30 Ekim 2013 Çarşamba

CUMHURİYET BAYRAMININ GECE KUTLANMASI




CUMHURİYET  GECEMİZ

Burhan BURSALIOĞLU

2013  yaz  sezonumuz  anlamlı ve coşkulu  bir gece ile noktalandı.

Cumhuriyet’imizin 90. Yıldönümü nedeniyle, Bank-Ev sahil sitesi Yönetim Kurulu, her  29 Ekim’de olduğu gibi  bu sene de, sitemizin sosyal tesislerinde kutlama amaçlı  kokteyl verildi.

Sitemizin yazlıkcılarının çoğu memleketlerine dönmüş olmalarına rağmen gecemize, çevre sitelerden gelenlerle birlikte 150 kişi katılım oldu.

Saat 16.00 dan itibaren,barkavizyondan tüm marşlarımızın  çalınmasına başlandı. Arada bir, beyaz ekranda da Ulu Önder Atatürk’ümüzün resimleri ve  O’na  ait video gösterileri  yapıldı.  Saat 20.00 kadar devam eden yayın,  davetlilerin hazır olması nedeniyle, geçici olarak durdu.

Salon tıklım, tıklım dolmuştu. Her masada dörder, beşer kişilik , tabaklar içinde yiyecekler  konmuştu.

Her zamanki  gibi, neşeli ve sempatik tavırlarıyla,  sitemizin sevilen müdavimlerinden Yılmaz GÜNDOĞAN,  programı takdim ettikten sonra, Yönetim Kurulu Başkanımız  Esin ŞAHİNBOZKIR’I günün anlamını içeren konuşması için mikrofona davet etti.

 
 
Esin Hanımın alkışlarla biten konuşması  sonrasında,  Yılmaz GÜNDOĞAN, saz ve koro  elemanlarını tek, tek ismen  sahneye davet etti.

Şef  (Piyanist)  Mustafa KÖKER

Udlar: Ali YÜCEGÖNÜL, Münire  YÜCEGÖNÜL, Temel GÜR.

Ritim: Özer  ÖKTE  ve Nesrin  KİPMEN

Arkada el sallayan Y.K.Başkanı Esin Şahinbozkır.
Önde oyun oynayan Yılmaz Gündoğan
 
KORO:

Saadet DÜŞLÜOĞLU,  Okşan  MUNANOĞLU,  Müzeyyen  BAŞAR, Esin YAMAN,  Mehmet ÖZEKEN,  Ülkü AVİS,  Sühendan DURAK,  Sami  KÖROĞLU  ve  Gülseren  KÖKER  den oluşmuştu.

Seçilen parçaların tamamı Atatürk’ümüzün sevdiği şarkılardı.

Konacık Belediye Başkanı Mehmet Tosun konuşuyor
 
Saim KÖROĞLU’nuın söylediği   Tatyos Efendinin Hicazkar  Mani oluyor halimi takdire hicabım.

Şarkısından sonra,

Udi  Ali  YÜCEGÖNÜLDEN   Uşşak  taksimi ve devamında,  korodan, Griftzen Asım Efendini n    Uşşak şarkısı

Cana rakibi  handan edersin ‘i dinledik.

 
Daha sonra sıra ile :

Hüseyni  türkü: Havada bulut yok, bu ne dumandır.

Sadettin KAYNAK’ın,  Muhayyer şarkısı:  Çile bülbülüm çile

Rumeli yöresinden:  Bülbülüm altın kafeste

Yine Rumeliden: Evlerin önü handır.

Belediye Başkanı koroda
 
Udi Ali  YÜCEGÖNÜL’de  Hicaz ud taksiminden sonra;

Hicaz Rumeli türküsü: Kırmızı gülün alı var.

Kaptanzade Ali Bey’in Hicaz şarkısı: Eğilmez başın gibi gökler bulutlu efem.

Hicaz türkü: Estergon Kal’ası.

Hicaz Rumeli türküsü: Dağlar, dağlar, viran dağlar.

Hicaz  türkü: Sarı kurdelem sarı.

Bu türküden sonra koro ve tüm davetlilerin iştiraki ile,  10. YIL MARŞI’  bayrakları sallayarak okundu.

Marştan sonra  topluca, yasaklanan ANDIMIZ  ı söyledik.

Koro, Hicaz Türkü Karanfil oylum oylum la programına devam etti.

Belediye Başkanı ve Y.K.Başkanımız Esin Hanım koroda
 
Tam bu sırada,  sitemize çeşitli konularda  yardımcı olan  Konacık Belediye Başkanı  Mehmet TOSUN bey salona girdi.

 
Herkesin elini  sıkarak  bayramımızı kutladı ve sonra günün  anlamı hakkında kısa bir konuşmadan sonra koronun içine girerek, bundan sonraki şarkılara iştirak etti. Daha sonra da çökertme oyununu oynadı.

Hicaz Rumeli türküsü: Pencere açıldı Bilal oğlan.

Hicaz türkü: Şu gelen atlı mıdır?

Yine bir Hicaz türkü: Mayadağdan kalkan kazlar. Bu türküyü  Solo olarak Münire  YÜCEGÖNÜL söyledi.

Son olarak Ankara koşması: Hey hey, yürü dilber yürü ömrümün varı, söylenip oyun oynandı.

