11 Aralık 2013 Çarşamba

G Ü N C E L






SON  GÜNLERİN  DİKKAT  ÇEKEN     OLAYLARI

Burhan Bursalıoğlu
YÜCE ATATÜRK

Fethiyespor futbolcuları, Fenerbahçe maçına  tişörtlerinin önüne yazdıkları  “YÜCE ATATÜRK “   ifadesiyle çıktılar.
“Vay  sen nasıl böyle bir yazıyla çıkarsın, spora siyaseti  nasıl sokarsın , ulusal kuralları bilmiyor musun, seni disipline vereyim de aklın başına gelsin” gibi vaveyla ile, TFF  Fethiyesporu disipline verdi. 
TFF  ne diyor? “siyaseti  spora soktunuz, cezalısınız” 
Bu olayın  siyasetle bir ilgisi yok.  Bir defa, Atatürk siyasetin içinde değil. O, bu Ulusun lideridir. Siyaset dışıdır. O bu Türklerin babasıdır,Atasıdır, Dünyanın tek tanıdığı, çocuklarına öğrettikleri, ders kitaplarında  yer verdiği, yaptıklarını uyguladıkları , daima  örnek aldıkları değişmez bir Türk’tür. Ölümünde, dünya lider ve ulusların göz yaşı döktükleri  bir dosttu.

Sen,  böyle bir insanı ,TFF yönetimi gibi unutanlara hatırlatmak için göğüslerine  adını yazdığı için. Disipline ver . Olacak iş mi? Aslında teşekkür etmeleri gerekirdi. “ Biz Atamızı unutma durumundaydık, hatırlattığınız için teşekkür ederiz” demeleri gerekirdi.

Bu  işin başka bir boyutu daha var.  Fethiye, Muğla kentimizin bir kazasıdır.  Biliyorsunuz,  Osmanlı imparatorluğu zamanında, Fransa’dan alınan  bir uçakla  Padişahın isteği üzerine, Ortadoğu   semalarında  dolaşırken düşüp ilk şehit  pilotumuz  Fethi bey i Mustafa Kemal Atatürk unutmamış ve onun adının unutulmaması için, Muğla’nın Megri adındaki  yöresine , halkının talebini de dikkate alarak “FETHİYE “ adını verdi. Ve  ilk şehit Fethi bey aynı zamanda Beşiktaş kulübünün de ilk kurucularındandır. Fethiyespor kulübünü, disiplin kuruluna veren TFF nin başkanı Yıldırım Demirören de Beşiktaşlı olup Beşiktaş ın da yıllarca başkanlığını  yapmıştır.

Şair  Behçet Kemal Çağlar, “TAYYARECİ FETHİ” namıyla anılan Fethi Bey için  şu dizeleri yazmıştı.

"Aslan uçtu" diye söylenir methi;
Bu kutsal toprağın çocuğu Fethi..
Kahrolur darbanla elbet her zaman
Olursa bakış yan ve maksat eğri;
Bak; Fethiye oldu sayende Meğri,
Kartalım! gölgende hürdür bu vatan.



Spora siyasetin sokulmasını ben de istemiyorum. Eylemlerin siyasi mi, değil mi ayırmak lazım.  Emre Belezoğlu  attığı golden sonra  Mısırın muhaliflerini desteklemek için RABİA işaretini  yapması siyasi değil miydi? Elbette siyasi idi. Çünkü o işareti Başbakan da yapıyordu. Sıkar mı Belezoğlu nu disipline vermek.
Ama , TFF, atletine Mandela yazan  Eboue ve Drogba’yı hemen vakit geçirmeden disiplin kuruluna  verebiliyor.  

