23 Nisan 2012 Pazartesi

YAZA GİRERKEN





BODRUM’DAN  SEVGİLER

Burhan Bursalıoğlu

16 Nisan Pazartesi sabahı, saat 9.30 da, eşim, oğlum, kızım ve kızımın arkadaşı Habibe ile  birlikte İstanbul’dan Bodrum’a doğru hareket ettik.
Yollarda, yemek, çay, alışveriş  yaparak güzel bir gün sonunda, akşam 19 civarında evimize ulaştık.
“Deprem vergileriyle, yol yaptık” deniyor ya,  doğru deniyor. Aslında  “yapılıyor “ denmiş olsa daha samimi olunurdu. Kısım, kısım  düzgün yollar var. Buna karşılık çok berbat ve yeni  yapılmakta olan yollar da var. Sayın Başbakan yolculuğunu hep havadan yaptığı için bozuk yolları  görmüyor. Yamalı yollar  da pek çok. Hiç te yakışmıyor.
Bodrum’un yerleşim yerleri arasındaki yollardan  aşağıda bahsedeceğim. 
öÖ BAHÇEMİZİN ŞU ANKİ DURUMU
Bahçemizde insan boyu otların oluşması, görmek istediklerimizi, merak ettiklerimizi saklıyordu. Buna rağmen akşamın  aydınlığında tek tük açmış güllerim bana gülümsüyorlardı. Armut ağacının büyüklüğüne oranla üzerinde görebildiğim meyvesi oldukça azdı. Narlar henüz çiçek açmamış. Erikte de az meyve görebildim. Kayısı, her yıl olduğu gibi bol meyve vermiş. Ama ne yazık ki, çiçeğine yetişemedik. Büyük , kırmızı, çok tatlı meyvesi olan kayısının içi çürük çıkıyor. Dolayısı ile koca ağaçtan ancak 4-5 adet kayısı yiyebiliyoruz. Çiçekte iken ilaçlamak gerekiyormuş. Bu sene de  yetişemedik. Dut ağacım 3 yaşında olmasına rağmen tüm dallarını yeni, yeni oluşan meyvesiyle dolu gördüm. Sanırım 15-20 gün sonra kara dutumu tadabileceğiz.
Bu sene ilk kez limon, mandalina ve portakalımda  bol çiçek gördüm. Sanırım ilk meyvelerini alacağız.  3 kök zeytin ağaçlarımda da  yeteri kadar çiçek açmış. Ayvada  minik minik  dopdolu  meyvesi var. Çokta güzel yeniyor. Eşim onun reçelini de güzel yapar. Eylül ayında ziyaretimize gelen olursa tattırmaya ücret almam. İki kök asmamın yapraklarını canlı, ve birkaç salkım üzümü çiçeğini de ilk kez verdiğini görerek, bu sene meyvelerden şanslı olduğumu düşünüyorum.
Kaktüslerimin dışında bir çok çiçeklerimin kuruduğunu gördüm 
Ertesi sabah, köşedeki yeni dünya ağacını üzeri meyve ile kaynıyor gördüm. Sabah, sabah , sararmış, olgunlardan birkaç tane kopararak çeşni yaptık. Ondan sonraki günlerde de her sabah yeteri kadar meyvesini yiyoruz.
Temizlikçi kızlar ot ları temizliyorlar.
İnsan boyu otların temizlenmesi için  adam tutalım mı, tutmayalım mı diye düşünürken, öğleye doğru, yönetimin, otlardan arındırma ve temizlik amaçlı tutmuş olduğu 6 bayan işçinin çalışacakları yer de bizim caddeymiş.  Tesadüfe bak ki, aradığımız ayağımıza gelmişti. Cadde de bizden başka gelen yoktu. İşçıleri hemen  alarak, birini ön bahçeye, ikisini yan bahçeye diğer ikisini de üst bahçeye ve birini de arka bahçeye sokarak temizliğe başladılar.  Yaklaşık 4 saatte ot temizliği bitti. Ne3 var ne yok ortaya çıktı.  Kuruduğunu zannettiğim bazı çiçeklerin de hala canlı olduğunu gördüm..
Bahçe temizliği yapılırken, bir telefonla gelen hanıma da evin temizliği görevini vererek,  masa, sandalye gibi bahçe malzemelerini de biz yerleştirip, kahvaltı ve yemek ortamını hazırladık.
Çarşamba günü şiddetli yağmur başladı. Havada soğudu. Ama yinede dışarı işlerimizi yapmaya koyulduk.   
