2 Nisan 2009 Perşembe

HARFLERİN İFADELERİ


A - B - C

Burhan BURSALIOĞLU

A: Algılama gücü ve mantık yürütme kabiliyeti yüksek kişiliği temsil eder.
B: Ön sezileri kuvvetli kişiliği temsil eder. En olumsuz olaylarda dahi umutlarını yitirmeyen kişiliktir aynı zamanda.
C: Güzel sanatlara yatkınlığı temsil eden, duygusal kişiliği ifade eder.
Ç: Zevk ve sefa düşkünü kişiliği temsil eder.
D: Üstün gücü temsil eder. Hırslı ve zorluklara direnen kişiliği ifade eder.
E: Ruhsal karışıklığı temsil eder.Yani, üzüntü ve sevinci bir arada yaşayan ve ruhsal gel- gittikleri olan kişiliği ifade eder.
F: Sakinliği temsil eder.Uysal ve güvenilir kişiliğin işaretçisidir.
G: İnatçı kişilik, gerginlik ve üstün güçlere sahip olma arzusunu ifade eder.
H: Sakin ve durağan bir kişiliği ifade eder. İ –I:Hassas, duygusal ve kırılgan bir kişiliği temsil eder.
J: Kaprisli ve kıskanç kişiliğin belirtisidir.
K: Başarılı, unvan sahibi ve daima yükselen bir kişiliği ifade eder.
L: Sanatsal yönleri olan kabiliyetli kişilik ifadesidir.
M: Ticarete yatkınlık ve yüksek zeka seviyeli kişiliği ifade eder.
N: Üstün güçlere sahip, sağduyulu kişileri temsil eder.
O-Ö:Gizemli kişilik sahibidir.Gizliliği sever ve duygularını açığa vurmaktan kaçınan tiplerdendir.
P: Kendinden emin kişilik, girdikleri ortamda kendine güvenli tavırlarıyla dikkat çekerler.
R: Tereddütlü kişilik demektir, karar vermede zorlanmalar yaşarlar.
S-Ş:Hayalperestliği sembolize ederler. Aşırı hayal kurarlar.
T: Oldukça ketum tavırlı ve duygularını karşısındakine açmayı zor başarabilen kişiliği temsil eder.
U-Ü:Durgun görünümlü, çok ağır hareket eden, işlerini ağırdan alan bir profil çizen kişiliktir.
V: Kendi içine dönük, umursamaz kişiliği ifade eder. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesiyle hareket eder.
Y: Geçmişteki izleri, üzüntü ve diğer olayları sürekli yaşar, geçmişlerini asla unutmazlar ve güçlü bir kişilik yapısı gösterirler.
Z:Bilimsel açıdan başarılı,okumayı seven, akademik anlamda başarılı kişiliği ifade ederler.

31 Mart 2009 Salı

GÜNCEL ALINTILARDAN









Seveni ve sevmeyeni bol olan Hıncal Uluc'un yazısı.Yoruma bile gerek yok. (Alıntı)
Gün Atatürkçülerin günüdür!..

