20 Ocak 2014 Pazartesi

A T A T Ü R K




KAR İZLERİ ÖRTMESİN
 
Burhan Bursalıoğlu
Değerli Okurlarım;  son yıllarda Ulu Atatürk ve sülalesi hakkında, yetkili, yetkisiz ağızlardan ,Türk Vatandaşına yakışmayacak saldırılar olmaktadır. Bu insanlar biraz kitap okumuş olsalardı  herhalde söylediklerinden utanırlardı.
Yakın zamanda bitirdiğim, ORHAN ÇEKİÇ' in yazdığı 1938 SON YIL adlı kitabından bazı kısımları Siz değerli okurlarla paylaşacağım.
İlk yazı kitabın sonundan alınmıştır.
İyi okumalar.

Selanik ilkokul öğretmenlerinden Kırmızı Hafız Ahmet Efendi’nin oğlu Ali Rıza Efendi ile, Sofuzade Feyzullah Ağa’nın kızı  Zübeyde’nin evliliğinden üç kız üç erkek çocuk  dünyaya gelir.

1871 yılındaki bu evlilik ilk meyvesini hemen bir yıl sonra vermiş, çocukluktan genç kızlığa henüz adımını atmış olan  Zübeyde, daha 15 yaşında iken anne oluvermişti.

Bebeğin adını Fatma koydular.

ZÜBEYDE  HANIM
Ali Rıza Efendi’nin kız tarafını bu evliliğe ikna edebilmesi hiç de kolay olmamıştır. Zübeyde’nin babası Feyzullah Ağa’nın birinci eşinden oğlu Hüseyin Ağa, bu evliliğin gerçekleşmesi için Zübeyde’nin annesi Ayşe Hanımı ikna etmede epeyi zorlanır. Ayşe Hanım Feyzullah Ağa’nın üçüncü eşidir. 
                                                                ALİ RIZA EFENDİ

Hüseyin Ağa  Selanik eşrafından Hacı Süleyman Ağa’nın Langaza’daki çiftliğinde kahya olarak çalışmaktadır. Ali Rıza Efendi’nin vakitsiz ölümü üzerine Zübeyde Hanımı’nın üç çocuğu ile birlikte bir süre kalacağı, küçük Mustafa ile Makbule’nin kargaları kovalayacakları çiftlik işte bu Rapla çiftliğidir. Hüseyin Ağa bu çiftliğin yöneticisidir.

Sonunda Hüseyn Ağa’nın da telkinleri ile Ayşe hanım yumuşar ve evlilik gerçekleşir. Zaten o günlerin adetleri gereği, evlilik gibi konularda kararı erkekler verir. O nedenle bu konuda Zübeyde’nin de görüşünün  alınmış olması beklenemez.

MAKBULE ATADAN
Yeni evliler, Selanik’te Ali Rıza Efendi’nin Yeni Kapı Mahallesindeki baba evine yerleşirler ve ilk çocukları Fatma işte bu  evde dünyaya gelir.( 1872 ) Bu esnada Ali Rıza Efendi Osmanlı Rumelisinin, o zamanki Yunanistan sınırında Olimpos Dağı eteklerinde, Çayağzı veya Papaz köprüsü denilen dağlık, ıssız bir yerde, gümrük memuru olarak çalışmaktadır.

Fatma’dan sonra birer yıl arayla iki erkek çocukları daha olur. Ahmet 1874 de, Ömer 1875 de doğar. Ömer’in  doğumuna henüz sevinemeden Fatma’nın veremden ölümüyle sarsılırlar. ( 1875 )

ATATÜRK-ÜLKÜ ve MAKBULE ATADAN
Ali Rıza Efendi’nin görev yaptığı gümrük kapısı  son derece tehlikeli bir sınır geçididir, dağlar Rum eşkiyası ile doludur. Eşkiya  bu gümrük kapısından geçen her şeyi haraca bağlamıştır. Rahat, huzur yoktur. Ali Rıza Efendi Gümrük idaresinden istifa edip Ailesini Selanik’e taşır ve kereste işine başlar ama başı eşkiya ile gene derttedir. Bir defasında eşkiya tarafından kaçırılır, hayatından ümit kesilir, önemli bir haraç ödeyerek ancak kurtulur. O korku dolu günlerin acısı da çocuk Mustafa’nın belleğinden hiç mi hiç silinmeyecek, oluşmakta olan karakterinde önemli rol  oynayacaktır.

