26 Ocak 2014 Pazar

ŞİİR DÜNYAMIZIN DEĞERLERİ





ŞİİR  DÜNYAMIZIN  DEĞERLERİ - 22 -
 
OSMAN  BAŞKESER

Burhan Bursalıoğlu

Osman Başkeser, Amasya, Taşova  .lçesine bağlı ESENÇAY  nahiyesinde, 13 Temmuz. 1959 yılında dünyaya geldi.
İlkokulu Esençay İlkokulunda okudu. Ortaokulu Esençay ortaokulunda okuduktan sonra 1976 yılında  Esençay’dan ayrıldı.

12 Aralık 1982 evlendi. Bir oğlu . bir kızı var.
Samsun Milli Eğitiminde  çalışıyor.


Osman Başkeser, zamanımızın, orta Karadeniz bölgemizin yetiştirdiği şairlerimizden biridir. Facebook sayfasında yayınladığı şiirlerinden bir demet aşağıya sunuyorum.
Doğduğu yer olan Esençay sevdalısı olan  Osman Başkeser, hasretini çektiği Esençay'da geçirdiği, çocukluğunu, mahalli şivesiyle şöyle anlatıyor:

“Evet sevgili hemşerilerim, sevgili Esençay’lı dostlar ; Hepinize Samsun’dan selam olsun.
Ben ,1959 yılında Esençay’da doğdum. Şöyle bir düşünüyorum da aradan koskoca 55 sene gelmiş, geçmiş.Vay be ne çabuk gelip geçmiş koskoca 55 sene !....Yalan da değil hani..Evet sanırım bu yazımı okuyan sevgili dostlar derin derin bir iç çekiyorlardır mutlaka. Herkes benim gibi şöyle geçmişe özlem duyuyorlardır haklı olarak. Şu bir gerçek ki; geçmişe özlem duymak, insanı hayal dünyasında yaşamaktır bir anlık..

Her neyse çocukluk yıllarımı kasabamızda yaşadım, Esençay’ın dağını, taşını, toprağını elbette ki çok özledim, özlüyorum da. Hani nerede o bizim çocukluk yıllarımız ? Keşke o günler geri gelse, ama imkansız biliyorum.Evet çok özlüyorum o günleri. Hani nerede depe tarlada, çadırçayında, çoraklıkda, depe arkasında,çağlerde, nallıkda, garasuda tütün dikdüğümüz günler, orak biçdüğümüz günler, hani neredeeeeee!. Hele hele petoğun tarlasında çiğdemin depesinde, bakacağın depesinin etrafında inek güttüğümüz günler, Hele, hele de tütün kırmaya giderken sabah ezeninde galkıp ta o saatte milletin tarlaya gitmesi, herkesin elinde bir löküs veya tüplü löküs, Millet köyden sanki tarlalara akın etmiş gibi yazu hep ışıkla aydınlanıyordu.     Kimisi tütün tarlasından geldikden sonra birde eşeklerle ormana odun getirmeye giderdi. Hey gidi günler hiç unuturmuyum o ; galdurum yolunu, yavşanı, gurucagölü, beşoluğu, dazluuzunu,tanıbauzunu, gelinpunarını, Şahin yaylasını, Allah Allah vallahi şimdi gözlerim doldu, duygulandım. İşte bu yüzden ki; Ben Esençay’ı çok özledim.
 
Dağını, taşını, bağını tarlasını, suyunu çok özledim!... Çünkü ben Esençay’dan 1976 yılında ayrıldım. Aradan tam koskoca 38 yıl gelip geçti.Esençay’ın dağını taşını özledim, suyunun akışını özledim. Esençay’lının sevgisini özledim, kavgasını gürültüsünü özledim. Çünkü ben doğduğuım, büyüdüğüm yer, ESENÇAY’ımı özledim!...İnsan özledikce gözleri dolu dolu oluyor biliyorum..

