16 Mart 2015 Pazartesi

ÖĞRETMEN OKULLARI




ÖĞRETMEN  OKULLARI  AÇILMALIDIR

Burhan Bursalıoğlu

16 Mart 1848 tarihinde, sadece öğretmen yetiştirme amacına yönelik, Abdülmecit döneminde, Ahmet Cevdet Paşa’nın öncülüğünde, İstanbul’da darülmuallim okulu açıldı.

Darülmuallim okulunun  açılmasında  asıl amaçlanan, eğitimi, Avrupa düzeyine getirmek ve  insanı daha da insanlaştırmak; onun doğuştan sahip olduğu bazı yeteneklerini ortaya çıkarmak ve geliştirmek olduğunu ve bütün bunların gerçekleştirilebilmesi için de eğitim  işinin ehli kimselerce, yani öğretmenler tarafından  uygulanmasını sağlamaktı.

Zaman zaman şimdiki adıyla Öğretmen okulları değişimlere uğramış olsa da, yetiştirdiği yüz binlerce öğretmenle birlikte 1974 yılına kadar  devam etmiştir.
Sivas Öğretmen Okulu

Aradan 167 yıl geçmiş olmasına karşın, öğretmen okullarının Türkiye eğitim sistemindeki yerinin, yapılan bir çok değişikliklere karşın  hala doldurulamamıştır.  Bu günkü hükümetin, eğitimde 4+4+4 dayatması uygulamaları ve Milli Eğitim Temel Kanununda ve teşkilat yapısında yaptığı değişikliklerle,  bu  alanlarında yaşanan "muhafazakârlık" merkezli dönüşüm uygulamalarının yarattığı sancıları giderek derinleştiği,  yeniden medrese eğitimine dönme hesapları kuşku ile karşılanmakta ve geleceğimizi karanlıklara gömmektedir.


Eğitim sistemimizin her açıdan yoğun bir kuşatma altında olduğu, en temel haklarımıza yönelik saldırıların arttığı, her Bakanın ve yönetimin kendi siyasal-ideolojik amaçları doğrultusunda  şekillendirmek isteyenlerin eğitim emekçileri olan yüz binlerce öğretmenlik mesleğini kazanmış olup sokaklarda dolaşan, kariyerleriyle bağdaşmayan işlerde çalışanların sorunlarına da aldırış etmemeleri,  dikkat çekicidir. 
Sivas Öğ. Okulu Yeşilay Kol görevlileri

Son yıllarda okullarda oluşan disiplinsizlik, azıya alan bazı eğitimcilerin (!) karıştığı şiddet, taciz ve  baskınlar, eğitim ve öğretimimizin ne hallere düştüğünün ve eğitim kalitesinin  sıfırlara doğru düşüşün  örnekleridir.
Okullardan And ımızın yasaklanması Atatürk köşelerini kaldırılması,
Okulu basarak idarecileri tehdit eden öğretmen, kız ve erkek öğrencilerin aynı merdivenlerden iniş ve çıkışını yasaklayan okul müdürü, öğretmenleri, şuurlu ve şuursuz olarak  ayırıp,”Şuurlu öğretmenler derneği” nin kurulması, birçok devlet okulları kapatıp, İmam Hatip Okulları haline getirilmesi, yetkili ağızdan “bütün okulları imam hatip yapacağım, Atatürk’e yapılan saygı için “ sap gibi ayakta durmaya  gerek yok,  her 10 Kasımda yaygara koparılıyor, insanlar laik olmaz, demokrasinin amaç değil, araç olduğunu, “elhamdulillah  şeriatçıyız diyenlerin yanında,  okul müdür yardımcısının, “senin ilacın benim” dediği kız öğrencisini kazan dairesine götürmesi, aynı kişinin sınıfa lolipop götürüp,  kızlara  “alın , siz de yalayın” demesi, yine bir lise müdür yardımcısını şikayet eden öğrencinin “ göğüslerimi elledi” şeklindeki ifadesi, bir lise müdür yardımcısı, kız öğrencisine, “ hem eşim, hem kızım ol, sana ev tutayım, birlikte yaşayalım” dediği, bir lisenin kadın müdür yardımcısı, kısa etek giyen kızlara taciz için,  erkek öğrencilerden ekip kurdurmaya çalışması, Din ve Ahlak öğretmeni, Özgecan eylemine katılan kız öğrencilere “başınızı örtmüyorsunuz, size tecavüz mübah.. Siz de Özgecan gibi olursunuz, demesi, içinde  kadınları “dişi hayvanlar” olarak tanımlayan “Çiçek Bahçesi” kitabının öğrencilere dağıtılması, 9 yaşından beri, devlet yurdunda tacize ve tecavüze uğrayıp kaçan kız çocuklarının perişan halleri, Eğitim ve Öğretim durumumuzun nerelerden nerelere geldiğini göstermektedir. Açık alanlarda, meydanlarda, kapalı kapılar arkasında, medyada söylenen bu laflardan cesaret alanlar, Ülkemizde ne ahlak, ne saygı ve ne de vatan sevgisi bırakırlar. Kadrolaşmış eğitimciler de, yetiştirmekte oldukları öğrencileri değil, kendilerini düşünerek , üst basamaklara tırmanmayı amaç edinir duruma gelmektedirler.
Sivas Öğretmen Okulu Mezunlarından bir grup Anıtkabirde

