22 Mayıs 2009 Cuma

GÜNCEL

SİZ” DEMEK, SAYGILI OLMAK ZOR MU ?

Kerem AKCASU

Sizi bilmem ama benim bu ülkede en sinir olduğum olay. Hayatımda ilk defa gördüğüm insanların benimle senli benli konuşması. Cinler tepeme çıkıyor. Tanımadığın insana “sen” diye değil “siz” demek bu kadar zor mu? İlla yüksek bir mevkii sahibi olmak mı gerekiyor?

Hele bu iş bir devlet dairesinde olunca iyice kendimden geçiyorum. Gidiyorsun bir devlet dairesine. Karşında bir memur. Hele bir de memure ise tam festival. Ağzında küçük bir parça sakız. Cakkıdı cakkıdı onu çiğnerken senin suratına bakar bakmaz bir şekilde bakıp
“Sen niye geldin?” veya
“Senin ne vaaardı?” demeleri yok mu? Deli oluyorum. Ama bir amir gelince el pençe divan hepsi. Ulan bir düşün. Senin gerçek amirin benim. Neden ? Çünkü ben vatandaşım, ve her ne kadar devlet kapısına işim düştüğü için o an sana muhtaç olsam da asıl SEN bana hizmet etmekle mükellefsin. Ben var olduğum için SEN ordasın. Sen olmasan ben gene olurdum ama ben olmazsam SEN orada olamazsın. Üstelik o an muhtaç olduğum senin yüksek şahsiyetin değil, kaplamakta olduğun mevkii.
Ayrıca şunu da düşünmez. Saat altıdan sonra hepimiz aynıyız.
Eskiden dükkanlarda şu söz asılı olurdu: “Müşteri velinimetimizdir”. Ya şimdi? Giriyorsun dükkana “Buyur bilader, sen ne istedin?” Ne mi istedim? Her şeyden önce bir nebze saygı ve sonra adam gibi hizmet. Ama nerdeeeee. Adamdan alışveriş yapıp, adama para kazandıracaksın ama sanki adamdan bir şey istediğin zaman sanki anasına küfür ediyorsun.

Eskiden karşımdakine “SİZ” diye hitap ederdim. Ama artık yok. Çünkü maalesef millet olarak samimiyet ile yüzsüzlüğü ayırmaktan aciziz. Olay sadece “SİZ” demekle ilgili değil. Üniversitede okurken bir gün bir arkadaşın senin ilk defa gördüğün başka bir arkadaşını da getirir. Getirsin. Başımızla beraber. Ama o yabancı bir süre sonra tekrar gelir bir vesile ile. Ama sonra? Susadıysa veya karnı acık acıktıysa dooooğru mutfağa, akabinde dolaba. Bir de dolapta beğendiği bir şey varsa sormaz bile. Yer. Ne o? E daha önce bir kere geldi ya, o ev artık benim değil onun anasını satayım.
Yaşım 38 olmasına rağmen ben acık geri kafalıyım böyle konularda. Misafir olduğun evin mutfağı ve dolabı, yatak odası kadar mahremdir bence. İzin almadan giremezsin bile. Ev sahibi senden yaşlı bile olsa, bu nedenle de isteğini ondan istemek yerine rahatsızlık vermemek için bile olsa gidip mutfağı ve dolabı kurcalamak, onu yerinden kaldırmaktan daha büyük saygısızlıktır diye düşünüyorum.

21 Mayıs 2009 Perşembe

T E Ş E K K Ü R

Oğlumun rahatsızlığı nedeniyle, “Geçmiş, olsun, acil şifalar dileğinde bulunan ve dualarını esirgemeyen, aşağıda adları bulunan dostlarıma teşekkürlerimi sunarken, hastanın taburcu edildiğini sevinerek duyururum.
Burhan Bursalıoğlu

