Hastal ceza evinde yatan Tümamiral Sayın Cem GÜRDENİZ 'in emekli edilmesi nedeniyle, yayınladığı mesajı bloguma alıyorum. Sorduğu bir soru üzerine altta cevap yazımı da koydum.
Burhan Bursalıoğlu
CUMHURİYET DONANMASINA VEDA EDERKEN
1972 yılının Ağustos ayının ilk haftasında Deniz Lisesi
öğrencisi olarak, 14 yaşında Türkiye Cumhuriyeti Bahriyesi-TCB’ nin bir
denizcisi oldum. Tam tamına 40 yıl sonra, 2012 yılının gene Ağustos ayının ilk
haftasında 12 Orgeneral ve Oramiralin de imzası olan Yüksek Askeri Şura
kararları neticesinde emekliye sevk edildim.
Diğer bir deyişle, sahte delillere dayalı Balyoz komplosu
sonucu, diğer 13 kıymetli Amiral ile birlikte, aynı zamanda silah
arkadaşlarımız ve komutanlarımız olan YAŞ üyesi orgeneral ve oramirallerin
onayı ile Tümamiral rütbesinde tasfiye edildim. Tasfiye edildiğimi, 18 aydır
tutuklu bulunduğum Hasdal Cezaevinde televizyondan öğrendim.
Beni tasfiye veya emeklilikten daha çok yaralayan, Balyoz
komplosunun bini aşkın maddi hata ve onlarca bilirkişi raporlarıyla ispat
edilmiş olmasına rağmen, bu çıplak gerçeğin görülmemesi, masumiyetimizin
savunulmaması ve tasfiyeye imzalarla onay verilmesi oldu.
Mustafa Kemal’in sadık bir denizcisi ve Amirali olarak
Cumhuriyet Donanması ile dolu dolu geçen 40 yılın her gününden, yaptığım her
görevden büyük haz ve onur duydum. Başarılardan ve başarısızlıklardan ayrı ayrı
dersler çıkardım. Denizde gemi komutanı, komodor ve filo komutanı olarak
değişik rütbelerde yaptığım tüm görevlerde gemimi ve gemilerimi her görev
sonrası limana kazasız ve sapasağlam geri getirdim. Bayrağımızı fırkateyn
komutanı olarak yedi denizlerde dolaştırma onuruna sahip oldum. Yurt içi ve
yurt dışında icra ettiğim tüm kara görevleri ve toplantılarda denizlerimizdeki
hak ve çıkarlarımızı sonuna kadar savundum. Lekesiz ve tertemiz geçen yıllar
sonunda 2004 yılında Amirallik ile onurlandırıldım.
Sadece ben değil, benimle beraber hukuk adına, hukuk
katledilerek Hasdal, Maltepe, Hadımköy ve Silivri’de bu acıları aileleri ile
beraber çeken ve sahte davalar sonucu tasfiye edilen çok kıymetli, seçkin,
ulusal duruşu yüksek, Atatürk’ün rotasından en küçük bir sapma göstermeyecek
Deniz Kuvvetleri mensubu Amiral, subay ve astsubayların aslında tek suçu, Deniz
Kuvvetlerine 90’lı yıllardan sonra tek kelime ile büyük sıçrama yaptıran
üretken ve yaratıcı değerler arasında bulunmalarıydı.
Soğuk Savaş süresinde enerji toplayan ve bu enerjiyi Soğuk
Savaş sonrası dönemde büyük bir ivme ile açık denizlere çıkarak, dışa vuran
Cumhuriyet Donanmasını ne ekonomik krizler, ne de 1999 Gölcük depreminin yok
edici enerjisi durdurabildi. Cumhuriyet Donanması özellikle 90’lı yıllardan
itibaren tarihinde benzeri görülmemiş bir şekilde yükselmeye devam etti.
