapısının önüne koyulacak ve bu sefer düğmenin ucuna bağlı insan siz olabilirsiniz…”
Yukarıdaki satırları okurken sık sık ama böyle yaparsam şöyle derler, böyle düşünürler dediğin oldu değil mi ? Tekrar hatırlatayım. Zaten bunları yaptığın için kısa vadede sen kötü, yanlış düşünen, başkaları olayları ve kişileri tartıştığı için onların gözünde kimi zaman duygusal, kimi zaman aşırı materyalist, çoğu zaman deli olacaksın. Kesinlikle anlamayacaklar. Kendileri öyle olduğu için seni her olayda farklı düşünüyor zannedecekler. Ama seninle beraber bir çok insan bu doğruları uygularsa, ileride herkes doğruyu yapmak zorunda kalacak.
Diğer insanları yaptığı gibi bazı tanımları da birbirine karıştırma:
Hırs - Azim
Baskı - Disiplin
Korku - Saygı
Yalakalık - İltifat
Yüzsüzlük - Samimiyet
Çoğu zaman bir çok insan bunları birbirine karıştırır. Ve çoğu zaman da toplumsal gelişmenin gereği olan ikinci olguların adı altında kişisel gelişmenin tavsiyeleri olan ilk olgularını yerine getirilir. Bu olgulardan daha çok var. Şu an aklıma gelenleri yazdım.
Bir çok insan problem çözmeye bayılır. Ama problemleri çözer ve çözdükten sonra kıçının üstüne oturur. Ben ise problemleri çözmekle beraber hatta çözmekten ziyade problemlerin kaynağını kurutma taraftarıyımdır. Problem zamanla elbet bir şekilde hallolur. Ama problemin kaynağını bulup yok etmezsen, hayatın benzer problemleri çözmekle geçer. Bu olay ve kişileri değil, fikirleri tartışmakla neredeyse aynı şeydir aslında. Az önce bununla ilgili çok güzel bir söz okudum.
- Nereye düştüğüne değil, ayağının nerede kaydığına bak !
Her türlü zorluğu göze alıp deliklere! mantar tıkamak varken, hayatın boyunca olmadık yer ve zamanda bu deliklerden ! çıkan çirkefi temizlemek düşüncesi bana her zaman ters gelmiştir. Hatta özelikle iş hayatındaki birçok insanın bakış açısına göre asla affedilemeyecek kötü bir huyum vardır. Bir delik ! gördüğüm zaman tıka(t)mak için elimden geleni yaparım, diğerlerini de bu şeyin delik ! olduğu, ileride pislik oluşturacağı konusunda uyarırım. Genelde de dinlemezler. pislik deliği tıkamak gibi boktan bir işle uğraşmaktansa, kişisel gelişim metotları ile beni ikna etmeye uğraşırlar. Ama beklenen olup da bana
- Aman cıvık oldu; bezi tez getir
dediklerin de ise, pisliği temizlemekle uğraşmadığım için kötü olurum. Niye karışayım ki ? Efendim ? Ne dedin ? Bu toplumsal gelişime uygun değil mi ? Yok ya ? Neden ? Temizlik işine bulaşırsam ne oluyor biliyor musun ? Deliği tıkamaya yanaşmayan insanların temizlik işi sırasında da başka bir acil işi çıkar genelde. Veya temizlik konusunda en çok senin fikrin beğenilir ve fikri en güzel sen uygulayabileceğin için de temizlik sana kalır. Her nedense???… Uyarırken panik yapma bir şey olursa hallederiz diyen herkes olan olunca yok oluverir… Üstelik genelde deliği tıkamak bir birim zorlukta ise, pislikleri temizlemek de EN AZ bu birim zorluktadır. En az bu birimdedir çünkü o deliğin ! her eseri, bir öncekinden daha müstesna bir şekilde tezahür eder ve olanlardan haberi olmayan delik ! de kusmaya devam eder ! Bu yazdıklarım toplumsal gelişmeye değil, kişisel çıkarları geliştirmeye daha uygun gibi görünebilir.
Ama unutma ! İlk etapta zor gibi görünen problem kaynaklarını yok etmek, toplum açısından, her seferinde bu kaynaktan çıkan problemlerin çözülmesinden daha faydalıdır, verimlidir ve daha az masraflıdır. Sivrisinekle mücadelenin çözümü bakkaldan tablet alınması değil, bataklığın kurutulmasıdır.
Şirketteki arkadaşlardan biri
- Bir sorun karşısında alternatifin yoksa veya o alternatifi hayata geçirme şansın yoksa o zaman sorundan şikayet etmeyeceksin !
derdi. Benzer şekilde patronun da kendisinden şikayet edenlerle ilgili
- Kendin şirket kurup, onu istediğin gibi yönetmediğin sürece şikayet etme hakkın yok
derdi. E güzel. O zaman bu dünyada kimsenin ülkesinin ekonomik durumundan şikayet etme hakkı yok. Hiç ama hiç kimsenin tuttuğu takımın folluk kalecisini eleştirme hakkı da yok ! Bunları kendilerine söylediğim zaman ne mi oldu ? Tabii ki e onlar başka şeyler oldu. Yukarıda bahsettiğim fikirleri tartışmak bu işte. Konu patronu olduğun şirketse çalışanların şikayet etme hakkı yok. Ama konu senin patronu olduğun şirket değil, sadece vatandaşı olduğun ülke, taraftarı olduğun takımsa işte o zaman küfür serbest. Bunun adına şerefsizlik derler.