Gollerden sonra birçok oyuncu atletlerine yazdıkları aşk ve belli günler için kutlama mesajları verenler var. Bunlar için de herhangi bir işlem yapılmıyor. Yapılsa zaten  tuhaf olurdu. Anlaşılan, “Bu ne perhiz,bu ne lahana turşusu misali “  TFF  nin kafası karışık

MUSTAFA  BALBAY
 
CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay dün tahliye edilerek, bu gün TBMM de vekil ye mini ederek asil Vekil oldu. Kendisin kutlarken,  ceza evlerinde bulunan, gazeteci, yazar, paşa ve subayların da bir an önce hürriyetlerine kavuşmasını diliyorum.


 CHP  ADAY ADAYLARI

Mart 2014 yılında mahalli seçimler  yapılacak. Bu Demokrasinin icaplarındandır. Mahalli yöneticiler seçilecektir. Belediye başkanları, belediye  Meclis üyeleri, Daimi encümen azaları  seçilecek. Seçilmek için de on binlerce aday adayı  partilerine müracaat ederek  adaylıklarının kabulü için gerekli etkinliklerini göstermektedirler.
Şurada iki buçuk kadar bir zaman kaldı. Birçok parti adaylarını belirlemekte ve ilan etmektedirler. Kesinleşen adaylar çalışma programlarını seçmenine açıklamaya çoktan başladı. Kapı kapı dolaşıyor, kapalı salonlarda konuşmalar yapıyorlar, oylarının çoğalması için çaba harcıyorlar.
Ülkemizde, mahalli yöneticileri paylaşacak ilk dört parti bulunuyor. AKP, CHP, MHP  ve  BDP.
İktidar partisi adaylarının çoğunu açıkladı ve  adaylar çalışmalarına başladı. Diğer MHP ve BDP de adaylarını tespit ettiler.
Adaylarını henüz tespit etmeyen CHP  kaldı.  Ne yaparlar bunlar? Çok mu zor bu işler?   Partinin , adayları seçecek kurulları, aday adayları tanımıyor mu ki zorlanıyor!  Yukarıda,seçimin Demokrasinin icabı olduğunu söylemiştim. Aslında  parti merkez kurullarının adayları seçmesi bence demokrasi ile bağdaşmıyor.  Kendilerini yönetecek olanları  halkın kendisi seçmeli. Hakkari deki belediye başkanı adayını neden merkezdeki insanlar seçsin. O insanı Hakkari deki  partililer seçmelidir. En azından halk seçeceği yönetici adayını iyi tanır.  Dışarıdan gelmez. Parti merkezi  seçici kurulları gerektiğinde adanalı  bir aday adayını İzmir’e aday yapabiliyor. Bu mu demokrasi.
CHP  yöneticileri ellerini çabuk tutup bu milleti bezdirmesinler. Yoksa bedeli ağır olur.


1 Aralık 2013 Pazar

ŞİİR DÜNYAMIZIN DEĞERLERİ - 20 -







ATTİLA İLHAN


 Burhan Bursalıoğlu

İlk Gençlik Yılları

15 Haziran 1925'te Menemen'de doğdu. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat'ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetim altında kaldı. İki ay hapiste yattı. Türkiye'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi'ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanı'nda Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak aldı. 1946'ta mezun oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu. Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayınlanmaya başladı. 1948'de ilk şiir kitabı Duvar'ı kendi imkanlarıyla yayınladı.

Paris Yılları
1949 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nazım Hikmet'i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez Paris'e gitti. Bu harekette aktif rol oynadı. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan bir çok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye'ye geri dönüşünde sıklıkla başı polisle derde girdi. Sansaryan Han'daki sorgulamalar ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynamıştır. Bir kaç kez gözaltına alındı.

İstanbul - Paris - İzmir Üçgeni

1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayınca Paris'e tekrar gitti. Fransa'daki bu dönem Attilâ İlhan'ın Fransızca'yı ve Marksizmi öğrendiği yıllardır. 1950'li yılları İstanbul - İzmir - Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi'ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953'te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlar.