Davul ve saz eşliğinde, zeybek oyunları oynandı.

Tekrar marşlarımızı topluca söyleyerek “ NE MUTLU  TÜRK’ÜM  DİYENE “  Atatürk’ün bu veciz  yasaklanan sözü  hep birlikte tekrar edilerek , 29 Ekim Cumhuriyet’imizin 90. Kutlama programımız, “Nice 90 lara  “ temennisiyle sona erdi.

Geceyi düzenleyen  Bank-Ev Yönetim kurulu  Sayın   Başkanı Esin ŞAHİNBOZKIR VE Yönetim Kurulu üyelerine, gecenin düzenlenmesinde emeği geçen, başta Yılmaz GÜNDOĞAN ve çalışanlara teşekkür ediyor,  sonsuza değin Cumhuriyetimizin  devamına olan inancımızı asla kaybetmeyeceğimizi, gerekirse son kanımız akana kadar mücadelelerimize  devam edeceğimizi  gururla beyan  ederim..

 

 

 


 

28 Ekim 2013 Pazartesi

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ






CUMHURİYET'İMİZ
Burhan Bursalıoğlu

Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkıyor,  Havza’da Ülkenin durumu değerlendirmesini yapıyor, Erzurum, Sivas Kongrelerini yapıyor,”Vatan bütündür bölünemez” sloganı ile Ankara’ya geliyor.

23 Nisan 10920 de TBMM ni kuruyor,  İstiklal Savaşına girişiyor, zaferi kazanarak tüm  işgalci düşmanları Yurttan kovuyor.

Esas görev yeni başlıyordu. Geçici olarak kurulan TBMM Hükümeti görevini tamamlamıştı.  Yeni bir yönetim gerekliydi.
 

Mustafa Kemal Atatürkün kafasındaki yönetim şekli Cumhuriyet’ti.  Onun düşüncelerine göre,  Ülkenin başına gelen felaketlerin nedeni, halkın egemenliğine sahip çıkamamasında aranmalıydı. Bunu sağlamak için halkın, Milli egemenliği benimsemesi gerekiyordu. Milletin kendi kaderini elinde tutması demek olan Milli egemenlik yönetim hakkının millete ait olduğunun göstergesidir”.diyor ve ilave ediyordu.

Bundan dolayı halk, Milli egemenliğe yönelen bütün tehditleri ve tehlikeleri önlemelidir. Çünkü Milli Egemenlik öyle bir kuvvettir ki, onun karşısında bütün dikta rejimleri yıkılmaya mahkümdür. Milli Egemenliği  esas alan Cumhuriyetle, sultanlık arasında şu fark vardır. Cumhuriyet fazilete dayanırken,  Sultanlık korku ve baskıya dayanmaktadır. Bundan dolayı Cumhuriyet erdemli ve cesur insanların yetişmesine fırsat tanırken, sultanlık içine kapanık ve sefil insanlarla ayakta durabiliyordu. Milli Egemenliğe  dayanan rejimlerin ölçütü, siyasi partilerle , serbest seçimlerdir”

AtatÜrk bu amaçla 1923 de Cumhuriyet Halk  Fırkasını ( Partisini)  kurmuştur. Ona göre bu partinin amacı, her sınıfın ortak çıkarlarını korumaktır.

Cumhuriyetin kurulmasını   iyiden  iyiye  kafasına koymuş ama, mecliste bulunan muhaliflerin de ses çıkarmaması için bazı nedenler gerekliydi. Cumhuriyet kurulacak ama henüz başkent belirlenmemiş, Lozan antlaşması bitmemişti . Nihayet, 1923  Temmuzundan sonra gerekli işlemler bitmiş ama, hükümet sorunu çıkmıştı.

Lozan antlaşması gereği ,   diğer,  özellikle komşu ülkelerimizle mübadele başlayacaktı. En az 500 bin göçmen ülkemize gelecekti. Bu işlerle uğraşacak bir Bakanlık dahi yoktu. Bu Bakanlığa gelebilmek için kulisler başlamış ve yeni kurulan İmar, İskan ve Mübadele Bakanlığını  muhalifler ele geçirmişlerdi. M. Kemal  atamaları onamadı. Hükümetin istifasını istedi.

Hükümet bunalımın devam ettiği günlerdi. 1923 ün Temmuz ayında, M.Kemal, Çankaya’daki kuleli köşkün yeşil salonunda Latife Hanım ve Cevat Abbas’la birlikte oturuyordu. Özel Kalem Müdürü Hayati’den, o zaman daire müdürü olan Hasan Rıza Soyak’ı  yanına göndermesini istedi.

Hasan Rıza’nın geldiğini gören M.Kemal, Latife Hanımla Cevat Abbas’ı salonda bırakarak dışarıda H.Rıza Soyak’ı karşıladı.  Yeleğinin cebinden çıkardığı parmak büyüklüğünde 3-4 sayfalık, üzerlerinde karışık yazılaı bulunan demeti  uzatarak, “Bu notları  aklıma geldikçe bazı düzeltmeler yaparak buraya kaydettim. Sen bunları oku, düzenle. Okuyamadıklarını  benden sorarsın. Bunların içeriğini bir sen bir de ben bileceğiz. Amirlerinin bilmesine bile gerek yotur “ diye uyardı.