Bu  olaylar münferit olsa da mide bulandırıcıdır. Yapanlar ise, çuvaldaki çürük cevizler de olsa, öğretmenliği zevklerini tatmin için araç olarak görüyorlar.
Bunlar öğretmenliğin sevgi,  sabır, şevkat ve fedakarlık mesleği olduğunu bilmemektedirler.
Mesele “ Öğretmen olmak değildir.” Mesele, “ Öğretmenlik yapmaktır”. Herkes öğretmen olabilir. Ama herkes öğretmenlik yapamaz.
Öğretmen okulu  kız öğrencilerinden bir grup

1974 de kaldırılan Öğretmen okulları, o tarihten sonra değişik kökenli okullardan yetişen binlerce öğretmen adaylar, girdikleri kamu personeli sınavlarını kazansalar da, bir kısmı kura ile okullara atanmaktadırlar. Diğerleri ise sokaklarda boş boş gezerek, Bakanlığın açıklayacağı kura gününü hayal etmektedirler.
Bu gün, Milli Eğitim kadrosunda parmakla sayılacak kadar Öğretmen Okulu mezunu bulunmaktadır. Bunların Ulu Önder Atatürk’ün inkilaplarına bağlı  kalarak, özveri ve fedakarca çalışıp hizmet etmeleri nedeniyle, Milli Eğitimimiz ayakta durmaya çalışmaktadır.

Bugün  eğitimimiz “milli” liğinden çok uzaktır. Eğitimimiz şahsileştirilmiştir. En küçük birime kadar kadrolaşmıştır.
Vatanını, milletini,geçmişini sevenlere bu yakışıyor mu?Geleceğin planları eğitim üzerine yapılmaz mı?Medrese eğitimine dönüş çabaları bu millete yakışmıyor. Yazıktır. Tarafsız olması gereken  eğitim sistemi kalkınmanın, modernleşmenin ilk koşuludur. Bakanlara düşen ilk görev, koltuklarına oturdukları zaman ilk işleri, müsteşarlarını, şube müdürlerini değiştirmek değil, bilakis onları yerinde tutmaktır.   Çünkü onlar eğitimi en iyi bilen uygulayıcı kişilerdir.
Her yıl birkaç kez toplanan Sivas Öğ. Okulu mezunlarından bir grup Okulumuzda
“Ben okulda önlükten nefret ederdim, onun için kararname çıkarıyorum, tüm öğrenciler serbest kıyafetli olacaktır, kız öğrenciler türban takacaktır, kız öğrencilerin etekleri diz altında olacaktır, hatta  okullarda haremlik, selamlık  uygulamasını düşünen” bakanlar eğitimimizi maalesef falakalı eğitime doğru götürdüklerini düşünememektirler.

Her fırsatta söyledim ve yazdım. Öğretmen Okulları tekrar açılmalı, kapatıldığı zamanki statüye bağlı kalınmalı, aynı müfredat uygulanmalıdır.
Ülkemiz bir tarım ülkesi olmasına rağmen, zıraatçılık yok, hayvancılık yok. Bunlar olmuyorsa, ilim, irfan, sanat teknolojinin olması lazım. Bu da yok. Dış ithalatımız, ihracatımızdan kat kat fazla. O halde, hayvancılığımızı, tarımımızı, teknolojiyi, sanayimizi, sanatımızı en üst düzeye getirmek  için,ihraç mallarımızı çoğaltıp, ithalatımızı azaltmak, hatta sıfıra indirmek gerekmektedir. Bu da açılacak öğretmen okullar veya müfredatlarına eklenecek yeniliklerle, yeni okulları açmakla mümkün olacaktır.
Öğretmen okulundan yetişen,eğitime baş koymuş H.Hüsnü Tekışık.

Kapatılan Öğretmen okullarının açılışlarını her yıl, 16 Mart’ta kutlamamızın nedeni, Öğretmen okullarından yetişen öğretmenlerin, bu Ülkeye olan faydalarını unutmadığımızdandır. 
Çünkü, 16 Mart ruhu, “ Karanlıkları aydınlatmak, ileri, huzurlu, çağdaş, mutlu, laik, adil ve eşit, Türkiye Cumhuriyetini ilel ebed yaşatmak için, üretken, mücadeleci,sorgulayıcı, dayanışmacı, kardeşçe bir anlayışça yetişmiş eğitim ordusunun ruhudur.
Bu ruhu taşıyan tüm öğretmenlerin 16 mart’ını kutluyor, aramızdan ayrılan arkadaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum.






.

10 Mart 2015 Salı

ATATÜRK'ten ANILAR




ATATÜRK' TEN  ANILAR - 2 -

Burhan Bursalıoğlu

Rus ihtilalinin 1935 teki yıldönümünden az önce Moskova’daki Türk elçiliği Atatürk’e, Stalin’in Rus Komünist partisi üyeleri önünde verdiği bir nutkun özeti gönderilir. Bu nututukta Stalin, Türkiye, İran ve Yakın Ortadoğu’nun bütün memleketlerini Rus Bölgesi olarak gösteriyordu. Sovyet elçiliğinde verilen bir kokteyle büyük bir kalabalık ile gelir. Elçi Karahan ile konuşurken birdenbire sorar:



Karahan, Sovyet Rusya’da işleri kimin idare ettiğini bana söyler misiniz?

