23 Mart 2009 Pazartesi

ATATÜRK'ten ANILAR






EN BÜYÜK ESERİNİZ HANGİSİDİR? Bir gün Atatürk'ün yaptığı işlerden bahis açılmıştı. Bir arkadaş: "En büyük eseriniz hangisidir?" diye sordu. "Benim yaptığım işler birbirlerine bağlı ve birbirleri kadar lüzumlu şeylerdir. Siz bana yaptıklarımdan değil, yapacaklarımdan bahsediniz."


Falih Rıfkı Atay



YABANCI GENERALLERE VERİLEN DERS Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı'nda Viyana'dadır. Generaldir. Bir otelde kalmaktadır. Birçok ecnebi generaller ve diplomatlar da bu otelde kalmaktadır. Mustafa Kemal, yemek salonuna indikçe Avusturyalı bir diplomat ailenin kendisine küçümseyerek baktığını hissediyor. Bir kolayını bulup bu aile ile tanışıyor. İlk fırsatta Mustafa Kemal'e askerlikten bahis açarak bu mesleğin bilgi ile beraber tecrübeye de ihtiyacı olduğunu söylüyorlar ve hemen arkasından da: "Türk Ordusu'nda sizin gibi genç generaller çok mudur?" diyorlar. Mustafa Kemal bunlara unutamayacakları bir ders vermek istiyor. Ve iki gün sonra aynı aileyle birlikte yemek yiyorlar. Mustafa Kemal, Avusturyalıların genç general Napolyon'a karşı kaybettikleri meşhur Olm Meydan Muharebesi'ni anlatmaya başlıyor ve sözü şöyle bitiriyor: "Evet muhterem baylar; Fransız Orduları'nı sevk ve idare eden Napolyon da Olm Meydan Muharebesi'ni kazandığı zaman çok genç bir generaldi." Avusturyalılar bundan sonra ne Mustafa Kemal ile yemek yemişler ve ne de Türk generallerinden ve tarihten konu açmışlardır.


Niyazi Ahmet Banoğlu



YUNAN ASKERİ Dumlupınar Savaşı kazanılmıştır. Düşman askerleri ricat halindedir. Afyon Karahisar hatlarının çözülmesi esnasında birkaç Yunan esiri geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi Muzaffer Kumandan'ın doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüzü kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında hiçbir işaret olmadığından, Mustafa Kemal'e sordu: "Binbaşı mısınız?" "Hayır." Yarbay mı?" "Hayır." " Albay mı?" "Hayır." "Tümgeneral mi?" "Hayır." "Peki nesiniz o halde?" "Ben, Mareşal ve Türk Orduları Başkumandanı'yım!..." Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunan kekeler: "Ben, Başkumandan'ın muharebe hattına bu kadar yakın bir yerde dolaşmasını işitmiş değilim de..."


Niyazi Ahmet Banoğlu



ATATÜRK BİZDEN BİRİDİR


Cumhuriyetin on ikinci yıl dönümü için bir sıra uranlar (pankartlar) hazırlanmıştı. Bunlar içinde şöyleleri de vardı "Atatürk bizim en büyüğümüzdür.""Atatürk bu ulusun en yücesidir.""Türk ulusu yüzyıllardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı."Yazılanları özenle gözden geçirdi. Bunlarla bunlara benzeyenleri çizip tümünün yerine şunu yazdı : "Atatürk bizden birisidir."

(Niyazi Ahmet Banoğlu)


BABA SÖZÜ


Paşa, Diyarbakır’da komutandı. Ben de buyruk subayıydım. Babam, Paşa’nın içtiğini duymuştu. İzinden dönerken bana “Bir damla bile içersen hakkımı helal etmem.” dedi. Döndüm. Karargaha vardığım akşam Mustafa Kemal Paşa yakın subaylarıyla sofrada oturmuş içiyordu. Bana da bir kadeh koydular. Ben içer gibi yapıp zaman geçiriyordum. Başyaveri olan Cevat Abbas, usulca Paşa’ya eğildi. “Paşam, Nesip içmiyor, atlatıyor.” dedi. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa bana dönerek kadehini kaldırdı. “Nesip şerefine!” dedi. Ben kıpkırmızı olmuştum. Paşa sordu: - Ne o bir mazeretin mi var? - “Paşam!” dedim. Sizin için canımı veririm. Yalnız buraya gelmeden babam bana içki içmemem için yemin ettirdi de duraksamam odur. Mustafa Kemal Paşa bunu duyunca “Bırak kadehi öyleyse.” dedi. “Babanın buyruğu, benim buyruğumdan üstündür. Seni takdir ettim. Babasına yararı olmayanın kimseye yararı olmaz.”


(Mehmet Nesip Himalay)

ORADAN BÖYLE GEÇİLİR! İngilizler Çanakkale'de Anafartalar Grubu'nu mağlup edip de cepheyi sökemeyince, yeni bir harekete giriştiler, bu cepheyi sağdan çevirmek istediler. Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe'yi tutmak lazımdı; halbuki oraya giden tek bir dar yol savaş gemileri tarafından makaslama ateş altında tutuluyordu. Her an gülleler korkunç patlayışlarla ortalığı alt üst ediyor, ölüm saçıyordu. Bir insanın değil, bir kurdun bile geçmesine imkan görülemiyordu. Kireç Tepe'yi tutmak emrini alan Türk subay ve askerleri tereddüt içindeydiler; fırsat gözetiyorlardı. Fakat düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu. Mustafa Kemal bu hali görünce siperlere koştu, askerlerin arasına karıştı ve sordu: "Niçin geçmiyorsunuz?" İçlerinden biri cevap verdi: "Düşman ölüm saçıyor, geçilemez!" Mustafa Kemal zerre kadar korku ve tereddüt göstermeden: "Oradan böyle geçilir!" dedi ve ileri fırladı. Mehmetçik artık durur mu? O da kumandanının arkasından ileri atıldı. Toz, duman, alev ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar, tepeyi tuttular.