M.Kemal , H.Rıza’ya notları vererek onu salona bıraktı ve Latife Hanımla C.Abbası da yanına alarak bakçeye çıktılar. M.Kemal çok neşeli görünüyordu. Atlayarak zıplayarak oyunlar da  oynadı.

Bir müddet sonra Hasan Rıza  işini bitirerek kapıdan göründü. M.Kemal  Latife Hanımı ve  C.Abbası bahçede bırakarak H.Rıza’nın yanına geldi. Ondan notları alarak göz gezdirdi. Sonra da Rıza’ya              Bunları al, Adalet Bakanı Seyit Beye götüreceksin. Bunlaı okuyacak, hukuki bakımdan eklenmesi gerekli bir şey varsa eklesin. Ancak, senden benden ve kendisinden başka kimsenin bilgisi olmadığını da söyleyeceksin.” Diye emir verdi.

Bir gün inceleme yapan Bakan  Seyit Bey, birkaç kelime ekleyerek istenileni  yerine getirdi. 

Müsveddeler,sonradan Soyak ve Seyit Bey tarafından düzenlenen metinler,  Cumhuriyet’in ilanına ve değişmesi gereken Anayasa maddelerine aitti.

28 Ekim 1923  sabahı toplantı halinde olup Hükümet üyelerinin serçimi konusunda uyuşamayan CHP  grubu , Çankaya’da olan M.Kemal’i çağırdılar. Parti Yönetim Kurulu Başkanı olan Fethi   Bey ,  Parti adına bir aday listesi hazırladıklarını, Sizin de fikrinizi almak için davet ettik “ diyerek, dolaylı olarak,  anlaşamadıkları konu hakkında yardım talebinde bulundu. M.Kemal düşüncelerini ilettikten sonra toplantıdan ayrıldı.

Akşam üzeri, M.Kemal Meclis binasından çıkarken, Kemalettin Sami (Gökçen), ve Halit (deli HALİT) Paşalara  rastlayarak akşam yemeği için Çankaya’ya davet ediyor.

O akşam yemekte bu paşaların dışında, Milli Savunma Bakanı Kazım (Özalp) Paşa, İsmet Paşa, Fethi Bey, Yarbay Fuat (Bulca)  ve Afyon Milletvekili  Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey katılmışlardır.

Yemek sırasında M.Kemal   yekten,“ Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz” haberini verdi.  Yemekte bulunanlardan, bilenlerin dışında olanlar kısa bir tereddüt geçirdikten sonra hepsi  bu düşünceye katıldıklarını beyan ettiler.

Yemek sonrası tüm misafirler gitti. Sadece M.Kemal’in isteği üzerine İsmet paşa kaldı. Birlikte Anayasanın gerekli maddelerinde yapılacak değişikliklere son rutuşlar yapıldı.

29 Ekim 1923 sabahı, CHP  Grup toplantısında Bakanlar kurulu listesi üzerinde yapılan görüşmelerden  gene  bir sonuç çıkmayınca, M.Kemal çağrılıyor. M.Kemal  Gruba, anayasada yapılacak değişiklikleri açıklıyor, “Yapılacak bu değişikliklerden sonra Bakanlar Kurulu seçimi kolaylaşacaktır.” diyerek topluca Meclise gidiliyor.

 

Mecliste tasarı üzerinde yapılan görüşmelerden sonra “Yaşasın Cumhuriyet” nidaları  arasında  Cumhuriyet  oy birliği ile kabul ediliyor. M.Kemal Cumhurbaşkanı seçiliyor. Bu değişim 101 pare top atışıyla kutlanıyor.

İsmet Paşa Başbakan, Fevzi Paşa Genel Kurmay Başkanı , Kazım Paşa (Özalp)  Milli Savunma Bakanı  oluyorlar.

20 Ocak 1921 de kabul edilen Anayasanın birinci maddenin sonuna.” Türkiye Devletinin Hükümet şekli Cumhuriyettir” cümlesi ekleniyor.

Üçüncü madde “Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur.  Meclis, Hükümetin ayrıldığı yönetim kollarını, Bakanlar vasıtasıyla yönetir” şeklinde değişiyor.

Ayrıca 8. Ve 9. Maddelerde değişerek, meclis çalışması, hükümetin  kurulması, Cumhur Başkanının seçilmesi, seçilme süresi ni  yasaya koymuş oluyorlar.

1923 yılından itibaren, yeni Türkiye Devletinin tarihinde kilometre taşı sayılabilecek önemli olaylarla, köklü atılımların başladığı ve ölçülü aralarla birbirini izlediği görülür.

Uzun vadeli bir plan çerçevesinde gerçekleştirilen reformlar, etki- tepki kuralına göre her ileri atılımın başlangıcında değişik ölçülerde  direnişlerle karşılaşmış, ancak önceden hesap edilerek, seçilen uygun ortamlarda alınan karşı önlemlerle bunların üstünden  gelinerek daha sonraki atılımların ve rejimin önü açılmış ve böylece Cumhuriyet’in ilkeleri kök salmaya başlamıştır.