Market işini hallettikten sonra, Habibe hanıma bir yazlık  almak için  sitemizin emlakçı Nermin Hanıma uğradık. Bize bi,r ev gösterdi ve hemen almaya karar vererek sözleşme yapıldı. Böylece Habibe hanımı  Bank- Ev li yapmış olduk.  O da bizimle boşuna gelmemiş oldu.
Bütün kışın şiddetli yağışlarına karşı evimiz hiç bir4 zarar görmedi. Sadece telefon çalışmadı. Sitemizin telefon tamir görevlisini çağırarak, dış hatlardan oluşan arızayı gidererek hem telefonumuz hem de internetimiz açılmış oldu.
Pembe gülümün kokusu da  enfestir.
Perşembe sabahı  güllerimin, ağaçlarımın ve diğer çiçeklerimin köklerini havalandırmaya başladım. Çarşamba günkü yağmur toprağı yumuşatmıştı. Kolay olur dedim. Bir saatten biraz fazla sürü. Yorulmuştum. Cuma sabahı yataktan kalkamadım. “Sen mi bir saat bel sallarsın ha, sana mı kalmış havalandırmak, boyuna yaşına bakmadan bunları yapar mısın” der gibi sağ kürek kemiğimin etrafının ağrısından kolumu kaldıramaz, sağa sola dönemez oldum. Nefes alamıyor, ağrıdan duramıyorum. Bütün kaslarım taşlaşmıştı sanki. “Ah, of, vay” nidalarıyla kalktım. Kaslar 5 ayda bu kadar hamlar mı? Demek ki hamlar. Ben ki tüm bahçeleri belleyip , sebze ve çiçek eken, budama yapan birisi iken, şu halime bakın!. Görende “ Bu adam felç olmuş “ der.
Neyse , kızım ağrıyan bölgeyi, kas gevşetici mehlemle ovarak biraz rahatlamamı sağladı.
Aynı gün , yani Cuma günü öğleden sonra misafirlerimizi hava alanına götürerek, İstanbul’a uğurladım. Artık Köroğlu Ayvaz kalmıştık.
Sarı gülüm bambaşka
Hava alanı dönüşünde, Ortakent’te çiçekçiye uğrayarak 2 kasa çiçek alıp evimize geldik.
Cumartesi sabahı korkarak kalktım. Kendimi şöyle bir yokladım. İyi idim. Hemen çiçeklerin yerlerini tespit ederek, işe koyulduk. Planı eşim yapıyor ben de uyguluyordum. Öğleye kadar çiçeklerin tümünü  diktikten başka, 12 kök domates, 8 kök te biber fidelerini  diktik. Aynı gün bazı ağaçlara da ilaçlama yapmayı ihmal etmedim.
Bodrum, gerçekten çok güzel. Nereye bakarsan bak deniz veya, bu mevsimde etrafın yemyeşil ve katır tırnaklarının, papatyaların sarı renkleri alabildiğine uzaklara kadar uzuyor. Yazlıkçılar gelmedikleri için de, etraf sessiz ve sakin. Sezona umutla başlayan esnaf kepenklerini açmaya, dükkanında tadilat yapmaya, siteler temizliğe, onarmaya başladılar. Mayıs sonuna kadar bütün inşaat, boya badana işlerin bitmesi  lazım.  
Ana yollar, caddeler bitmiş. Çok da güzel olmuşlar. Ama çirkin olan yerleşim bölgeleri arasındaki, ikinci derecede olan, ana caddelere bağlanan  yollar  çok kötü.
Kaktüsümü beğenmişsinizdir.
Bu yollar, geçen yaz, asfalt ve mıcır karışımıyla yenilenmişti. Aradan 8 ay geçti. Şimdi o yollar köstebek yuvası gibi. Bu yollarda , 6 ayda , arabaların  sağlam yeri kalmaz.
Anlamadığım, (Aslında bir çok şeyi anlamıyoruz ya!) bu yollar ihaleye verildiğinde, bir garanti süre istenmiyor mu?   Kontroller yapılmıyor mu? Görmüyorlar mı?  Bu yollar da mı deprem vergileriyle  yapıldı? Gerçekten yollar sanki deprem görmüş gibiler.
Umarım bu sezonu, sağlıklı ve neşeli geçiririz.
2012 yazı, tüm dostlara, huzur , sağlık ve şans getirsin.
Tüm Ulusumuzun 23 Nisan  Ulusal  Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu Olsun