Atatürkçüler!.. Atatürk Cumhuriyetinin sahipleri.. Laik, çağdaş, batılı, demokrat Türkiye Cumhuriyeti' ne inanan insanlar.. Eğer bugün susarsanız, bugün sinerseniz, bugün koparılan gürültüler, tozduman edilen ortamda Atatürk ve Cumhuriyeti' nden şüphe ederseniz hele, biteriz. Atatürk biter. Atatürk Cumhuriyeti biter.. Yıllar önce İkinci Cumhuriyet sulandırmasıyla ortaya çıkıp, aslında Ortadoğu ve Orta Asya'ya Göz dikmiş Amerika'nın ihtiyaç duyduğu tampon, uydu "Ilımlı İslam" devletine döneriz.
O zaman yeni bir Atatürk de bekleyemeyiz. Çünkü Atatürk'ler tarihte kolay yetişmiyor.. En azılı düşmanı Lloyd George'un dediği gibi, yüzyılda bir geliyorlar dünyaya.. Geçen yüzyıl bize nasip olmuştu. İki yüz yıl üst üste şansın bize dönmesini ummayın.. Bakın, Ortadoğu ve Orta Asya siyasetini tamamen bir Ilımlı İslam Türkiye'ye bağlamış. Amerika'nın niyetleri nasıl açık!... Ne diyor gayri resmi sözcüleri Newsweek dergileri.. Türkiye'de iki derin devlet var. Biri temiz.. Onlar AtatürkCumhuriyetçisi laikler.. Kimler?.. Ordu.. Yargı.. Üniversiteler. Yani tüm dinamik güçler ve tüm Atatürk bekçileri.. Bunlara dil uzatamıyor. Ne diyor.. Bir de Kirli derin devlet var.. Temiz derin devlet varlığını devam ettirebilmek için kirliye muhtaç. Yani eninde sonunda o da bulaşık.. O da kirli.... Ve baklayı ağzından çıkarıyor.. "Ey Türk milleti.. Bu derin devletten kurtulmak için tek yol var önünde..Mart ayındaki seçimlerde oyunu AKP'ye ver. Yüzde 47'den daha fazla ver ki, onlar iyice coşsun, ötekiler iyice pıssınlar.." Yani, Deniz Baykal'ın göstermelik, Devlet Bahçeli'nin "Yavru" muhalefetine bile tahammül edemiyorlar, görünüşte. Aslında Amerika'nın sorunu muhalefet değil. Bir Kemal Derviş müdahalesiyle işi nasıl başarıp, darmadağın ettikleri tüm öteki partiler yanında iktidarı AKP'ye nasıl altın tepside sunduklarını bilmeyen var mı?. Amerika'nın sıkıntısı Atatürk'ün ve ilkelerinin yılmaz bekçisi Ordu.. O, orda, öyle dimdik durdukça, Cumhuriyetin laik ilkelerinden ödün vermek, Ilımlı İslam devleti kurmak mümkün olmayacak.. O zaman hedef ne?.. Ordu!..
Türkiye'nin derin devleti var da Amerika'nın yok mu?..
Onlar salmazlar mı kendi derin devletlerini Türk Ordusunun üzerine..
O ordu yıpratılır, o ordunun Türk halkı nezdindeki başından beri açık ara süren "1 numaralı güvenilen kurum" niteliğine gölge, şüphe düşürülürse iş kolaylamaz mı?..
Oynanan oyun bu..
Bu ülkede her iktidar, polisi ele geçirebilir..
Ama Menderes dahil, Ordu'yu ele geçirebilen çıkmadı.
Çıkmaz.
O Harpokulu orda durdukça çıkmaz.
Bugün polis ne durumda biliyor musunuz?.
Tarikatlar ne kadar sızmışlar haberiniz var mı?.
Bugün Ordu'yu yıpratan her olayın içinde ve başında polisin olması tesadüfmü?.
Polis, yargının, yani savcıların, mahkemelerin isteğiyle mi hareket ediyor, yoksa iktidarın emir kulu mu?.
Polisin, o gün nereleri basacağını polisten evvel devlet televizyonunun bilmesini neye bağlıyorsunuz mesela..
Çok kritik bir Ordu mensubunun evi basılır, güya çok önemli belgeler ele geçirilirken, savcılara haber verilmeyişi, polisin eve gelip yalnız başına 3 saat çalışması ve bilgisayarı yedekleme yapmadan alıp gitmesi tesadüf mü?.
İçinden çeşitli silahlar çıkan kazı yapılırken, polisin tüm özel yayın kurumlarına engel olup, sadece TRT kameramanı eşliğinde çalışması hep masum tesadüf, ya da talihsizlikler mi?.
Ordu'dan şüpheyi pompalayan satılık kalemler, hem de bu kadar temel yanlışı yapan polisi niye eleştirmiyorlar sizce?.
Geçen gün, bulunan silahlarla ilgili, 1965 yılında askeri okulda bize verdikleri dersi özetledim. İşgal altındaki ülkede, işgalcilerle gerilla savaşı yapmak için, barışta gömülen, saklanan silahları anlattım.
Bir emekli General dedi ki..
"Yazdıkların doğru.. Bak sana söylüyorum. Bugün bulunan tüm silah ve cephanenin devlete kayıtlı olduğunu asker de, polis de biliyor. Asker görev bilinci içinde sırlarını açıklamaz. Susuyor. Polis bunu biliyor ve kullanıyor.. Asker hızla yıpranıyor.."
Ergenekon adı altında kopan tüm gürültünün baş hedefi, Atatürkçüler ve de özellikle Atatürk'ün ordusu..
İşte onun için diyorum..
Gün susma, sinme, geri adım atma, "Hele bir bekleyelim" deme günü değil..
Onlar organize.. "Fet" diyorum, yüzlerce küfür, tehdit maili yağıyor.
Bir yerden işaret almış gibi..
Bütün gazete yöneticileri, bütün köşe yazarları bu baskının altında..
Atatürk'e söven yazılar son günlerde nasıl azdı, nasıl yoğunlaştı?..
Çünkü onlara da alkış yağıyor her sövmelerinde, ayni merkezlerden..
Coşuyorlar.
Atatürk Cumhuriyetçileri. .
Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençler..
Korkmayın..
Sinmeyin..
Susmayın..
Bilgisayarlar kilitlensin haykırmanızla..
Atatürk'ün kurumları, onlara sahiplendiğinizi görsün, hissetsin,yaşasınlar...
Bu ülke bizim..
Bu Cumhuriyet bizim..
Atatürk bizim..
Biz yaşadıkça..
Korkmadıkça, sinmedikçe, palavraya pabuç bırakmadıkça..
Hıncal ULUÇ