Cumhuriyet’imizin 90. Yılını kutlamakta olduğumuz  bu günleri bize yaşatan  büyük Atatürk’e teşekkür ediyorum.  O’nun bize bıraktığı emanetleri ,  her şeye rağmen koruyacağımızın  inancını  muhafaza etmekteyim.

Cumhuriyetimizin 90. Yılı tüm halkımıza kutlu ve mutlu olsun.

22 Ekim 2013 Salı

EDEBİYATIMIZDAN


ŞİİR  DÜNYAMIZIN  DEĞERLERİ  -16 -

ŞİİR DÜNYAMIZIN DEĞERLERİ BAŞLIKLI , TÜRK ŞAİRLERİMİZİN YAŞAM ÖYKÜLERİ VE SEÇME ŞİİRLERİNDEN OLUŞAN  SERİ YAYINIMIN 16. SIYLA DEVAM EDİYORUM.

Burhan Bursalıoğlu

AHMET HAŞİM

HAYATI (1885 - 1933)
Bağdat'ta doğmuştur. Babası mülkiye kaymakamlarından ve Bağdat'ın eski ve bilinen ailelerinden birine mensup Hikmet Bey'dir. Babasının Arabistan vilâyetlerindeki memuriyetleri sebebiyle düzensiz bir ilkokul tahsili gördü. Dil olarak da aynı sebepten sadece Arapça öğrendi.Annesinin ölümü üzerine 12 yaşında babasıyla birlikte İstanbul'a geldi.

1897'de Galatasaray Sultanîsine yatılı olarak verildi. 1907'de mezun olunca Reji İdaresine memur olarak girdi. Bir taraftan da Mekteb-i Hukuk'a devam etti. I. Dünya Savaşı'ndaki askerliği (1914 - 1918) sırasında Anadolu'nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu. 1924'de Paris'e. 1932'de de hastalığı sebebiyle Frankfurt'a gitti. Çeşitli yerlerde memur olarak çalışan Hâşim, daha çok öğretmenlik yaptı. Sanâyi-i Nefise Mektebinde (Güzel Sanatlar Akademisi) mitoloji dersleri hocalığı ve Mülkiye Mektebindeki Fransızca öğretmenliği görevlerine ölünceye kadar devam etti.Hâşim'in sanat ve edebiyata ilgisi Galatasaray Sultanîsinde başlar.

Bilinen ilk manzumesi 'Leyâl-i Aşkım' 1901'de 'Mecmua-i Edebiyye'de yayınlandı. Bu dönemde Muallim Naci, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin'in tesiri altında kaldı. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı. Bundan sonra kendi şahsiyetini gösterdi ve ilk şiirlerini kitaplarına almadı.1905 - 1908 tarihleri arasında yazdığı ve Piyâle kitabına aldığı 'Şi'r-i Kamer' serisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkat çekti ve beğenildi.1909'da kurulan Fecr-i Âtî'ye girdi. 'Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek' prensibinden hareket eden Fecr-i Âtî grubunun yayın organı Servet-i Fünûn dergisinde şiirler yayınladı ve Servet-i Fünûn - Edebiyat-ı Cedide - topluluğuna yapılan hücumlara makaleleriyle katıldı. 1911'de yayınlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazandı. Fecr-i Atî dağıldıktan sonra siyasî ve edebî akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kaldı.
 



Bir Günün Sonunda Arzu

Yorgun gözümün halklarında
Güller gibi fecr oldu nümayan,
Güller gibi...sonsuz, iri güller
Güller ki kamıştan daha nalan;
Gün doğdu yazık arkalarında!

Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını ömrün eder ilan.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Alemlerimizden sefer eyler?

Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Üstümde sema: Kavs-i mutalsam!

Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!

AKŞAM YİNE TOPLANDI DERİNDE

Canan gülüyor eski yerinde
Canan ki gündüzleri gelmez
Akşam görünür havuz üzerinde,

Mehtab, kemer taze belinde
Üstünde sema, gizli bir örtü
Yıldızlar, onun gülüdür elinde

BAHÇE

Bir Acem bahçesi, bir seccade
Dolduran havzı ateşten bade.
Ne kadar gamlı bu akşam vakti
Bakışın benzemiyor mutade.

Gök yeşil, yer sarı, mercan dallar
Dalmış üstündeki kuşlar yâda.
Bize bir zevk-i tahattur kaldı
Bu sönen, gölgelenen dünyada
.



BİRLİKTE

Bütün bizimçündür
Nukuş-ı encüm-i vahdetle işlenen bir tül
Gibi üstünde titreyen bu sema;
Gecenin dallarında şimdi açan
Bu kamer,
Bu altın gül...

Bütün bizimçündür
Ne varsa aşk ile bidar-ı ra'şe, ya naim,
Ne varsa aid olan leyl-i hande-me'nusa,
Sana aid lebimdeki buse,
Lebinin surh-ı bizevali benim.

BİR YAZ GECESİ HATIRASI


İsveyle, fısıltıyla, gülüşle
Olmuş sebi sevda yine bihap
Oklar gibi saplanmada kalbe
Düştükce semadan yere mehtap...



Buseyle kilitlenmiş ağızlar
Gözler neler eyler neler israp! ...
Uçmakta bu ateşli havada
Vuslat demi bir kuş gibi bitap...
BÜLBÜL

Bir gamlı hazânın seherinde,
Isrâra ne hâcet yine bülbül?