Abdullah Akar
Afife Özgörüş
Ahmet Karslı ve Eşi
Ali Ülgür
Asiye Erimoğlu
Aşkın Türkelli ve Eşi
Ayberk Bursalıoğlu
Ayça Tülüce
Aysel Döşeyenler
Ayşe Ülgür
Ayşegül Bıyık
Azmi
Barbaros Şenuslu
Bekir Erdem ve Eşi
Birsen Duman
Bülten Özmiş
Cem Yurtsev ve Eşi
Cemil Ülgür
Dilara soyuğür
Dilara Toprak
Ebru Bıyık
Ecem Bursalıoğlu
Evrim Özler Saltık
Eylem Dursun
Fatma Bıyık Dirim
Fatoş Bal Eralp
Firdevs Arslan
Fulya
Gönül İnal
Gülbin Öcal Kuşallar
Güler Bilgin
Gülsen Köse
Haşim Bursalıoğlu
Hülya Aytekin
İlhami Erdağı ve Eşi
İnci Sezgün ve Eşi
Kerem Akcasu ve Eşi
Mehmet Bursalıoğlu
Mine Bursalıoğlu
Mustafa Yalçın ve Eşi
Nurettin Uzun ve Eşi
Nurgül Tülüce
Oğuzhan Tutsak
Osman Ercan ve Eşi
Sadık Doğru
Saynur Bilgin
Serap Ersoy Aydın
Sevim Taşıyıcı ve Ekleri
Sırrı Şenuslu ve Eşi
Soner Gönen ve Eşi
Sühendan Hanım
Şebnem Bahar
Şeref Uğuriş ve Eşi
Şule Tutsak
Tuba Akar
Turgut Terzioğlu ve Eşi
Uğur Kurtarıcı
Volkan Kekevi
Yasemin Çelikbilek Civelek
Yeliz Usta
Yusuf Akar ve Eşi
Yücel Fazla ve Eşi
Zehra Uğur hatırlıyamadığım dostlar.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

ULUSAL BAYRAMLARIMIZ - 2 -










19 M A Y I S
ATATÜRK'ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI


Burhan Bursalıoğlu



Bu gün, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşımızın başlattığı 19 Mayıs 1919 un 90 ıncı yıldönümüdür.


I. Dünya Savaşı sonunda, galip devletler, Osmanlı İmparatorluğuna imzalattırdıkları SEVR anlaşması gereği, yurdumuzun birçok yeri işgal edilmişti.

Bu duırumu , Türk Milletine reva görmeyen Mustafa Kemal Yurdumuzu kurtarmak için Anadolu'ya geçmesi gerektiğini düşünerek, Osmanlı yönetiminden aldığı müfettişlik görevi ile, 16 Mayıs 1919'da "Bandırma Vapuru" ile İstanbul’dan Samsun'a hareket etti. 19 Mayıs 1919'da Samsun'a vardı. Burada başlattığı Kurtuluş savaşımız için , bir dizi girişimler yaparak, halkı bilinçlendirdi. Samsun'dan sonra Havza, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi ve Ankara'ya vardı.


23 Nisan 1920 de Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetini kurarak bir fiil, işgalci devletlere karşı savaşları başlatmış oldu. İnönü, Sakarya, Dumlupınar ve Büyük taarruzla Yurttan düşmanları temizledi ve 29 Ekim 1923 de CUMHURİYET' imizi kurdu.


Atatürk'ün, arzusuyla,19 Mayıs günü , her yıl "Gençlik ve Spor Bayramı" olarak kutlanmaktadır.


Atatürk Türk gençliğine olan güveni nedeniyle, Cumhuriyet'imizin geleceğini gençlere emanet ederek, onlara görev yükledi. Bu görevi Nutkunda şöyle açıklıyor. "Ey Türk Gençliği! Birinci görevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel senin en değerli güven kaynağındır.

Gençlik olupta, sağlam beyin ve sağlam beden olmaz mı? Beynin sağlamlığını , bedenin sağlamlığına bağlayan Atatürk, "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur!" diyerek, başarılı olmak için sağlıklı, sağlıklı gençlik için de sporun şart olduğunu belirtmiştir. Bu nedenledir ki, 19 Mayıs Atatürk'ü anma Gençlik ve Spor Bayramını gençlere armağan etmiştir.


Bu bayramın kutlanmasına Atatürk o kadar değer vermiştir ki, bir söyleşide, "ne zaman doğduğu "sorulduğunda " Ben 19 Mayıs'ta doğdum" demiştir.


Başta gençlik olmak üzere, tüm Ulusumuzun Atatürk'ü anma, Gençlik ve Spor Bayramlarını kutluyorum.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

OĞLUM YÜKSEL'İN ENFAKTÜS GEÇİRMESİ VE YOĞUN BAKIMDA BULUNMASI NEDENİYLE BODRUMA GİDİŞİMİZİ ERTELEDİK. TÜM DOSTLARA DUYURURUM.
Burhan Bursalıoğlu

15 Mayıs 2009 Cuma

V E D A



Değerli Okuyucularım.
17 Mayıs 2009 Pazar günü sabahı Bodrum'a hareket edeceğim.
Bu nedenle BLOG um birkaç gün çıkmıyacaktır. Sizlere bol bol Bodrum haberleri ve önemli konulardaki görüşlerimi aktarmaya çalışacağım.
BLOG um herkese açık olduğu için, fikirlerinizi, düşüncelerinizi, başkalarıyla paylaşmak istediğiniz bilgilerinizi, Blogumda yayınlanması için, burhansev@gmail.com adresime gönderebilirsiniz.
Yarın Cumartesi saat 18 deki Emirgan İlkokulu mezunları toplantısında görüşmek üzere, sevgilerimi sunuyorum.