Sanatta Çok Yönlülük

1957'de gittiği Erzincan'da askerliğini yaptıktan sonra, tekrar İstanbul'a dönüş yapan Attilâ İlhan sinema çalışmalarına ağırlık verdi. Onbeşe yakın senaryoya Ali Kaptanoğlu adıyla imza attı. Sinemada aradığını bulamayınca, 1960'ta Paris'e geri döndü. Sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönem, babasının ölmesiyle birlikte yazarın İzmir dönemini başlattı. Sekiz yıl İzmir'de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler serisinden Bıçağın Ucu yayınlandı. 1968'te evlendi, 15 yıl evli kaldı

İstanbul'a Dönüş

1973'te Bilgi Yayınevi'nin danışmanlığını üstlenerek Ankara'ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak 'ı Ankara'da yazdı. 81'e kadar Ankara'da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul'a yerleşti. İstanbul'da gazetecilik serüveni Milliyet ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından itibaren köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesi'nde sürdürdü. 1970'lerde Türkiye'de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı. Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu.

 Ölümü 


Attilâ İlhan ilk kalp krizini 1985 yılında geçirdi. Bu tarihten sonra kardiyolojik sorunları devam eden İlhan'ın 2004'ten itibaren sağlık durumu daha da bozuldu. 11 Ekim 2005'te İstanbul'daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı.

MUSTAFA KEMAL


dağ başını efkâr almış
gümüş dere durmaz ağlar
gözyaşından kana kesmiş gözlerim
ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar
ağlar ağlar cihan ağlar
mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür
altmış üç ilimiz altmış üç yetim
yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer
her geçen seni bizden parça parça götürür
mustafa’m mustafa kemal’im
diz dövdüm
gözlerim şavkı aktı sakarya’nın suyuna
sakarya’nın suları nâmın söyleşir
hemşehrim sakarya öksüz sakarya
ankara’dan uçan kuşlar
kemal’im der günler günü çağrışır
kahrolur bulutlara karışır
gök bulut yaşmak bulut
uca dağlar dev boyunlu morca dağlar
divan durmuş bekleşir
mustafa’m mustafa kemal’im
nasıl böyle varıp geldin hoşgeldin
çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin
şol yüzünde güneş südü sıcaklık
ellerinden öperim mustafa kemal
senin dalın yaprağın biz senin fidanların
biz bunları yapmadık
sen elbette bilirsin bilirsin mustafa kemal
elsiz ayaksız bir yeşil yılan
yaptıklarını yıkıyorlar mustafa kemal
hani bir vakitler kubilay’ı kestiler
çün buyurdun kesenleri astılar
sen uyudun asılanlar dirildi
mustafa’m mustafa kemal’im
karalar kuşanmış karadeniz akmam diyor
dokunmayın ağlamaktan bıkmam diyor
bu gece kıyamet gecesi bu vapur bandırma vapuru
yattığı yer nur olsun mustafa kemal
ben ölümden korkmam diyor
korkmam diyen dilleri toz oldu toprak oldu
değirmen döndü dolandı yıllar oldu
bir kusur işledik bağışlar mı kimbilir
o bize öğretmedi kazan kaldırmasını
günahı vebali öğretenin boynuna
erdirip oldurana ana avrat sövmesini
yüreğim kırıldı kanım kurudu
var git karadeniz var git başımdan
mızıka çalındı düğün mü sandın
bir yol koyup gideni gelir mi sandın
mustafa’m mustafa kemal’im
ankara’nın taşına bak
tut ki baktım uzar gider efkârım
çayır ağlar çimen ağlar ben ağlarım
gözlerimin yaşına bak
ankara kalesi’nde rasattepe’de
bir akça şahan gezer dolanır
yaşın yaşın mezarını aranır
şu dünyanın işine bak
mustafa’m mustafa kemal’im

AN GELİR


an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür
şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür
an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür
son umut kırılmıştır
kaf dağı’nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatlı bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür



AYDINLIK NEYİN OLUYOR?