30 Mart 2009 Pazartesi

ATATÜRK'ten ANILAR

















Burhan BURSALIOĞLU


ATATÜRK' e BİR KÖYLÜNÜN CEVABI

Tarihimiz sayısız savaşlarla doludur. Biz bu savaşlardan başkaldırıp ne memleketi imar edebilmişiz, ne de kendimiz refaha kavuşmuşuzdur. Bunun sebebi, bizim suçumuzda olduğu kadar düşmanlarımızdadır da. Çünkü başta moskoflar olmak üzere düşmanlarımız hep söyle düşünürlerdi :- Türklere rahat vermemeli ki, başka sahalarda ilerleyemesinler... Bunun için de sık sık başımıza belalar çıkarırlar, savaş açarlar, Balkan milletlerini istiklal diye kışkırtırlardı. Biz böyle durmadan savaşırken de o zamanlar askere alınmayan gayri müslimler durmadan zenginleşirlerdi. Onların neden zengin, bizim neden fakir kaldığımızı bir köylü, Atatürk'e verdiği kısa bir cevap ile gayet veciz olarak izah etmiştir. Atatürk, Mersin'e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş :- Bu köşk kimin ?- Kirkor'un... - Ya şu koca bina ?- Yargo'nun- Ya şu ?- Salomon'un... Atatürk biraz sinirlenerek sormuş :- Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz ? Toplananların arkalarından bir köylünün sesi duyulur :- Biz mi nerede idik ? Biz Yemen'de, Tuna boylarında, Balkanlarda Arnavutluk dağlarında, Kafkaslar'da, Çanakkale'de, Sakarya'da savaşıyorduk pasam... Atatürk bu hatırasını naklederken :- Hayatımda cevap veremediğim yegane insan bu ak sakallı ihtiyar olmuşstur, der dururdu.


Atatürk'ün nükteleri-fikralari-hatiralari, sh 18


CUMHURİYET


Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa’ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kitlesi iskelede etrafını çevirmiş bulunmakta idi. Bir kadının, elinde bir kagıtla Atatürk’e yaklaştığı görüldü. İhtiyar, zayıf bir kadındı. Ata’nın yolunu keserek titrek bir sesle: - Beni tanıdın mı oğul? dedi. Ben sizin Selanik’te komşunuzdum. Bir oğlum var; devlet demiryollarına girmek istiyor. Siz onu alsınlar dediniz. Fakat müdür dinlemedi. Oğlumu yine işe almamış...Ne olur, bir kere de siz söyleseniz. Atatürk’ün çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı... Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle :- Oğlunu almadılar mı? dedi. Ben tavsiye ettiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş... Çok iyi yapmışlar... İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak...Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu. Ve Atatürk adeta vecd (çosku) dolu bir sesle:- işte, Cumhuriyetten beklediğimiz netice... Diyordu.


Köymen, Hulusi; Atatürk’ü anmak kitabindan, s. 260


OLUR ŞEY DEĞİL


Muallimler Ankara'da bir içtima (toplantı) yapmışlar, içtimaa iki üç muallim hanım da iştirak ederek salonda ayrı bir yere oturmuşlardı. Muallim hanımların içtimaa gitmelerini hoş görmeyen meclis'in sarıklıları Gaziye şikayete gidiyorlar. Gazi kızarak :- "Kimmiş muallimler cemiyeti reisi ? Çağırın onu !"Ve Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girince, gürleyen bir sesle çıkışıyor :-"Siz muallimler içtimamda ne yapmışsınız ? Ne ayıp şey bu ?"Mazhar Müfit şaşakalır. Gazi'den bu hareket mi beklenirdi ? Sarıklılar muzaffer bir eda ile gülüyor. Sarıklılar neş'e içinde Gazi'nin sesi hep aynı tonda devam ediyor. - "Olur şey değil, olur şey değil !"Mazhar Müfit hala ayakta ve hala ne diyeceğini şaşırmış bir halde cevap vermeye çalışıyor :-"Efendim, vallahi... "- "Birak birak, ben hepsini biliyorum; içtimaa muallime hanımları da çağırdınız. Fakat onları niye ayrı sıralara oturttunuz ? Sizin kendinize mi itimadınız yok, Türk hanımının faziletine mi ? Bir daha öyle ayrılık, gayrılık görmeyeyim, anladınız mı ?
Atatürk'ün nükteleri-fikralari-hatiralari sh 59


