28 Ekim 2014 Salı

MİLLİ BAYRAMLAR






CUMHURİYET
Burhan Bursalıoğlu

Bu gün Cumhuriyetimizin 91. Yıl dönümü saat 13 den itibaren başlamıştır.

Çok güçlü ordular tarafından işgal edilmiş bir ülkede, esaret istemeyen, onur ve şerefine sahip çıkan halk ve ona önderlik yapan bir avuç insanın, ciltlere sığmayan inanç ve özgürlük mücadelesi sonucu, yönetimi Cumhuriyet olan modern ve çağdaş bir devlet kurdular. Kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti,  miyadı dolmuş, bitmiş, çökmüş, her tarafı işgal edilmişi, yönetiminin dahi başka devletlerin himayesine girmeyi kabullenen, arzulayan Osmanlı İmparatorluğunun ileri görüşlü, bağımsızlık, milliyetçi, yurtsever sevdalısı birkaç insanın girişiyle kurulmuştur.

Bu duruma nasıl gelindi?

Osmanlı İmparatorluğunun 2. Meşrutiyeti kabul etmesi ülkede istenilen yenilikleri  oluşturmadı. Yönetim ülkeyi gene bildiği gibi yönetmeye devam ederken  1914 de birinci Dünya savaşı patlak verdi.  Savaş Alman ve yandaşlarının yenilgisiyle bitince, Osmanlılar da Almanlarla birlikte olduğu için , savaş kurallarına göre yenik sayılmış ve ülkemiz İtalya, Fransa İngiliz  ve Yunanlılar tarafından işgal edildi.

 Orta Anadolu’da küçük bir bölüm Türklere bırakılmış, İstanbul da galip devletler tarafından işgal edilmiş, Padişah ve hükümet, işgal komutanın emrine girmişlerdi.

Ülke Hiristiyan ordularının hakimiyetinde idi. Her türlü mezalim yapılıyor  ve Türk milletinden intikam almanın her türlüsünü yapmadan çekinmiyorlardı.  Namuslarına halel gelen , onurlu kadın kız ve erkekler intihar yolunu seçiyordu.

Atatürk ve arkadaşları Türk’e yapılan bu haysiyet kırıcı  durum  ve dinin yok olacağı karşısında  sessiz kalamazlardı.

19 Mayıs 1919 da  düşmanlarla  mücadele etmek ,halkı birleştirmek ve tek yumruk olmak için  Samsun’a çıkıyor.

 Merzifon, Amasya ve Sivas’ta yaptığı  görüşme ve organizasyonlardan sonra Erzurum’a geçerek Ulusal kongreyi topluyor. Arkadan Sivas’a giderek orada da yaptığı kongrede aldıkları kararları uygulamak için Ankara’ya geçiyor. 

 Kurtuluş mücadelesinin başlatılması için  23 Nisan 1920 de TBMM Hükümetini kuruyor.

Mahalli çete, gönüllü halk, milis güçlerinin yanın da, silahı elinden alınmış, dağıtılmış orduyu tekrar toplayarak  düzenli ordu haline getirdiği birliklerle, önce 1. Ve 2. İnönü, sonra Sakarya ve son olarak da  Dumlupınar, Başkomutanlık savaşları sonunda Yurdumuz düşmanlardan temizlendi.

Ulu önder Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı kazandıktan sonra, Devletin  başarılı olabilmesi  için,  çağdaşlaştırmayı amaçlayan birçok  yenilikler düşünmüştür.

Bu yenilikler sosyal, siyasal, kültürel ve tarihî temeller üzerinde. Oluşturmayı planlamıştı.  Bunları  toplu olarak şöyle sıralayabiliriz:
- Millî tarih bilinci,
- Vatan ve millet sevgisi,
- Millî dil,
- Bağımsızlık ve özgürlük,
- Egemenliğin millete ait olması,
- Millî kültürün geliştirilmesi,
- Türk toplumunun çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarılması,
- Türk milletine inanmak ve güvenmek,
- Millî birlik ve beraberlik,
- Ülke bütünlüğü.

Yukarıda saydığımız fikirler 6 temel esas üzerinde  uygulamaya koyulmuş ve bu güne kadar devam etmiştir.

Milliyetçilik:

 Atatürk’ün:  “Her milletin kendine özgü geleneği, kendine özgü adetleri, kendine özgü milli özellikleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin takipçisi olmamalıdır.” Diye tarif ettiği

MİLLİYETÇİLİK.

 

·    Halkçılık:

·    Atatürk’ün:Bizim görüşümüz  -ki halkçılıktır- kuvvetin, kudretin, egemenliğin idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır.”diye terif ettiği

·     HALKÇILIK.

·    İnkılapçılık:

·    Atatürk’ün:Cahillikle, ilkellikle savaş, düşmanla savaşmaktan daha az önemli değildir.”diyerek cahilliğin ne kadar  tehlikeli olduğunu vurguluyor.

 

Laiklik:

Atatürk’ün:Her birey, istediğini düşünmek, istediğine inanmak, seçtiği dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir.”diye vurguladığı

 LAİKLİK.

·     

·    Devletçilik:

·    Atatürk’ün:“Ekonomisi zayıf bir ulus, fakirlik ve sefaletten kurtulamaz.”diyerek ekonomide devletin de katkısını belirttiği

·     DEVLETÇİLİK.

VE

Cumhuriyetçilik:

Atatürk: “Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir.” Diyerek, yeni devletin  şeklinin olacağı

CUMHURİYET.

Bugün Cumhuriyet’imizin 91. Yıldönümünü kutlayacağız.

Atatürk, elinde imkanlar var ken, Kurtuluş savaşını kazanan arkadaşlarının da asla karşı çıkamayacakları

Monarşi
Meşrutiyet
Oligarşi
Demokrasi
Otoriter Yönetim
Totaliter Yönetim
Teokrasi
Teokratik Egemenlik
Komünizm
Nasyonal Sosyalizm (Nazizim)gibi yönetimlerden birini tercih ederek  tek adam olabilirdi. Yani “astığı astık, kestiği kestik” dedirttirecek biri olabilirdi.


Ama Atatürk kendini değil, halkını düşünerek Cumhuriyeti ilan etti,.