Türk Deniz Gücünün neler yapabileceği yakın tarihimizde
saklıdır. Kıbrıs’a 1974 yılında, Rum müdahalesinden sadece beş gün sonra, son
50 yıldır hiç savaşmamış olduğu halde Cumhuriyet Donanması, denizaşırı bir
amfibi harekâtı başarabilmiştir. Bu başarının bir benzeri dünya deniz tarihinde
yoktur. Ocak 1996’da yaşanan Kardak krizinde de Cumhuriyet Donanması, 12 saat
içinde savaş konumuna geçebilmiş ve karşı tarafı caydırarak siyasi inisiyatifin
Türkiye’ye geçmesini sağlamıştır.Cumhuriyet Donanmasının yükselişi o denli
büyük oldu ki, bu yükseliş, 21’inci yüzyılda Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’in
küresel emperyal kurgular ile şekillenmesine izin vermeyen, önemli çıkarları
olan Hint Okyanusu’nda 2009 yılından itibaren sürekli savaş gemisi
bulundurabilen, kendi savaş gemisini, sensör ve silahını yapabilen, var oluş
nedenini Mustafa Kemal Atatürk ve ulusal güçten alan Türk Deniz Gücünün
oluşumunu gerçekleştirdi. Daha da öte, Cumhuriyet Donanması Türkiye’nin
denizcileşmesinin lokomotifi oldu. Osmanlı İmparatorluğundan devraldığı bu
görevi, emsalsiz başarılar ile sürdürebildi. Cumhuriyet Donanması, Akdeniz’e
bir kısrak başı gibi uzanan, “Toprak Gemi” Anadolu’yu sırtında taşıyarak, “Mavi
Vatan” denizlerimize yaklaştırmanın ve her ikisini buluşturmanın hayati
sorumluluğunu üstlendi.
Aslında 21’inci yüzyılın başlangıcındaki Türk Deniz
Kuvvetleri, Atatürk’ün hayalindeki denizci Türkiye’nin mükemmel bir eseriydi.
Bu olağanüstü başarı çok göze batıyordu. 2008 yılından itibaren Deniz
Kuvvetlerine maalesef kendi hükümetinin ve parlamentosunun gözleri önünde akla
hayale gelmeyecek iftira ve yalanlara dayalı komplolar kuruldu.
Hasdal, Silivri, Hadımköy ve Maltepe’de bu tip komplolar
sonucu rehin alınan bahriyeliler, aslında bu yükselişin gerçek sahibi seçkin
neslin altın vardiyası idiler. Onlar deniz tarihimizin Çeşme, Navarin, Sinop ve
Haliç baskınlarını aratmayacak bir baskının, Silivri Baskınının rehinleri
olarak deniz tarihimizde yerlerini aldılar.
Amerikalı Stratejist George Friedman’ın “Bir donanma gücü
oluşturmak, gerekli teknolojiyi üretmek için değil, ama iyi amiraller ortaya
çıkaran birikmiş bir tecrübenin devredilmesi gerektiği için, nesiller alır”[1]
değerlendirmesi, 2008 ile 2011 yılları arasında Türk Deniz Kuvvetlerine karşı,
tasfiye amaçlı acımasızca uygulanan asimetrik psikolojik ve asimetrik hukuk
savaşlarının ana teması oldu.
Bu komploda önce propaganda medyası oluşturuldu. Müteakiben
etki tabanlı, dış destekli asimetrik psikolojik harekât saldırıları, asimetrik
hukuk savaşları ve her türlü yalan haberi ve iftirayı yayma cesaretini bulan
neo liberal ve dinci medya terörü ile sürdürüldü. Özellikle 11 Şubat 2011
gecesi, Türk hukuk tarihine Silivri toplama kampının, “Auschwitz” tutuklamaları
olarak geçti. Savunma hakkı verilmeden 163 Amiral, general ve subayın dakikalar
içinde tutuklanmasından sonra, sahte davalar bir kanser olarak büyüdü ve
“hukuka saygılıyız” diyenleri de sahte deliller ile yutmaya devam etti.