13 Nisan 2012 Cuma

SAĞLIĞIMIZ





ÖZEL HASTANELERDE                                 DÖNEN  DOLAPLAR                                       

Yavuz BAŞAR


Namuslu Hekimlerden Korkunç İtiraflar !
SSK ve Devlet Hastanelerinin yükünü azaltmak ve halkın özel hastane
olanaklarından yararlanmasını sağlamak bahanesiyle yaptığı, özel
hastanelerden hizmet satın almasını sağlayan düzenleme insan hayatını
tehdit eder boyutlara ulaşmış durumda.
İşte Tüyler Ürperten İtiraflar:

SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı'na bağlı hastalar, özel hastanelerde en
kalitesiz malzemelerle ameliyat ediliyor.
Özellikle kalp ameliyatlarında kalitesiz kataterler, iplikler,
stentler, balonlar kullanılıyor. Özel hastanelerin hemen hemen hepsi
katater, idrar sondası gibi tek kullanımlık malzemeleri, aynı kan
grubundaki birkaç hastada tekrar tekrar kullanıyor. Böylece az ve ucuz
malzemeyle çok sayıda hasta ameliyat edilerek 'sürümden' kazanılıyor.
Bir paket programından özel hastane %10 civarında kâr elde ediyorsa,
malzemeleri tekrar tekrar kullanarak ya da kalitesiz malzeme
kullanarak kâr oranını % 35-40'lara çıkarabiliyor.
Ameliyathanelerin durumu içler acısı. İstanbul'daki yaklaşık 26
kalp-damar cerrahisi merkezinin en az 20'sinin ruhsatı uluslararası
standartlara uymadıkları için iptal edilmeli.
Devletin sağlığa ayırdığı % 5'lik bütçenin % 80'i ilaca gidiyor. Ancak
Türkiye'de ilaçla ilgili bir tasarrufa gitmek imkânsız. Çünkü bir anda
karşınızda ciddi devleri bulursunuz. Ayrıca pek çok hekim yazdığı her
reçeteden ilaç şirketi tarafından prim aldığı için, bu sistemi yıkmak
zor. Daha uygun fiyatlı muadili olmasına rağmen ilaç şirketinden para
alan doktor pahalı ilaçları hastaya aldırıyor.
Özel hastanelerde doktorun hastayı kurtarmak için elinden geleni
yapması, hasta cebinden ek para ödemediği sürece imkânsız.
...........her şeye göz yumuluyor. Denetim yapılmıyor; 'göstermelik' yapılan
denetimlerde ise sadece cihazlara, odalara, tuvaletlere bakılıyor.
"İnsanlar Ölsün ki Daha Çok Kazanalım" Diyen Doktorlar
Artık bütün vatandaşlar özel hastanelerden yararlanabiliyor! Özellikle
de yıllardır SSK ve Devlet Hastanesi kuyruklarında sürünen
vatandaşlar, artık en lüks özel hastanelerde ameliyat bile
olabiliyorlar! Bu olanak, sosyal güvencesi olan vatandaşı mutlu
ediyor. Ama hiçbiri, hastanelerde kendileri için en kalitesiz
malzemelerin kullanıldığını bilmiyor.
Bunu bilen, özel hastanelerde bu uygulamalara tanık olan ve hatta
kalitesiz malzemelerle ameliyat yapıp 'vicdan azabı' çeken bazı
hekimler, korkuyor. Hem ameliyat ettikleri hastaların ölmesinden hem
de bu gerçeği kamuoyuyla paylaşmaktan. Çünkü işlerini kaybedebilirler,
bir daha asla hiçbir yerde iş bulamazlar. Dahası yargılanıp mahkum
edilebilirler. Yani bir yanda 'Hipokrat yemini'ne uygun çalışmak
isteyen doktorlar öte yanda daha iyi yaşamak için "Hastalar ölsün ki
daha çok kazanalım." diyen doktorlar. Daha çok kazanma duygusunun
hekim dünyasında ağırlık kazanmış olduğunu belirtiyor namuslu
olanları. Durumdan çok rahatsızlar. Bu nedenle isimlerini vermeden
anlatıyorlar. Bunların kısmen bilindiğini söylüyorlar ve kamuoyunun
bütün yapılanları bilmesini istiyorlar.