SAMSUN’DAN SELAM OLSUN ŞAHİN YAYLASINA, HADİ GİDELİM DOSTLAR HAYRAN KALIRSIN HAVASINA HEM HAVASINA, HEM DOĞASINA HEM KUZUSUNA HAYALİYLE YAŞADIĞIM, ESENÇAY’I ÖZLEDİM “


 
 
 

 

TÜRKLÜK KİMİN NERESİNE BATIYOR

Bu nasıl anlayış gardaş  bu nasıl tuzak

Türk’lük azınlıkların neresine  batıyor

Bu hainlik hoşgörü  akıl  izandan uzak

….Şerefsiz devşirmeler  nasıl  bühtan atıyor

…. Türk’lüğümüz kimlerin  neresine  batıyor  

Gürcülük  Çerkezlik Kürtlük yazmaz Kur-an’da

Yazıyorsa söyleyin  soruyorum  şu anda

Etnik köken mozaik derken ağız açanda

….Çatlak zurna olanlar karga gibi  ötüyor

…. Türk’lüğümüz kimlerin  neresine  batıyor

 

Ardına saklanarak sünnet denen sakalın

Anasını bellerim   bühtan eden çakalın

Türklüğe dil uzatan meclisdeki vekilin

….Açılımcı zatların  Kandilleri tütüyor

…. Türk’lüğümüz kimlerin  neresine  batıyor  

Kime mi batacak dur Türk olmayanlar  başta

Ürüyor  hainler   Türk’e düşman olmuşta

Ekmeğiyle fink atar  kaşı gözü oynaşta

….Olan hovardalar bak şanlı Türk’e çatıyor

…. Türk’lüğümüz kimlerin  neresine  batıyor  

Allahın ayetinde aynen diyorki  şöyle

Kavim kavim yarattım  inkar etmeyin böyle

Kur-an’daki ayet bu eğer yalansa  söyle

.…Mollalarla sofular hocalarda yatıyor

…. Türk’lüğümüz kimlerin  neresine  batıyor  

Türk olmak ırkçılıksa Türküm  Türk kalacağım

Hem ötükende hemde hirada olacağım

Cemde de olacağım  namazda kılacağım

….Münafıklar Gerçeğe  nasıl nifak katıyor

…. Türk’lüğümüz kimlerin  neresine  batıyor  

Arap  pers’i farisi  yönetirken  kıralı

Saray için geçersiz  işliyor tek kuralı

Devşirmeler tarihden bu günece yaralı

….Haçlılarla beraber  diyalogcu  tutuyor

…. Türk’lüğümüz kimlerin  neresine  batıyor  

Haçlıları anladık beslemenin ne hıncı

Asırlardır yaşarken beylerdeki bu sancı

Vatanını sevenler oldu ergenekoncu

….Eşek katır tepişir anlayana yetiyor

…. Türk’lüğümüz kimlerin  neresine  batıyor  

İkinin birisinin yalancılık serası

Memleketi sandılar şalomların merası

Burası Anadolu  Türkiye'dir burası

….Necip millet gün güne kaşlarını çatıyor

…. Türk’lüğümüz kimlerin  neresine  batıyor  

Osmalıyı yıkanlar elinde tutar çarkı

Verildikçe tavizler hainlik  geçti  kırkı

Marifimiz anlatmaz okulda Atatürk’ü

….Ecdat ecdat diyerek mirasını yutuyor

…. Türk’lüğümüz kimlerin  neresine  batıyor  

Türkler Turan dedikçe  kuruyorlar kapanı

Tuzaklara düşürür izlerinden sapanı

Seviyorlar batıda el ve etek öpeni

….Ermeniyi koz yapıp ön saflara itiyor

…. Türk’lüğümüz kimlerin  neresine  batıyor  

Çanakkale'de kimler düşmana oldu siper

Yüreksiz insanların silahı geri teper

Dedesinin büktüğü bileği torun öper

….Din arası diyalog   gelen  tere  satıyor

…. Türk’lüğümüz kimlerin  neresine  batıyor  

Hutbelerden kürsüden kin kusuyor hocalar

Kur-an’ı anlamıyor  yüzden okur  bocalar

Dinamitler  birliği nice aklı cüceler

….Cennet ile cehennem arasında yitiyor

…. Türk’lüğümüz kimlerin  neresine  batıyor  

Fedaiyim Türk doğdum  Türk olmak suçmu yani

Ay yıldızlı bayrağı  sevmemiz  güçmü yani

Hilali öksüz bırak sevecek  haç mı yani

….Tosladınız duvara  umudunuz bitiyor

…. Türk’lüğümüz kimlerin  neresine  batıyor

….Münafık soytarılar  Türklüğüme çatıyor 

HASTAYIM
BOĞALI YAYLASINDAN BAŞLAYIP KARADENİZE,
DÖKÜLEN SOĞUK SULARIN AKIŞINA HASTAYIM,
ONSEKİZ YAŞINA GELMİŞ ELÂ GÖZLÜ GÜZELİN;
BAYGIN BAYGIN MELÜL BAKIŞINA HASTAYIM .