Maalesef bu operasyonun perde arkasındaki makro hedeflerden
en önemlisinin, Türkiye’nin denizcileşmesi ve bölgesel bir deniz gücü olmasının
engellenmesi olduğunu sorumlu mevkide olanlar göremedi. Görmek istemedi.
1571 yılının İnebahtı deniz yenilgisinden sonra, Türklerin
yaşadığı toprakların kaderini belirleyenlerin gizli tarihlerinde, Anadolu’nun
denizcileşmesinin önlenmesi ve Türklerin denizlerden uzak tutulmasına yönelik
yüksek bir hedef olduğunu görebilmek için, tarih doktorası yapmaya gerek
yoktur.
21’inci yüzyıl başında yaşanan bu savaşın sonunda beklenen
açık ve net hedef, Türkiye’nin denizcileşmesinin ve Cumhuriyet Donanmasının
bölgesel bir güç olmasının önlenmesidir. Bu süreçte sözde darbe suçu ya da akla
ziyan diğer sahte suçlar ile yargılananlar Deniz Kuvvetlerinin seçkin
denizcileri değil, Türkiye’nin denizcileşmesinin ta kendisidir.
Unutulmamalıdır ki Türkler 20’nci yüzyıla donanmasız girmiş
ve bedelini Kıbrıs, Girit ve Ege Adalarının tümünün kaybı ile ödemiştir. Daha
kötüsü, donanmasızlık, Birinci Dünya Savaşında, Gelibolu’ya müttefiklerin aç
kurtlar gibi saldırmasının yolunu açmıştır. Bu kez Türkler gene emperyal bir
komplo sonucu 21’inci yüzyıla Amiralsiz giriyor. Muharip 48 Amiralinin 25’inin
tutuklu olduğu ve 4 Ağustos 2012 YAŞ kararları ile 13’ünün acımazsıca tasfiye
edildiği bir ortamda, başka söze gerek yoktur. Amiralsizlik ve ehliyetli
denizci eksikliğinin ülkelerin başına neler açtığının en güzel örneği Fransız
İhtilalinde yaşanmıştır. İhtilal tasfiyesinden 15 yıl içinde Fransız Donanması
önce Akdeniz’den, sonra da Atlantik’ten atılmıştır.
İlerde tarih kitapları, Türk deniz tarihinin bugünlerini
anlatırken, bindiği dalı kesen Türkiye’nin durumunu açıklamakta zorlanacaktır.
Gelecekte yazılacak bu kitaplardan birinde özgürlüklerimizin çalındığı bu
günler sanırım şöyle anlatılacak:
2008 ile 2012 yılları arasında Türk Deniz Kuvvetlerine dünya
deniz tarihinde örneği görülmemiş bir saldırı yapıldı. Bu saldırıda Deniz
Kuvvetlerinin komuta yapısı hedef alındı. Kuvvet yapısına dokunulmadı. Bu
saldırı ile moral ve komuta kontrol birliği çökertildi. Bu saldırıyı yapanlar,
şüphesiz Türk Deniz Kuvvetlerinin emperyal yapının kontrolü dışında
güçlendiğini, onun iradesi dışına çıktığını ve gelecekte Avrasya/Ortadoğu
merkezli bir çatışmada ulusal çıkarları emperyal çıkarların önünde göreceğini
tahmin etti. Zira tarihinde, sadece ulusal çıkarlara hizmet eden Cumhuriyet
Donanması Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de Anadolu’nun deniz çıkarlarını sadece
korumadı, aynı zamanda geliştirdi. Türklerin denizcileşmesinin lokomotifi oldu.
Bu saldırı Osmanlı deniz tarihinde yaşanmış Çeşme, Navarin
ve Sinop baskınlarından çok farklı oldu. Bu baskınlarda Türk Donanması müttefik
düşmanlar tarafından yakılmış, Türklerin kendi içinden düşmana yardım eden ve
Donanmayı iç cepheden çökertmeye çalışanlar olmamıştı.