Cumhuriyet, millet egemenliğine dayanan ve yöneticilerin belirli süreler için halk tarafından seçildiği idare şeklidir. Bu yönetim şeklinde egemenlik hakkı millete aittir. Millet egemenlik hakkını ve yetkisini seçtiği temsilciler aracılığıyla kullanır.

Cumhuriyet, Türkiye’de çağdaşlaşmanın, yenileşmenin ve de ileriye gitmenin yolunu da açmıştır.

 


Cumhuriyetçilik ilkesine göre;

·         Kişinin hak ve özgürlükleri cumhuriyet yönetimi ile güvence altına alınmıştır.

·         Ülke, halkın seçtiği vekiller tarafından yönetilir.

·         Devlet anayasa ve yasalara göre işler.

Ülkemizin birçok illerinde Cumhuriyet Bayram’ı şenlikleri düzenlenmekte ve bunlar günlerce devam edecektir. Halkımız coşku ile katılacağı bu şenliklerde, Cumhuriyet düşmanlarına, Cumhuriyet sevgisinin ne olduğunu gösterecektir.

Bu gün Ülkemizde geçmişin davulunu çalmaya çalışan, Cumhuriyet’in ve Atatürk’ün oluşturduğu çağdaşlık inkılaplarını yozlaştırmaya çalışanlar bulunmaktadır. Cumhuriyet’i  yıkarak, geçmişin çağ dışı yönetiminin hasretini çeken, beyinleri sulanmış olanlara Cumhuriyet ve Atatürk sevgisinin asla körleştirilemeyeceğini göstereceğiz.

Cumhuriyet’imizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü  saygı, minnet ve şükranla anarken, 91. Yıldönümü tüm Cumhuriyetçi ulusumuza kutlu olsun.

 

17 Ekim 2014 Cuma

DEĞERLİ İNSANLAR



UNUTULMAYACAKSIN  TEKIŞIK
 
 
Burhan Bursalıoğlu

Çalışmaktan ihtiyarlamaya zaman bulamayan” ama gerçekten ihtiyarlanmadan aramızdan ayrılan  bir öğretmenden bahsetmek  istiyorum. Hüseyin Hüsnü TEKIŞIK.

            1928 de, Giresun’un Şebinkarahisar kazasında, orta halli bir ailenin fertleri olan Şaziye Hanım ve İsmail Hakkı Efendi nin evinde bir bayram sevinci, coşkulu bağrışmalar etrafı inletiyordu. Tekışık ailesinin 5. evladı, ileride halkın sevgilisi olacak olan bir çocuk Dünya’ya gözlerini  açıyordu. Bu  Hüseyin Hüsnü Tekışık’tı

         1942 de birincilikle İstiklal ilkokulunu, 1945 de pekiyi derece ile ortaokulu bitirdi. O devirde en çalışkan öğrencileri bağrına basan Öğretmen Okullarından en iyilerden biri olan Sivas öğretmen okuluna girdi. 1948 de, bu okuldan  pekiyi derece ile mezun oldu.

         Nakil formunun “istediğin iller” maddesinde, iller hanesine, “Bayrağımın dalgalandığı her yer “ ibaresini yazan Tekışık, Bingöl ilinin, Karlıova ilçesinin Bahçeköy’üne atandı.

         Sevinç içinde, idealist bir öğretmen olma amacıyla,  bavuluna Atatürk’ün birkaç resmiyle, Nutuk kitabını, bir Türk bayrağı ve birkaç mesleki kitap koyarak Bahçeköy’ün yolunu tuttu.

         Köye varan Tekışık, okulu sordu. Ona  25-30 metre karelik  bir samanlık gösterdiler. Birkaç çocuk duvar dibinde taşların üzerine oturmuş sanki, “biz işte burada eğitim görüyoruz. Yurdumuza buradan mı yetişip görev alacağız “ der gibi, melül melül bakıyorlardı. Tekışık gördüğüne, aslında göremediğine inanamıyordu. Kapı, baca yok;  camsız pencereler, tahta, masa, sıra yok; döşeme toprak “.Burası mı okul” diyordu. Şaşkınlık kısa sürdü. Tekışık kolları sıvayarak işe girişti. Önce taşları dışarı attı.  Köylüden getirttiği meşe sırıklarıyla oturulacak yerler, şeker sandıklarından tahta ve masa, kireç parçalarından da tebeşir yaptı. Bunları yaparken duvara Atatürk’ün resmini, kapısı olmayan girişin önüne bir sırık dikerek ucuna Türk bayrağını asıp  samanlığı okula benzetmeye çalıştı.

         Bahçeköy böylece, “Bayrağının dalgalandığı görev yeri “ olmuştu  idealist öğretmene. Sayın Tekışık, yaratıcılığı, çalışkanlığı, davranışları ve köylüyü eğitim amaçlı geliştirmeye çalışması nedeniyle  çevrenin sevgisini kazandı. Bir sene sonra da evlenip, eşi Ayten  hanımı köye getirdi. Her yönüyle, köylü kadın ve kızlarını eğitmeye çalışan,  becerikli gelini gören köylüler,  Tekışık Ailesine  vazgeçilmez dost oldular.

         Sayın Tekışık, bir taraftan okulu  donatır, gece kursları açar, vatandaşları eğitirken , bir taraftan da, taksitle aldığı daktilo makinesiyle mesleki kitaplar yazmaya başlar. Hüseyin Hüsnü Tekışık yazarlığa burada başlamış oldu.

         Bahçeköy’de çalıştığı 2 yıldan sonra, başarı ve verimli çalışmaları nedeniyle, Karlıova Maarif Memurluğuna  atandı. Ünü Bakanlığa kadar aksetti. Kendisi Bakanlık tarafından   üstün başarılı sayılarak ödüllendirildi.

          1954 yılında topçu teğmen olarak Yedek Subaylık görevine gitti. Askerden sonra, Giresun’un Alucra ilçesinde bir yıl öğretmenlik yaptı.1956 da Gazi Eğitim Enstitüsü pedegoji bölümü giriş sınavını kazandı. Ekonomik sorunlarından dolayı  bu eğitim fırsatını kullanamadı. Ama ME.Bakanlığı kendisini, MEB Genel Müdürlük Mevzuat şubesine atadı. Bu görevde iken 4 mesleki kitap yazdı. Bir yıl sonra, Bakanlıkta, “ kişilere değil de, diplomaya daha çok önem verdiklerini “anlayınca, Gazi Eğitim Enstitüsü Pedegojik bölümü sınavına tekrar girerek kazandı ve Bakanlıktaki görevinden ayrıldı.