HER ÇEŞİT İNSAN YAŞIYOR CANIM ANADOLU’DA
SAMSUN, AMASYA, TAŞOVA ESENÇAY YOLUNDA,
HER SABAH SEHER VAKTİ ÖTEN GÜLÜN DALINDA
BENDEN DERTLİ BÜLBÜLÜN ÖTÜŞÜNE HASTAYIM.

İNAN Kİ YANAN YÜREĞİMİN DERMANI İLÂCI SENDE,
BU CANDA ÇIKAR BİR GÜN ASLA KALMAZ BEDENDE,
SEN UNUTSANDA BEN UNUTMAM SEVGİN KALBİMDE;
ŞU YARALI KALBİMİN HIZLI HIZLI ATIŞINA HASTAYIM.

HER GÜNÜM HÜZÜNLÜ GEÇİYOR, DERTLİ KIŞ AKŞAMI
GENÇLİĞİMDE BENDEN AYIRDI FELEK GARİP SEVDÂMI
HİÇ SÖNDÜRMEDEN PEŞ PEŞE İÇTİĞİM SİGARA DUMANI
ŞİMDİ NASIL OLDU DA SİGARAYI BIRAKTIĞIMA HASTAYIM

KİM BİLİR
Şiir duygu anlayana
Şair ilmek ilmek dokur
Güller kokar koklayana
Türkü şarkı olur okur
Ancak yazan şair bilir.

Okumayan nerde bilir
Şair ince ruhla görür
Gerçekleri yazan bilir
Hayal âleminde gelir
Ancak yazan şair bilir.

Huzur bulur yazdığında
Yazar Okur şiirleri
Şarkı olup çaldığında
Bestelerse birileri
Sözlerini yazan bilir.

Şiir demli çaya benzer
Tiryakisi olan bilir
Mısra mısra yazıp dizer
Kudrettense ilham gelir
Ancak yazan şair bilir.

 

 

 


 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

20 Ocak 2014 Pazartesi

A T A T Ü R K




KAR İZLERİ ÖRTMESİN
 
Burhan Bursalıoğlu
Değerli Okurlarım;  son yıllarda Ulu Atatürk ve sülalesi hakkında, yetkili, yetkisiz ağızlardan ,Türk Vatandaşına yakışmayacak saldırılar olmaktadır. Bu insanlar biraz kitap okumuş olsalardı  herhalde söylediklerinden utanırlardı.
Yakın zamanda bitirdiğim, ORHAN ÇEKİÇ' in yazdığı 1938 SON YIL adlı kitabından bazı kısımları Siz değerli okurlarla paylaşacağım.
İlk yazı kitabın sonundan alınmıştır.
İyi okumalar.

Selanik ilkokul öğretmenlerinden Kırmızı Hafız Ahmet Efendi’nin oğlu Ali Rıza Efendi ile, Sofuzade Feyzullah Ağa’nın kızı  Zübeyde’nin evliliğinden üç kız üç erkek çocuk  dünyaya gelir.

1871 yılındaki bu evlilik ilk meyvesini hemen bir yıl sonra vermiş, çocukluktan genç kızlığa henüz adımını atmış olan  Zübeyde, daha 15 yaşında iken anne oluvermişti.

Bebeğin adını Fatma koydular.