21’inci yüzyıldaki baskın bu nedenle çok farklıydı. Zira
baskını yapanlar; tetikçi olarak çalışan, sahte dijital belge üreten, sahte
delil eken, yalan ve iftiralarla dolu fezlekeler düzenleyen, sahte haberler
yaparak Deniz Kuvvetlerini, çete kuran, fuhuş, casusluk, şantaj yapan,
Amirallerine suikast planlayan suç şebekesi gibi gösteren ve bu masum
vatanseverleri tasfiye edenler onların kendi silah arkadaşları, polisi, savcısı
ve medyası yani kendi vatandaşları oldu. Ancak iç savaşlarda yaşanabilecek
böyle bir durum, dünya tarihinde pek az gözlenir.
Bu kadar güçlü bir Donanmanın, Hükümeti’nin ve
Parlamentosu’nun gözü önünde zayıflatılmasına, komplolar kurulmasına, moralinin
çökertilmesine, denizde bir çatışma yaşansa en yetenekli denizcileri hapiste
tutulduğu için kaybetme riski ciddi şekilde artmasına rağmen, yüzlerce seçkin
denizcinin iddianamelerde yer alarak çoğunluğunun tutuklanmasına birçok
stratejist ve analist anlam veremedi.
Ancak 2011’den sonra yaşananlar bu komplonun yüksek
stratejisinin tasarlandığı emperyal yapının ne kadar haklı olduğunu ortaya
çıkardı. Onların düşünce yapısı son derece sade idi. Anadolu’nun stratejik
baskı altında tutulması için önce Donanma yok edilmeli ya da dönüştürülmeliydi.
Bunun için gemi batırmaya hiç de gerek yoktu. O gerekirse zaten akıllı füzeler
ile kolayca yapılabilirdi.
O yıllarda acil yeni enerji kaynaklarına ihtiyaç vardı.
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) endüstriyel medeniyeti sürdürebilmek için
2030’a kadar altı tane yeni Suudi Arabistan’a ihtiyaç var diyordu. Petrol
bitiyor nerede olursa olsun yeni kaynaklar bulunmalı, mevcutlar Irak ve
Libya’da olduğu gibi küresel sermayenin kontrolüne alınmalı, diyen yüksek
emperyal irade bu yolda önüne çıkanı ezmeliydi.
O yıllarda Doğu Akdeniz petrol ve gaz kaynıyordu, ancak Türk
Donanması kendi alanlarını ve Kıbrıslı soydaşlarının gelecekteki çıkarlarını
korumak uğruna bu alandaki faaliyetlere mani oluyordu. Daha da kötüsü
Karadeniz’de beş sahildar ülkeyi de yanlarına alarak dünya denizlerinde örneği
görülmeyen bir başarı ile başta BLACKSEAFOR ve Karadeniz Uyumu Harekâtı olmak
üzere çeşitli girişimlere liderlik ediyor ve Karadeniz’i dış dünyanın
karmaşasından ve askeri rekabetinden uzak tutuyorlardı.
Bunların üzerine bir de Heybeliada isimli korveti yüzde 70
ulusal olanaklarla inşa etmediler mi? Emperyal okul ne diyordu? Anadolu denizci
ve Atatürkçü olmamalı. Aksi takdirde Türkleri tutamazsınız. O halde söz konusu
iki kavramın en çok geliştiği kurum olan Türk Deniz Kuvvetlerinde emperyal
çıkarlara karşı duran Amiral, subay ve astsubaylar ile potansiyel yetenek ve
düşüncede olanlar yok edilmeliydi. Geri kalanlar da polis fezlekesi ve malum
medyada fuhuşçu, suikastçı, şantajcı ya da pornocu olarak kapak olma tehdidi
ile baskı altında tutulmalıydı. Haksızlıklara ve oldubittilere karşı sesini
çıkaran biri oldu mu, sahte bir e-posta ve dehşetli bir fezleke ile içeri
atılmalıydı.”