İsimlerini vermeyen hekimlerin itirafları arasında en korkuncu ise bir
kere kullanıldıktan sonra kesinlikle çöpe atılması gereken tıbbi
malzemelerin, 'tasarruf' olsun diye aynı kan grubuna sahip hastalarda
tekrar tekrar kullanılıyor olması. Peki, SSK, Emekli Sandığı ya da
Bağ-Kur hastaları neden en kaliteli yerde bile en 'kalitesiz' sağlık
hizmetini alıyorlar?
Cevap çok korkunç ...................... Adının açıklanmasını istemeyen bir hekim şu
bilgiyi veriyor: "15 bin YTL'lik bir kalp ameliyatına, hükümet 5-6 bin
YTL ödüyor. Maliyeti yaklaşık 15 bin YTL olan bir kalp ameliyatının
5-6 bin YTL'ye mal edebilmesi için 5 milyonluk iplik yerine 1
milyonluk iplik kullanılıyor. 2.000 dolarlık ilaç kaplı stent yerine,
damarda sağa sola kayarak kısa sürede kalp krizine yol açabilen 170
dolarlık stentle hasta ameliyat ediliyor. Ödeme gücü olan ise devletin
verdiği paket fiyatın üzerine 5-10 bin YTL eklenip en kaliteli
malzemelerle ameliyat ediliyor."

Ama SSK, Emekli Sandığı ya da Bağ-Kur'dan gelen hastaların çoğu bu
bedeli ödeyemiyor. ...Çok düşük fiyatlara yaptığı paket anlaşmalar ise
özellikle tek kullanımlık malzemelerin artık kullanılmaz hale gelene
kadar tekrar tekrar kullanılmasına yol açıyor. Peki, bunu yapan özel
hastanelerin oranı ne kadar yüksek? "Bunu hepsi yapıyor, ama biz yüzde
90'ı diyelim bari." diyor yine adının saklı kalmasını isteyen bir
cerrah.
Bazı yetkililerden aldığımız bilgilere göre, hastanelerimizdeki tek
sorun kullanılan malzemelerin kalitesizliği değil. Ameliyathanelerin
durumu da içler acısı. Bir kalp-damar cerrahının ağzından çıkan şu
sözler insanı şok ediyor: "İstanbul'da kalp-damar cerrahisinin
yapıldığı yaklaşık 26 merkez var. Ancak bu merkezler ABD'de ya da
Avrupa'da olsalardı, en az 20'sinin ruhsatı iptal edilirdi. Çünkü
hiçbiri ameliyathane şartlarına uygun çalışmıyor."

Paket programdaki bir hastanın 'kaybedilmesi', hastane açısından daha
kârlı olduğu için, hastanın yaşayıp yaşamaması da çok önemsenmiyor.
Bir insanın ölmesi "eks olmak" olarak adlandırılıp sıradan bir şeymiş
gibi karşılanıyor. Devlet ve SSK Hastanelerinde çalışan doktorlar,
bütün bu ölümcül gerçekleri bildikleri halde, daha çok kazanmak için,
hastaları kendilerinin de çalıştıkları özel hastanelere   yönlendiriyorlar.
 Ölen her hasta bu doktorlara daha çok kazandırmış
oluyor. Çünkü bir hasta erken ölürse hastane doktorları; tıbbi
malzeme, ilaç, yoğun bakım gibi masraflara girmeden ve tedavi
süreciyle yorulmadan paket fiyatını cebe indirmiş oluyor. 
 
 
 Alıntıdır
 
 

9 Nisan 2012 Pazartesi

TARİHİ VE KÜLTÜREL YAPILAR



AYASOFYA'NIN  GİZEMLERİ




 
921 yıl kilise olarak kullanıldıktan sonra, 481 yıl da Camii olarak kullanılan Ayasofya, İslam ve Hristiyanlık dinleri için büyük bir önem taşıyor. Bu eşsiz yapı, bir çok gizemi de içerisinde barındırıyor.