ZÜBEYDE  HANIM
Ali Rıza Efendi’nin kız tarafını bu evliliğe ikna edebilmesi hiç de kolay olmamıştır. Zübeyde’nin babası Feyzullah Ağa’nın birinci eşinden oğlu Hüseyin Ağa, bu evliliğin gerçekleşmesi için Zübeyde’nin annesi Ayşe Hanımı ikna etmede epeyi zorlanır. Ayşe Hanım Feyzullah Ağa’nın üçüncü eşidir. 
                                                                ALİ RIZA EFENDİ

Hüseyin Ağa  Selanik eşrafından Hacı Süleyman Ağa’nın Langaza’daki çiftliğinde kahya olarak çalışmaktadır. Ali Rıza Efendi’nin vakitsiz ölümü üzerine Zübeyde Hanımı’nın üç çocuğu ile birlikte bir süre kalacağı, küçük Mustafa ile Makbule’nin kargaları kovalayacakları çiftlik işte bu Rapla çiftliğidir. Hüseyin Ağa bu çiftliğin yöneticisidir.

Sonunda Hüseyn Ağa’nın da telkinleri ile Ayşe hanım yumuşar ve evlilik gerçekleşir. Zaten o günlerin adetleri gereği, evlilik gibi konularda kararı erkekler verir. O nedenle bu konuda Zübeyde’nin de görüşünün  alınmış olması beklenemez.

MAKBULE ATADAN
Yeni evliler, Selanik’te Ali Rıza Efendi’nin Yeni Kapı Mahallesindeki baba evine yerleşirler ve ilk çocukları Fatma işte bu  evde dünyaya gelir.( 1872 ) Bu esnada Ali Rıza Efendi Osmanlı Rumelisinin, o zamanki Yunanistan sınırında Olimpos Dağı eteklerinde, Çayağzı veya Papaz köprüsü denilen dağlık, ıssız bir yerde, gümrük memuru olarak çalışmaktadır.

Fatma’dan sonra birer yıl arayla iki erkek çocukları daha olur. Ahmet 1874 de, Ömer 1875 de doğar. Ömer’in  doğumuna henüz sevinemeden Fatma’nın veremden ölümüyle sarsılırlar. ( 1875 )

ATATÜRK-ÜLKÜ ve MAKBULE ATADAN
Ali Rıza Efendi’nin görev yaptığı gümrük kapısı  son derece tehlikeli bir sınır geçididir, dağlar Rum eşkiyası ile doludur. Eşkiya  bu gümrük kapısından geçen her şeyi haraca bağlamıştır. Rahat, huzur yoktur. Ali Rıza Efendi Gümrük idaresinden istifa edip Ailesini Selanik’e taşır ve kereste işine başlar ama başı eşkiya ile gene derttedir. Bir defasında eşkiya tarafından kaçırılır, hayatından ümit kesilir, önemli bir haraç ödeyerek ancak kurtulur. O korku dolu günlerin acısı da çocuk Mustafa’nın belleğinden hiç mi hiç silinmeyecek, oluşmakta olan karakterinde önemli rol  oynayacaktır.

Kereste ticareti sayesinde gelir düzeyi nispeten yükselen Ali Rıza Efendi, eşi Zübeyde, çocukları  Ahmet ve Ömer’le birlikte, Selanik’in Islahhane semtinin Ahmet Subaşı mahallesindeki üç katlı bir eve taşınır. Mustafa işte bu evde dünyaya gelir. ( İleride, 1908 de Mustafa Kemal Bey bu evi satın alacak, Balkan savaşından sonra Selanik kaybedilince Zübeyde Hanım ve Makbule İstanbul’a geldikleri için ev terk edilecek, Lozan Anlaşması  gereğince de mülkiyeti Yunan  hükümetine geçecektir. 1937 yılında Selanik Belediyesi bu evi Atatürk’e armağan edecektir. Ev bu gün müze haline getirilmiştir.)

ATATÜRK ve ÜLKÜ DUVARIN ÜSTÜNDE OTURUYORLAR
Ali Rıza Efendi çocukken beşiğini salladığı küçük kardeşi Mustafa’yı kazayla beşikten düşürüp ölümüne yol açmıştı.  Bunu hiç unutmadı. 1881 yılında bir oğlu daha doğunca, kardeşinin ismini oğluna verdi MUSTAFA.