Kereste ticareti sayesinde gelir düzeyi nispeten yükselen Ali Rıza Efendi, eşi Zübeyde, çocukları  Ahmet ve Ömer’le birlikte, Selanik’in Islahhane semtinin Ahmet Subaşı mahallesindeki üç katlı bir eve taşınır. Mustafa işte bu evde dünyaya gelir. ( İleride, 1908 de Mustafa Kemal Bey bu evi satın alacak, Balkan savaşından sonra Selanik kaybedilince Zübeyde Hanım ve Makbule İstanbul’a geldikleri için ev terk edilecek, Lozan Anlaşması  gereğince de mülkiyeti Yunan  hükümetine geçecektir. 1937 yılında Selanik Belediyesi bu evi Atatürk’e armağan edecektir. Ev bu gün müze haline getirilmiştir.)

ATATÜRK ve ÜLKÜ DUVARIN ÜSTÜNDE OTURUYORLAR
Ali Rıza Efendi çocukken beşiğini salladığı küçük kardeşi Mustafa’yı kazayla beşikten düşürüp ölümüne yol açmıştı.  Bunu hiç unutmadı. 1881 yılında bir oğlu daha doğunca, kardeşinin ismini oğluna verdi MUSTAFA.

Aile, Fatma’nın acısını Mustafa ile unutmaya çalışırken çok daha büyük bir acıyla sarsıldı. Ahmet ve Ömer 1883 yılında, tüm ülkede hüküm süren çiçek salgınına kurban gittiler. İki kardeşin aynı anda ölümü Ali Rıza Efendi’yi inanılmaz ölçüde sarstı. Şimdi Ailenin tüm ilgisi, küçük Mustafa’nın  üzerinde yoğunlaşmıştı ki 1885 yılında Makbule doğdu. Bu mutluluk da çok sürmedi. Ali Rıza Efendi 1888 yılında ölürken, Zübeyde Hanım  Naciye’ye hamile idi. Naciye 1889 yılında doğdu 1901 de öldü.

Eşinden kalan iki mecidiye gelirle ve üç küçük çocukla yaşam mücadelesi vermeye başlamıştı Zübeyde Hanım.  Bu neredeyse imkansızdı. Ağabeyi Hüseyin Ağa Zübeyde ve çocukları Langaza’daki Rapla çiftliğine götürdü.  İşte Küçük Mustafa ile Makbule’nin kargaları kovaladığı çiftlik bu çiftlikti.

Rapla Çiftliğinin korucusu Küçük Mustafa, duvar gazetesi çıkardığı için zindanlara atıldığında Mustafa Kemal Efendi; Trablus’ta, Derne ve Bingazi’de Bnb. Mustafa Kemal Bey; Çanakkale’de önce Yb. Sonra Alb. Mustafa Kemal Bey;  Filistin Cephesi’nde Mustafa Kemal Paşa; Ankara’da TBMM Başkanı Mustafa Kemal; Sakarya’da Gazi Mustafa Kemal Paşa; Dumlupınar’da Mareşal Mustafa Kemal ve nihayet Cumhurbaşkanı Atatürk olarak anıldı.

ÇANAKKALE ŞEHİTLER ANITI
1893 yılında Selanik Askeri Rüştiyesi’nde giydiği asker üniformasını, 1927 yılında ordudan emekli oluncaya kadar büyük bir onurla taşıdı.

Vatanını savunmak uğruna Trablus’tan Balkanlara; Çanakkale’den Kafkasya’ya; Filistin’den Suriye’ye; Sakarya’dan Dumlupınar’a kadar tüm cephelerde savaştı, hiç yenilmedi.