Burhan BURSALIOĞLU

13 Mayıs 2009 Çarşamba



EVRİM ÜZERİNE -2-


İKİNCİ KISIM
Kerem Akcasu

Son olarak üç gerçek eko sistem anlatacağım. Yukardaki resmi iyice bir inceleyelim.Bu resmin neye ait olduğunu anlayan anladı. Anlamayanlar için yazalım, bu bir orkide türü. Ve neredeyse her orkide gibi, üremek için bu orkide de bir yaban arısını kandırmak yolunu seçmiş. Bu orkide ile ilgili anlatacaklarımı seyrettiğim bir belgeselden hatırladığım kadarı ile olacağından ufak tefek hatalar olabilir ama burada okuyucudan istediğim genel mantığı kavramak.
Bu orkidenin kandırdığı yaban arısının ise değişik başka bir özelliği var. Dişisi toprak altında yaşıyor. Üreme zamanı geldiğinde, toprak üzerine, bir ağaç, taş vs. üzerine çıkıyor ve erkeğini çılgına çevirecek olan feromonunu salgılıyor. Erkek arı dişiyi bulduğu zaman bildiğim kadarı ile bilinmeyen bir nedenle, dişiyi oradan alıyor ve havada veya başka bir yerde çiftleşiyor ve aldığı yere veya kendi münasip gördüğü bir yere bırakıyor.
Orkideye geri dönelim. Resimde sağ tarafta görülen mor cisim, arının dişisinin bir benzeri. Ve orkide dişinin yaydığı feromonun aynısını bu organ üzerinden yayıyor. Erkek arı bunu dişi zannederek alıp götürmeye çalışıyor. Bu organ ve sapı, ok ile işaretli yerden mesnetli olduğu için erkek arı gitmeye çalışırken, bu ok ile işaretli menteşe etrafında dönüyor. Dişisini götürmeyi beceremeyen arı daha büyük bir güç ile gitmeye çalışıyor. Ve bu uğraş sırasında sırtı sol taraftaki çanak içinde bulunan polenlere yapışıyor. Ve dişiyi götüremeyeceğini anlayan arı sırtında polenlerle gidiyor. Ancak orkidenin yaydığı feromon o kadar aynı ve kuvvetli ki arı ikinci bir orkide çiçeğine yine dişi diye saldırabiliyor. Bu orkideye her arı konduğunda gerçekleşmiyor belki ama orkidenin neslini devam ettirebilmesi için yeterli miktarda arı, yeterli oranda bu tuzağa düşüyor. Bunun küçük bir mekanizma olduğunu, ilgili uzunlukların 3-5 mm. kısa veya uzun olması halinde döllenme işleminin gerçekleşemeyeceğini de herkes kabul eder herhalde. Bunu da kafamızın bir kenarına yerleştirdikten sonra bir büyük minik eko sisteme geçelim.Beyin solucanları denen bazı canlılar var. Bunlardan mikroskobik boyutlarda olanlarından bir tanesi, hayat döngüsünü sürdürebilmek için hem salyangozları, hem de kuşları kullanıyor. Evet, resmen kullanıyor. Nasıl mı? Salyangoz bu kurtçukların yumurtalarını yiyor. Ve yumurtalardan çıkan kurtçuklar, salyangozun göz uzantılarına yerleşiyor ve orada renkli, sürekli kıpırdayan bir yapı oluşturuyorlar. Bu görüntü kuşların çok sevdiği tırtıllara benzediği için kuşlar bu salyangozları yemekten kendilerini alamıyorlar. Kurtçuklar kuşların sindirim sisteminde gelişiyor ve yumurtluyorlar. Bu yumurtalar ise salyangozlar tarafından yenmek üzere kuşun pisliği ile beraber dışarı atılıyor ve döngü böyle devam ediyor. Bu döngünün en enteresan tarafı, kurtçuklar salyangozun beynini de ele geçirerek normalde salyangozların hiç yapmadığı bir şekilde günün ilk ışıkları ile birlikte, kuşların kendilerini daha rahat görebileceği ağaç tepelerine çıkmalarını sağlıyorlar. Bu aklımızın bir kanarına koyacağımız mini bir üçlü eko sistem.Gelelim daha karışık bir eko sisteme. ABD’ de bulunan Yellowstone milli parkında meydana gelen ekolojik değişikliklerin nedenini araştıran bilim adamları, eskilerle kıyaslanan en büyük eksiğin insanlar tarafından soyları tüketilmiş olan gri kurtlar olduğunu tespit ediyorlar. Pek ihtimal vermemekle beraber hem etkilerini görmek hem de kurtları yeniden bu bölgeye kazandırmak üzere Kanada’ dan 30 adet gri kurt getiriliyor. Tahmin edilenden çok daha kısa bir sürede eko sistemde eskiye dönüş gözleniyor. Sebebini araştırmaya çıkan araştırmacılar, geyik ölüleri ile karsılaşıyorlar. Fakat bu geyik ölümlerinin, eko sistemde bu kadar çabuk bir değişime sebep olacak kadar çok olmadığı da tespit ediliyor. Ve incelemeler sonucunda, peşlerinde sürekli kurt sürüsü olan geyiklerin hiç bir yerde ağaç ve otlakların kökünü kurutacak çok kalamadıkları ve hatta kurtlardan kurtulabilmek amacıyla düzlükleri terk edip, daha sarp yerlere kaçtıkları ortaya çıkıyor. Neticede, ağaçlar ve otlaklar çoğalıyor, gürleşiyor. Bunun sonucu olarak ise, eskiye nazaran çok genişlemiş olan akarsu yatakları kimi yerlerde daralırken, ağaçların serpilmesine ve akarsu yataklarındaki bu daralmaya da bağlı olarak geri gelen kunduzların barajları sayesinde başka bazı yerlerde minik göletler ve etraflarında başka minik eko sistemler gelişiyor
Kurtların geride bıraktıkları leşlerin ayılar, çakallar, kuzgunlar ve büyüklü küçüklü diğer leşçilerin hayatlarında meydana getirdiği değişiklikte ayrı bir etki olarak göze çarpıyor. Yani Yellowstone eko sisteminde bulunan kurtların varlığı veya yokluğu tüm bir eko sistemi derinden etkiliyor. Ve ben eminim ki soyu tüketilen kurtlar değil, kunduzlar olsaydı da eko sistemde bir çökme meydana gelecekti.Bu üç eko sistemin tesadüf sonucu oluşmuş olması bana ters geliyor. Ve son olarak termodinamiğin ikinci kanunun babası olan Rudolf Clausius’ un kelimesi kelimesine olmasa da şu sözünü tekrarlamak istiyorum: “Evrende önceden kurulup bırakılmış bir zembereğin boşalmasını seyrediyoruz.” Veya, hayatın başlaması, cinsiyetin ortaya çıkışı, pre-kambriyen dönemde meydana gelen canlı patlaması gibi bazı ara müdahelelerle bugünlere gelmiş bir evrenimiz var. Bence…