DEVLET İMKANLARINI AMACINA UYGUN KULLANMA


Sivas kongresi sonrası, heyeti temsiliye’nin Ankara’ya gelmesi kararlaştırıldıktan sonra Mustafa Kemal ve Hüseyin Rauf beraberlerindekilerle Ankara’ya geldiklerinde keçiören yolu üzerindeki zıraat mektebi’ne misafir edilmişlerdi. Daha sonra Mustafa Kemal Ankara istasyonundaki gar müdürlüğü binasına yerleşsti. Burası hem evi, hem çalışma yeriydi.O tarihlerde Ankara vilayetinin şehir merkezi kale ve onun hemen çevresi idi. Keçiören, Etlik, Dikmen, Ayranci’da bağ evleri vardı. Bunlar arasında Çankaya'da papazın bağı olarak adlandırılan iki katlı ev Mustafa Kemal’e armağan edildi ve o da, evi, Ordu’ya devrederek evin adı ordu köşkü oldu. İki katlı binaya 1924’de ilaveler yapıldı, fakat bina ısıtılamıyor idi. Zafer, inkilaplar, Cumhuriyet, Dünya'nin üzerimizde toplanan gözleri, Mustafa Kemal’in müstesna şahsiyeti, mütevazi de olsa yeni bir devlet başkanlığı konutunu zorunlu kılıyordu.Mustafa Kemal yeri kendi seçti, kayalar düzenlendi, dış cephe pembe rengin hakimiyetinde, içerde yeşilin her tonu ile ve planın esası Mustafa Kemal’in olan yapı 1932’de tamamlandı ve aynıi yılın Haziran ayında da taşınıldı. Pembe köşkün döşenmesi için bütçede pek mütevazi para vardı. Gazi, gerekli olanı şahsi imkanları ile karşılama kararı aldı ve kendisine tavsiye edilen o günlerde Beyoğlu İstiklal caddesinde bir Türk’ün açtığı dekorasyon mağazası sahibi Selahattin Refik beyi Ankara’ya davet etti. Binayı gezdirdi, arzularını açıkladı ve kendisinden teklif istedi.Kisa süre sonra kendisine sunulan tasarıyı inceledi, muhatabı konuyu gerçekten biliyordu ve anladı ki, kendisini tanıyanlarca da uyarılmıştı. Buna rağmen teklifleri hazırlayanları kırmadan ülkenin mütevazi imkanlarını izah edebilmiş olmanın rahatlığı içinde feragatlar istedi. O sırada Ata’nin yanında olan Ankara belediye başkani Asaf İlbay bey Ata’nin şu açıklamasını kaydeder. “Biliyorsunuz burası Cumhurbaşkanlığı köşkü... Mülkiyeti devletin... Benden sonra buraya meclisin veya belki milletin doğrudan seçeceği zatlar gelecek. Bu eşyaların parasını benim şahsen verdiğimi sizler biliyorsunuz ama, yarın bunu bilmeyenler içinde yanlış hükümler veren olmaz mi? Memlekete en zaruri hizmetlerin yapılamadığı bütçe darlığı içinde israf yapıldığını düşünenler bulunmaz mı? Bir endişem de karar mevkinde olanların şahsi arzularını devlete yükleme mevzuunda beni emsal göstermeleridir. Bunu hiç istemem.”Sonra Selahattin Refik bey’e döner:“Şahsi imkanların olsa bile, böyle mekânlara asgari masraflarla rahat ve zevkli tefrisi tercih etme tercihindeyim. Beni anlıyorsunuz zannederim.” Der.