Elçi şaşırır.

Rusyayı kim idare eder? Sovyet Rusya’da proleter diktatörlüğün hakim bulunduğu eksalanslarınızca malumdur.








Atatürk:

Canım bırak şu saçmaları şimdi. Proleter diktatörlük maskeden başka bir şey değildir. Türkiye’yi idare eden şef benim. Rusya’da kimdir?

Karahan:

Sovyet Cumhuriyetlerinin Başkanı yoldaş Kalinindir.

Atatürk sinirlenir: Canım bırak şu kuklayı. Söylesenize bakayım şu sizin Stalin yoldaşınız ne yapar Allah aşkına? 








Atatürk:

Canım bırak şu saçmaları şimdi. Proleter diktatörlük maskeden başka bir şey değildir. Türkiye’yi idare eden şef benim. Rusya’da kimdir?

Karahan:

Sovyet Cumhuriyetlerinin Başkanı yoldaş Kalinindir.

Atatürk sinirlenir: Canım bırak şu kuklayı. Söylesenize bakayım şu sizin Stalin yoldaşınız ne yapar Allah aşkına? 



Karahan suratı asık ve kısık bir sesle:

Stalin yoldaş, Sovyet Rusya Komünist Partisi genel sekreteridir der. Elçilik tercümanı oradadır ve olanları Moskova’ya iletecektir. Karahan telaşla:

Bir bardak şampanya almazmısınız ekselans? Der.

Hayır.

Ya bir kadeh votka?

Atatürk yüzünü ekşiterek:

O Rus içkisinden hoşlanmam. Ben Türküm rakı içerim. 

Büfedeki garson yok işareti yapar. Karahan:

Maalesef büfemizde rakı yok ekselans. Der










Atatürk: 

Türk misafirinize Türk içkisi ikram edemeyeceğinizi zaten biliyordum. Onun için kendi rakımı getirdim. Der ve susuz kadehini 
kaldırır. Elçi beyefendi, buna Türk rakısı derler. Moskova’da Kalinin midir, Stalin midir her ne ise ona söyleyin, biz Türkler asırlarca Rusya’nın göbeğinde rakı içmiş bir milletiz. İcap ederse yine de içmesini biliriz. Bu kadehimi Türk milletinin hayrına ve hiçbir zaman Rus bölgesi derekesine düşmeyecek olan egemenliğimizin şerefine içiyorum. Der.

Kadehinden bir yudum aldıktan sonra Sovyetler Birliği ve Stalin hakkında ağzına geleni söyler. Tercümanın tam tercüme yapmadığını anlar ve Türk bir tercüman getirerek söylediğini tekrar elçiye aktarır. Dans müziği balalayka orkestrasını susturur. Maiyetindeki saz ekibine işaret ederek zeybek çaldırır.



Ertesi gün Stalin’in emri ile Sovyetler sert bir nota verir. Büyük elçi Karahan’ı geri çeker. Stalin Karahan’a Rusya’ya gidince ölüm cezası uygulayacaktır. 

6 Mart 2015 Cuma

ATATÜRK'ten ANILAR




ATATÜRK 'den  ANILAR


Burhan  BURSALIOĞLU

Ülu Önder   Atatürk'den, Gerek iç gerekse dış devlet adamlarıyla olan diyaloğları  kitaplara sığmaz  anılar oluşturmuştur. Bunların her biri ders mahiyetindedir. Bir devlet adamının nasıl olması gerektiğini göstermektedir. Bu nedenledir ki, birçok devlet Atatürk'ü örnek almıştır.  Ama ne yazık ki biz hala Atatürk'ün büyüklüğünü kavrayamamışız.

Bu günden itibaren bu sayfalarda Atamızın  müdahale ettiği, yaşadığı, şahit olduğu  anılarını siz sayın okurlarımıza sunacağım.
İlk anı Atatürk - Stalin gerginliğine ait.

Prof. Dr. Sadık Tural Atatürk ve Stalin arasında yaşanan ilginç bir gerginliği ilk kez Sovyetler Birliği gizli arşivlerine dayandırarak açıklıyor.

Olayın, Atatürk’ün 1936 yılında Ankara’da Rus Büyükelçiliğinin verdiği bir resepsiyona gitmesiyle yaşandığını belirten Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Sadık Tural, Atatürk’ün resepsiyona gece saat 01.30’da, şahsi dostları ve manevi kızlarıyla ve zeybek çaldırmak üzere yanında getirdiği müzisyenlerle gittiğinin bilindiğini söyledi.