Bil, kalbimizin bahçelerinde,
Cân verdi senin söylediğin gül.


Savrulmada gül şimdi havada,
Gün doğmada bir başka ziyâda.

14 Ekim 2013 Pazartesi

KURBAN BAYRAMI









 
Bir maneviyatının filizlenen tohumuydu
Hz İsmail Hz.. İbrahim in yegane oğlu
Açılmıştı barbarlardan İslamiyet in yolu
Adamıştı uğruna canlar canını ömür boyu

Koymadı yüce mevlam bu büyük kayıtsız sevgiyi
Bir babanı tek derdiydi oğlunu kaybetmeme isteği
Ödüllendirdi acı çeken inleyen o büyük yüreği
Gördü bir koç ile semalardan gelen meleği

Kurban bayramı hediyedir bütün İslam alemine
Feyzi-rahmet bağıdır tüm kırgınlık alametine
Kenetlenir tüm Müslümanlar mutlu hayrı-seyrine
Sevgiler kurban olur insanlığın yüreğine

Bendeniz der ki yüzler ve kalpler gülsün
İnsanlığın yüreğine barış ve sevgi dolsun
Kainat ın yaratıcısı yüce Mevlam merhamet sunsun
Birlik beraberlik içinde kurban bayramınız kutlu olsun
 
 
 
 
 
 
 
 

11 Ekim 2013 Cuma

ŞAİRLERİMİZDEN ATATÜRK ŞİİRLERİ




ATATÜRK


Sana borçluyuz ta derinden
Çünkü yurdumuzu sen kurtardın
Hasta, yorgun düşmüştük
Yaralarımızı iyice sardın


Yiğittin, inanç doluydun, yapıcıydın
Sanatkardın, denizler kadar engin
Kimsenin görmediğini görürdü
Sevgiyle bakan gözlerin


Dedin ki: Bu millet, bu büyük millet
Yüzyıllar boyu geri kalmış
Bu yurt, bu güzel yurt, bizim yurdumuz
Her yanından yaralar almış


Dedin ki: Bir güzel savaşmalı
Kurmak için yeniden
Bilgiyle, inançla, coşkunlukla
“Öğün, çalış, güven”


Sana borçluyuz ta derinden
Işığısın bu yurdun
Dilimizi, ulusallığımızı öğrettin bize
Çünkü cumhuriyetimizi sen kurdun


Hürriyeti sen yaydın içimize
Halkçıyız dedin halk içinden
İnançta hür yetiştirdin bizi
Borçluyuz sana ta derinden


Devrimlerle yüceltti, çok yüceltti
Bu milleti temiz ellerin
Sana borçluyuz ta derinden
En büyüğü Mustafa Kemallerin


Cahit Külebi


ATATÜRK  DEYİNCE
Atatürk  deyince aklıma,
İlkeler gelir sırasıyla,
Vatanın ve milletin,
Gönülden bağlandığı.
Atatürk deyince aklıma,
Uygarca yaşamak gelir,
Çağdaş milletime,
Olağanüstü yakışan.
Atatürk deyince aklıma,
Modern bir eğitim gelir,
Bütün öğrencilerin,
Doyasıya faydalandığı.
Atatürk deyince aklıma,
Bilim ve teknik gelir,
Güzel ülkemizi,
Dünya ile yarıştıran.
Atatürk deyince aklıma,
23 Nisan gelir,
Çocukların coşkuyla,
Şiirlerini okuduğu.
Atatürk deyince aklıma,
29 Ekim gelir,
Millet iradesini,
Yönetime yansıtan.
Atatürk deyince aklıma,
Anıtkabir gelir,
Her 10 Kasım gelince,
Çiçeklerle donatılan.
Birkan Soylu
 
 

ATATÜRK VE ÖĞRETMEN

Bir gün Atatürk gelir,
Bir sınıfta derse girer.
Memnun olur sevinir,
Öğretmen ve öğrenciler.

Gazi, hiç ses çıkarmadan,
Dinler dersi konuşmadan.
Etkilenir öğretmenin,
İşine verdiği önemden.

“İşte budur” der, etrafına,
“Budur olması gereken”
“Cumhurbaşkanı bile sınıfta,
Sonra gelir öğretmenden.”

Birkan Soylu
 
BAŞÖĞRETMEN
 
Yarı şaka, yarı ciddi, Mustafa Kemal, bir ara;
-Çocuk! Bir şiir de
Benim için yaz bakalım! Der,
Devrin coşkun şairi Behçet Kemal Çağlar’a.
Ve işte, bu şiiri okuyordu Çağlar,
O gün,
Florya’daki sohbet meclisinde Atatürk’ün.
Savaş, zafer ve övgü dolu mısralar…
“Eşsiz Kahraman”, “Büyük Devlet Adamı”, “Ulu Önder”;
Özetle, iyi ve güzel
Her şey vardı uzun şiirde.
Gazi, memnun-mahcup Şair’e döner:
-Evet! Yanlış doğru bütün bunlar belki benim!
Ama unuttuğun çok önemli bir şey var;
Ben her şeyden önce, öğretmenim!
Nüzhet Erman