Dünya O’nu “DAHİ BİR ASKER” olarak tanıdı ama, asıl “Savaş, mutlak bir zaruret olmadıkça  cinayettir” sözüyle hatırladı.

O’nu, “bir savaş adamı olmaktan çok, bir barış adamı olarak” selamladı.

Birleşmiş Milletler’in kültür kolu olan UNESCO , 1981 yılının tüm dünyada “ATATÜRK YILI” olarak anılması kararını alırken, O’nun,

-          Emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını veren ve bu mücadeleyi zafere ulaştıran bir komutan, bir ulusal kahraman;

-          Çöken bir imparatorluktan, halk egemenliğine dayalı, hukukun üstünlüğünü esas alan, çağdaş ve laik, demokratik bir Cumhuriyet çıkaran bir devlet kurucusu;

-          Tarihin ender kaydettiği bir devrimci;

-          Kendi yurdunda olduğu kadar tüm Dünya’da da barışı samimi olarak isteyen seçkin bir dünya yurttaşı olarak selamlıyor;

-          Böylece Atatürk, tüm dünya için “aydınlık geleceğin bir simgesi olarak” yıl  boyu saygıyla anılıyordu.

.'.........................'

1934 yılında, Çanakkale Şehitleri anısına yapılacak bir anıtın temel atma töreni için, İçişleri Bakan’ı Şükrü Kaya görevlendirilmişti. Hareketinden bir gün önce, Çankaya’da akşam yemeğinde idiler. Atatürk sordu:

Yarın sen gidiyorsun Çanakkale’ye Şükrü Bey, öyle değil mi?”

“Evet Paşam!”

“Orada  nasıl bir konuşma yapacaksın?”

Şükrü Bey şaşırmıştı. Kendini toparladı.

“Paşam” dedi, “ Yahya çavuş’ları, Seyit onbaşı’ları, Arıburnu’nu, Conk Bayırı’nı, Anafartalar’ı  anlatacağım… ‘Ben size ölmeyi emrediyorum…’  dediğiniz Kemal yeri’nden konuşacağım, 250 bin şehit, yaralı, sakat verdiğimiz, Mehmetçiğin o muhteşem zaferini anlatacağım, Sizi anlatacağım!...”

Sofrada soluk kesilmişti. Gözleri buğulanmıştı, belli ki o günlere gidivermişti:

“ Hayır , çocuk hayır” dedi. “ O günler çok gerilerde kaldı!... Sofra devam etsin.” Sonra sofradan kalktı, kütüphaneye gitti, bir saat sonra elinde bir metinle döndü. Bu metindeki dizeler, bugün Şili’den  Montreal’e, Havana’dan Budapeşte’ye kadar birçok  ülkedeki Atatürk anıtlarının kaidelerine olduğu gibi tüm dünya analarının yüreklerine de kazındı.

                Bu  memleketin toprakları üzerinde canlarını veren kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sessizlik içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçik’lerle yan yana , koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen anneler, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim de  evlatlarımız olmuşlardır.”

Yüreği bu denli insan sevgisiyle dolu, gerçek bir yurtsever, gerçek bir kahraman, gerçek barış adamına bugün tüm dünyanın her zamankinden çok daha ihtiyacı var.

En çok da,  kendi yurdunun, kendi vatanının…

Oysa şu tabloya bakar mısınız?

Vatanı kurtarmak için yedi cephede savaştı, şimdi yetmiş cephenin saldırısı altında.

VENİZELOS ve ATATÜRK
 
Yunan bile bu kadar zalim,bu kadar acımasız, bu kadar haysiyetsiz saldırmamıştı. O’nun anasına, babasına, şerefine, haysiyetine, Yunan gavuru dediğimiz gavur bile bu kadar haince saldırmamıştı. Aksine, Yunan Başbakanı Venizelos, “Nobel Barış Ödülü ATATÜRK’E VERİLMELİDİR, ÇÜNKÜ…” diyerek resmen Nobel Akademisine  başvurmuştu.

O, “Adalet Mülkün Temelidir” demişti. Şimdi adliyelerden fotoğrafları depolara indiriliyor, memleketten heykelleri  kaldırılıyor. Çünkü Atatürkle hiçbir şekilde yüz yüze , göz göze  gelmeye cesaretleri yok.