Cemal Kutay, Atatürk olmasaydi


























28 Mart 2009 Cumartesi

ÇİÇEKLER








ÇİÇEKLER NEYİ İFADE ETMEKTELER

Burhan BURSALIOĞLU




AKASYA- (Pembe veya kırmızı) : Seni beğeniyorum.
AKASYA (Beyaz) Bizimki temiz bir sevgi, belki biraz arkadaşca.
AKASYA (Sarı) Platonik aşk.
ANANAS : Sen kusursuz birisin.
ARDIÇ: Seni koruyacağım.
AYÇİÇEĞİ: Sana tapıyorum.
AÇELYA: (hint): Gerçek şu ki, her şey bitti.
BADEM: Aşkımızın sürmesini ümit ediyorum.
ÇAN: Aşkımıza sadakatle bağlıyım.
ÇİNGÜLLÜ: Zarif ve çok güzelsin.
ÇUHA: Çok güzelsin.
ELMA: İtiraf etmem gerekirse, seni görünce şeytana uyasım geliyor, ya senin?
ERİK: Sözüme sadık kalacağım.
FINDIK: Barışmak istiyorum
FULYA: Sevgilim geri dön.
GARDENYA: Gerçek aşkımsın.
GELİN EL ÇİÇEĞİ: Mutlu olabiliriz.
GLAYÖR (Beyaz): Dostluk.
GLAYÖR (Kırmızı): İstek .
GLAYÖR (Pembe): Zerafet.
GLAYÖR (Sarı) Kıskançlık.
GLAYÖR (Mor) İnanç.
GÜL (Beyaz) Masumluk
GÜL (Pembe): Arkadaşımsın.
GÜL (Kırmızı) Seni seviyorum.
GÜL GONCASI (Kırmızı) Genç ve güzelsin.
HANIMELİ: Sana olan bağlılığım sonsuza kadar devam edecek.
HERCAİ MENEKŞE: Beynimi i,şgal ediyorsun, ama ben bu durumdan şikayetçi değilim.
İSPANYOL YASEMİNİ: Bence sen çok seksi ve şehvetlisin.
KAKTÜS: Aşkımız için zorluklara katlanmalıyız.
KAMELYA: Kusursuz bir aşıksın.
KARANFİL (Koyu kırmızı) Kalbimi kırdın.
KARANFİL (Pembe) Seni unutmayacağım.
KARANFİL (Kırçıllı) Üzgünüm ama bitmek zorunda.
KARANFİL (Sarı) : Beni hayal kırıklığına uğrattın.
KRİZANTEM (Beyaz) : Bana gerçeği söyle.
LALE (Kırmızı): Aşkımı itiraf etmek istiyorum.
LALE (Alacalı): Gözlerin çok güzel.
LEYLAK (Mor) :Sana ilk görüşte aşık oldum.
LİLYUM: Güven.
MENEKŞE (Mavi): Sana sadık kalacağım.
MENEKŞE (Mor): Düşüncelerimi koruyacağım.
MELEKOTU: İlham kaynağımsın
MİMOZA: Fazla alıngansın
NANE: Sana karşı içimde sıcak hisler besliyorum.
ORKİDE: Aşkım, sen çık özelsin.
ÖKSEKOTU: Sorunların üstesinden geleceğim.
PAPATYA ( Bahçe) Fikirlerini benimsiyorum
PELESENT: Aşkım daha fazla bekletme.
PETUNYA: Umudunu yitirme.
PORTAKAL: Ben de seni seviyorum.
SARDUNYA: İçin rahat olsun, her zaman yanındayım.
SARMAŞIK: Aşkıma sadığım.
SEDİR YAPRAĞI: Senin için yaşıyorum.
SÜSEN ÇİÇEĞİ: Sana bir haberim var.
ŞEFTALİ: Seninim.
YASEMİN: Güzel ve çekicisin.
YENİBAHAR: Acını paylaşıyorum.
ZAMBAK: Seni neşeli buluyorum.
ZEYTİN: Barışalım.

25 Mart 2009 Çarşamba

DEĞER Mİ BEYLER !