         1959 da İlköğretim Müfettişi olarak okulu bitirdiğinde , M.E.Bakanlığınca da Öğretmen okullarına tavsiye edilen  İlköğretim Teşkilat ve İdare Teşkilatı “ adlı kitabını da bitirmişti.

           Sivas’a tayın oldu. 2 yıl burada çalıştıktan sonra, Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel  Müdürlüğü, Eğitim Şube Müdür Yardımcılığına atandı. Buradaki 2 yıllık görev süresi içinde, 222 sayılı İlk Öğretim ve Eğitim Kanunu ile ilgili yönetmeliklerin hazırlanmasında ve 1962 İlkokul Programı taslağının hazırlanıp geliştirilmesinde büyük emekler sarfetti.

         Tekışık, 1963 de bu görevden ayrılarak, 1968 yılına kadar, Ankara İlköğretim Müfettişliğinde kaldı. 27 yıl hizmet ettiği Milli Eğitim görevinden, 1975 tarihinde emekliye ayrıldığı süre içinde  birçok mesleki kitaplar yazdı.                                                                                            1963 de, eşinin adını verdiği Rehber Yayınevi ve daha sonra 1974 de açtığı Tekışık matbaasının başına geçerek yeni mesleki kitaplar, öğrenci ders kitapları ve dergiler çıkarmaya başladı. Buradan kazandığı paraları da,  Hakkari, Van, Siirt, Diyarbakır, Erzincan, Giresun, Samsun, Amasya, Aksaray , İçel, Edirne, Bingöl gibi illerde yaptırdığı  okul, kültür merkezleri, Halk Eğitim Merkezi, Rehberlik araştırma Merkezi, 1997 de Ankara’da 16  derslik okulu da yaparak , hepsini M.E.Bakanlığına bağışladı. Tekışık bu kadarla da yetinmeyip, emekli maaşının üzerine biraz daha koyarak, 50 öğretmen çocuğunu tıpta, 10 öğretmen ve fakir çocuğunu da diğer fakültelerde okumalarını, verdiği karşılıksız  burslarla  sağlamaktaydı.

Sayın H.H.Tekışık Milli Eğitime  “ Üstün hizmetlerinden ötürü”  130 un üzerinde şükran plaketi, 1990 da, Eğitim Hizmet Ödülü, 1993 de M.E. Bakanlığı “çok yönlü hizmet ödülü” nü, Bolu İzzet Baysal Üniversitesi Senatosunun “Fahri Eğitim Doktoru” ünvanını, 1996 da Cumhurbaşkanlığı “Şükran” plaketini, 2003 de Sivas Cumhuriyet Senatosu “Fahri Bilim Doktoru Ünvanı” nı, 2003 de Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi” Toplumsal Fair Play ödülü” nü, 2004 de,Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Prof. Dr. Mustafa Parlar Eğitim ve Araştırma  Vakfının  “Hizmet ödülü” nü, 2005 Ankara Ulusal Eğitim  Derneğinin “Eğitim Onure Ödülü” nü. Almıştır.

         Tekışık, iş ve çalışma hayatının dışında, dost, arkadaş ve   sevenlerine karşı  çok samimi, üzüntü ve sevinçlerine ortak, güler yüzlü,  hoşgörülü kalender, sabırlı, anlayışlı, iyi bir dinleyici ve dinletici, her ortama kolaylıkla uyabilen, mantığına ters düşmüyorsa asla “Hayır “ sözcüğünü kullanmayan, herkese karşı, ama herkese karşı, alçak gönüllü, tevazu sahibi bir karaktere sahipti.

               Tüm  yaşantısını halkına ve öğrencilerine adayan  böyle  bir insanın aile hayatı, aile fertlerine olan  bağımlılığı tartışılır mı?  Başta,  hanımefendi eşi, üç kızı ve damatları, pırlanta gibi beş torunu, onun özel yaşamının ışıklarıydı. Onların üzerine titrer, ayrı kaldıklarında, abartısız, sık sık telefonla durumlarını sorar, bilgi alırdı. Bu  aile fertleri de Hüseyin Beye karşı aynı duygularla bağlıdırlar. Sevginin en üst düzeydeki ulaşılamazlığını  sunarlar.                                                                                                                                                          Aile, sevgi  ve bağlılık  gölünde  yüzerken, Sayın Tekışık 2005 yılında boğulur gibi olur. Kötü bir hastalığa yakalanır. Direnir,  Aile fertlerinin, arkadaşlarının, öğrencilerinin,dost ve halkının sevgi ve dualarıyla  kurtulur. 

            Aslında Sayın Tekışık sağlığına  çok dikkat eden bir insandı. Her sabah  elinde sopasıyla  en az 2 saat yürüyüş yapar, abur cubur yemez,  gıdasına dikkat  ederdi.  Sadece bir şeye dayanamazdı. Çok sevdiği, Gaziantep’li, İlk öğretim Müfettişi  Sayın İzzettin Uzuncan’ ın, yoğurduğu, acılı çiğ köftesine.  Sivas Öğretmen Okulu mezunları olarak her yıl, on günlük süre ile bir araya geldiğimizde, Sayın Uzunca, malzemesiyle gelir, birlikteliğimizin değişmez çeşnisini, soframıza katardı.

         Sayın Tekışık, hastalandığı 2005 yılı hariç, Sivas Öğretmen Okulu Mezunları olarak birlikte olduğumuz 35 yılımızın her seferinde arkadaşlarını yalnız bırakmazdı. Kendisini de eşi sayın Ayten Tekışık Hanımefendi bırakmzadı. Onun  koruyucusu, perisi  rolündeydi. Hiç ayrılmazlardı.

Ne yazık ki Tanrı onları ayırmak mecburiyetinde kaldı.

Nurlar içinde uyusun. Tanrıdan rahmet diliyorum. O’nu asla unutmayacağız.

      
   .