“………………..”

O’nun yüzüne nasıl bakabilirler ki?

Fotoğraflarına, heykellerine saldırmalarının asıl nedeni budur.

YÜZLEŞMEYE CESARETLERİ YOKTUR.

ÜSTELİK CAHİLDİRLER. NASIL MI?

“Devlet başkanlarının fotoğraflarının bütün devlet  dairelerinde, kamu kuruluşlarında, okullarda, sınıflarda, dış temsilciliklerde, dışarıdan fark edilecek şekilde asılması gerektiği emrini verenin Sultan  II. Mahmut olduğunu” bilselerdi acaba ne yaparlardı, bilmiyorum.

ATATÜRK'ün BABA VE ANNE SOYU
Bildiğim şey, her yurtseverin Cumhuriyet’i ve kazanımlarını korumak ve kollamak üzere safları sıkıştırmaları, Kurtuluşta olduğu gibi, tek yürek, tek bilek, yepyeni bir Kuvayı Milliye ruhuyla yeniden ortaya çıkmaları gereğidir.

Bunu mutlaka başarmalıyız ki, aman ha…

KAR İZLERİ ÖRTMESİN.

 

 

10 Ocak 2014 Cuma

DUYURUDUR







EMİRGAN HALKINA VE YARDIMSEVER İNSANLARA DUYURUMDUR.

 Burhan Bursalıoğlu
11 yıl müdürlüğünü yaptığım Emirgan İlkokulu binası 2012 de büyük onarıma alındı.
Eğitim öğretim, 2 senedir, ayrı, ayrı  iki başka okullarda sürdürülüyor.
İnşaatın devamı süreci içinde, yetkili ağızlardan da kesin cevap alınamadığı için, birçok dedikodu  üretildi.  Kimi İmam Hatip okulu olacak; kimi , bina Özel İdareye ait olduğu için kiraya verilip, restoran, kahvehane, internet kahvehane, otel olacak şeklinde dedikodular. Yetkililerden kesin yanıt alınamadığı için , dedikodulara inanılmaya başlandı.
Bunun üzerine, okul idaresi, Aile birliği, okuldan mezun olan öğrenciler, Emirgan Sevenler Derneği, esnaf ve halk ( OKULUMUZUN  BAŞKA AMAÇLA KULLANILMASINA MÜSAADE ETMEYİZ) düşüncesiyle  sahip çıkınca, Milli Eğitim Müdürlüğü dedikodulara son veren açıklamayı yaptı ve okulu Mart başında okul idaresine teslim edeceğini açıkladı.
Ancak, öğrenci sıralarının dışında hiçbir araç gerece karışmayacağını da söyledi.
Okuldan okula taşınan ahşap  malzemeler, yazı tahtası, sandalye, masa, dolap,kitaplık gibi gereçler  kullanılmaz hale geldi. Ders araç ve gereçlere ihtiyaç var. Biyoloji dolabı, matematik, beden eğitimi, müzik, resim, sosyal bilgiler, Türkçe ve kırtasiye gereçlerine acilen ihtiyaç bulunmaktadır.
Bunların dışında da, sözleşmeli personelin maaşları ve nakit alınacak ihtiyaç malzemeleri için  alımlarda sıkıntı yaşanıyor  ve yaşanacak.
İlk etapta, bir nebze olsun taşınma, kırtasiye gibi elzem ihtiyaçların karşılanması için, 1. ŞUBAT. Cumartesi günü için, İstinye, Kaçkar restorant da branş  düzenlendi.  40 liradan 300 bilet basıldı.
Biletler,, okulun altında yazıhanesi olan,Emirgan Sevenler Derneği, Okul Aile Birliği, İrfan’ın kahvesi,  Çınaraltı kahvesin de satılığa çıktı. Umarım kısa zamanda biter.
SONUÇ:
 Emirgan halkı ve tüm yardımsever insanlardan, modern  eğitimi ile, etrafa verdiği feyz ile, yetiştirdiği ünlü isimleriyle çevrenin taktirine mazhar olan  okulun, kendine yaraşır şekilde donanımının yapılmasını istiyor ve umuyorum.