Niyazi Ahmet Banoğlu


YİNE YAK! Atatürk, Florya'dan Çekmece'ye doğru bir yaya yürüyüşünde, bir ağaç altında dinlenen ihtiyar bir adama rastladı. Adam hürmetle ayağa kalktı, Ata'yı selamladı. Atatürk sordu: "Beni tanır mısın?" , "Tanımaz olurmuyum, Evimde resmin bile var!" Atatürk memnun olmuştu. Konuşmaya başladılar. İhtiyar: "Bir işine aklım ermedi" dedi. "Cumhuriyetçiliği, İnkılâpçılığı, Milliyetçiliği Halkçılığı hatta Devletçiliği anlıyorum ama, şu Laikliği pek kavrayamadım. Neden herşeyi birden bozdun?" Ata: "Bunu sana bir hikaye ile anlatayım" dedi. Amr-İbnl-As, Mısır'ı fethettiği zaman, Halife Ömer'e bir mektup yazmış: "Burada birçok kütüphaneler, içlerinde de birçok kitaplar var. Bunları yakayım mı, yoksa bırakayım mı?.." Ömer cevap vermiş: "Kitapları tetkik et, eğer faydasız şeyler ise, yak! Yok, eğer faydalı şeyler ise yine yak! Çünki halk o kitapları okudukça, onlara uymaktan vazgeçmeyecekler, eskiyi unutmayacaklar ve bize yani - yeniye ve yeniliğe - daima düşman olacaklardır!.." Hikayeyi anlatan Ata, ihtiyara sordu: "Şimdi sana Laikliğin ne olduğunu izah edeyim mi?" İhtiyar derin bir sezgi ve sağduyu ile cevap verdi: "İstemez Paşam, hepsini anladım!" dedi.



İZNİK TARİHİ Atatürk 1936'da İznik'e uğramıştı. Yanında Celal Bayar, Afet Hanım ve daha birçok arkadaşları vardı. İznik Belediye Bahçesi'nde uzun bir masanın etrafında toplananlar, O'nu eğliyorlardı. Afet Hanım, tarihi İznik'i gezmek için Atatürk'ten izin alarak ayrılmak istedi. Atatürk, herkesçe malum olan tarih bilgisine dayanmış olacak ki, şöyle dedi: "Hay hay, gidebilirsiniz, fakat unutmamalı ki, asıl İznik'i göremeyeceksin, çünki o topağın altındadır." Afet Hanım ayrıldıktan sonra Atatürk, masasında oturanlara şöyle bir soru soruyor: "İznik'in etrafını çeviren surların kaç kapısı vardır?" Bu sorunun yanıtını İznik tarihini iyi bildiğini sanan bir İznikli veriyor: "Üç kapısı vardır efendim. Bulunduğumuz yerin doğusundaki kapı, kuzeyindeki Yenişehir Kapısı, güneyindeki İstanbul Kapısı diye bilinir." Atatürk: "Hayır, dört kapısı olacak. İznik Türkler tarafından ilk zaptında Kılıç Aslan'ın girdiği Batı Kapısı nerede?" "Böyle bir kapı bilmiyoruz efendim." Atatürk bir süre sustu. Canı sıkılmışa benziyordu. Nihayet konuyu değiştirdi. Aradan seneler geçti. Biriken suları İznik Gölü'ne akıtmak için yol açmaya uğraşan işçiler, bir noktada suların kendiliğinden boşluk bularak akmakta olduğunu hayretle gördüler ve ilgililere bildirdiler. Kazıya devam olununca, bunun bir kapı, hem tam teşkilatlı kurşunlu bir kapı olduğu meydana çıktı. Atatürk'ün bahsettiği Batı Kapısı bulunmuştu.


Ahmet Hidayet Reel


VALLE PADİŞAH BİLİR! 1924 yılının ilkbaharıydı. Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştı. Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı: "Depremden çok zarar gördün mü, baba?" diye sordu. Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce, tekrar sordu: "Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin?" İhtiyar, Kürt şivesiyle: "Valle Padişah bilir!" dedi. Atatürk gülümsedi. Yumuşak bir sesle: "Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakayım zararın ne?" İhtiyar tekrar etti: "Padişah bilir!.." Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü: "Siz daha devrimi yaymamışsınız" dedi. Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi: "Köylere genelge yolladık Paşam" dedi. Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı: "Oğlum, genelgeyle devrim olmaz!..." dedi.


Ahmet Hidayet Reel

ATATÜRK'ün GÖRDÜĞÜ SON RÜYA


26 Eylül 1938 tarihinde Atatürk, rahatsızlığı ile ilgili olarak ilk defa hafif bir koma atlatmıştı.Prof.Dr.Afet İnan, olayı şöyle anlatıyor :"O geceyi rahatsız geçirdi, ilk hafif komayı o zaman atlatmıştı. Ertesi sabahki açıklamasında : "Demek ölüm böyle olacak" diyerek "uzun bir rüya gördüğünü" söyledi ve "Salih'e söyle , ikimizde bir kuyuya düştük, fakat o kurtuldu" dedi. Atatürk'ün, burada "kuyuya düşme" sembolü ile gördügü rüya vizyonu, kendisininde söylediği gibi ölümün habercisiydi.Salih Bozok'un kuyudan kurtulmasi ise bilindigi gibi, Atatürk'ün vefat ettigi gün, buna çok üzülen Salih Bozok'un da intihar etmesi ve sonunda onun kurtarılmasını simgeliyordu.İşte bu ATATÜRK'ün son rüyası idi...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...