26 Eylül 2013 Perşembe

DUYGULAR




NOTALARI KURŞUNLANMIŞ BİR ŞARKIDIR YALNIZLIK





 
''le bruyere, bir yerlerde, ''yalnız olmamak gibi büyük bir mutsuzluk!'' der. kendi kendilerine katlanamamaktan korkarak kalabalıkta kendilerini unutmaya koşanları uyandırmak ister sanki. bir başka bilge, yanılmıyorsam pascal da, neredeyse bütün dertler odamızda kalmayı bilmememizden geliyor başımıza der; böylece, içekapanış hücresinde, mutluluğu devinmede, bir de yüzyılımızın deyimiyle kardeşcil diye adlandırılabileceğimiz bir fuhuşta arayanları getirir usumuza.''
-Baudelaire-
yalnızlığın atlası:
I
hayat, çarpar ya ağırlığını camlarına evlerin, ışıklara aldanmayın, evler de yalnızlıktır, evler de...
siz çekersiniz gece büyür, gece çeker de bazen siz küçülürsünüz; geceler yalnızlıktır...

yalnızlığın tablosunu çizer ufukta biri, atlasını yalnızlığın uzak sularda bir gemici; birileri sınırlar koyar, haritalar basar biri; oysa harita basan bütün matbaalar suçlu, bütün silgiler yalancıdır
haritalar yalnızlıktır...

kaç bin ışık yıl uzağız belki de en uygar gezegene...
ay tutulur-
sa ay orda bir yalnızlıktır
yalnızlıktır emzirdiğimiz göz göre göre...
II
yerkürenin son jesti insanın dehşet yalnızlığı olacak. biz yine de çiçekleri sulamayı unutmayalım, ama yalnızlığımız çiçeklere de kalmayacak...

bu gezegen her gün milyonlarca ton ağırlaşıyor; her gün aşksız, azıksız azalıyoruz... azalıyoruz, çoğalıyoruz: ikisini birlikte tartsak azlığımız çok gelecek.

yerkürenin son jesti insanın dehşet yalnızlığı olacak! bunu bilmek için kutsal kitaplara gerek yok; işte hiç de kutsanmayan bir kitap bile bunu söylüyorsa, inanın, yalnızlığımız kitaplara da sığmayacak...

III
bir ölüdenizdir yalnızlık...
bir çınarın upuzun gölgesidir çınar boylu yalnızlık;
atlasına akbabalar, haramiler tüner de
kendi olmakta diretir yine...
IV
her insanda birden doğan, ama can çekişip ölemeyen yalnızlık. herkes bir evrede anlar bunu; kimileri de menapozlarda, antropozlarda, bir gözaltında, uzun bir yolculukta ya da.

dal değil, köktür yalnızlık; kurumuş olmalıdır ve bir daha yeşermez...

V
okyanuslar analarıdır denizlerin; gökyüzünün anası yok: gökyüzü yalnızlıktır. kurt dağında, kuzu sürüsünde, çoban kavalında yalnız.

kalabalık, kabarık verirsin kavgalarını; bin yumruğun tek olup göğe doğrulduğu günlerde de, akşam, dönerken evine ekmeğin kadarsın...

yazıyorsan duyarlığınla yalnızsın kendi derininde; duyarlığınla: suya yazılan sözlerle... en az yalnızlık çeken şairlerdir yine de; bölüşürler seslerini birlerle, ikilerle, beşlerle,
ama beşlerle...

VI
o, sevgiyi kendi için istiyor; sevgisiyle yalnız. onu değil, ben sevgimi seviyorum, sevgimle yalnız...

yalnızlığı deşiyorum: yapayalnız, yapayalnız! sonra bölüyor, bölüşüyor, topluyor, çarpıyor ve çıkarıp giysilerimizi birer birer sevişiyoruz; susup kalıyoruz belki, çekip gidiyoruz. geride kalanın adını yalnızlık koymaktan hep ürküyoruz...

işte kadınlar da, erkekler de doymaz uzuvlarıyla birer yalnızlıktır... doğasının insana ihanetidir yalnızlık; özünde yaşamın da, ölümün de birer ihanet olduğunu kavradığımızda sorun yok...

VII
tek kişilik kalabalıktır aşk.
aşk tek kişiliktir; ikinci kişiye bilet yoktur.
kendinin yayasıdır aşkta ikinci kişi, kendinin mayası;
herkes kendi sevgisini sever...

aşk nedir incil e göre? nedir tevrat a, zebur a, kur ân a göre?
bu kitaplardaki aşklar, küfürler neyin rengine göre?

insandır, insan aslolan: insana göre!

bir bedeni o kıyısızlığa bırakma saati geldiğinde
gitmek bir yalnızlıktır.

bütün gitmeler yalnızlıktır.
kalmaya göre...

VIII
sevginin ve cesaretin cesetleriyle günler ağır ve kirli, tortusunu bırakırken ömrümüze; günler, düşlerimize, özlemlerimize... uzaklığın şakağında kaç namlu kim bilir yakın olmasın diye?

sonra biz, burada uçurumlara teslim gençliğimizle...

IX
en rezil parayla insan arasındaki yalnızlıktır; hiçbir inanç, hiçbir ideoloji, hiçbir aşk, hiçbir kitap bu yalnızlığın kurallarını bozamıyor.

bu da bir yalnızlıktır...
 