11 Mayıs 2009 Pazartesi

SANAT

CEM YURTSEV' in SLAYT GÖSTERİSİ



Burhan BURSALIOĞLU







Zaman zaman bilgisayar sayfamıza düşen, aslında sık sık görmek istediğimiz bir isim var. Cem Yurtsever. Bu adı görünce, Yurdumuzun güzel köşelerinden, bir yerlerin slaytlarını izleyeceğimiz, veya kendi çapında bir kültür sorusuyla yarışma düzenlemiş olduğu akla gelmektedir.Cem Yurtsev'in zevkle izlediğimiz slaytlarından bir kısmı, 9 Mayıs 2009 Cumartesi günü,Cankurtaran'da ki, Hammami-zadeİsmail Dede Efendi evinde, Cem Bey tarafından, 50-60 kişilik doğa ve yöre aşığı kişilere sunuldu.Çok samimi ve ciddi bir atmosfer ortamında geçen, "GÖRÜP DE DOKUNAMADIĞIMIZ İSTANBUL" dijital destekli sunum da, önce Dede Efendi Evi tanıtıldı. Sonra: sırasıyla, Samatya, Zeyrek, Pierre Loti, Yeldeğirmani-Kadıköy, Kız kulesi, Adalar, Soğuk çeşme sokağı ve Gülhane parkı, Yeşilköy, ve Beyazıt semtlerinin, sokaklarını, binalarını, parklarını, tarihi mekanlarını, Cem Yurtsev'in objektifinden izledik.Öğretmen olarak, özel bir okulda çalışan Cem, boş zamanlarında ve tatillerinde Yurdumuzun ilginç ve güzel, seyre değer yörelerini gezerek çektiği, sanat değerindeki resimleri değerlwendirerek, bizlerle paylaşan Cem Yurtsev'i Eşi ile birlikte, 16 Şubat akşamı, Emirgan İlkokulu mezunları nın, okul bahçesindeki toplantıya davet ettim. Bir sorun çıkmazsa, memnuniyetle gelebileceğini söyleyen Cem Bey'in, özellikle gençlerle tanışmasını istiyorum.Başarılarından ötürü, Cem ve ona her konuda yardımcı olan eşini kutluyor, başarılarının devamını diliyorum.

Dağıtım: Adresler: ve "http://www.burhansev.com/"

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