aydınlık neyin oluyor senin
gökyüzü akraban filan mı
beni bulur bulmaz gözlerin
şimşek çakıyorum yalan mı
yüzünde yalazını gezdirdiğin
saçlarından tutuşmuş orman mı
akla ziyan bir şey elektriğin
ayışığı mavisi dudaklarından mı
o ışık zenginliği mi giyindiğin
uzay tozları mı yıldızlardan mı
elime dokunduğu an elin
güneşler açıyorum sahi ondan mı
aydınlık neyin oluyor senin


BANA BİR ŞİMŞEK ÇAK…

bana bir şimşek çak
ortalık fena karanlık
yüreğim örtülüyor
ağır bir dalgınlığa genişliyorum
durmadan değişen o mevsimde
dağlarda kalın
omuz omuza bulutlar
çok fena kalabalık
ellerim çıplak
bana bir şimşek çak
kötü bir tuzaktayım
bilmem ne yapsak
aklımda fikrimde onlar
yaşlı ve genç
erkek ve kadın
korkularıma tutsak
bana bir şimşek çak
içim içime sığmıyor artık
vahim bir çağrışımdan
daha vahimine atlamaktayım
bana bir şimşek çak
belki fena halde
yanılmaktayım
o ince kız çocuğu
gün doğmadan her sabah
bir hapisaneden bir nezarethaneye
kelepçeli götürülüyor
dudakları titrek
gözlerinde buğu
bilmem ki nasıl anlatayım
bağışlanmaz suçu dünyayı sevmek
bir de o
adını bile bilmediği
kıvırcık saçlı’devrimci’öğrenciyi
fakülte kapısında vurulmuş
yağmurun altında
çıplak
bana bir şimşek çak
çok yanlış anlaşılmaktayım
hesabım yanlış bir mahkemede görülüyor
içimdeki zemberek
boşandı boşanacak
yaşamak mı gerek
yoksa unutmak mı
şaşırmaktayım
galiyef yoldaş ne olacak
galiyef yoldaş sibirya sürgünü
sanki yalın bir bıçak
kayarak
bir kırlangıç hızıyla
bulutların arasından
karanlığın böğrüne saplanacak
galiyef yoldaş ne olacak
galiyef yoldaş sibirya sürgünü
elinde bir mektup eski yazıyla
artık yüzünü bile unuttuğu
karısından
burnunda sadece kokusu var
ilkbahar kadar müşfik
sonbahar kadar yumuşak
galiyef yoldaş ne olacak
avrasyada hala mazlumların uğultusu
kısa bozkır atlarının nallarından
gizli kıvılcımlar ki etrafa saçılıyor
azadlık mermileridir
çekirdekleri çelik
cehennem gibi sıcak
bana bir şimşek çak
sala veriliyor görünmez minarelerden
İzmir de istirdat ı yaşamaktayım
bir yangın soluğu sokak içlerinden
kordonboyunda muzaffer atlılar
fahrettin paşanın süvarisi
bana bir şimşek çak
yolumu aydınlatacak
gazi’nin gözlerinden
mavi bir şimşek
kuva-yı milliye mavisi
aynı emaneti taşımaktayım
‘hürriyet ve istiklal benim karakterimdir’
çünkü hain sinsi ve korkak
aynı düşmana karşı
savaşmaktayım.




26 Kasım 2013 Salı

ŞİİR DÜNYAMIZIN DEĞERLERİ - 19 -


ŞİİR  DÜNYAMIZIN  DEĞERLER:  - 19 -



ATAOL BEHRAMOĞLU


13 Nisan 1942’de İstanbul Çatalca’da doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Dört yıl İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği’nde ögrenimini sürdürdü. İsmet Özel’le Halkın Dostlaı, Nihat Behram’la Militan dergilerini çıkarıp yönetti. Şehir tiyatrolarında dramaturgluk (1974-1980) yaptı. 1982’de Barış Derneği Davası nedeniyle 10 ay tutuklu kaldı. 1984’te Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’ne bağlı Centre de Poetique Comparee bölümünde Türk ve Dünya Şiiri üstüne seminerler izledi, çalışmalar yaptı.