29 Aralık 2013 Pazar

ŞİİR DÜNYAMIZIN DEĞERLERİ - 21 -




ŞEMSİ  BELLİ






Burhan Bursalıoğlu

1925 yılında Malatya ilinin Arguvan ilçesine bağlı Kızıluşağı Köyü'nde (yeni ismiyle Yenisu köyü) dünyaya geldi. 1947 yılında Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olduktan sonra Ankara Hukuk Fakültesi’nde başladığı yüksek öğrenimimini 1956'da tamamladı.
Avukatlık, gazetecilik (Vakit, Cumhuriyet, Ulus, Son Havadis, Milliyet, Hürriyet, Dünya gazeteleri), edebiyat öğretmenliği (Vefa Lisesi, İstanbul Kız Lisesi, Çapa Öğretmen Okulu ve Gazetecilik Yüksek Okulu’nda öğretim görevlisi) gibi değişik görevlerde bulundu, radyo ve televizyon programları yaptı (1953’ten 1960’a kadar Ankara Radyosunda Adım Adım Anadolu, Kırk Gözlü Heybe, İçimizden Biri; 1959 / 1960 yıllarında Kıbrıs Radyo ve Televizyonunda Adım Adım Türkiye, 1988 / 1989 yıllarında TRT’de Şiir Bahçesi), dergiler (Kervan, Çadır, Anayasso, Şiir Defteri)ve gazeteler (Memleket, Son Posta) çıkardı[1].
Bir ara siyasetle de uğraşan Şemsi Belli 1969 yılında Adana milletvekili adayı olduğu Birlik Partisi’nin genel sekreterlik görevinde bulundu. 1958 yılında Gülsen Hanım’la evlenen şairin Orhan (1960), Bengü (1961) ve Yağmur (1966) adlı üç oğlu oldu. 11 Ekim 1995 günü İstanbul’da hayata veda etti.

ANAYASO

Gul, gurban olduğum Hökümet Baba!
Baa bir alfabe veremez miydin?
Gara dağlar gar altında galanda
Ben gülmezem
Dil bilmezem
Şavata'dan Hakkari'ye yol bilmezem
Gurban olam, çaresi ne, hooy babooov ?

Bebek yanir, bebek hasda, bebek ataş içinde
Ben fakiro,
Ben hakiro
Dohdor ilaç, çarşı bazar tam - takiro
Gurban olam bu ne işdir hooy babooov !

Çoçiğ ağliir, çoçiğ öliir, geçit vermiy Zap suyu
Parasizo,
Çaresizo
Ben halsizo, ben dilsizo, şeher uzah, yolsizo
Bu ne haldır, bu ne iştir hooy babooov !

Gara dağda, gar altında ufağ ufağ mezerler
Yeddi ceset hetim hetim Zap Suyunda yüzerler
Hökümata arz eylesem azarlar
Ben ketimo
Ben hetimo
Ben ne biçim vatandaşım hooy babooov ?

Şavata'tan Angara'ya ses getmiir
Biz getmeğe guvvatımız hiç yetmiir
Malımız yoh
Yolumuz yoh
Angara'ya ses verecek dilimiz yoh
Ganadımız, golumuz yoh
Bu ne biçim memlekettir hooy babooov ?

Yerin, yurdun adresesin bilmirem
Angara'da: Anayasso !
Ellerinden öpiy Hasso
Yap bize de iltimaso
Bu işin mümkini yoh mi hooy baboov ?

İLK ÖPÜŞ

Bir yaz gecesiydi, bizim sokakta
Güzel bir ayışığı vardı...
Dört oğlan, yedi kız
Onbir kişiydi...

Saklambaç oynadınız mı siz de çocukken?
Bu da soru mu, elbet oynadınız.