Terleyen direk
Ayasofya’nın kıble tarafındaki kapılarından soldan sayılınca, sonuncusunun iç tarafında bir mermer sütun görürsünüz. Bu sütunun en büyük özelliği kış ve yaz nemli olması. Bu yüzden bu sütuna “terleyen direk” deniyor. Sütunun zemininden başlayarak bir buçuk metrelik bir kısmı bakır plakalarla kaplı.
İnanca göre sürekli baş ağrısı çekenleri, sindirim sistemi hastalıkları olanları ve sıtmaya tutulanları bu direk tedavi ediyor. Önce iki rekât namaz kılınıyor, sonra hasta avuçlarını önce bakır plakalara sonra da yüzüne sürüyor. Bu hareket üç kez tekrarlanınca hastalıklar iyi oluyor…
Ayrıca elleri çok terleyen kimselerin, direğin üzerinde bulunan deliğe parmaklarını soktukları ve artık ellerinin terlemediği birçok defalar görülmüş…


Terlemenin nedeni
İnanca göre, Ayasofya’nın büyük bir kubbesi bir depremde yıkılınca, 300 rahip Mekke’ye gitmişler ve orada zemzem suyundan almışlar, bunu Mekke toprağı ile karıştırıp,bu sütunun altına harç olarak koymuşlar. Sütunun bu yüzden “terlediğine”inanılıyor.
Bir başka inanca göre de Hızır Peygamber, parmağım Ayasofya’daki deliğe sokmuş ve binayı Mekke’ye yöneltmiş yani Terleyen direğin ya da diğer adıyla ağlayan direğin öyküsü, görüldüğü kadarıyla Osmanlı döneminde ortaya çıkmış. İslam inançlarıyla beslenmiş.
Sütunun yapısının gözenekli olduğu ve kılcal damarlar yoluyla temeldeki suyu emdiği ve bu yüzden terlediği, en geçerli bilimsel açıklamalardan biri. Ama acaba neden sadece bu direği gözenekli taştan yapmışlar? Bu soru cevapsız kalıyor…


Ayasofya’nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var.

Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi. Bunlar üç cumartesi art arda aç karnına buraya gelir, sabah namazını kılar ve bu sudan içerlerdi.
Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü. Kuyunun üzerinde yaklaşık 50 santim çapında, demir bir kapak var. 7 metrelik bir çubuk sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor. Su hâlâ mevcut, tadı tatlımsı ve mineralli.
Suyun ne tür bir bir bileşim taşıdığının, incelenmesi gerekir. Yüzyıllardır orada durduğuna göre acaba bozulmuş mudur? Sonra niçin kalp hastalığına iyi geliyor? Bu da düşündürüyor. Yoksa suyun bir özelliği mi var? Bu soruların cevaplarını, devletin yetkili kurumlarına bırakıyoruz.
Geçenlerde bilim dünyası çikolatanın içinde bulunan bir maddenin hormonal etki yaptığını açıkladı. Ama bu etki özellikle, aşk yüzünden kalbi kırılanların üzerinde görülüyormuş. Demek ki, bu madde,beyinde aşırı üzüntü yaratan merkezi etkiliyor. Ayasofya’ daki kuyunun şifalı suyunun da böyle bir özelliği neden olmasın!



Tabuta dokunulursa Ayasofya yıkılacak
Ayasofya’nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var. Sarı pirinçten yapılmış bu tabutta Kraliçe Sofya yatıyor. Yalnız bir tehlike var, “Bu tabuta sakın dokunmayın” deniyor. Çünkü tabuta el sürü-lürse-jbüyük bir gürültü başlıyor ve tüm bina sallanmaya başlıyormuş.
Kubbenin dört tarafında birer melek resmi var. Bunlar Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail’dir. Bu melekler kanatlarını açmış bir biçimde çizilmişler. İnanca göre Azrail, imparatorların ölümlerini, Mikail düşman saldırılarını, Cebrail ve İsrafil ise olacak olayları haber veriyor.
İnananlar, tabut ile bu melekler arasında bir ilişki kuruyorlar… Tabutun koruyuculuğunu da üstlenen melekler, ona dokunulmasına izin vermiyorlarmış.