Burhan BURSALIOĞLU
29 Mart mahalli seçimlere şunun şurasında birkaç gün kaldı. Seçime kadar, Belediye Başkan adayları, Belediye Meclis üyeleri , İl Genel Meclis üyeleri, Muhtarlar, azalar, destekleyiciler, tüm parti başkan ve Milletvekilleri, günlerdir yaptıkları çalışmaların semeresini alacaklar veya hüsrana uğrayacaklardır. Ama şu bir gerçek ki, 30 Mart’ta bir ohhhhh çekip, dinlenmeye çekileceklerdir. Kaybedenler,daha da rahat olacaklar ama, takkelerini, önlerine koyup çalışmalarının bir muhasebesini yapıp gelecek yıllar için ders alacaklardır.
Kazananlar kolay kolay dinlenemeyeceklerdir. Önce tebrikleri kabul edecek. Kapıya bacaya birçok insan gelecek. Kutlamanın yanında iş isteyenler, aş isteyenler, yalakalar, dost, akrabalarla dolup taşacak. Ayrıca verilen sözler listelenecek, plan ve programlar yapılacak, Yardımcı seçimleri tercihi de dinlenmeyi engelleyici uğraşlar olacaktır.
Kim olursa olsun, kim kazanırsa kazansın, kim kaybederse kaybetsin, bu Millete hizmet amacıyla göreve talip olmuşlardır. Hepsi iyi niyetle, gönülden , aşkla,cesaretle, hizmet etme duygusuyla meydana çıkmışlardır. Seçmen, az çok adayları tanıyordur. Zaten , yabancı bir kişinin aday olması yasal olarak ta mümkün değildir.
Halk, sahnede sıralanmış adayların hangisine oy vereceğini belirlemiştir. Kafasındaki adayı değiştirmesi çok olağanüstü nedenlerle mümkündür. O da çok nadirdir. Adaylar, kendilerini daha iyi tanıtma amacıyla propaganda yapmaları haklarıdır. Bağlı oldukları partiler de adaylarını desteklemek için çeşitli propaganda araç ve gereçlerini de kullanma haklarına sahiptir. Ama ne var ki, bu çalışmalar bazen çok abartılmakta, insanları isyan etme durumuna getirmektedir.
Caddelerde sokaklarda, meydanlardaki parti amblemli bayraklar, boy boy yazılı ve resimli afişler, el ilanları, broşürler, CD ler, kısa metrajlı filmler , kiralanan afiş ve ses cihazlarıyla donatılan taksi, minibüs, otobüs, deniz taşıtları, balonlar, kapı kapı dolaşarak poşetler içinde dağıtılan tanıtıcı parti ve şahıs broşürleri, kömür, beyaz eşya, mobilya, gündüz-gece demeden çalan telefonların karşı ucundaki adayın kendini tanıtıp oy istemeleri, akla gelmeyen, hayretler içinde bırakan birçok çeşitli girişimler, mahalli seçimin görünen manzaralarıdır.. Bunların görünen çirkinliklerinin, turistlere malzeme olduğunu söylemeye gerek yok. Her turist elindeki kamera ve fotoğraf makinesiyle, şaşırdıkları bu manzaraları kaydedip, “Türkiye’den manzaralar” adı altında, “bu ülkede galiba kriz yok” diyerek, hemşehrilerine malzeme sunacak.
Aslına bakılırsa turist haksızda değil. Bu kadar seçim malzemelerine harcanan trilyonlara yazık değil mi? Krizin ortasında, yüzlerce iş yerinin kapandığı, binlerce işçinin çıkarıldığı, rekor kıran işsizliğin olduğu yerde, bu kadar paranın harcanmasına değer mi bu seçim? Bu paralar nerden çıkıyor? Senin, benim cebimizden. Yollar, barajlar, kanallar, fabrikalar, hava alanları, yapılsın diye verdiğimiz vergilerden ödeniyor bunca masraf.. Değer mi? Meydanlarda yapılacak mitingler, kahve hanelerde yapılacak proje tanıtımı ve kişi tanıtıcı görüşmeler yeterli olacaktır kanısındayım. Seçmen, rengarenk afişlere, bayraklara bakarak fikrini değiştireceğini zannetmiyorum. Hangi parti ve adayın bayrağı, afişi, el ilanı, broşürü çoksa, ona oy vereceğine asla inanmıyorum. Belki birkaç kişi etkilenebilir ama yine de çoğunluk inandığı, kafasında, belirlediği kişilere oyunu verecektir. Onun için, diyorum ki, bu kadar masrafa, tantanaya, etrafı kalıntılarla kirletmeye gerek yoktur. Şimdiden, caddeler, sokaklar kalıntılarla dolmaya başladı bile.
Bu işin kaymağını yiyenler de var. Bir kısım, kumaşçılar, nayloncular, bayrakçılar, boyacılar, basımevleri, kağıtçılar, urgancılar, elektronikçiler, baloncular, beyaz eşyacılar, mobilyacılar, kara ve deniz araç sahipleri, vergi daireleri, belediyeler gibi sektörler. Diğer tüm sektörler ağlarken, bunlar, krize meydan okudular. Gönlüm, tüm sektörlerin gülmesidir. Ama, tutumlu olmamız gereken şu ortamda abartılı olarak savurganlık yapmak , ateşe körükle gitmekten başka bir şey değildir. Yarınları düşünmemektir. Yeni zamlar yapmak, yeni vergiler koymaktır. Yeni işsizler ordusu yaratmaktır. Fakiri daha fakir yapmaktır. Yaşam koşullarını daha aşağıya çekmektir. Problemler yaratmaktır. Kısaca, yıkım olmaktadır.
Yasa koyucu, bu savurganlığı önleyici tedbirler almalıdır. Yeni yasalar çıkarmalıdır. Bu Ülkeye yazıktır. Bu Millete yazıktır.Adaylara yazıktır. Yapılan bunca masrafın önüne geçilmelidir.
Tüm adaylara başarılar diliyorum.

23 Mart 2009 Pazartesi

ATATÜRK'ten ANILAR






EN BÜYÜK ESERİNİZ HANGİSİDİR? Bir gün Atatürk'ün yaptığı işlerden bahis açılmıştı. Bir arkadaş: "En büyük eseriniz hangisidir?" diye sordu. "Benim yaptığım işler birbirlerine bağlı ve birbirleri kadar lüzumlu şeylerdir. Siz bana yaptıklarımdan değil, yapacaklarımdan bahsediniz."


Falih Rıfkı Atay



YABANCI GENERALLERE VERİLEN DERS Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı'nda Viyana'dadır. Generaldir. Bir otelde kalmaktadır. Birçok ecnebi generaller ve diplomatlar da bu otelde kalmaktadır. Mustafa Kemal, yemek salonuna indikçe Avusturyalı bir diplomat ailenin kendisine küçümseyerek baktığını hissediyor. Bir kolayını bulup bu aile ile tanışıyor. İlk fırsatta Mustafa Kemal'e askerlikten bahis açarak bu mesleğin bilgi ile beraber tecrübeye de ihtiyacı olduğunu söylüyorlar ve hemen arkasından da: "Türk Ordusu'nda sizin gibi genç generaller çok mudur?" diyorlar. Mustafa Kemal bunlara unutamayacakları bir ders vermek istiyor. Ve iki gün sonra aynı aileyle birlikte yemek yiyorlar. Mustafa Kemal, Avusturyalıların genç general Napolyon'a karşı kaybettikleri meşhur Olm Meydan Muharebesi'ni anlatmaya başlıyor ve sözü şöyle bitiriyor: "Evet muhterem baylar; Fransız Orduları'nı sevk ve idare eden Napolyon da Olm Meydan Muharebesi'ni kazandığı zaman çok genç bir generaldi." Avusturyalılar bundan sonra ne Mustafa Kemal ile yemek yemişler ve ne de Türk generallerinden ve tarihten konu açmışlardır.