X
yalnızlık bir yağmura benzer...

yağmurdan önce biz, bütün çılgınlıkları bir bir bölüştük. bir bir türküleri, telaşlı koşuşları; silahları, tabuları, ayrılıkları; çoğaltıp yalnızlığımızı feodal tekkelerde, ellerimizin üzerinde bir el bile yokken bölüştük vuruşları.
sonrası geceydi ve yalnızdık: çoğalttık susuşları...

yağmura yakalandığımız gece-
ye çarptık; geceye hiçbir şey olmadı,
ama biz paramparçaydık!
ve hayat gaspetti o vakur duruşları...

XI
hâlâ dağların üstünde, zambakların içinde işte şu hayat; destan ve yalnız hayat!

yalnızlığa halay halay ellerim; kırılası, kırılası ellerim! benim ellerim, yuh ellerim, şair ellerim... kalemini silahıyla koruyan, kalemi de, silahı da yalnız ellerim;

yalnızlık bir yağmura benzer
yağmurlarda sırılsıklam ellerim...

XII
daha birileri bir yerlerde yaralardan söz ediyor; sonra binlerce ses o bir sesin üstüne, belki de yüzbinlerce... ama kime anlatılır ki yara, orada yara olarak yalnız.

yarayı anlatan, anlatırken; yara ise yara olarak yalnız
destan ve yalnızdır hayat kırılası ellerim
herkes kendine göre bir yalnızlıktır...

XIII
iyi ki doğmadınız hiç doğmayanlar ya da doğması olasılık kalanlar. doğarken biz de spermdeki olasılık kadardık; o olasılıkla doğmak veya doğmamak üzere yalnızdık. şimdi de yaşamak ve ölmek hâlâ bir olasılıktır. her mengenede, kederde en çok da yaşamak bir olasılıktır.

sevişmek ey, yaşamak bir olasılıktır!


XIV
yalnızlığı sevişirken eksiltiyor, eskitiyor
ve eskiyoruz...

seviştiğim gece emzirdiğim gecedir.
özümü katarım ona;
geceyi kanatırım, gece beni kanatır...
geceyi kanatırız, gece bizi kanatır.

geceler insanlığımız
insanlığımız yalnızlıktır...
 

XV
giderek insanlaşıyor, uygarlaşıyor
ve insansızlaşıyoruz...

görgü tanıklarının ifadelerine göre
dağınık yüzü günlerin ter ve keder içinde;
zanlıları her sabah o resmi geçitlerde...

işte hayatlarımız intiharların ve cesaretlerin sustuğu yerde; hayatlarımız diğer hayatların da cesetleriyle...

hayatlarımızda kimselerin bilmediği yalnızlıklar; ama kimseler bilse de, bilmese de yalnızlık var ey bütün yalnızlıklar!

XVI
şimdi travestiler kalçalarında ve slikon göğüslerinde biriken yorgunlukla dante nin ilahi komedya sını konuşuyorler sperm kokan duvarlarla...
o yırtık, yamalı ve yaralı sevgilerden, o kaypak sevgililerden, servetlerden geride hep namuslu bir orospum oldu benim de; tünediler yalnızlığıma hüzünlü bir yüzle o gecelerde...
sonra günlerin de üzerinde bir hayat; sürgit yoğunlukların, yorgunlukların, öfkelerin üstünde...

XVII
şimdi güzel bir deniz karşımda; korkunç çırpıntılı, dehşetli mavi bir deniz tutmuş da bir ucundan b(akıyor) uzaklara...
uzak, uzaklığında
ben kendi yakınlığımda yalnızım
ortalarda olsam da ortalı yalnızlıktır...

XVIII
böyle yakın uzaklıklarda hep yalnızlıklar ve yalnız değiliz derken de yalnız!
işte cesetler ve cesaretler içinde aynadaki suretimi tuzla buz ediyorum; keder ırmakları akıyor ortasından...
birden bir kırlangıç sürüsü kanat çırpıyor uzaklara; yollara ve yolculara bakıyorum da, şarkıların kırık dökük notaları saçılmış sokaklara. herkes kendine göre bir şarkıyı tutturmuş yangınlar ortasında!

/yangınlar ortasında:
notaları kurşunlanmış bir şarkıdır yalnızlık.../

YILMAZ ODABAŞI



 

 

21 Eylül 2013 Cumartesi

ŞİİR DÜNYAMIZ


ŞİİR  DÜNYAMIZIN  DEĞERLERİ - 15 -

Burhan Bursalıoğlu

Değerli Dostlarım, 13 tefrika halinde Sizlere sunduğum  "ŞİİR DÜNYAMIZIN DEĞERLERİ " başlıklı Türk şairlerimizden bazılarının şiirlerini yayınladım. Faydalı olup olamadığımı bilemiyorum. Ama, bizim çocukluk ve gençlik dönemlerinde zevk ve heyecanla ezberlediğimiz bu şiirleri maalesef okullarımızda  öğrencilere sunulmuyor.  Dünya edebiyat derslerinde örnek olarak gösterilen bu şiirlerin unutulmamasını sağlamak amacıyla, böyle bir çalışma içine girdim.
İlk seçmelerimin sonunu bugün yayınlıyorum. Daha önce yaşamlarını verdiğim bu şairlerimizin son şiirlerini, altlarında isimleriyle birlikte sunuyorum.