Bundan sonraki olayların 1952 yılında bir İstanbul gazetesinde yayınlananlardan farklı olduğunu, kendisindeki belgenin Sovyetler Birliği’nin gizli arşivinden alındığını ve Stalin’in kendi imzası ve yazıları olduğunu ifade eden Tural, olayı şöyle aktardı:

“Buna göre, Gazi Paşa, Rusya Büyükelçiliğine bir soru soruyor. ‘Cumhuriyet Bayramımız dolayısıyla sizin lideriniz beni niçin kutlamadı?
 O zamanın Rus Büyükelçisi Karahan, Cumhurbaşkanları Kalinin kendilerini kutladığını söylüyor. Atatürk’ün cevabı müthiş;
 ‘Sizin Cumhurbaşkanınız, aynı zamanda önderiniz midir?’ 
Cevap, ‘Hayır’.
 Atatürk soruyor; ‘Önderiniz kim?
 Cevap; ‘Stalin’
Atatürk; ‘Öyleyse, o beni kutlayacak. Ben ülkemin hem Cumhurbaşkanı, hem önderiyim. Kalinin değil, bana kutlama mesajını Stalin göndersin’ diyor.

Büyükelçi Karahan, Atatürk’ün Stalin’i doğrudan aramasını isteyerek, bu işe karışmak istemediğini söylüyor.
 Atatürk de bunun üzerine: ‘Niçin ben ilk adımı atayım’ dedikten sonra, tarihi cümleler geliyor:

‘Ben bunu ancak eşit şartlarda yapabilirim. Eğer beni kabul ettiklerini hissediyorsam yapabilirim. Başka türlü işlerine evet diyemem. Sizin biliyorum, güçlü ve mekanize edilmiş büyük ordunuz var ve ondan korkmuyorum, sizlerden korkmuyorum. Benim arkamda 18 milyon halkım var. Benim emretmem yeterlidir. Halkım arkamdan nereye isterse gelir. Ben çok zarar verebilirim, elbette bunu hiçbir zaman yapmam, çünkü benim sözüm, benim dostluğum gibi kutsaldır.’

Atatürk ile Büyükelçi’nin bu diyalogu “çok gizli” damgası ve “Stalin ile Molotov tarafından okunması” notu ile eklenerek Stalin’e sunulduğunu belirten Tural, Stalin’in Atatürk’ün sözlerini okuduktan sonra, “Dostumuz, Atatürk’ün sözleri ilgiyle, dikkatle okunsun” dediğini kaydetti.

Tural, “O tarihlerde dünyanın yüreğini hoplatan Stalin’in Atatürk konusunda daima dikkatli olduğu, Atatürk ölünceye kadar Türkiye aleyhine hiçbir şeyi açıktan söylemediği gerekçesini, buradan aldığı hususunu arz ediyorum” diye konuştu.

3 Mart 2015 Salı

YAŞAR KEMAL




Yaşar Kemal'in hayatının bilinmeyenleri

Türk Edebiyatının büyük çınarı Yaşar Kemal  92 yaşında, 28.Şubat 2015  Cumartesi günü hayatını kaybetti.
Solunum güçlüğü ve kalp ritmi bozukluğu nedeniyle  45 gün , İst.Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi hastanesinde ,yoğun bakımda tutuluyordu. Hastane yetkililerin açıklamasına göre, çoklu organ yetmezliğinden  hayatını kaybettiği açıklandı.
Usta yazar Yaşar Kemal, (Kemal Sadık Gökçeli) geride sayısız roman, hikaye ve şiir bırakan Yaşar Kemal, adeta feleğin çemberinde geçen bir hayat yaşadı. Yaşadıklarını yazdı, onlar da roman oldu. İşte Yaşar Kemal'in hayatıyla ilgili bilinmeyenler...


Yaşar Kemal, Çukurova’da başlayan yazın hayatına, 26 roman, 11 deneme, 9 röportaj, 2 öykü, 1 şiir alanında eser sığdırarak, Türk edebiyatında büyük halk şairi Karacaoğlan gibi efsane bir yere sahip oldu.
 Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan "Türk edebiyatının koca çınarı" Yaşar Kemal, 1923’teOsmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyünde, Van Gölü yakınlarındaki eski adı "Ernis" olan Ünseli köyünden Birinci Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali yüzünden göç etmek zorunda kalan Halime-Sadık çiftinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Nüfus cüzdanına ancak ilkokulda sahip olabilen Yaşar Kemal’in doğum tarihi kayıtlara 1926 olarak geçti.


ÇOCUKLUĞU 

Yaşar Kemal, "romanlarının ülkesi" Çukurova’da, roman gibi bir çocukluk geçirdi. Evlerinde Kürtçe, köylerinde ise Türkçe konuşulurdu. Türkmen köyüne göç etmiş Van muhaciri ailesiyle köylüler arasındaki ilişkiyi yıllar sonra Yaşar Kemal, "Doğduğum bu Türkmen köyünde bizi Kürt diye hiç ayrı saymıyorlardı. Biz de kendimizi onlardan hiç ayırmıyorduk. Bütün köylülerle akraba gibiydik" diye anlatmıştı.


KAZADA KAYBEDİLEN GÖZ

Talihsiz bir olay sonucunda bir gözünü kaybetti. Yaşar Kemal, 3,5 yaşındayken, evlerinin avlusunda koyun kesen halasının eşini izlerken, bıçak deriden kayıp sağ gözüne saplandı ve bu gözü kör oldu. Bu olaydan bir yıl sonra babası cinayete kurban gitti.