Onbir kişi, onüç-ondört yaşlarında
Kimimiz kısa pantalonlu, kimimiz çocuk
Ağaç arkalarında, köşe başlarında
Saklanıverirdik teker teker...
Kırmızı entarisi beyaz puvanlı
Bir kız vardı içimizde
İnanın ki ismini bile unuttum!
Şeker mi şeker...
İlk öpüşmem o kızla oldu benim
Saklambaç oynadığımız bir gece
Herkes bir köşeye sinince,
Onunla aynı yere saklanmıştık...

Görülmemek, duyulmamak tatlı şey
Hele korku... gizliliğin lezzeti...
Nefesimiz birbirine karışıyordu
Etime dokunuyordu eti...

Hiç de öpüşmek niyetimiz yoktu
Yoktu ama, ya o tatlı gizlenme.
Bir ateşi körüklüyordu içerden
Ne oldu, ne olmadı... bilmiyorum
İçimde bir gıdıklanma oldu birden

Önce elini tuttum... sonra omuzlarını
Aaah!... o fısıltı halindeki gizli itiraz.
-Yapma ne olursun bir gören olur.
-Hayır! kimse görmez... beri gel biraz!

Bimezdim sevgilinin dudaktan öpüldüğünü
Dudaklarım hafifçe yanaklarına değdi.
Parmaklarım göğüslerine.
Bu bir öpüş değil, başka bir şeydi...

Saklambaç oynadınız mı siz de çocukken
Sizin de ilk öpüşünüz böyle mi oldu?
Nere gitti o ışıklı geceler?
Kırmızı entarisi beyaz puvanlı kız
Ne oldu?

Kırmızı entarili kızın
Şimdi başka elbiseleri vardır.
Evlenmiştir, hanım hanımcık olmuştur.
Çocukları vardır:
Anneleri kadar şirin... tatlı... yaramaz...
Çocuklarını sever, kocasını sever...
Saklambaç oynadığımız günleri hatırlamaz...

HEYBEMİN GÖZÜNDEKİ TUTKULAR

Sana alafranga şiirler değil
Sana türküler yazmalıyım
Mendil mendil
Nakış nakış deyişler söylemeliydim sana
Dağların doruğunda
Nevruzdan karçiçeğinden söz açmalıydım.

Heybemin bir gözünde tutkularım
Bir gözünde sen varsın
Tezek yaparsın doğan güne karşı her sabah
Kilim dokursun ağlarsın.

Sana sevgiden çok önce
Okuma-yazma öğretmeliydim dağkuşum
Ellere okutmamalıydın betiklerimi
Sana alafranga şiirler değil
Fistanındaki çiçekler gibi türküler demeliydim...


23 Aralık 2013 Pazartesi

ÖNEMLİ GÜNLER

,


ŞEHİT  KUBİLAY  OLAYI

 
Burhan Bursalıoğlu
 
Bugün 23 Aralık, Menemen Olayı ya da Kubilay Olayının 83. yılı.
 

23 Aralık 1930 günü , Cumhuriyet tarihinin ikinci önemli irtica olayı, İzmir'in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay'ın , şeriat isteyen bir grup esrarkeş, yobazlar tarafından başı kesilerek öldürülmesiyle başlayan olaylar zincirinin başladığı tarihtir



KUBİLAY Aydın`ın
Kenz-ül İrfan okulunda okudu. Aydın Gazipaşa İlkokulu`nda öğretmenlik yaptı`

. Kubilay`ın babası Kazavan Hüseyin, yirminci yüzyılın başlarında Girit`te Rum baskısı artınca ailesini alarak İzmir`e göç eder. Aile on yıl içersinde İzmir, Adana, Kozan, Aydın, Antalya, İzmir arasında dolaşarak tutunmaya çalışır. 1906 yılında Kozan`da doğan Kubilay, dünyayı Aydın`da tanımaya başlar. Çocukluğu Birinci Dünya savaşının acı günlerinde Aydın Orta Mahallede geçer. Pek çok akrabası halen Aydın`da oturmaktadır.

KUBİLAY Aydın`ın Kenz-ül İrfan okulunda okudu Bursa Öğretmen Okulu`nu bitirince çocukluğunun geçtiği Aydın`a atamasının yapılmasını ister ve   Aydın Gazipaşa İlkokulu`nda öğretmenliğe başlar.
Evlenir, düzenli bir yaşama geçeceği sırada da askere alınır.