Aile, Fatma’nın acısını Mustafa ile unutmaya çalışırken çok daha büyük bir acıyla sarsıldı. Ahmet ve Ömer 1883 yılında, tüm ülkede hüküm süren çiçek salgınına kurban gittiler. İki kardeşin aynı anda ölümü Ali Rıza Efendi’yi inanılmaz ölçüde sarstı. Şimdi Ailenin tüm ilgisi, küçük Mustafa’nın  üzerinde yoğunlaşmıştı ki 1885 yılında Makbule doğdu. Bu mutluluk da çok sürmedi. Ali Rıza Efendi 1888 yılında ölürken, Zübeyde Hanım  Naciye’ye hamile idi. Naciye 1889 yılında doğdu 1901 de öldü.

Eşinden kalan iki mecidiye gelirle ve üç küçük çocukla yaşam mücadelesi vermeye başlamıştı Zübeyde Hanım.  Bu neredeyse imkansızdı. Ağabeyi Hüseyin Ağa Zübeyde ve çocukları Langaza’daki Rapla çiftliğine götürdü.  İşte Küçük Mustafa ile Makbule’nin kargaları kovaladığı çiftlik bu çiftlikti.

Rapla Çiftliğinin korucusu Küçük Mustafa, duvar gazetesi çıkardığı için zindanlara atıldığında Mustafa Kemal Efendi; Trablus’ta, Derne ve Bingazi’de Bnb. Mustafa Kemal Bey; Çanakkale’de önce Yb. Sonra Alb. Mustafa Kemal Bey;  Filistin Cephesi’nde Mustafa Kemal Paşa; Ankara’da TBMM Başkanı Mustafa Kemal; Sakarya’da Gazi Mustafa Kemal Paşa; Dumlupınar’da Mareşal Mustafa Kemal ve nihayet Cumhurbaşkanı Atatürk olarak anıldı.

ÇANAKKALE ŞEHİTLER ANITI
1893 yılında Selanik Askeri Rüştiyesi’nde giydiği asker üniformasını, 1927 yılında ordudan emekli oluncaya kadar büyük bir onurla taşıdı.

Vatanını savunmak uğruna Trablus’tan Balkanlara; Çanakkale’den Kafkasya’ya; Filistin’den Suriye’ye; Sakarya’dan Dumlupınar’a kadar tüm cephelerde savaştı, hiç yenilmedi.

Dünya O’nu “DAHİ BİR ASKER” olarak tanıdı ama, asıl “Savaş, mutlak bir zaruret olmadıkça  cinayettir” sözüyle hatırladı.

O’nu, “bir savaş adamı olmaktan çok, bir barış adamı olarak” selamladı.

Birleşmiş Milletler’in kültür kolu olan UNESCO , 1981 yılının tüm dünyada “ATATÜRK YILI” olarak anılması kararını alırken, O’nun,

-          Emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını veren ve bu mücadeleyi zafere ulaştıran bir komutan, bir ulusal kahraman;

-          Çöken bir imparatorluktan, halk egemenliğine dayalı, hukukun üstünlüğünü esas alan, çağdaş ve laik, demokratik bir Cumhuriyet çıkaran bir devlet kurucusu;

-          Tarihin ender kaydettiği bir devrimci;

-          Kendi yurdunda olduğu kadar tüm Dünya’da da barışı samimi olarak isteyen seçkin bir dünya yurttaşı olarak selamlıyor;

-          Böylece Atatürk, tüm dünya için “aydınlık geleceğin bir simgesi olarak” yıl  boyu saygıyla anılıyordu.

.'.........................'

1934 yılında, Çanakkale Şehitleri anısına yapılacak bir anıtın temel atma töreni için, İçişleri Bakan’ı Şükrü Kaya görevlendirilmişti. Hareketinden bir gün önce, Çankaya’da akşam yemeğinde idiler. Atatürk sordu:

Yarın sen gidiyorsun Çanakkale’ye Şükrü Bey, öyle değil mi?”

“Evet Paşam!”

“Orada  nasıl bir konuşma yapacaksın?”

Şükrü Bey şaşırmıştı. Kendini toparladı.

“Paşam” dedi, “ Yahya çavuş’ları, Seyit onbaşı’ları, Arıburnu’nu, Conk Bayırı’nı, Anafartalar’ı  anlatacağım… ‘Ben size ölmeyi emrediyorum…’  dediğiniz Kemal yeri’nden konuşacağım, 250 bin şehit, yaralı, sakat verdiğimiz, Mehmetçiğin o muhteşem zaferini anlatacağım, Sizi anlatacağım!...”