Kitabı okumaya devam ediyorum. Bakın 2012 sonrasında neler
olmuş:
“Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ten ve Cumhuriyetin kurucu
felsefesinden her gün uzaklaşmış. Devletin jeopolitik ve stratejik çıkarlarını
koruma refleksi diye bir kavram kalmamış. Türklük, vatanseverlik ve Mehmetçik
gibi kavramlarının yerini daha çok para puan, kontör, borsa endeksi, şimdi
eğlence zamanı gibi kavramlar almış. Kuvvetler ayrılığı ortadan kalkmış,
yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı yok edilerek her kavramın yandaşı ortaya
çıkmış.
Gelelim denizlere, Doğu Akdeniz’de İsrail ve GKRY tarihinde
yaşanmadığı kadar birbirlerine yakınlaşmış, Doğu Akdeniz’deki en büyük doğal
gaz kaynaklarından birine erişmişler. Küresel sermaye ve enerji devleri bu
duruma çok sevinmiş. Zira Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de
haklarının olduğu sahalar dâhil Doğu Akdeniz’de o yıllarda 13 milyar varil
petrol ile 21 trilyon m³ doğal gaz bulunduğu tahmin ediliyormuş. Doğal gaz
kapasitesi Hazar havzasının neredeyse üç katına yakınmış. 2011 yılında Japonya’da
meydana gelen deprem ve tsunami sonrası pek çok Avrupa ülkesi nükleer
santralleri kapama kararı verdiğinden, enerji açığının doğal gaz ile
karşılanması kaçınılmaz olmuş. O nedenle Akdeniz kaynakları, Libya sonrası
küresel sermayeye ilaç gibi gelmiş.”
Ünlü Romalı devlet adamı Çiçero şöyle diyor: “Bir ulus dış
düşmanları ile baş edebilir. Fakat içersindeki satılmış ve hainlerle
yaşayabilmesi olanaksızdır. Sınırları zorlayan düşman silahlarını ve âlemlerini
açıkta taşıdığı için daha az tehlikelidir. Fakat bir hain, hain gibi görünmez,
kurbanları ile aynı aksanda konuşur, onların çehresine bürünür ve bütün
kapılardan serbestçe geçer, sesi en üst düzey hükümet koridorlarında duyulur.
Ulusun ruhunu çürütür. Politik yapıya her türlü hastalık bulaştırarak ulusun
yaşam gücünü elinden alır. Bir katil daha az korkuludur.”
Bugün Türkiye’de etrafımız Çiçero’nun tarif ettiği hainlerle
çevrilidir. Ancak, Deniz Kuvvetleri içinde çıyan gibi yıllarca bugünleri
bekleyen hainler kadar, bu hainlerle baş edemeyen, onlarla savaşı göze
alamayan, savaşmayarak teslim olan ve böylece Cumhuriyet Donanmasına, onun
değerlerine ve geçmişine ihanet edenler de artık en az onlar kadar geleceğimize
zarar vermişlerdir.
82 yıl önce Kubilay’ın Menemen’de vatandaşların gözleri
önünde katledildiği gibi, bugün Deniz Kuvvetlerinin yüzlerce emekli ve muvazzaf
personeli Türk halkının, Türk denizcisinin ve silah arkadaşlarının gözleri
önünde katlediliyor. Maalesef halkımız kan uykusunda.
Aslında katledilen Cumhuriyet, katledilen denizciliğimiz ve
geleceğimiz. Kubilay’ın Menemen’de katli sonrasında durumu sessiz ve kayıtsızca
izleyenlere şair Behçet Kemal Çağlar şöyle haykırmıştı: “Çıkmadı mı bu genci
bir tek kurtaranınız, varmaz mıydı kalbiniz, akmaz mıydı kanınız, gövdeyi kan
götürse demek ki razıydınız, ona nasıl kıydınız, ona nasıl kıydınız.”