 

Mustafa Fehmi Kubilay, 1930 yılında Menemen'de yedek subay sıfatıyla askerlik görevini yapmaktaydı. 23 Aralık 1930 sabahı Menemen'de cereyan eden hadiseler genel anlatıma göre şu seyri izlemiştir:

Şeyh Esat’ın Manisa’da Nakşibendi tarikatını yaymakla görevlendirdiği Laz İbrahim tarafından yönlendirilen, Manisa tarafından gelen çember sakallı, sarıklı ve cüppeli dördü silahlı 6 kişi, 23 Aralık 1930'da sabah namazından sonra camiden aldıkları Yeşil Sancağı yola dikerek silah zoruyla etraflarına adam toplamaya çalışırlar. Elebaşılar arasında, Giritli Derviş Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet Emin, Nalıncı Hasan, Küçük Hasan vardı. Derviş Mehmet camide namaz kılanlara kendini "Mehdi" olarak tanıttı ve dini korumaya geldiklerini söyledi].

Arkalarında 70 bin kişilik Halife ordusu olduğunu, öğle saatlerine kadar şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söylediler[6]. Camideki yeşil bayrağı alıp uzun bir sopaya taktılar ve Menemen şehir meydanında kazdıkları bir çukura diktiler. Bayrağın çevresinde dönmeye, tekbir getirmeye, zikretmeye ve "Şapka giyen kafirdir! Yakında yine şeriata dönülecektir." diyerek bir isyan hareketi başlatmak isterler. Bayrağın altından ahaliden bazı kişileri (bir fabrikada çalışan Hayimoğlu Jozef de dahil) geçirdiler. Kasabaya halife ordusunun geleceği iddiası halkı korkuttu]

 


 

Olaylara müdahale


Olayların ilçedeki askeri birlikte duyulmasıyla, bir bilgiye göre; alay komutanı, yedeksubay Kubilay'ı olay yerine gönderdi.

Kubilay bu hareketi bastırmak için bir manga askerle olay yerine geldi. Askerlerin yanından ayrılarak tek başına onların arasına girip teslim olmalarını istedi. Onlardan biri ateş ederek Kubilay’ı yaraladı. Karşıdan bunu gören askerler ateş açtılar. Fakat tüfeklerinde öldürücü etkisi olmayan manevra fişekleri vardır. Derviş Mehmet "bana kurşun işlemiyor” diyerek halkı kandırmaya çalıştı.

Kubilay yaralı halde cami avlusuna sığındıysa da, Derviş Mehmet ve arkadaşları peşisıra geldiler. Derviş Mehmet, çantasını açıp testere ağızlı bağ bıçağını çıkardı ve yaralı Asteğmen Kubilay'ın başını kesti.

Kesik başı yeşil bayrağın sopasına dikmeye çalıştılar ancak başaramadılar. Birisi ip getirdi ve Kubilay'ın başı yeşil bayrağın dikili olduğu sopaya iple bağlandı. Olay yerine yetişen Bekçi Hasan ateş edip gruptan birini yaraladı. Ancak açılan ateş sonucu o da öldü. Arkadaşının yardımına koşan Bekçi Şevki de açılan ateş sonucu öldü.

Bu aşamada askeri birlik yetişir. Komutan "Teslim olun!" diye bağırır. Ancak olay çatışmaya dönüşür ve askeri birlik ateş eder. Göstericilerden Derviş Mehmet de dahil bazıları ölürken, bazıları kaçar. Daha sonra hepsi birden yakalanır.


Kubilay üzerine düşen yasal görevi, asayişi sağlamak amacıyla, devlet adına Menemen Belediye alanında yobazların karşısına dikildi. Olayın, genç cumhuriyetin
Şeyh Sait ayaklanmasından sonra karşılaştığı ikinci irtica olayı olduğunu bilmiyordu. O, görevini en iyi biçimde yapmak için oradaydı. Bu uğurda da canını verdi. Devrim tarihinde adı, devrim şehidi olarak yer aldı.