 

 

24 Eylül 2014 Çarşamba

EĞİTİM




ANLAŞILAN  2023  ÜN  SEMBOLÜ  TÜRBAN

Burhan Bursalıoğlu

Ülkemizde  her gün adım,  adım gerilere doğru  gidiyoruz.   Atatürk devrimleri törpüleniyor, demokrasi  ayıklanıyor, eğitim yok  ediliyor, ülke parçalanıyor, sınırlarımız yol geçen hanı oluyor, soyguncular, kaçakçılar cirit atıyor, halk ve Ülkemiz soyuluyor, fakirlik artıyor, alım gücü azalıyor, ekonomik sebepler nedeniyle aile parçalanmaları, aile cinayetleri artıyor, ahlak çöküyor, suç ve suç işleyenler artıyor, adalet yerle yeksan, eğitim  diye bir kavram kalmamış ve sanat yerlerde sürünüyor.

Her yöneticinin  işi din için bir şeyler yapmak. Sanki dinimize karşı çıkanlar, onu yok etmeye çalışan güçler varmış gibi.

Başımızdaki % 45 li yöneticiler, yaptıkları tüm işleri din kisvesi altında yapmaya çalışıyorlar. Her yaptıkları  işten sonra da daha çok batıyorlar. Dinimizi de kendileri gibi batırıyorlar. İnanın, Dinimize olan bağlılık ve saygı 10 sene öncesine kadar daha fazla idi.  Çünkü, “din uğruna” yaptıklarının Dinle hiç ilgisi olmadığı, zaman, zaman ortaya çıktıkça, yerini   bilinçsiz, yanlış kişisel bilgiler olduğu   görülmektedir.

Bir ülkeyi batırmak mı istiyorsun? O halde, ordusuna,  Yargısına ve eğitimine çomak sokacaksın.  Bunların soktukları çomaklar az geldiği için her gün yeni , yeni çomaklar görüyoruz.

Birkaç gün önce bu sayfada, Eğitimimizin  yozlaştırıldığını yazmıştım. Bu yozlaşma az gelmiş gibi yeni bir çirkinlik daha yapıldı. Orta öğretim  kız öğrencilerine türban serbest bırakıldı.

Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, 7 saat süren Bakanlar toplantısından çıkarak basın mensuplarına şöyle söylüyor.” Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okul öğrencilerinin  kılık ve kıyafetlerine dair yönetmeliğin , 4. Maddesinin birinci fıkrasının  e  bendinde yer alan “baş açık” ibaresi ve aynı bendin son cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır. Değişikliğin 30 Eylül’den sonraki demokratikleşme paketinde eğitime devam etmek isteyen kız öğrenciler için bir zaruret görüldüğü için yaptığını ifade etti.”

Görülen zaruret nedir? Paketten, türbanın yasak  olduğu ortaöğretime devam edemeyenlere verilecek haklara ters düşmesin diye  mi türban serbest bırakıldı?

Gerekçenin ne kadar cahilce, bilgisizce ve yalanla olduğu ortada.

Yönetmeliğin, adı geçen maddesi aslında şöyle. “  4. MADDENİN E BENDİ:  OKUL İÇİNDE BAŞ AÇIK, SAÇLAR TEMİZ VE BOYASIZ OLARAK BULUNUR, MAKYAJ YAPAMAZ, BIYIK VE SAKAL BIRAKAMAZ…”

Yazık, çok yazık, “çocuğunun başı açık olarak okula göndermek istemediğinden ötürü, Bakanlık çok üzülüyor,  veliye, ” kızının  saçını  kapadım, mazereti kalmadı, şimdi artık  okula  gönder, dininden yoksun kalmasın “  der gibi .

Ayıp, ayıp, hem de çok ayıp. Dünyanın neresinde 11 yaşındaki kızlar türbanlı okula gidiyor? Hem sonra türban Türk geleneği bir örtü müdür? Çok sevdikleri, özlemini duydukları Osmanlılarda türban var mıydı?  Orta Asya’dan itibaren kurulmuş tüm Türk  devletlerinde  türban var mıydı? Yoktu. Çünkü türban Türk baş örtü örtme şekillerinden değildi.  Türban, Yahudi kiliselerine ait bir örtünme biçimidir. Peki, türbanı tavsiye edenlerin Yahudilerle bir ilgisi var mı?
TÜRBANLILARIN  YÖNLENDİRİLME AMACI BU
 

, Atatürk Türkiye’sinde, Milli Eğitimin haline bakın. Türk geleneğinde olmayan, hatta arap geleneklerinde de olmayan  bir örtünme şeklini , önce, özgürlük diyerek  üniversitelere, sonra kamuda çalışanlara şimdi de orta öğretime soktular.  Yıllardan beri söyledikleri 2023 hedefine ulaşma basamaklarından birisini daha uygulamaya koydular. Bu kadarla kalmayacak. Seneye de ilkokullara  uygulanmaya başlanır. Koca sınıflarda, başı açık, türbanlı, peçeli ve çarşaflı kız öğrenciler, diğer tarafta, şalvarlı, cübbeli, takkeli, yüksek sınıflarda sakallı öğrenciler, inançlı ve inançsız öğrenciler,  tahta başında, sakallı,sarıklı eli sopalı bir öğretmen. Beyaz  Tahtada , siyah  renkte Arapça yazılar. İşte size 2023 ün hedeflerinden olan, Milli Eğitimin görüntüsü.

Dahası da var. Okullar kız ve erkek okulları olarak da ayrılacak. Onun da ayakları yapılıyor.
İNANÇLI VE İNANÇSIZLAR MI?

Bu yönetim, okullardaki  müfredat programlarındaki konuların öğretilip öğretilmediğine de aldırış etmiyor Yeter ki tüm okullar İH li olsun. Her okulda din dersleri mecburi olsun. Dindar ve kindar gençlik yaratılsın, ama diplomalı cahil olsunlar.