YIKILMA SAKIN

Kötü şey uzakta olmak
Dostlarından, sevdiğin kadından
Yasaklanmak bütün yaşantılara
Seni tamamlayan, arındıran
Kapatıldığın dört duvar arasında
Sağlıklı, genç bir adam olarak

Neler gelmez ki insanın aklına
Sevinçli, özgür günlere dair
Kalmıştır yüzlerce yıl uzakta
Onunla ilk kez öpüştüğün şehir
Acı, zehir zemberek bir hüzün
Kalbinden gırtlağına doğru yükselir

Görüyorsun işte küçük adamları
Köhnemiş silahlarıyla saldıran sana
Kimi tutsak düşmüş kendi dünyasına
Kimisi düpedüz halk düşmanı
Diren öyleyse, diren, yılma
Yürüt daha bir inatla kavgan.

Babeuf'u hatırla, Nazım Hikmet'i
Bir umut ateşi gibi parlayan zindanlarda
Hatırla Danko'nun tutuşan kalbini
Karanlıkları yırtmak arzusuyla
Ve faşizme karşı, zulme, zorbalığa
Düşün acılar içinde vuruşan kardeşleri

Elbette vardır bir diyeceği, bir haberi
Bir kaçağa çay sunan Kürt kadınlarının
Dağlar dilsizdir yalçındır
Ama gün gelir bir diyeceği olur onların da
Ve dağlar, ıssız tarlalar başladı mı konuşmaya
Susmazlar bir daha, söz artık onlarındır

Kötü şey uzakta olmak
Dostlarından, sevdiğin kadından
Yasaklanmak bütün yaşantılara
Seni tamamlayan, arındıran
Ama bir devrimciyi haklı kılan
Biraz da acılardır unutma

Yıkılma sakın geçerken günler
Yaralayarak gençliğini
Onurlu, güzel geleceklerin
Biziz habercileri düşün ki
Ve halkın bağrında bir inci gibi
Büyüyüp gelişmektedir zafer.



TÜRKiYE, ÜZGÜN YURDUM, GÜZEL YURDUM

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Boynu bükük ay çiçeği
Şiirin ve aşkin geleceği

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Dağ rüzgarı, portakal balı
Alçak gönüllü, hünerli, sevdalı

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yazgısı kara yazılmış gelin
Kurumuş sütü memelerinin

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Harlı bir ateş gibi derinde yanan
Haramilerin elinde bulunan

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Güngörmüş, bilge toprağım
Yunus, Pir Sultan ve Nazım

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Bozlat, ağit, halay ve zeybek
Dumanı üstünde ekmek

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yüzü kırış kırış anam
Ağlayan narım, gülen ayvam

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Asmaların üstünde gün ışığı
En güzel geleceğin yakışığı.

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Zinciri altında kımıldayan
Bitecek sanıldığı yerde başlayan




ONUN TÜRKÜSÜNÜ, GUEVARA’NIN 


Dağların ve nehirlerin
Türküsünü söylemek istiyorum
Büyük gökyüzünün ve kırların.
Mavi bir çiçeğin türküsünü söylemek istiyorum
Umudun ve sevdanın.
Kahraman bir yüreğin türküsünü söylemek istiyorum
Aslan türküsünü Guevara’nın.

Odalar ve sofalar kuşatmış beni
Sandalyeler masalar tabaklar
Gökyüzü kuşatmış beni içim daralıyor
Gelenekler korkular kuşkular
Kuşatmış beni
Rotatifler silahlar yasalar

Ah akşam oluyor
Sevgilim, aşkım benim
İniyor dağlara
Örtüsü gecenin
Bir çocuk durmadan
Büyük nehirleri özlüyor
Kaybolmuş sevinçleri özlüyor
Bu yürek durmadan
Geçiyor dağlardan
Gölgesi çetelerin

Körlerin ve yetimlerin
Türküsünü söylemek istiyorum
Yavrusu ölmüş ananın
Hastaların türküsünü söylemek istiyorum,
Hapiste yalnız bir adamın.
Sevgili bir yüreğin türküsünü söylemek istiyorum
Kardeşimin, Guevara’nın