Ben şimdi Türk halkına soruyorum. Balyoz ve diğer isimli
sahte davalarda yargılanan, özgürlükleri ve gelecekleri iftira ve yalanlarla
çalınan şerefli askerlere, denizcilere, havacılara ve vatanseverlere nasıl
kıydınız? Türkiye’nin denizcileşmesine ve geleceğinize kurulan tuzakları nasıl
görmediniz? Sizlerin içinden gelen ve sizi koruyacak olan Ordunun, Donanmanın
ve Hava Kuvvetlerinin sahte davalar ve iftiralar ile sindirilmesine nasıl göz
yumdunuz.
Atatürk’e ve kurucu atalarımıza ihanetin ve neredeyse
hakaretin liyakat olduğu bir dönemde, bedeni tutsak ama ruhu Mustafa Kemal’in
Amirali olarak sonsuza dek hür kalacak olan ben Amiral Cem Gürdeniz, Cumhuriyet
tarihimizin en karanlık günlerinin yaşandığı dönemde tutuklu kalıp, bir tasfiye
sonucu emekliye sevk edilerek tertemiz üniformamım dışarıdaki çamur ve ihanet
ile kirlenmesini önlediği için, talihime şükrediyorum. Dünyaya tekrar gelirsem
gene Cumhuriyet Donanmasında denizci, gene Mustafa Kemal’in Amirali olurdum.
Beni son 40 yılda yetiştiren, denizi ve denizciliği öğreten,
devlet ve millet adına bana savaş gemilerimizin komutanlık, komodorluk ve filo
komutanlıklarını emanet eden Mustafa Kemal’in gururu Cumhuriyet Donanmasından,
tüm şehit ve gazilerimizden, 40 yılın sonunda helallik isterken, ben tüm
varlığımla bu kutsal dönem içinde sarf ettiğim tüm emeklerimi ve yarattığım tüm
katma değerleri Atatürk’ün Bahriyesine helal ediyorum.
Tümamiral Cem Gürdeniz
4 Ağustos 2012 Hasdal
SAYIN CEM
GÜRDENİZ’ E
Sayın Gürdeniz.
Önce size geçmiş olsun diyor ve en yakın
bir zamanda çıkmanızı diliyorum.
Veda mesajınızdaki
fikirlerinize tamamen katılıyorum
Geçmişiniz,
yaptıklarınız bu Ulusa onur, şeref ve haysiyet bahşetmiştir. Sizlerin varlığı, uyanıklığınız, güven
verişiniz bizleri bu vatanda, rahat ve huzur içinde yaşamamızı sağlıyor du. Bugün aynı rahatlıkta yatıyor
muyuz?, tartışılır.
Sayın
Gürdeniz, halka" bugünkü durumumuza
gelişimizi görmediniz mi? diye soruyorsun.
Bizler, sizin olayları daha yakınen görebileceğinizi düşünerek görmemiş
olabiliriz. Ama siz neden görmediniz?
Başınıza böyle trajik olayların gelebileceğini görmediniz mı? Bu güne geleceğimizi görmedinizse halkı
suçlamayın. Halkımızın her zaman yenilikçi olduğunu biliyorsunuz. Yarım ve
koalisyon hükümetlerinden bizar olan halk yenilik yaptı. Değişik fikirlerle
halkın karşısına çıkarak ikna kabiliyetlerini sergileyip gereken oyu aldı ve 12 yıldır iktidardalar.
İktidarın bugünkü yaşadığımız olayların olacağını halk
bilmiş olsaydı oy verir miydi? Bilmiyorum
ama tartışılır. Ama sizlerin bunu bilmeniz gerekirdi. Onun için halkı, bu
gidişatı bilemediği için suçlamayın.
Umarım tüm
içerde olan aydınlarımızın bir an önce çıkıp, aylarca, yıllarca evle tutuklu ev
arasında mekik dokuyan, eş, çocuk, ana baba ve yakınlar ikinci bayramlarını
yaparlar.
Hoşça kalın
Sevgiler sunuyorum.
Burhan BURSALIOĞLU