Sofrada soluk kesilmişti. Gözleri buğulanmıştı, belli ki o günlere gidivermişti:

“ Hayır , çocuk hayır” dedi. “ O günler çok gerilerde kaldı!... Sofra devam etsin.” Sonra sofradan kalktı, kütüphaneye gitti, bir saat sonra elinde bir metinle döndü. Bu metindeki dizeler, bugün Şili’den  Montreal’e, Havana’dan Budapeşte’ye kadar birçok  ülkedeki Atatürk anıtlarının kaidelerine olduğu gibi tüm dünya analarının yüreklerine de kazındı.

                Bu  memleketin toprakları üzerinde canlarını veren kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sessizlik içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçik’lerle yan yana , koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen anneler, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim de  evlatlarımız olmuşlardır.”

Yüreği bu denli insan sevgisiyle dolu, gerçek bir yurtsever, gerçek bir kahraman, gerçek barış adamına bugün tüm dünyanın her zamankinden çok daha ihtiyacı var.

En çok da,  kendi yurdunun, kendi vatanının…

Oysa şu tabloya bakar mısınız?

Vatanı kurtarmak için yedi cephede savaştı, şimdi yetmiş cephenin saldırısı altında.

VENİZELOS ve ATATÜRK
 
Yunan bile bu kadar zalim,bu kadar acımasız, bu kadar haysiyetsiz saldırmamıştı. O’nun anasına, babasına, şerefine, haysiyetine, Yunan gavuru dediğimiz gavur bile bu kadar haince saldırmamıştı. Aksine, Yunan Başbakanı Venizelos, “Nobel Barış Ödülü ATATÜRK’E VERİLMELİDİR, ÇÜNKÜ…” diyerek resmen Nobel Akademisine  başvurmuştu.

O, “Adalet Mülkün Temelidir” demişti. Şimdi adliyelerden fotoğrafları depolara indiriliyor, memleketten heykelleri  kaldırılıyor. Çünkü Atatürkle hiçbir şekilde yüz yüze , göz göze  gelmeye cesaretleri yok.

“………………..”

O’nun yüzüne nasıl bakabilirler ki?

Fotoğraflarına, heykellerine saldırmalarının asıl nedeni budur.

YÜZLEŞMEYE CESARETLERİ YOKTUR.

ÜSTELİK CAHİLDİRLER. NASIL MI?

“Devlet başkanlarının fotoğraflarının bütün devlet  dairelerinde, kamu kuruluşlarında, okullarda, sınıflarda, dış temsilciliklerde, dışarıdan fark edilecek şekilde asılması gerektiği emrini verenin Sultan  II. Mahmut olduğunu” bilselerdi acaba ne yaparlardı, bilmiyorum.

ATATÜRK'ün BABA VE ANNE SOYU
Bildiğim şey, her yurtseverin Cumhuriyet’i ve kazanımlarını korumak ve kollamak üzere safları sıkıştırmaları, Kurtuluşta olduğu gibi, tek yürek, tek bilek, yepyeni bir Kuvayı Milliye ruhuyla yeniden ortaya çıkmaları gereğidir.

Bunu mutlaka başarmalıyız ki, aman ha…

KAR İZLERİ ÖRTMESİN.

 

 

10 Ocak 2014 Cuma

DUYURUDUR







EMİRGAN HALKINA VE YARDIMSEVER İNSANLARA DUYURUMDUR.