Niyazi Ahmet Banoğlu



YUNAN ASKERİ Dumlupınar Savaşı kazanılmıştır. Düşman askerleri ricat halindedir. Afyon Karahisar hatlarının çözülmesi esnasında birkaç Yunan esiri geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi Muzaffer Kumandan'ın doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüzü kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında hiçbir işaret olmadığından, Mustafa Kemal'e sordu: "Binbaşı mısınız?" "Hayır." Yarbay mı?" "Hayır." " Albay mı?" "Hayır." "Tümgeneral mi?" "Hayır." "Peki nesiniz o halde?" "Ben, Mareşal ve Türk Orduları Başkumandanı'yım!..." Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunan kekeler: "Ben, Başkumandan'ın muharebe hattına bu kadar yakın bir yerde dolaşmasını işitmiş değilim de..."


Niyazi Ahmet Banoğlu



ATATÜRK BİZDEN BİRİDİR


Cumhuriyetin on ikinci yıl dönümü için bir sıra uranlar (pankartlar) hazırlanmıştı. Bunlar içinde şöyleleri de vardı "Atatürk bizim en büyüğümüzdür.""Atatürk bu ulusun en yücesidir.""Türk ulusu yüzyıllardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı."Yazılanları özenle gözden geçirdi. Bunlarla bunlara benzeyenleri çizip tümünün yerine şunu yazdı : "Atatürk bizden birisidir."

(Niyazi Ahmet Banoğlu)


BABA SÖZÜ


Paşa, Diyarbakır’da komutandı. Ben de buyruk subayıydım. Babam, Paşa’nın içtiğini duymuştu. İzinden dönerken bana “Bir damla bile içersen hakkımı helal etmem.” dedi. Döndüm. Karargaha vardığım akşam Mustafa Kemal Paşa yakın subaylarıyla sofrada oturmuş içiyordu. Bana da bir kadeh koydular. Ben içer gibi yapıp zaman geçiriyordum. Başyaveri olan Cevat Abbas, usulca Paşa’ya eğildi. “Paşam, Nesip içmiyor, atlatıyor.” dedi. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa bana dönerek kadehini kaldırdı. “Nesip şerefine!” dedi. Ben kıpkırmızı olmuştum. Paşa sordu: - Ne o bir mazeretin mi var? - “Paşam!” dedim. Sizin için canımı veririm. Yalnız buraya gelmeden babam bana içki içmemem için yemin ettirdi de duraksamam odur. Mustafa Kemal Paşa bunu duyunca “Bırak kadehi öyleyse.” dedi. “Babanın buyruğu, benim buyruğumdan üstündür. Seni takdir ettim. Babasına yararı olmayanın kimseye yararı olmaz.”


(Mehmet Nesip Himalay)

ORADAN BÖYLE GEÇİLİR! İngilizler Çanakkale'de Anafartalar Grubu'nu mağlup edip de cepheyi sökemeyince, yeni bir harekete giriştiler, bu cepheyi sağdan çevirmek istediler. Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe'yi tutmak lazımdı; halbuki oraya giden tek bir dar yol savaş gemileri tarafından makaslama ateş altında tutuluyordu. Her an gülleler korkunç patlayışlarla ortalığı alt üst ediyor, ölüm saçıyordu. Bir insanın değil, bir kurdun bile geçmesine imkan görülemiyordu. Kireç Tepe'yi tutmak emrini alan Türk subay ve askerleri tereddüt içindeydiler; fırsat gözetiyorlardı. Fakat düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu. Mustafa Kemal bu hali görünce siperlere koştu, askerlerin arasına karıştı ve sordu: "Niçin geçmiyorsunuz?" İçlerinden biri cevap verdi: "Düşman ölüm saçıyor, geçilemez!" Mustafa Kemal zerre kadar korku ve tereddüt göstermeden: "Oradan böyle geçilir!" dedi ve ileri fırladı. Mehmetçik artık durur mu? O da kumandanının arkasından ileri atıldı. Toz, duman, alev ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar, tepeyi tuttular.