Bu yönde de başarıya ulaşıyorlar. 18 bin müdürü görevden almak, arkasından türbanı serbest bırakmak planlı bir uygulama idi. Alınan müdürlerin yerleri, taraftarlarla doldurulacak ki, uygulamalarına karşı çıkılmasın.  Atanacak öğretmenlerin de bilgileri öğretmenlikleri değerlendirilmeyecek ki  işlerine gelsin.
ATATÜRKÜN ÜLKESİNDE ÖĞRENCİ KIYAFETİ  

Dün akşam bir yarışma programı vardı. Liseli bir kıza sorulan şu: Telefon ekranındaki tüm rakamların çarpımı nedir?  Kızın cevabı 1 oldu. Yorumda yaparak öğretmenini övüyor. Şöyle yorumluyor.  Her sayının sıfırla çarpımı birdir.  Birin birle de çarpımı birdir Onun için cevabım birdir. Soruyu soran, cevabın yanlış olduğunu  anlayınca, düzeltsin diye bir hatırlatma sorusu soruyor. “Hangi rakam etkisiz rakamdır. Böyle bir rakam vardır değil mi?” Kız “ Evet vardır , etkisiz rakam bir dir” diyerek cevabında ısrar ediyor. Sonuçta  yanlış cevap vermiş oluyor.
YORUMSUZ

Aynı  yarışmada yine orta öğretim öğrencisi olan  kardeşine bir soru soruluyor. “ Ç " ile başlayan illerimiz kaç tanedir?”  Öğrenci, Çanakkale ve Çorumu söyledi. Çankırı’nın da olduğunu ama onun Ankara’nın  ilçesi olduğunu , başka da olmadığını söyledi. Ablası gibi kaybetti.   İşte zamanımızın eğitim sonuçları.

Şunu açıkça ifade edeyim. Ülkemizde Milli Eğitim bitmiştir. Okullar kapılarını sadece din öğretimi  için açılıyor.  Sosyal ve kültürel bilgiler, yöneticilerin umurlarında değil.  Osmanlıların dahi yaşamadıkları, yozlaşmış , kişileştirilmiş bir eğitim uygulanmaktadır.
Umarım kısa zamanda akılları başlarına gelir de, medeni ülkelerdeki görüntülere dönüş yaparlar. Aksi taktirde bu halk, yöneticileri nasıl tepeye çıkarmışsa öyle de indirir. 

17 Eylül 2014 Çarşamba

EĞİTİM



YOZLAŞTIRILAN EĞİTİM




Burhan Bursalıoğlu


2014-2015 öğretm yılı 15 Eylül 2014 de başladı.
17 milyon öğrenci, istikballerini hazırlamak amacıyla okullara akın ettiler. Hayallerindeki  meslek sahibi olmak, veya  baba mesleğini elde etmek  için  okullarda dirsek çürütmeye başladılar.
Gerçekten hayallerindeki meslek sahibi olma şansları var mı? 12 yılda , 5  Milli Eğitim Bakanı değişiyor ve her bakan kendi kafasındaki  eğitim şeklini uygulamaya koyuyorsa o çocukların kafalarındaki mesleği edinme şansları asla olamaz.
Gelen  her Bakandan sonra,   değişen müfredat,  değişen sınav, değişen okular olunca, şahsileşen  ve Milliliği yok olan  eğitim ve öğretimde başarı olamayacağı gibi, öğrencilerin hayalleri de hayal  olur.
Dünyanın neresinde, her öğretim yılı değişen sınav vardır? Dünyanın neresinde öğrencinin istemediği bir okula  yazılıyor?  Dünyanın neresinde, eğitim öğretim başlarken 10 bin okul müdürü görevden alınıyor? Dünyanın neresinde bir öğrenci evinden 50-60 kilometre uzaktaki okula  gidip gelmeye mecbur bırakılıyor?
Var mı? Var. Bu ülke Türkiye’dir. Türkiye’de  düz devlet okulları  kadar İmam Hatip okulları var. Bina yetmiyor, düz okulların  sınıfları, İmam hatip öğrencilerine ayrılıyor.
Düz Devlet okullarına tercih yapmayan öğrenc iler, istemedikleri, tercih yapmadıkları halde İmam Hatip okullarına kayıt yapılıyor. Dini değişik olan, azınlık  öğrenciyi   İmam Hatip okuluna  kayıt eden zihniyetten  başka ne beklenebilir?
Böyle bir zorbalık olur mu?  Maalesef oluyor. Çünkü burası Türkiye.
8 bin, 10 bin  okul müdürünü , puanlamayı bahane ederek, aslında kadrolaşmak için görevden alan Bakanlığın, bağırarak. “Hayır, onlar yetersiz, çevre istemiyor, eğitime zarar veriyorlar, bilgileri yeterli değil, yöneticilikleri yetersiz “ dese kim inanır? Bu milleti aptal yerine koyuyorsa bu gerekçeleri sıralayabilirler.
Tüm okul müdürleri için yaptıkları puanlamada, okul aile birliği, okul öğretmenleri ve velilerden, müdür hakkında sorular alınıyor ve tam puan 40 oluyor. Tamamı 100 puan olan listedeki soruların, 60 puanlık kısmı  Milli Eğitim müdür ,müfettiş, kaymakam gibi yöneticilere soruluyor ve tüm puanlama sonucunda en az 75 puan alan müdür görevde kalıyor, diğerleri sınıf öğretmenliğine atanıyor, veya emekli   ediliyor.
Bir okul müdürü okulda, çevrede,  seviliyor, müfettiş raporlarında başarılı rapor alıyorsa o müdür , o okula  bir şeyler kazandırıyor demektir. Yönetic iliği, davranışı, okul eğitimi taktir ediliyor demektir.
Bir müdür, öğretmenleri, öğrencileri, velileri, aile birliği, varsa vakıf ve dernek yöneticileri, çevredeki sivil,esnaf ve kamu çalışanlarınca seviliyor, taktir ediliyorsa, üst yönetim, eğitimdeki verimi düşünerek, o müdüre dokunmaması lazım. Böyle bir müdür, bölgenin  Milli Eğitim Müdürüyle, kaymakamı ile çakışabilir. Burada  önemli olan , müdürün başarısıdır. Yani çevrenin verdiği 40 tam puandır. Gerisi fasa fisodur.
 Ama, okulunda Atatürk köşesini kaldırmıyor, mescit açmıyor, ders saati içinde camiye gideceklere izin vermiyor, Atatürk devrimlerinden ödün vermiyor. İşte bu olmadı. O müdür, bu günkü yönetime yaramazzzzzz. O halde yarıyan bir müdür gelmeli. İşte amaç bu .Kadrolaşma.
 Eğitim ve öğretimi dini vecibelere paralel duruma getirmek. İktidarın her dediğini yapan, uygulayan ve destekleyen müdür getirilmeli ki, ileride yapılacaklara engel olunmasın. 
Gelecek senelerde  müdürlerin bu gün uğradıkları  kıyıma,   öğretmenlerin de uğramayacağı garantisi yok. MİLLİ EĞİTİM gidecek,  “ İktidar eğitimi  “ veya     “AKP Eğitimi “ adı ile bol bol imam yetiştirilecek.
Her mesleğin başına “imam” sözcüğü gelecek.   “ İmam,hakim, imam mühendis, imam öğretmen, imam general, imam savcı “ gibi.
Maalesef, eğitimimiz her geçen zaman içinde yozlaşmaktadır. Bu da Türkiye Cumhuriyeti’nin  sonlandırılmaya çalışılmasıdır.
Eğitimimizdeki yozlaşma sadece bu kadar değil tabii ki. İleride, kitaplar, konular, binalar disiplin konularinda da  görülen aksaklıklardan bahsetmefırsatım olursa, sizinle paylaşacağım.
Tüm öğrencilerin, hayallerinin gerçekleşmesini   diliyor, sayın velilerimize de Allah yardımcı olsun.