Bu seçimi yaparken genellikle genç şairlerimizin dışında kalanları seçtim.  İleriki seçimlerimde de yine aynı kuşağın şairleri ve yayınlanmamış  bir kısmını yayınladığım, Nazım HİKMET, Behçet Kemal ÇAĞLAR, Behçet NECATİGİL, Fazıl Hüsnü DAĞLARCA,  Faruk Nafiz ÇAMLIBEL, Kemalettin KAMU, Munis Faik OZANSOY,  Halit Fahri OZANSOY, Şükran KURDAKUL, Orhan Seyfi ORHON, O.Saik GÖKYAY, Rıfat ILGAZ ve Ümit Yaşar OĞUZCAN şairlerimizin de diğer şiirlerini yayınlayacağım.


SOLGUN BİR GÜL DOKUNUNCA


Behçet NECATİGİL
Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca

Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kağıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca

Ya da yalnız bir kızın
Sildiği dudak boyasında
Eşiğinde yine yorgun gecenin
Başını yastıklara koyunca

Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda
Uzanıp alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca

Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
Akşamlara gerili ağlarla takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
Yollar, ya da anılar boyunca

Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca
 
SEVGİLERDE

Behçet NECATİGİL

sevgileri yarınlara bıraktınız
çekingen, tutuk, saygılı
bütün yakınlarınız
sizi yanlış tanıdı

bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
bir bakış bile yeterken anlatmaya herşeyi
kalbinizi dolduran duygular
kalbinizde kaldı

siz geniş zamanlar umuyordunuz
çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek
yılların telaşlarda bu kadar çabuk
geçeceği aklınıza gelmezdi

gizli bahçenizde
açan çiçekler vardı
gecelerde ve yalnız
vermeye az buldunuz
yahut vakit olmadı


 Güzelleme
 
Behçet Kemal ÇAĞLAR
Kaç oyuksuz mihrabı kaya sanıp geçmişim,
Kaç zemzemi serince bir su deyip içmişim,
Minber sahanlığını yayla sanıp kaygısız,
Seccadeyi ot diye çiğnemişim saygısız.
Gözüm birden açıldı hem düne, hem yarına
Dayayınca alnımı Ağrı'nın karlarına;
Hidayetin ışığı erişti gören köre;
Gözlerimin önünde belirdi birden bire
Üç yanım diz çökmüş, el açmış sular saran,
Dağ dağ minberleriyle bir yandan Hakka varan,
Üstüne gök kubbenin çatıldığı tapınak,
Eski boy boy göçlere bağrını açan konak.
Yiğitliğin kulesi, güzelliğin kumaşı,
İnsan yaratışının tarih boyu potası
Harcı insan kanıydı, tozları insan külü,
İçi dışı tütsülü, suyu seli büyülü...
Ya taş kesilip onu dinlemek istiyorum,
Ya dağdan dağa şöyle ünlemek istiyorum:

Ey yıldızlı fistanlar, ey topraklı mintanlar,
Ey bire on başaklar, otlar, dağlar, bostanlar
Ve daha sık boy atan destanlar diyarı hey!

Ey ilk büyük insanı doğuran ilk ananın.
Ey çilenin, cefanın, güvenişin, inanın,
İnce minarelerle Sinan'ın diyarı hey!

En uysal barışların, en çetin hamlelerin,
Oyalı sütunların, abide cümlelerin,
Nefi'nin, Mevlana'nın, Homer'in diyarı hey!

Ey şehrâyin geceler, İrem bağı sabahlar.
Yunuslar, Köroğlular, Seyraniler, Emrahlar,
Eşsiz sevaplar, eşsiz günahlar diyarı hey!

Ey sebiller, kubbeler, hanlar, kervansaraylar,
Yola düşen gölgesi zafer olan alaylar,
Ey sinsinler, horonlar, halaylar diyarı hey!

Halılar, telkâriler, çiniler, kadifeler;
Keloğlanlar, adsızlar, Alperenler, efeler,
Gönlünün koltuğunda kafalar diyarı hey!

Ot görmemiş bozkırlar, kat kat yeşil yamaçlar,
Anadan doğma keller, topukta sırma saçlar
Keskin dertler, kestirme ilaçlar diyarı hey!

Ey ciritler, kalemler, oraklar, yatağanlar;
Ey turnalar, şahinler, ibibikler, doğanlar;
Selce taşıp rahmetçe yağanlar diyarı hey!

Ey mısır koçanından kırılan inci dişler,
Ey en derin bilgiye taş çıkartan sezişler,
Ey dile gelmiş kurtlar ve kuşlar diyarı hey!

Tanrı yeşili zeytin, çoban yeşili söğüt,
Halk türküsünde isyan, atasözünde öğüt,
Ey gümüş, kömür, demir ve kükürt diyarı hey!

Kız gibi ceylanların, ceylan gibi kızların,
Ötmez olmuş kuşların, ötüp duran sazların,
Ve sözün kısacası; Bizlerin diyarı hey!
 
 
CEVİZ AĞACI
 


Nazım Hikmet RAN
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA
 Nazım Hikmet RAN
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler
 
 

 
 

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