Esrarengiz kapılar
Ayasofya’nın güney tarafında ufak ve dar bir koridorun ucunda örülmüş bir kapı var. Buna “açılmaz kapı” deniyor. Anlatılanlara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a girdiğinde Rum Ortodoks Patriği yanındakilerle bu kapının önünde dua ediyormuş. Osmanlı ordusu kiliseye girince, Patrik bu kapıdan kaçıp kaybolmuş ve kapı bir daha açılmamış.
Her paskalyada bu kapının önünde” kırmızı yumurta kabukları” ortaya çıkarmış… Bir de “Kapanmaz Kapı” miti var. Fetih günü, Fatih’in ordusundan biri bu kapıya öyle bir vuruş vurmuş ki, kapı yere gömülmüş ve bir daha asla açılmamış…



Pençe nişanı
Binanın güneydoğusundaki kubbeyi tutan fil ayağının bir yüzünde 6 metre yükseklikte ele benzeyen bir iz var. Kuşaktan kuşağa anlatılanlara göre, fetih günü, Fatih Sultan Mehmet’in atı ürkmüş, Sultan eliyle bu kemere tutunmuş. Atı ise sütunun kaidesini zedelemiş. Buraya kadar bir şey yok. Ama pençe izinin yerden 6 metre yükseklikte olduğu ve bu yüksekliğe, hiçbir atın erişemeyeceği düşünülürse, olayın esrarı bir anda ortaya çıkıveriyor.

Kapılarından biri Nuh’un gemsinden yapılmış


 Diğer Gizler ve Efsaneler
Avarlar, Ayasofya’nın altınlarını alıyor
Avarlar, 575 yılında Roma’yı kuşatıyor ve Papa 1. Benedictus, fidye vererek kendini kurtarıyor. Ama Avarlar, 614-619 arasında bu kez İstanbul’u kuşatıyor. Patrik Sergius, Ayasofya’daki kutsal ama altından olan ne varsa erittirip para haline getirerek Avarlar’a veriyor. Avarlar, bir miktar da Bizanslı kadını alarak kuşatmayı kaldırıyor.



Ortodokslarla Katolikler Ayasofya’da ayrılıyor
1054 yılında papanın temsilcisi Kardinal Humbold, patriğin yönettiği ayin sırasında Papa’nın patriği aforoz ettiğini bildiren fetvayı açıklıyor. Ayin bozuluyor, kargaşa çıkıyor. Böylelikle Ortodoks ve Katolik kilisesi, birbirine darılarak temelli ayrılmış oluyor. Ayrılık 911 yıl sürüyor. 1967’de 6. Paul, İstanbul’a gelerek dargınlığı sona erdiriyor.

Hristiyanların Kutsal Emanetleri çalınıyor
1204 yılında Haçlı orduları İstanbul’u yağmalarken Ayasofya’da ne kadar kutsal eser varsa hepsini kaçırıyor. Geçen yıl Vatikan, jest yaparak kutsal emanetlerden bazı bölümleri geri verdi.



Deisis Mozaiği’ndeki Hz. İsa değil
1264’te İstanbul, Haçlıların elinden kurtarılıyor. Bundan sonra, Ayasofya’nın içinde Deisis Mozaiği yapılıyor. Bu mozaikteki İsa figürü ABD’li araştırmacı Roberto Solarion’a göre, gerçekten İsa değil, Kemerhisarlı (Tyana’lı) Apollon. (Hatırlanacağı gibi Tempo Ocak 2005’te Aytunç Altındal’ın bu konuda bir kitap hazırladığını duyurmuştu. Kitap, nisan ayında piyasaya sürüldü.) Bunun ispatı ise mozaikteki İsa figürünün sağ kaşının üzerindeki yara izi. İz, 11 sayısına işaret ediyor.
Pisagorcu tarikat üyesi Apollon’da da bu iz var. Figürün Apollon’a ait olmasının nedeni ise paganların Anadolu’da zorla Hıristiyanlaştırılırken, İsa’nın resmini yapar gibi görünseler de, Apollon’un resmini yapmaları.