Evrime inanmazdim...
Heleki herşeyin rastlantı sonucu oluştuğuna kesinlikle inanmazdım...
Bu sabah kendisini
Bu sabah kendisini
“Hanımefendi 20 m ileride çöp varken o poşeti niye yere atıyorsunuz ?”
Uyarıma
“Her yerde çöp var sabah sabah gözün beni mi gördü”
Şeklinde cevap veren protein kalabalığına rastlayıncaya kadar...
Bir sorunun bir daha ortaya çıkmasını engellemenin en güzel yolu, o sorunu ortaya çıkaranlar ve çıkmasına göz yumanlara çözdürmektir. Acayip faşizan olarak görülecek bir fikir. Sabahları yürüyüşe çıktığımda bizim blokların etrafının pislikten geçilmediği her defasında kafamda yer ediyor. Çare içinde şöyle bir uygulama düşünüyorum. Dediğim gibi ileri derecede faşizan bir uygulama. Devlet (ordu, kaymakamlık, belediye) olarak belirsiz ve tercihan abuk subuk zamanlarda mahalle halkını mıntıka temizliğine kaldıracaksın. Gecenin üçünde beşinde. Döve döve. Böyle bir olayın size yapıldığını ve başka yerlerde başka insanlara yapıldığını da düşünün. Bir daha herhangi bir yerde, her hangi bir zamanda yere çöp atar mısın? Hayır mı ? Peki bilhassa senin mahallende yabancı bir dallamanın atmasına göz yumar mısın ? Hayır mı ? E o zaman dövülmeyi niye beklersin ?
Goethe’ nin
- Herkes kendi kapısının önünü temizlese çöpçülere gerek kalmazdı
sözünü
- Vay be ! Güzel söz, adam ne güzel söylemiş
nidaları ile karşılarsın da neden yapmazsın ? Neden yapman için illa zor kullanılması gerekir ? Veya sen kendiliğinden yapmadığın zaman yaptırım uygulanmasını faşistlik olarak algılarsın ?
Öğrendiklerini karşılık beklemeden öğreteceksin. İş sırlarını özellikle de bilim ve teknolojiyi. Sen bugün insanlardan saklarsan, başka birileri de yarın senin neslinden saklayacak.
Eski işlerimden birinde görev icabı dağın başında bir şantiyeye alamet-i farika bir manifold montajının başında idim. Ne zaman bir problem çıksa, hatta problemin çıkmasına bile gerek kalmadan formen eski ama çok değerli olduğu söylenen bir mühendisi yad ederdi.
- P… Bey olsa bunu hemen hallederdi
- P… Bey çok değerli bir mühendisti
- P… Bey olsa idi bunu hemen hemen tasarlayıverirdi
- P… Bey şöyle idi, P… Bey böyle idi
Bir gün yine, P… Bey böyle yere göğe koyulamıyorken artık dayanamayarak
- Sizin bu P… Bey bir b…..a yaramaz bir adammış. Bir daha O’ nun adını benim yanımda anmayın !!!
dedim.
- Neden öyle diyorsun şef ! Ayıp oluyor
diye cevap verdi formen.
- Konuşurum tabi lan. Bunca yıl hizmet etmiş bu şirkete ve ülkeye. Ama kendisi gittikten sonra şirkette bu işlerden anlayan bir tane adam yok hala. Demek ki şirkette tek olmak isteyen, illa aranan tek adam olmak istiyormuş ki arkasında iş bilen kimse bırakmamış. Yani uzun soluklu düşünürsen ne şirkete ne de ülkeye bir b… faydası dokunmamış.
dedim. Buna cevap o an için gelmedi. Birkaç gün sonra formen düşünüp haklı olduğuma karar verdi.
Bunları yapacaksın ki mücadele edebilesin.
- İtle dalaşmaktansa çalıyı dolaşmak evladır !
derler. İşte bu eski söze ben katılmıyorum. Bu tamamen kişisel gelişim tribi. Havlasın dursun sana ne, sen sinirini onunla mücadele için bozma ! Ama çalıyı dolaşmak evla görüldüğü sürece o it yarın bir eş olarak diğer iti bulur. E o ikisinden doğan da normal olarak it oğlu it olur. Yani bugün bir çalıyı tutan it, yarın aile olur koruyu, öbür gün sürü olur ormanı ele geçirir. Sende de ormanı dolaşacak cesaret ve / veya artık güç olmadığı için; ya ormanın kenarında geberir gidersin, ya da itin köpeğin maskarası olursun. Ama bunun tek nedeni çalının içinden sana havladığı o ilk gün eline sopayı alıp o ite girişmeyişindir.
Boşuna dememişler
- Yılanın başını ufakken ezeceksin
devamı: 27 ekim. 2011 de
diye.