BABASININ ÖLÜMÜ

Babasını, Van’dan göç ederken ölümden kurtarıp büyüttüğü oğulluğu Yusuf, camide namaz kılarken kalbinden bıçaklamıştı. Bu olaya tanık olan Yaşar Kemal, kekeme oldu ve 12 yaşına dek konuşmakta zorlandı. Yalnızca türkü söylerken kekemeliği geçiyordu.
Babasının ölümüne çok üzülen Yaşar Kemal, uzun süre mezarlıkların önünden dahi geçemedi. Okur-yazar olduktan sonra kekemelikten kurtuldu. Babasının ölümünün ardından annesi, evli olan ve Yaşar Kemal’in "iyi bir adamdı" diye nitelediği amcası Tahir’in ikinci eşi olurken, aile yoksullukla karşı karşıya kaldı. Yaşar Kemal ise "çocukluğunun krallığında" canının her istediğini yapıyor, aşıkların anlattığı destanları, eşkıya hikayelerini dinleyip ileride romanlarda anlatacağı bir atmosferde kendisini geliştiriyordu. "Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor" kitabında çocukluğunu "Ben köyden ayrılıp şehre düşünce çocukların çocuk olduğunu anladım. Elbette çocuktuk biz de ama hiç kimse bize küçültücü bir davranışta bulunmadı. Bizim köyde çocuklar da insandı" sözleriyle aktardı.
Küçük yaşlarda ozanların anlattığı efsaneler, okudukları şiirler Yaşar Kemal’i derinden etkiledi. Yaşar Kemal de küçük yaşına rağmen ozanlara öykünerek türküler, şiirler söylemeye başladı. Kendisiyle atışan görme engelli Aşık Ali’nin "Sen bu yaşta bu kadarsan sonunda Karacaoğlan gibi olacaksın" sözleri onu çok mutlu etti.

Yaşar Kemal, Kürtçe konuşulan bir evde büyümesine karşın niçin Kürtçe yazmadığı konusunda eleştirilere maruz kaldı. Yaşar Kemal, şunları aktarmıştı: "Evde çoğunlukla Kürtçe konuşuluyordu. Evdekiler kırık dökük bir Türkçe öğrenmişlerdi. Biz çocuklara gelince evde de dışarıda da hemen hemen hiç Kürtçe konuşmuyorduk. Evdekiler bize Kürtçe ne söylerse söylesinler biz onlara Türkçe cevap veriyorduk. Bizimkiler de bize hiç kızmıyorlardı. Ben şimdi Kürtçeyi ne konuşulursa konuşulsun anlıyorum. Uzun olmamak koşuluyla da konuşabiliyorum ama bir hikaye anlat derlerse anlatamıyorum. Tabii yazamıyorum da... Yazılanları da öyle pek anlayamıyorum. Türkçeyi ne zaman öğrendim, Kürtçeyi ne zaman anlamaya başladım anımsamıyorum."


OKULU TERCİH EDİYOR

İlkokulu bitirdiğinde Yaşar Kemal’in önünde iki seçenek vardı: Kendisinin ileride Karacaoğlan gibi bir aşık olacağından emin Aşık Rahmi ile Anadolu’yu köy köy dolaşmak ya da ortaokula gitmek... Uykusuz gecelerin ardından ortaokula gitme kararı aldı. Adana’nın yolunu tuttu. Yaşar Kemal, çırçır fabrikasında çalışıp okuduğu ortaokulu son sınıfında maddi imkansızlıklar nedeniyle terk etmek zorunda kaldı. Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği’nde ırgat katipliği, Adana Halkevi Ramazanoğlu kitaplığında memurluk, Zirai Mücadele’de ırgat başlığı, daha sonra Kadirli’nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği, pamuk tarlalarında, batozlarda ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı.
 Çukurova’dan ve Toros’lardan derlediği ağıtları içeren ilk kitabı "Ağıtlar", Adana Halkevi tarafından 1943’te yayımlandı. Yaşar Kemal 17 yaşındayken, İstanbul’dan Adana’ya sürgün gelen Arif Dino’nun "Eskiyene kadar tekrar tekrar okuman için" diyerek 3 adet hediye ettiği "Don Kişot" romanı ona yeni kapılar açtı. Kemal, “İspanyol yazar Cervantes ile kurduğu bağı "Don Kişot’u okuyunca yeni bir dünya buldum. Günlerce etkisinde kaldım. Cervantes bütün insanlığımı, yüreğimde sakladığım birçok gizi açıklamıştı. Bir karanlığa gömülmüş, sonra da içimde bir yücelme olmuştu" sözleriyle aktarmıştı. İstanbul’dan Adana’ya sürgün edilen Arif ve Abidin Dino kardeşler, onun yaşamında önemli yer tuttu.

BIÇAKLANIYOR

Yaşar Kemal, Adana Kadirli’de arzuhalcilik yaparken "komünizm propagandası suçlamasıyla" karşılaştı. Evi birkaç kez jandarma baskınına uğradı, hakkındaki bir ifade nedeniyle gözaltına alınıp tutuklandı Cezaevinde kendisine, "Senin ailen bana çok yardım etti, hayatımı kurtardı desem doğru olur ama bu hapishanede tek düşmanın benim. Benden kork. Katillikten, hırsızlıktan, ırza geçmekten düşseydin başım üstünde yerin vardı" diyen eşkıya Hilmi’nin bıçaklı saldırısına maruz kaldı.
 Bir öyküsünü okuyan ve anlatımına hayran kalan mahkeme başkanının "Buralarda durmayın. Sizi öldürürler, yazık olur" şeklindeki sözleri üzerine önce Ankara’ya, oradan da İstanbul’a gitti.