Niyazi Ahmet Banoğlu


YİNE YAK! Atatürk, Florya'dan Çekmece'ye doğru bir yaya yürüyüşünde, bir ağaç altında dinlenen ihtiyar bir adama rastladı. Adam hürmetle ayağa kalktı, Ata'yı selamladı. Atatürk sordu: "Beni tanır mısın?" , "Tanımaz olurmuyum, Evimde resmin bile var!" Atatürk memnun olmuştu. Konuşmaya başladılar. İhtiyar: "Bir işine aklım ermedi" dedi. "Cumhuriyetçiliği, İnkılâpçılığı, Milliyetçiliği Halkçılığı hatta Devletçiliği anlıyorum ama, şu Laikliği pek kavrayamadım. Neden herşeyi birden bozdun?" Ata: "Bunu sana bir hikaye ile anlatayım" dedi. Amr-İbnl-As, Mısır'ı fethettiği zaman, Halife Ömer'e bir mektup yazmış: "Burada birçok kütüphaneler, içlerinde de birçok kitaplar var. Bunları yakayım mı, yoksa bırakayım mı?.." Ömer cevap vermiş: "Kitapları tetkik et, eğer faydasız şeyler ise, yak! Yok, eğer faydalı şeyler ise yine yak! Çünki halk o kitapları okudukça, onlara uymaktan vazgeçmeyecekler, eskiyi unutmayacaklar ve bize yani - yeniye ve yeniliğe - daima düşman olacaklardır!.." Hikayeyi anlatan Ata, ihtiyara sordu: "Şimdi sana Laikliğin ne olduğunu izah edeyim mi?" İhtiyar derin bir sezgi ve sağduyu ile cevap verdi: "İstemez Paşam, hepsini anladım!" dedi.



İZNİK TARİHİ Atatürk 1936'da İznik'e uğramıştı. Yanında Celal Bayar, Afet Hanım ve daha birçok arkadaşları vardı. İznik Belediye Bahçesi'nde uzun bir masanın etrafında toplananlar, O'nu eğliyorlardı. Afet Hanım, tarihi İznik'i gezmek için Atatürk'ten izin alarak ayrılmak istedi. Atatürk, herkesçe malum olan tarih bilgisine dayanmış olacak ki, şöyle dedi: "Hay hay, gidebilirsiniz, fakat unutmamalı ki, asıl İznik'i göremeyeceksin, çünki o topağın altındadır." Afet Hanım ayrıldıktan sonra Atatürk, masasında oturanlara şöyle bir soru soruyor: "İznik'in etrafını çeviren surların kaç kapısı vardır?" Bu sorunun yanıtını İznik tarihini iyi bildiğini sanan bir İznikli veriyor: "Üç kapısı vardır efendim. Bulunduğumuz yerin doğusundaki kapı, kuzeyindeki Yenişehir Kapısı, güneyindeki İstanbul Kapısı diye bilinir." Atatürk: "Hayır, dört kapısı olacak. İznik Türkler tarafından ilk zaptında Kılıç Aslan'ın girdiği Batı Kapısı nerede?" "Böyle bir kapı bilmiyoruz efendim." Atatürk bir süre sustu. Canı sıkılmışa benziyordu. Nihayet konuyu değiştirdi. Aradan seneler geçti. Biriken suları İznik Gölü'ne akıtmak için yol açmaya uğraşan işçiler, bir noktada suların kendiliğinden boşluk bularak akmakta olduğunu hayretle gördüler ve ilgililere bildirdiler. Kazıya devam olununca, bunun bir kapı, hem tam teşkilatlı kurşunlu bir kapı olduğu meydana çıktı. Atatürk'ün bahsettiği Batı Kapısı bulunmuştu.


Ahmet Hidayet Reel


VALLE PADİŞAH BİLİR! 1924 yılının ilkbaharıydı. Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştı. Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı: "Depremden çok zarar gördün mü, baba?" diye sordu. Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce, tekrar sordu: "Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin?" İhtiyar, Kürt şivesiyle: "Valle Padişah bilir!" dedi. Atatürk gülümsedi. Yumuşak bir sesle: "Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakayım zararın ne?" İhtiyar tekrar etti: "Padişah bilir!.." Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü: "Siz daha devrimi yaymamışsınız" dedi. Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi: "Köylere genelge yolladık Paşam" dedi. Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı: "Oğlum, genelgeyle devrim olmaz!..." dedi.


Ahmet Hidayet Reel

ATATÜRK'ün GÖRDÜĞÜ SON RÜYA


26 Eylül 1938 tarihinde Atatürk, rahatsızlığı ile ilgili olarak ilk defa hafif bir koma atlatmıştı.Prof.Dr.Afet İnan, olayı şöyle anlatıyor :"O geceyi rahatsız geçirdi, ilk hafif komayı o zaman atlatmıştı. Ertesi sabahki açıklamasında : "Demek ölüm böyle olacak" diyerek "uzun bir rüya gördüğünü" söyledi ve "Salih'e söyle , ikimizde bir kuyuya düştük, fakat o kurtuldu" dedi. Atatürk'ün, burada "kuyuya düşme" sembolü ile gördügü rüya vizyonu, kendisininde söylediği gibi ölümün habercisiydi.Salih Bozok'un kuyudan kurtulmasi ise bilindigi gibi, Atatürk'ün vefat ettigi gün, buna çok üzülen Salih Bozok'un da intihar etmesi ve sonunda onun kurtarılmasını simgeliyordu.İşte bu ATATÜRK'ün son rüyası idi...



MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...