Deisis Mozaiği’ndeki Meryem Ana değil
Mozaikteki Meryem figürü, ellerini İsa’ya doğru uzatmış vaziyette. Oysa Hıristiyan şeriatına göre yapılan resimlerde Meryem’in ellerinde İncil ya da İsa olması gerekiyor. Dolayısıyla bu figürdeki Meryem, ‘anne’ değil Mecdeli Meryem olarak da bilinen ve Hz. İsa’nın eşi olduğu varsayılan kadına ait.
.


 
Kutsal Kâse aslında Ayasofya
Kutsal Kâse, aslında Hz. İsa’nın içit kabı değil, ‘dişil prensip’i temsil ediyor. Bu prensibin adı ‘Sofya’. Yani Kutsal Kâse’nin kendisi Ayasofya ki, Hıristiyanlık inancına göre bütün kiliseler rahim örnek alınarak yapılıyor. Bunların en kutsalı da yani ‘Kutsal Kâse’ de Ayasofya.


Bizans’ın ilk gizli teşkilatı Ayasofya’da kuruluyor
Mikail Cellius adlı bir filozof, Bizans’ın ilk gizli teşkilatını Ayasofya’nın mahzenlerinde kuruyor. Aynı mahzenler, aynı zamanda Gnostik Hıristiyanların gizli kitabı Picatriks’in de çevirilerinin yapıldığı mekân.





Çapraz Haç’ın anlamı
Aziz Andre’nin üzerinde idam edildiği haç, çapraz formda. İstanbul’daki kilisenin kurucusu sayılan Aziz Andre’nin anısına tavana çapraz haç motifi işlenmiş.








Dandolo İstanbul’u alıyor ve ölüyor
Latin komutan Henricus Dandolo, Papa’nın çağrısı üzerine İstanbul’u almak zorunda kalıyor. Bizanslıların tehdidi oldukça ilginç: Eğer bu kenti alırsan ölürsün. Dandolo kenti alıyor ve ölüyor. Mezarı halen Ayasofya’da.

 
Ayasofya kiliseye hiç ait olmadı
Ayasofya kilisenin malı değil. Çünkü mekân imparatora ait kabul ediliyor. Dolayısıyla 1453’te Fatih Sultan Mehmet de Ayasofya’nın değerini ödeyerek bir vakıfla kendi üzerine geçiriyor. Daha sonra da padişahların malı olarak devam ediyor.

 Ayasofya’daki Hermetik semboller
Dört balık: Tavandaki dört balık sembolü aslında dört Gospel’e atıf. Balık, iman anlamına geliyor. Bu İsa’da bütünleşmiş olan imanı temsil ediyor.



Baklava
Bu şekil, eğer yuvarlak olsaydı kainat anlamına gelecekti. Oysa baklava motifi yeryüzü anlamına geliyor. Yeryüzünün merkezinde haç, haçın merkezinde de İsa var.



Mantra ve sekiz köşeli yıldız
Sekiz çeperli gül, aslında mantrayı temsil ediyor. Çevresindeki sekiz köşeli yıldız ise kainatın sekiz köşesi olduğunu gösteriyor. Bunlar asıl olarak paganik semboller.


Diğer Hermetik semboller
Daire, kâinat anlamına geliyor, etrafında da minik noktalar var; onlar da yıldız demek. Bu, aynı zamanda şifa sembolü. Kenarlardaki defne dalları da Hermetik öğretiye ait. Aradaki haça benzer figürler de bir nevi Hermetik takiyye.


Vikingler de Ayasofya’da
İkinci kat balkonlarından birinde, Vikingler’e ait Rune alfabesiyle yazılmış yazılar bulunuyor. Bu en mistik yazı tarzlarından biri olan Elgir Rune’u. Aynı yazılardan, bodrumdaki mahzenlerde de var.



Ayasofya’nın altındaki tüneller
Mahzenlerin altındaki tünellerden Kınalı adaya kadar bir tünel uzandığıda söyleniyor.



Mozaiklerin Açıklamaları
Apsis Yarım Kubbesindeki Mozaik:
Altın zemin üzerinde ortada değerli taşlarla süslü tahta oturan Meryem, kucağında İsa ile birlikte tasvir edilmiştir. Meryem’in koyu lacivert renkte sade ve bütün vücudunu örten kıyafeti, etrafını çeviren altın zemin ile bir kontrast oluşturur.