YAŞAR KEMAL CUMHURİYET’te

İlk olarak 1951-63 arasında Cumhuriyet gazetesinde fıkra ve röportaj yazarı olarak çalışan Kemal, burada "Yaşar Kemal" ismini kullandı. Bu arada 1952’de ilk öykü kitabı "Sarı Sıcak"ı, 1955’te ise bugüne dek 40’tan fazla dile çevrilen romanı "İnce Memed"i yayımladı. 1962’de girdiği Türkiye İşçi Partisi’nde genel yönetim kurulu üyeliği ve merkez yürütme kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı. 1967’de haftalık siyasi dergi Ant’ın kurucuları arasında yer aldı. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve 1974-75 arasında ilk genel başkanlığını üstlendi. 1988’de kurulan PEN Yazarlar Derneği’nin de ilk başkanı oldu. 1995’te Der Spiegel’deki bir yazısı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, aklandı. Aynı yıl bu kez Index on Censorhip’teki yazısı nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkum edildiyse de cezası ertelendi.
 Roman ve öykülerinde çoğunlukla Çukurova’da yaşanan insan dramlarını işledi. Büyük ün kazanan "İnce Memed" romanı 40 dile çevrilirken, büyük dünya yazarları arasında yer aldı. "İnce Memed"in de aralarında bulunduğu 9 eseri filme çekildi.
2. Abdülhamit’in baştabibi Jak Mandil Efendi’nin torunu Thilda Kemal ile evliliği ona dış dünyanın da kapılarını araladı. Türkçe, İngilizceFransızca ve İspanyolcayı iyi bilen Thilda Kemal, Yaşar Kemal’in, 17 eserinin yabancı dillere çevirisini yaptı. 50 yıl evli kalan ve bir çocukları olan çifti ölüm ayırdı. Thilda Kemal, 17 Ocak 2001’de hayatını kaybetti. Yaşar Kemal, Ayşe Semiha Baban ile ikinci evliliğini yaptı.

NOBEL   ALAMADI

Yaşar Kemal, pek çok kez Nobel’e aday gösterilmesine karşın bu ödül kendisine verilmedi. Yakın dostu Zülfü Livaneli, Nobel ödülünün küçük hesaplar ve kıskançlıklar dolayısıyla Yaşar Kemal’e verilmediğini, "Sevdalım Hayat"  kitabında  açıkladı.
Yaşar Kemal’e Nobel ödülü verilemedi  ama, yazdığı kitaplardan ötürü 38  ödül aldı.

Büyük usta Yaşar Kemal'i uğurladık
Yaşar Kemal'in cenazesi, 2 Mart Pazartesi, Teşvikiye Camisi'nde kılınan öğle namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'nda 50 yıl evli kaldığı ve 2001'de hayatını kaybeden Thilda Kemal'in kabrinin yanına defnedildi.
Cenazeye katılanlar Yaşar Kemal'ın eşi Ayşe Semiha Baban ve manevi oğlu Ahmet Güneştekin'e taziyelerini sundu.
Cami girişinde taziyeleri kabul eden Ayşe Semiha Baban, "Hepimizin başı sağ olsun. Hepimizin kaybı” dedi.
Yaşar Kemal’e Allahtan rahmet diliyor, yattığı yerin aydınlık ve nur içinde olmasını diliyorum.


19 Şubat 2015 Perşembe

YAŞAMAKTA OLDUKLARIMIZ




BURASI  ATATÜRK  TÜRKİYESİ Mİ?

Burhan Bursalıoğlu

Yüce Atatürk'ün, bir avuç arkadaşı ve bu Ulusun destek ve yardımlarıyla, yedi düvele karşı girdiği mücadele sonunda 600 yıllık Osmanlı hanedanını yıkarak, kurduğu yeni, modern, çağdaş, demokrat TC devletimiz tanınmayacak durumlara geldi.

Halkımızın ekonomik, sosyal ve kültürel konularının dışında kalan Dinsel ve ahlaki yaşantımızın bugünkü acı ama gerçek durumumuzdan bazı kesintiler alarak, halkımızın ne durumda olduğuna, neler yaşadığımıza  bakalım.
70 milyon insanımız şaşkınlık içinde. Herkes diken üstünde. Eğlenen yok, gülen yok, yarınından ümitsiz bir toplum olmuşuz.
.Ahlaken çökmüş, dini inanışlarımız değişmiş, her kafadan, kendi yargılarına göre verilen fetvalar müslüman halkımızı şaşkına çevirmiştir.