NOT: Bir müddet önce, 27 Ağustos'ta,  TURK partisi yöneticilerine birkaç soru tevdi etmiştim. Cevap vereceklerini söylemişlerdi. Bu güne kadar cevap gelmediği için  okuyucularıma sözümü yerine getiremiyorum. Özür dilerim.




12 Eylül 2014 Cuma

KAYIPLARIMIZ





MİLLİ EĞİTİMİN DUAYENİ  HÜSEYİN  HÜSNÜ  TEKIŞIK'I  KAYBETTİK




Burhan  Bursalıoğlu

Ülkemizin yetiştirdiği en değerli eğitimci, yardımsever, bir dönem, düşünceleri, raporları ve eylemleri ile Milli Eğitime yön veren, yazdığı kitap ve dergilerden kazandığı paralarla Ülkemize 17 okul, anaokulu, kütüphane, okuma odaları, kitaplık, kültür binaları, camii yaptıran;  her yıl onlarca üniversite öğrencilerine karşılıksız burs veren, kurduğu vakıflarla, eğitimin duayenlerini bir araya getirip Milli Eğitim programlarına yol gösterip katkı sağlayan, kitaplara, tiyatro eserlerine konu olan, bir çok üniversitelerin layık görüp, şeref madalyası verdikleri, 

Milli Eğitim Bakanlığının, daha çok genç yaşta verdiği “şeref ve üstün hizmet nişanı” verdiği  gerek mezun olduğu okulun, gerekse tüm Eğitim camiasının çok sevdiği, saydığı, “Efsane öğretmen” Hüseyin Hüsnü Tekışık’ı,  8 Eylül 2014 Pazartesi gününün ilk saatlarında kaybedişimizin haberi çok kısa zamanda tüm Ülkenin en ücra köşesinden duyularak, sevenlerini yasa boğdu.

9 Eylül sabahı uçakla Ankara’ya,  oradan da namazın kılınacağı Kocatepe camiine  gittim. Caminin avlusunda iki güneşlenecek yer vardı. Birisi, musalla taşlarının bulunduğu yerdi. Namazın gölgede kılınması için düşünülmüştü. Bayrağa sarılı tabut burada bulunuyordu. Etrafında  sevdikleri ve dostları vardı. İçlerinden tanıyabildiklerim,  uzun yıllar Milli Eğitimde çalışmış dayısı Cemil MIHÇI, sınıf arkadaşı Saim  KAPTAN, çok sevdiği sınıf arkadaşı, İlköğretİm müfettişi emekli İzzettin UZUNCA idi. İzzettin Uzunca hasta olmasına rağmen İzmir’den gelmişti. Aralarına katıldım. Sonra,  İzzettin Bey le, esas kalabalığın olduğu diğer gölgeli yere gittik. Orada bulunan, gözleri yaşlı kızları, Betül, Işıl  ve Işık’a başsağlığı dileyip, ayak üstü kısa bir sohbetten sonra, damat ve torunlarına  da taziyelerimizi bildirerek yanlarından ayrıldık.

O kalabalığın içinde göremediğim, Hüseyin  Bey in yardımcısı ve sağ kolu Oktay Şirin’i ancak telefonla arayarak buluşabildik. Hüseyin Bey’in vefatı haberini bana Oktay vermişti. Sohbetimiz devam ederken, yine SÖO mezunu Prof. Dr.Galip KARAGÖZOĞLU yanımıza gelerek sohbete iştirak etti.

Daha sonra tabutun yanına doğru giderken, 40 sene önce,  Amasya, Taşova’ya bağlı Esençay kasabası İlkokulundan mezun ettiğim Osman Kara’ya rastladım. Beni tanıyarak yanıma yaklaştı. Adımı sordu, söyleyince ellerime sarıldı.
EŞİNE KARŞI ÇOK SAYGILI VE KİBARDI.

 Namazdan  sonra, aynı sınıfta olan  diğer bir öğrencim Fatma Güner eşi ile gelerek, birlikte uzun bir sohbet yaptık.
Gelelim konumuza. Tabutun bulunduğu bölümde onlarca çelenk gelmişti. Hepsini, teker teker inceledim.

Başta, çok sevdiği okul arkadaşları olan bizlerin adına hazırlanan  SİVAS ÖĞRETMEN OKULU ARKADAŞLARI adlı çelengimiz bulunuyordu. Eğitim vakfı, Ank. Emekli Öğretmenleri,  İst. Emekli Öğretmenleri, Üniversitelerden ve şahıslardan , vakıflardan gelen çelenklerin yanında dikkat çeken iki çelenk vardı. Birisi CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU’ ndan gelen, diğeri de Sarıyer Belediye Başkanı, Şükrü GENÇ tarafından gönderilen çelenklerdi. Şahsım olarak, tüm çelenk gönderenlere teşekkür ediyorum.