Güney Galeride Deisis Mozaiği:
Ayasofya’nın mozaikleri arasında hiç kuşkusuz, en ünlüsü Deisis kompozisyonudur. Deisis, yani mahşer günü İsa’dan Meryem ve Loannes Prodromos’un insanlık için yardımcı olmasını dilemeleridir. Mahşer Kompozisyonunun ortasını meydana getiren üçlü kompozisyonda ortada büyük bir İsa ekseni teşkil eder. Üçlü grubun ikinci şahsı Meryem’dir. Diğer yanda ise Vaftizci Yahya bulunmaktadır.




Güney Galerideki İmparatoriçe Zoe Mozaiği:
Ortada Pantokrator (Kainatın hakimi) İsa, sağ eliyle takdis işareti yapmakta, sol eliyle incilerle bezenmiş cildi olan Kutsal Kitabı tutmaktadır. İsa’nın bir yanında imparatoriçe Zoe, diğer yanında Zoe’nin üçüncü kocası Konstantinos Monomakhos yer almaktadır. Bizans tarihinde entrikaları ve evlilikleriyle ün yapan imparatoriçe Zoe kocalarını değiştirdikçe mozaik üzerindeki imparatorun başı ve isminin belirten yazının da değiştiği sanılmaktadır. Konstantin’in kafası ve üstündeki yazıt kazınıp, tekrar yapılmıştır. Orijinal mozaik Zoe’nin ilk kocasına aitti. Bu panoda İmparatorluk ailesinin kiliseye şükran ve bağışları sembolize edilmektedir.



Güney Galerideki Komnenos Ailesi Mozaiği:
İmparator Komnenos II ile eşi Macar asıllı İmparatoriçe İrene ve oğulları Aleksios’u tasvir etmektedir. Ortada kucağında İsa ile ayakta duran Meryem yer almaktadır. İmparator ve İmparatoriçe değerli taşlarla süslü tören elbiselerini giymişler, imparatorun elinde bir para kesesi, İmparatoriçe de bir rulo tutmaktadır. Takdim edilen rulo kiliseye bağışları, deri kese ise altın yardımını belirtmektedir. Macar asıllı imparatoriçenin ırk özellikleri; açık ten ve açık saç rengi belirgindir.


Güney-Batı Girişi Üstünde Bulunan Mozaik:
Altın zemin üzerinde ortada görkemli bir taht üzerinde oturur durumda koyu lacivert elbiseli Meryem tasvir edilmiştir. Başının iki yanında bulunan kısaltılmış harfler “Tanrı Anası” olduğunu ifade eden kelimelerin kısaltılmış semboludur. Meryem ayakları altındaki kenarları değerli taşlarla bezenmiş bir kaide üzerine basar. Bu kaidenin üst yüzü gümüş mozaiklerle kaplıdır.
Bizans sanatında altın mozaiklerlerin bol olmasına karşılık, gümüş mozaikler son derece azdır. Meryem’in kucağında oturan İsa yetişkin, bilgiç bir insan ifadesine sahiptir. Bu onun Tanrıya yakın bir mistik varlık olduğunu gösterir.
İki yanda bulunan imparator figürlerinden biri İstanbul’un kurucusu Büyük Konstantin ve elinde sunduğu maket bir şehir semboludur. Etrafını surların çevirdiği bu şehrin Byzantion yanı İstanbul olduğu kolaylıkla anlaşılır. Ayasofya maketini sunan da Justinyen’dir.
 

 İmparator Kapısı Üzerindeki Mozaik:
Bu mozaik pano 9. yüzyıl sonunda yapılmıştır. Ortada son derece süslü taşlar ve incilerle süslenmiş taht üzerinde oturmuş Pantokrator İsa bir kaide üzerine basmaktadır. Sağ eli takdis işareti yapmakta, sol eliyle dizi üzerinde açık duran bir kitabı tutmaktadır. İsa’nın ayakları önünde secde eder durumda imparator altıncı Leon şefaat isterken görülür . İki kenardaki madalyonların birinde Meryem tasvir edilmiştir. Diğerinde ise lilisenin koruyucusu baş melek Cebrail tasvir edilmiştir.

 


Melek Tasvirli Mozaikler:
Kubbeye geçişi sağlayan köşe elemanlarının yüzeylerinde yalnız kafa ve kanatlardan ibaret olan dört melek tasviri yer alır.





MİLLİ BAYRAMLARIMIZ