Halkımız, okula giden, bakkala, çarşıya giden çocuklarını pencerelerde bekler duruma gelmiştir. Birbirine güvenmeyen, itimat etmeyen, merhaba demeyen, yabancılaşan bir toplum haline geldik. 
70 milyonun üzerinde olan 2-3 milyon azınlığın, gelişmeleri ve olayları normalmış gibi algılamaları, dünya yıkılsa umurlarında olmadan, keyif ve eğlence içinde olmalarını da esefle izliyoruz.
Bu azınlık grubunun içinde bir grup daha var ki, her şeyi dini açıdan alarak, sözüm ona,Kuran da bulunuyor muş gibi, uyduruk laf, yorum ve fetvalarla, halkın kafasını karıştırmakta ve başka başka yönlere çekerek, halkın ahlaki değerlerini bozmaya çalışmaktadır. Amaçları, genellikle kadınlarımız üzerinden Türk toplumunu arap laştırarak, orta çağın da gerisine götürmektir. Meydanları boş bulan bunların sayesinde dinimize olan  manevi bağlılığımız azalmakta, ahlaki değerlerimiz yok olarak, zararlarını kadınlarımız ve aileler çekmektedir. Kadınlarımız tacize uğruyor, tecavüz ediliyor, hor görülüyor,döğülüp, öldürülüyor, ikinci derecede yaratık olarak görülüyor.

Çok üzülerek ifade edeyim ki, kendilerine itimat ettiğimiz din bilginleri  de susmakta, sanki onları destekliyorlar mış gibi susmaya devam ediyorlar.
Ne yazık ki, dinimizi kendi çıkarlarına alet etmeye, orta çağın yaşamına götürmeye çalışanların içinde, profesörler, öğretim üyeleri, partililer, alaylı ve mektepli imamlar, dekanlar bulunmaktadır.
Özellikle odaklandıkları kadınlarımız. Kadınlarımızı obje olarak kullanıp belden aşağı konuları, erkek olsun kadın olsun  fetvalarıyla dimağlara yerleştirmeye çalışmaktadırlar. Böylece ahlak da düşmekte, kadınlarımız bir köle, hizmetkar,seks objesi olarak görülmeye başlanmakta, yasalarımızdaki boşluklardan yararlanılarak , kadın cinayetleri işlenmektedir.
Aşağıda vereceğim somut ve gerçek örnekler nerelere geldiğimizin aynası olacaktır.
Bir ülkede, camına kartopu geldi diye, kartopu oynayan bir gazeteci öldürülüyorsa, "Yağmuru AKP yağdırılıyor" diyecek kadar doğa hareketlerinden yoksun  beyinsizler varsa,  2 yıl zihinsel engelli, 14 yaşındaki bir kıza tecavüz eden bir partinin ilçe başkanı, zihinsel engelli istismarı, çocuk istismarı, makamı kötüye 

kullanma, adam yaralama silahla tehdit suçlarını işleyip, mahkemece serbest bırakılıyorsa, buna karşı çaldığı baklava veya bir simit karşılığı, ve ya düşüncesinden ötürü, mahkemelerimizce mahkum edilebiliyor sa, meclisinde iktidar ve muhalefet MV. lerinin  sopa ve çekiçle birbirlerine saldırıp kan akıtılıyor sa, 14 yaşındaki bir öğrenci, havalı tüfekle sınıfa girip tehdit savurabiliyor sa, 14 lira için bir kadın  öldürülebiliyorsa, 16 yaşındaki bir lise öğrencisi, aynı yaştaki arkadaşını pompalı tüfekle öldürüyorsa, 12 yılda 5325 kadın öldürülüyorsa, gösteri ve protestolar için sokak  ve meydanlarda  çocuklar ve kızlar, biber gazı, boyalı su ile karşı karşıya getiriliyorsa,  yerlerde sürükleniyorsa, öldürülüyorlar sa, mahkeme koridorlarını yöneticilere yapılan hakaret dosyaları dolduruyorsa, intiharlar çoğalıyor, katiller, mahkumlar  itibarlaşıyor sa, kadınlı erkekli horon haram deyip, MV aday adaylığı için soyunuyorsa, Suçluların hadım olması isteniyorsa, Aile yapısı çöküyorsa, genç bir kıza tecavüz 

edilip, elleri kesilip öldürülüp yakılıyorsa, uyuşturucu belası ilkokullara kadar  giriyorsa, laik eğitim isteyen öğrenciler hapishaneye atılıyorsa, cadde üzerinde karısını bıçaklıyor, kurşun yağdırıyor sa, bir çocuk, annesini, oğlunu, karısın gözünü kırpmadan öldürebiliyorsa, "Siz de mini eteği giyip, soyunup, laik sistemin ahlaklaştırdığı sapıklar tarafından tacize uğrayınca da bas bas bağırmayacaksın" diyen bir yobaz, MV adaylığını düşünüyorsa, bir polis amiri, kin kusarak, polisin boynundan tutarak "sık ulan sık" diye bağırıp, halkın üzerine biber gazı sıktırıyor sa, Doktorlar, mimarlar, öğrenciler, öğretmenler, işçiler, madenciler, avukatlar, kadınlar, halk sokaklarda protesto yürüyüşleri yapıyorsa, Barolar birliği gazetelere  sayfa , sayfa iç güvenlik paket aleyhine  ilan veriyorsa, bir vali ilkokul sınıfında, yazı tahtasına Arapça harflerle,  "sağlık için süt için" yazabiliyorsa, Uluslar arası basın özgürlüğünde 149. basamakta ise,  adında  Milli   sözcüğü olan  Milli Eğitimde, dini amaçlı 12 yılda 3 kez sistem değiştiriliyorsa, bir vatandaş gittiği yabancı bir ülkede, kendi Cumhurbaşkanını görünce,kaçıp mekan değiştiriyorsa bir şeylerin ters gittiğinin işaretidir. Bu tersliği de oluşturan aşağıda yazacağım, bazı mürekkep yalamışların fetvaları ve onlara göz yuman, iştirak eden yöneticilerimizdir.