 Burhan Bursalıoğlu
11 yıl müdürlüğünü yaptığım Emirgan İlkokulu binası 2012 de büyük onarıma alındı.
Eğitim öğretim, 2 senedir, ayrı, ayrı  iki başka okullarda sürdürülüyor.
İnşaatın devamı süreci içinde, yetkili ağızlardan da kesin cevap alınamadığı için, birçok dedikodu  üretildi.  Kimi İmam Hatip okulu olacak; kimi , bina Özel İdareye ait olduğu için kiraya verilip, restoran, kahvehane, internet kahvehane, otel olacak şeklinde dedikodular. Yetkililerden kesin yanıt alınamadığı için , dedikodulara inanılmaya başlandı.
Bunun üzerine, okul idaresi, Aile birliği, okuldan mezun olan öğrenciler, Emirgan Sevenler Derneği, esnaf ve halk ( OKULUMUZUN  BAŞKA AMAÇLA KULLANILMASINA MÜSAADE ETMEYİZ) düşüncesiyle  sahip çıkınca, Milli Eğitim Müdürlüğü dedikodulara son veren açıklamayı yaptı ve okulu Mart başında okul idaresine teslim edeceğini açıkladı.
Ancak, öğrenci sıralarının dışında hiçbir araç gerece karışmayacağını da söyledi.
Okuldan okula taşınan ahşap  malzemeler, yazı tahtası, sandalye, masa, dolap,kitaplık gibi gereçler  kullanılmaz hale geldi. Ders araç ve gereçlere ihtiyaç var. Biyoloji dolabı, matematik, beden eğitimi, müzik, resim, sosyal bilgiler, Türkçe ve kırtasiye gereçlerine acilen ihtiyaç bulunmaktadır.
Bunların dışında da, sözleşmeli personelin maaşları ve nakit alınacak ihtiyaç malzemeleri için  alımlarda sıkıntı yaşanıyor  ve yaşanacak.
İlk etapta, bir nebze olsun taşınma, kırtasiye gibi elzem ihtiyaçların karşılanması için, 1. ŞUBAT. Cumartesi günü için, İstinye, Kaçkar restorant da branş  düzenlendi.  40 liradan 300 bilet basıldı.
Biletler,, okulun altında yazıhanesi olan,Emirgan Sevenler Derneği, Okul Aile Birliği, İrfan’ın kahvesi,  Çınaraltı kahvesin de satılığa çıktı. Umarım kısa zamanda biter.
SONUÇ:
 Emirgan halkı ve tüm yardımsever insanlardan, modern  eğitimi ile, etrafa verdiği feyz ile, yetiştirdiği ünlü isimleriyle çevrenin taktirine mazhar olan  okulun, kendine yaraşır şekilde donanımının yapılmasını istiyor ve umuyorum.

29 Aralık 2013 Pazar

ŞİİR DÜNYAMIZIN DEĞERLERİ - 21 -




ŞEMSİ  BELLİ






Burhan Bursalıoğlu

1925 yılında Malatya ilinin Arguvan ilçesine bağlı Kızıluşağı Köyü'nde (yeni ismiyle Yenisu köyü) dünyaya geldi. 1947 yılında Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olduktan sonra Ankara Hukuk Fakültesi’nde başladığı yüksek öğrenimimini 1956'da tamamladı.
Avukatlık, gazetecilik (Vakit, Cumhuriyet, Ulus, Son Havadis, Milliyet, Hürriyet, Dünya gazeteleri), edebiyat öğretmenliği (Vefa Lisesi, İstanbul Kız Lisesi, Çapa Öğretmen Okulu ve Gazetecilik Yüksek Okulu’nda öğretim görevlisi) gibi değişik görevlerde bulundu, radyo ve televizyon programları yaptı (1953’ten 1960’a kadar Ankara Radyosunda Adım Adım Anadolu, Kırk Gözlü Heybe, İçimizden Biri; 1959 / 1960 yıllarında Kıbrıs Radyo ve Televizyonunda Adım Adım Türkiye, 1988 / 1989 yıllarında TRT’de Şiir Bahçesi), dergiler (Kervan, Çadır, Anayasso, Şiir Defteri)ve gazeteler (Memleket, Son Posta) çıkardı[1].
Bir ara siyasetle de uğraşan Şemsi Belli 1969 yılında Adana milletvekili adayı olduğu Birlik Partisi’nin genel sekreterlik görevinde bulundu. 1958 yılında Gülsen Hanım’la evlenen şairin Orhan (1960), Bengü (1961) ve Yağmur (1966) adlı üç oğlu oldu. 11 Ekim 1995 günü İstanbul’da hayata veda etti.

ANAYASO

Gul, gurban olduğum Hökümet Baba!
Baa bir alfabe veremez miydin?
Gara dağlar gar altında galanda
Ben gülmezem
Dil bilmezem
Şavata'dan Hakkari'ye yol bilmezem
Gurban olam, çaresi ne, hooy babooov ?