Çelenk konusunda üzüldüğüm tek konu, hayatı boyunca, yazdığı kitap ve dergilerden ettiği gelirlerle, Milli Eğitime yaptığı okul ve benzeri    bağışların yanında, MEB lığında ki  2  yıllık görevleri de hiçe sayılarak, bir çelengin dahi gönderilmemesiydi.  Bilmiyorum, birkaç kez bakmama  rağmen gözden kaçmış olabilirmiydi? Tereddüt ederek, İzmir’e İzzettin beye sordum. O da  görmediğini söyledi.

Çok kalabalık grupla cenaze namazı kılınıp, helalık alındıktan sonra tabutu, cenaze arabasına kadar taşımak için herkes tabuta el attı
Hazır bekleyen otobüsler, cemaatı, Karşıyaka mezarlığına götürerek, H.H.Tekışık, Ebedi istirahatgahına defnedildi.
Allah gani gani rahmet etsin. Mekanı cennet olsun. Işıklar içinde olsun.
Hüseyin Hüsnü Tekışık,1948 öğretim yılında Sivas Öğretmen Okulundan mezun oldu.
 Sayın TEKIŞIK, 1928 de, Giresun’un Şebinkarahisar  kazasında, fakir ailenin, Şaziye hanım ve İsmail Hakkı efendinin 5. ve son çocukları olarak dünyaya gelmişti. 

İstiklal ilkokulunu, 1942 de birincilikle,  Şebinkarahisar Ortaokulunu  1945 de” PEKİYİ” dereceyle, bitirdikten sonra,  o zamanlarda, en çalışkan öğrencileri bağrında toplayan öğretmen okuluna girdi. Girdiği Sivas Öğretmen Okulundan “PEKİYİ “derece  ile 1948 de mezun oldu.  Milli Eğitim Bakanlığı, mezun öğretmenlere, tayin istedikleri iller için bir form verirdi. Formun bir  bölümünde “İstediğiniz 3 ili sıra ile yazın “  derdi. Tekışık, daha o tarihlerde,  bütün yaşamını  Yurduna  vakfedeceğine   karar vermiş ki,  cevap olarak  “ Vatanımda, Bayrağımın Dalgalandığı Her Yer  demişti.  Onun için  İstanbul,  İzmir, Ankara, ne ise, Van, Hakkari,  Bingöl de o idi. Nitekim Bakanlık onu Bingöl İlinin Karlıova ilçesinin  Bahçeköyü ne tayin etti.
         Sayın Tekışık, görev başına gidişini şöyle anlatıyor.
2011 SİVAS 'ta

Bingöl’ün Karlıova ilçesi Bahçeköyü’ne atanınca, bavuluma Atatürk’ün Nutku’nu, birkaç resmini, bir bayrak ve birde meslek kitaplarımı yerleştirip memleketim olan Giresun’dan sevine, sevine yola çıkmıştım Bingöl’e doğru, 20 yaşımda milli eğitime hizmet sevdalısı idealist bir öğretmen olarak…
O yıllarda Bingöl il merkezi, Çapakçur Deresi’nde 80-90 hanelik bir köy durumundaydı ve yokluk içindeydi. İlin tek oteli, marangoz Emin Usta’nın atölyesinin üstündeki ikişer yataklı dört odaydı. Akarsular üzerinde köprü ve ilçelerin düzgün yolları yoktu. Murat Nehri salla geçiliyordu. En modern ulaşım aracı kamyondu. O da her zaman bulunamıyordu. Yollar çoğunlukla yağmurda çamurda karda tipide yürünerek katediliyordu. Bingöl-Karlıova arasındaki 84 km lik yolun yarısını karlara bata çıka yaya yürümüştüm…
2012 de  DAVUTLARDA  SÖO TOPLANTISINDA ÇOK DURGUNDU.

Karlıova ilçe merkezi 40-50 haneli bir köy durumundaydı. Elektrik yoktu, fırın yoktu, lokanta yoktu, otel yoktu. Sadece 4-5 bakkal dükkanı bulunuyordu. Her türlü mahrumiyet ve yokluk vardı. Kış altı ay devam ediyordu. Yollar kış boyu kardan kapalıydı. Bu süre içinde hayvanla ulaşım yapmak dahi imkânsızdı. Posta 15 günde bir, insan sırtında geliyordu… Kışın özellikle memurlar yiyecek sıkıntısı çekiyorlardı.
2005 TE YAKALANDIĞI KANSERDEN KURTULDUKTAN SONRA
MERSİN SİLİFKEDEKİ İLK GÖRÜNTÜSÜ

İlçe merkezinde ve köylerde okul binası yoktu. Toprak damlar, hatta samanlıklar okul olarak kullanılıyordu. Sıra yoktu, masa yoktu… Öğrenciler kitap, defter, kalem bulmakta zorluk çekiyorlardı. Bahçeköyü’ne gittiğimde, okul olarak 20-25 metrekarelik bir samanlıkla karşılaştım. Öğrenciler duvarların dibine dizilen taşlar üzerinde oturuyorlardı. İlk işim, taşları dışarı atıp meşe sırıklarından öğrencilere oturacak yer yapmak olmuştu. Şeker sandığı tahtalarından bir de yazı tahtası yapmıştım ve kireç taşlarını tebeşir olarak kullanmıştık…
 Atatürk’ün resmini duvara asınca ve samanlığın önüne diktiğim direğe bavulumdaki bayrağı çekince, Bahçeköy bir anda bayrağımın dalgalandığı görev yapacağım yer olmuştu…
DAVUTLARDA SÖO TOPLANTISINDA

Yokluk içinde varlık yaratarak samanlığı dershane haline getirip eğitim öğretime başlamam köylüleri çok sevindirmişti. Geceleri de gençlere okuma yazma öğretiyordum. Köylülerle iyi anlaşıp birbirimizi çok sevmiştik.Ertesi yıl evlenip köye eşimle birlikte gelmem köylüleri daha da çok sevindirmişti.  Köylüler, en güzel odalarından birini bize ev olarak verdiler. Uygun bir odayı da okul olarak kullandık. Eşim Ayten Hanım köy kadınlarına yakın ilgi göstermiş ve onlarla çok iyi anlaşmıştı. Genç kızlara okuma-yazma, nakış-dikiş de öğretiyordu… Eşimin bu ilgisi ve çalışmaları da köylüleri çok sevindirmişti. “
SİVAS TOPLANTISINDA KONUŞMALAR DİNLENİYOR.