Fetva verenlerin adlarını yazmayacağım. Her ne kadar kendileri isimlerini  açıklamaktan sakınmıyorlarsa da ben onlar gibi düşünmüyorum. Çünkü onlar isim vererek, iktidarca ödüllendirilmeyi beklemektedirler.

"Sigorta yaptıran dinden çıkar."
Bir bayan danışman:  " Kocama arkadaşımı tavsiye ettim, ikinci bir eş almasına müsade ettim."
Bir partinin üye tanıtım sorumlusu:  "Örtüsüz kadın, perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır, ya da kiralıktır"
"Ana bir, bacı iki. Gerisini salla s......"
Bir Prof: "Evlilik dışı cimada, kadına recm ile ölüm"
"Kadın yüzünü kapamalı."
"Dar giysi tesettür olmaz."

"Dekolte giyenlere tecavüz ederler."
"Parfümlüye cennet haram."
"Saç boyamak caiz değildir."
Bir bayan yazar: "Kadına  şiddet erkeğin hakkıdır."
Bir yönetici: "Kızlı erkekli aynı evde ne yapıyorlar belli değil."
Aynı yönetici: "Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz. O fitrata tersdir."
Bir MV: "Tecavüzcü, kürdaş yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur."
"Kürdaşı bir cinayet olarak görüyorum."
Bir MV. kadın gazeteciye: " Ben de sizin bacak aranızı çekip gazeteye bastırsam...."
Bir Prof: "Kadın erkekle tokalaşamaz."
"Kadın dokuz yaşında evlenebilir." Bir başkası bu yaşı 6 ya indirdi.
"Erkek 4 kadın alabilir."

"Kadın ve gavurdan tanık olmaz."
"Akraba evliliği caizdir."
"Doğum kontrolu yasaktır."
"İz bırakmadan kadınlarınızı döğebilirsiniz." 
Bir yazar, Özgecan için "Kız kuyruk sallamasaydı erkek gelmezdi."
Bir aydın müsveddesi: " Annen de olsa diz kapağının üstü tahrik eder."
"Evde oturup, çocuk doğurun, erkeklerin gönlünü yapın."
Bir Prof: "Konuşurken kırılmamalı."
"Kadının evden çıkması caiz değildir."



"Çalışan kadın fuhuşa hazırlık yapar."
"Kadınları, erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsın."
"Makyaj yapan kadının kaportası bozuktur."
Bir partili:" Kızlar okuyunca erkekler evlenecek kız bulamıyor."
"Hamile kadın sokakta dolaşması terbiyesizliktir." 
Başı kesilerek çöpe atılan Münevver için İst. Valisi:" Kızlarına sahip çıksalardı."
Bir yönetici: "Kadın iffetli olacak.  Mahremi, na mahremi bilecek, öyle herkesin içinde kahkaha          atmayacak."
"Ahirette, okulda öğretilenleri sormayacaklar" diyerek pankart asıp "Baba beni okuldan al"çağrısı yapan kızlar.
"IŞID ın kadınlara yaptıklarını onaylıyorum."
" Kadınların mezarı daha derin olmalı. "
Öz kızını taciz eden babayı Diyanete şikayet eden anneye, Diyanetin cevabı: "Baba özür diliyorsa affet. 

Kocasının baskısını hakime şikayet eden kadına hakimin tavsiyesi: "30 yıllık  kocanın suyundan git."
" Aleviler abdest almadıkları için zaten cehennemlikler. Lanetli bir ırk. Tecavüz edilmelerine bir sakınca yok " diyen bir kadın yazar.
Yukarıda alenen söylenenler neden 12 yıl önce söylenmiyordu da şimdi söyleniyor? "Köpeksiz köy buldular değneksiz geziyorlar" özlü söze uygun.
Aşağıdaki  görselleri de  görüşünüze sunuyorum.
 Yorumları size bırakıyorum. Sadece şunu söylemek istiyorum.

"Atatürk'ün çok zorluklarla kurduğu bu ülkeyi yıkmaya çalışanlar çok olmuştur. Hiç biri başaramamıştır.Bu  topraklar üzerinde tek bir laik, tek bir Atatürk devrim ve inkilaplarına bağlı, Atatürk sevdalısı kalana kadarda muvaffak olamayacaklardır. Bu da şu demektir ki  "Türkiye Cumhuriyeti ilelebet  payidar kalacaktır." Hiçbir güç ve kuvvet anasından doğmadığı gibi doğmayacaktır. Allah, kendini kandıranların yanında değil, gerçek müslüman ve Atatürk'çülerin yanındadır."



















MİLLİ BAYRAMLARIMIZ