Şehit Öğretmen Kubilay’a Allahtan rahmet, ailesine ve Türk Milletine de baş sağlığı diliyorum.



Mustafa  Kemal'in  Orduya Taziyetnamesi


Menemen’de ahiren vukua gelen irtica teşebbüsü esnasında Zabit Vekili Kublay Beyin vazife ifa ederken duçar olduğu akıbetten Cumhuriyet ordusunu taziyet ederim. Kublay Beyin şehadetinde mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tavripkâr bulunmaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hâdisedir. Vatanı müdafaa için yetiştirilen; dahilî her politika ve ihtilâfın haricinde ve fevkinde muhterem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mürteciler karşısındaki yüksek vazifesi vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur.

Menemen’de ahaliden bazılarının hataları bütün milleti müteellim etmiştir. İstilânın acılığını tatmış bir muhitte genç ve kahraman Zabit Vekilinin uğradığı tecavüzü milletin bizzat cumhuriyete karşı bir suikast telâkki ettiği ve mütecasirlerle, müşevvikleri, ona göre takip edeceği muhakkaktır. Hepimizin dikkatimiz bu mes’eledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkile yerine getirmeğe matuftur.

Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkûreci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kublay Bey, temiz kanı ile cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.

Reisicumhur
Gazi Mustafa Kemal

İsmet İnönü'nün mesajı[]


“Kubilay devrim uğruna, vatan sevgisi ve bütünlüğü yolunda yalnız başına, kuvvet hesabı yapmayan bir idealist vatanseverlik örneğidir. Kubilay, millet yolunda canını her an fedaya hazır olan geleneksel Türk yaradılışının müstesna abidesidir.”

 GELİŞMELER

31 Aralık 1930 günü Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir’in merkez ilçelerinde 1 Ocak 1931’den itibaren 1 ay süre ile Fahrettin Altay komutasında sıkıyönetim ilan edilmiş ve 1. Kolordu Komutan Vekili General Mustafa Muğlalı başkanlığında bir Divanı Harp kurulmuştur. 7 Ocak 1931′de bu kez İzmir’de yine Mustafa Kemal Paşa başkanlığında ikinci bir toplantı yapıldı. Olaya doğrudan veya dolaylı katılan 105 sanık (anayasayı cebren tağyir, eyleme iştirak, azmettirme veya Mehdi Mehmedin Mehdiliği için harekete geçtiğini bildikleri halde zamanında Hükümete haber vermedikleri ve tekkelerin seddinden sonra ayini tarikat icra ettikleri suçlamalarıyla) 15 Ocak 1931′den itibaren Divanı Harp’te yargılanmaya başlandı, 24 Ocak 1931 günü iddianame okundu ve 29 Ocak 1931 günü mahkeme 36 (ölmüş olan bir sanık ile 37) kişinin idama mahkum edilmesine, 40 kişinin sorumsuzluğu nedeniyle salıverilmesine, 27 sanığın beraatine, 41 kişiye çeşitli hapis cezaları verilmesine hükmetti ve karar Meclis’in onayına sunuldu. İdam hükümlülerinin 6′sının yaşı küçük olduğundan, onların ölüm cezaları ağır hapse çevrildi. T.B.M.M. Adalet Divanı ayrıca iki idamlığın cezasını 2 yıl hapse çevirdi.

Kalan 28 sanık, 3 Şubat 1931 gecesi Menemen’de idam edildi. Bazıları Kubilay’ın başının kesildiği yerde asıldı. Mahkumlardan biri idam sehpasının önünden kaçabildi. İki hafta sonra yakalandı ve ertesi gün idam edildi. Olayın hemen ardından Menemen’de devrim şehidi iki bekçi ve Kubilay adına anıt dikildi. Anıtın üzerinde şöyle yazar:
 

“İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz.”

Sıkıyönetim, 28 Şubat 1931’de Manisa ve Balıkesir’den, 8 Mart 1931′de de Menemen’den kaldırıldı.
burhansev.blogspot.com

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