Bebek yanir, bebek hasda, bebek ataş içinde
Ben fakiro,
Ben hakiro
Dohdor ilaç, çarşı bazar tam - takiro
Gurban olam bu ne işdir hooy babooov !

Çoçiğ ağliir, çoçiğ öliir, geçit vermiy Zap suyu
Parasizo,
Çaresizo
Ben halsizo, ben dilsizo, şeher uzah, yolsizo
Bu ne haldır, bu ne iştir hooy babooov !

Gara dağda, gar altında ufağ ufağ mezerler
Yeddi ceset hetim hetim Zap Suyunda yüzerler
Hökümata arz eylesem azarlar
Ben ketimo
Ben hetimo
Ben ne biçim vatandaşım hooy babooov ?

Şavata'tan Angara'ya ses getmiir
Biz getmeğe guvvatımız hiç yetmiir
Malımız yoh
Yolumuz yoh
Angara'ya ses verecek dilimiz yoh
Ganadımız, golumuz yoh
Bu ne biçim memlekettir hooy babooov ?

Yerin, yurdun adresesin bilmirem
Angara'da: Anayasso !
Ellerinden öpiy Hasso
Yap bize de iltimaso
Bu işin mümkini yoh mi hooy baboov ?

İLK ÖPÜŞ

Bir yaz gecesiydi, bizim sokakta
Güzel bir ayışığı vardı...
Dört oğlan, yedi kız
Onbir kişiydi...

Saklambaç oynadınız mı siz de çocukken?
Bu da soru mu, elbet oynadınız.

Onbir kişi, onüç-ondört yaşlarında
Kimimiz kısa pantalonlu, kimimiz çocuk
Ağaç arkalarında, köşe başlarında
Saklanıverirdik teker teker...
Kırmızı entarisi beyaz puvanlı
Bir kız vardı içimizde
İnanın ki ismini bile unuttum!
Şeker mi şeker...
İlk öpüşmem o kızla oldu benim
Saklambaç oynadığımız bir gece
Herkes bir köşeye sinince,
Onunla aynı yere saklanmıştık...

Görülmemek, duyulmamak tatlı şey
Hele korku... gizliliğin lezzeti...
Nefesimiz birbirine karışıyordu
Etime dokunuyordu eti...

Hiç de öpüşmek niyetimiz yoktu
Yoktu ama, ya o tatlı gizlenme.
Bir ateşi körüklüyordu içerden
Ne oldu, ne olmadı... bilmiyorum
İçimde bir gıdıklanma oldu birden

Önce elini tuttum... sonra omuzlarını
Aaah!... o fısıltı halindeki gizli itiraz.
-Yapma ne olursun bir gören olur.
-Hayır! kimse görmez... beri gel biraz!

Bimezdim sevgilinin dudaktan öpüldüğünü
Dudaklarım hafifçe yanaklarına değdi.
Parmaklarım göğüslerine.
Bu bir öpüş değil, başka bir şeydi...

Saklambaç oynadınız mı siz de çocukken
Sizin de ilk öpüşünüz böyle mi oldu?
Nere gitti o ışıklı geceler?
Kırmızı entarisi beyaz puvanlı kız
Ne oldu?

Kırmızı entarili kızın
Şimdi başka elbiseleri vardır.
Evlenmiştir, hanım hanımcık olmuştur.
Çocukları vardır:
Anneleri kadar şirin... tatlı... yaramaz...
Çocuklarını sever, kocasını sever...
Saklambaç oynadığımız günleri hatırlamaz...

HEYBEMİN GÖZÜNDEKİ TUTKULAR

Sana alafranga şiirler değil
Sana türküler yazmalıyım
Mendil mendil
Nakış nakış deyişler söylemeliydim sana
Dağların doruğunda
Nevruzdan karçiçeğinden söz açmalıydım.

Heybemin bir gözünde tutkularım
Bir gözünde sen varsın
Tezek yaparsın doğan güne karşı her sabah
Kilim dokursun ağlarsın.

Sana sevgiden çok önce
Okuma-yazma öğretmeliydim dağkuşum
Ellere okutmamalıydın betiklerimi
Sana alafranga şiirler değil
Fistanındaki çiçekler gibi türküler demeliydim...


MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...