Köylülerle öylesine kaynaşmıştık  ki onların sevinci bizim sevincimiz, onların üzüntüsü bizim üzüntümüzdü…
Üçüncü öğretim yılının başında Karlıova İlçe Millî Eğitim Müdürlüğüne tayinim çıkmıştı.
Bahçe Köylülerden ayrılışımız, başlı başına bir merasim oldu. Yarı yola kadar kadın erkek, çoluk çocuk bizi uğurladılar. Öylesine bir duygusal ortam oluşmuştu ki, ayrılırken gözyaşlarımızı tutamamıştık.
İlçenin merkez okulu binası tek dershaneli 70 m2 bir tahta barakadan ibaretti. İki öğretmen vardı. İkili öğretmenle öğrencilerin yarısı sabahçı, yarısı öğlenci olarak öğretim görüyordu.
H.H.TEKIŞIK'ın , KIZLARINDAN SONRAKİ  'SAĞ KOLU
 OKTAY ŞİRİN

İlçede yapı ustası, kereste ve çivi bulunmuyordu. İl Millî Eğitim Müdürlüğünden kereste ve çivi temin ettim. Yapı ustası gibi çalışarak tek dershaneyi ikiye bölüp iki dershane yaptım. Öğrencilerin tam gün öğretim yapmasını sağladım. Bu durum öğrencileri ve velileri çok sevindirmişti…
İlk fırsatta bütün köyleri gezip okuma çağındaki öğrenci sayılarını, okul ve öğretmen ihtiyaçlarını belirledim. Vilâyete raporlar gönderdim. Her yerin karla kaplı olduğu şubat tatilinde, Karlıova-Bingöl arasındaki 84 km’lik yolu yürüyerek gidip geldim. Karlıova’nın millî eğitim durumunu, ihtiyaçlarını İl Millî Eğitim Müdürüne anlattım. Valiye arz ettim.
KARLIOVADA BU  MASA VE DAKTİLO İLE YAZMAYA BAŞLAMIŞ.

Bahçe Köyü’ne ve okulsuz köylere okul yaptırmasını ve öğretmen verilmesini sağladım.
Köy muhtarlarıyla işbirliği yaptık. Bütün okulların ortak olduğu Birleşik Okullar Kooperatifini kurduk. Köy bütçesine okullar için konan ödeneklerle çalıştırılan kooperatif yardımıyla, okulların her türlü donanımını, öğrencilerin okul ihtiyaçlarını sağladık.
Bahçe Köyü’nde olduğu gibi Karlıova halkıyla da çok iyi anlaşmıştık. Halk beni çok seviyor ve sayıyor, ben de onları seviyordum.
Karlıova’lılar, onlar gibi yokluklara katlanıp yokluk içinde varlık yaratıp yıllarca orada çalıştığımı görünce:
“Sen de bizden birisin!” dediler. 
Ve bir ekmekleri olsa. 
Benimle birlikte yediler.
Karıştım böylece onların aralarına
Ve gönlümü yayla yaptım Bingöl insanlarına…
KANSERDEN YATARKEN  KARLIOVADAN
 TEMSİLEN GELEN Bİ,R ÖĞRENCİ

Yirmili yaşlarımın gencecik yıllarını, milli eğitime hizmet sevdası uğruna, meslek hayatımın temel taşları ve en güzel anıları olarak seve seve Karlıova’da bıraktım.
Öğretmen meslek kitaplarımı Karlıova’da yazmaya başlamıştım.
Yokluk içindeki Karlıova, meslek hayatımın, yazarlığımın ve millî eğitime yaptığım hizmetlerin düşünce kaynağı ve temeli oldu. Millî Eğitim Bakanlığı Müdürler Komisyonunun 19.04.1955 tarih ve 405-1-114 no’lu kararı ile, Karlıova’daki öğretmenlik ve idarecilik görevimde üstün başarılı sayıldım.
Yedek subaylığımı yapmak için 1954’te Karlıova’dan ayrıldık. Karlıova’lılar bizi kilometrelerce uğurladılar… Ve ondan sonra birbirimizi hiç unutmadık. Karlıova’lılar her zaman bizi ilçelerine davet ettiler. 34 yıl sonra eşimle Karlıova’ya gittik. Karlıova’lılar bizi yarı yolda karşıladılar. Otele, lokantaya bırakmayıp evlerinde misafir ettiler. Bahçe Köyü’ne davet ettiler.
Köylüler de bizleri yarı yolda karşıladılar. “Tekışık öğretmenimiz geldi.” diye Bahçe Köyü’nde ilçe ileri gelenlerine ve il daire müdürlerine ziyafet verdiler…

Meslek ve emeklilik hayatımda durmadan çalıştım. Çocuklarımızın daha iyi bir eğitim görmeleri için öğretmen meslek kitapları ve okul kitapları yazdım. Kitaplarımdan kazandığım paralarla 2000 yılına kadar, Hakkâri’den Edirne’ye kadar 14 ilde 17 okul yaptırıp millî eğitime bağışladım.
Bu sırada eşim ve ben, Karlıova’yı ve Bahçeköyü’nü hiç unutmadık. Devlet oralara okul yaptırmıştı ama zamanla yıpranan binalar kullanılmayacak hale geldiğinden, çok büyük onarım ve donanımı gerektiriyordu. Bu okulların onarılması ve modern eğitimin gerektirdiği biçimde donatılması için gerekli maddî bağışı da yaptık.

Karlıova Merkez ve Bahçeköyü ilköğretim okulları, her türlü onarım ve donanımları sağlanarak bilgisayar ve fen laboratuarları, kütüphanesi, konferans salonu, birer kişilik masa ve sıraları, modern yazı tahtaları, bando ve spor takımları kıyafetleriyle modern birer okul hâline getirildi.
Bingöl Valiliğinin ve Bingöllülerin kadirbilirliğinin güzel bir ifadesi olarak Bahçe Köyü okuluna “Ayten Tekışık İlköğretim Okulu” ve Karlıova Merkez Okuluna da “Öğretmen Hüsyeni Hüsnü Tekışık ilköğretim Okulu” adları verilmişti. Karlıova Belediye Encümeni de bize Hemşehrilik Berat ve ilçenin anahtarını verince BELGELİ ve ANAHTARLI Karlıovalı olduk.



MİLLİ BAYRAMLARIMIZ