Ah, nasıl da acı
Böyle susup durmak
Kötüler cellatlar elinde
Bunalırken güzelim halk
Fabrikalar yanlış çalışırken
Yanlış ekilirken toprak
Ayak, olmuşken baş
Baş, olmuşken ayak

Kavganın ve hürriyetin
Türküsünü söylemek istiyorum
Gür bir akışla akacak kanın
Eşitliğin türküsünü söylemek istiyorum
Halklar adına yükselen sancağın.
Sadeliğin, inceliğin, onurun
Türküsünü söylemek istiyorum
Onun türküsünü, Guevara’nın 



YILDIZ SAVAŞLARI ÜSTÜNE ÇEŞİTLEMELER 


Kurcalayıp
Duruyor aklımı:
Ne demek şu
Yıldız savaşları?

Bir bilen çıkar
Belki diye
Sordum önüme
Her gelene

Öfkeyle soludu
Ev kadını:
“Neymiş... Neymiş...
Yıldız savaşları mı?

Ben çarşı pazar
Savaşındayım
Sorunuzdan
Bir şey anlamadım”

Burnu havada
Geçen genç kız
Kırıtıverdi:
“Çok kurnazsınız...

Terazi burcunda
Doğmuşum ben
Barışıktır
Yıldızım herkeslen...”

Minübüs şoförü
Aniden solladı
“Savaş mı dedin?
Sat anasını...”

Ve teybe bir kaset
Koydu sonra
İnledi ses:
“Batsın bu dünya...”

“Her şey sözcüktür”
Dedi şair
“Ne varsa yaşama
Ölüme dair...

Yıldız ve savaş...
Ne ilginç sözcükler...”
–Ve not etti–
“Teşekkürler...”

Politikacı
Ciddileşti:
“Kesin bir şey
Diyemem şimdi...

Ama mutlaka
Bir şeyler yapmalı
Kim kışkırtıyor
Şu yıldızları?..”

Abdest alan
Bir dindar kişi
Aşağıdan yukarı
Süzdü beni

“Ne yıldızıymış
Bu hemşerim?
Her şey Allahtan...
Allah kerim...”

Islak bakışlı
Delikanlı
“Bırakın –dedi–
Şimdi savaşı...

Savaş yapma aşk yap
Gerisi boştur...
Yıldızların altında
Sevişmek ne hoştur...”

Ünlü sinema
Yıldızı önce
Anlamlı anlamlı
Baktı yüzüme

“Savaşan –dedi–
Küçüklerdir..
Soruyu onlara
Sormanız gerekir...”

Eski muharip
Kederliydi:
“Eskiden savaşlar
Böyle miydi...

Yıldızları
Savaştıranlar
Robotlara
Madalya taksınlar...”

Soru sormaktan
Bıktığım bir an
Kör bir adam
Gördüm, yaklaşan

Geçirdim caddeyi
Girip koluna
Durdurdu beni
Kaldırımda

“Gökte çok mu
Yıldız var bu gece?”
Şaşırdım, öyleydi
Gerçekten de.

“Evet –dedim–
Nerden bildiniz?”
Gülümsedi
Belli belirsiz

“Onları tenimle
Duyarım –dedi–
Ve işitirim
Dediklerini

Bilseniz neler
Konuşurlar
Şakacı ve
Duyguludurlar

Bakıp dururlar
Bize öylece
Çoğu kez acırlar
Halimize...”

Usulca yürüyüp
Gitti sonra
Yüreğindeki
Yıldızlarla

Bakakaldım
Bir süre ardından
Utandım ondan
Ve yıldızlardan... 


BİR AYDIN TİPİNE 


Mangalda kül komazsın teorik konularda
Pratiğe gelince ayağın suya erer
Kendi korkaklığına kılıf ararsın boyna
Bu arada faşizm gelip tepene biner

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