28 Haziran 2009 Pazar

E Ğ İ T İ M







İLKÖĞRETiMDE KIYAFET SORUNU

Burhan Bursalıoğlu

Hani derler ya, “Gelen gideni arattırır” Çiçeği burnunda, birkaç aylık yeni Milli Eğitim Bakanı Sayın Nimet ÇUBUKCU, galiba, Hüseyin ÇELİK! i çok arattıracak.

Sayın Çubukcu, koltuğuna oturur oturmaz, çocukluğunda sevmediği uygulamaları kaldırmaya yöneldi. Hani bir ev alırsın da, beğenmediğin yerleri yıkar yeniden planda da değişiklik yaparak , zevkine göre yaptırırsınız ya, işte öyle. Sayın Çubukcu, çocukluğunda siyah önlüğü hiç sevmezmiş,nefret edermiş. Bakın ne diyor. “Ben çocukken siyah önlüklerimiz vardı Siyah önlükten nefret ederdim Önlükten kurtulmak için, teneffüste ıslatır, öğretmenden, çıkarmak için izin isterdim” Sayın Çubukçu, o yaşta bile isteklerini yerine getirmek için öğretmeni dahi kullanmaktan çekinmemiş. Şimdi bu kişi Milli Eğitim Bakanı.

Siyah önlük uygulaması kalkalı yıllar oldu. Yerine, çeşitli renklerde, çeşitli ekose desenli önlükler giydirildi. Ulusun Milli Eğitiminin birlik , beraberlik ve disiplinin simgesi durumunda olan siyah önlük ve beyaz yaka uygulamadan yıllar önce kaldırıldı.

Şimdi Sayın Çubukçu, “Önlüksüz eğitim “ uygulamasına geçmeyi tasarlıyor. Bu nedenle 29-30 Haziran günlerinde, seçilen pilot kentlerin Milli Eğitim Müdür ve temsilcileri, öğretmenler, veliler, sivil toplum kuruluş temsilcilerinden oluşan , küçük bir şura toplantısında ele alınacak. Bu çalışmanın amacı şöyle açıklanıyor. “İlköğretim öğrencilerinin kılık kıyafetlerine ilişkin mevcut yönetmeliğin değerlendirilmesi ve öğrencilerin kendilerini rahat hissedebilecekleri kıyafetin belirlenmesi.” Bu amaç için toplanmaya ne gerek var? Sayın Çubukcu bir yönetmelik hazırlatsın ve “ Tüm okullarda önlük uygulamaları kaldırılmıştır. He öğrenci serbest kıyafetle okula gelecektir “ desin.

Yapılacak karar toplantısında değişik bir uygulama mı çıkacak? Hayır, iller, ilçeler belki de tüm okullar kıyafet konusunda serbest bırakılacaktır. Maksat Sayın Bakan’ın gönlü hoş olsun.

Birlik, beraberlik ve Millilik Bakan’ın umurunda mı?

Bir Bakan’ın kaprisleri, kişisel arzuları ve istekleri nedeniyle, Milliliği bozacak sistem değiştirilmemelidir. Bakanlığın ön adı olan “Milli” sözcüğü anlamsız bırakılmamalıdır.

“Milli Eğitim “ yasalarıyla, yönetmelikleriyle, uygulamalarıyla, eğitimiyle, öğretimiyle, çalışanlarıyla ve kıyafetleriyle Milli’dir. Hakkari’daki kıyafet ne ise, Edirne’deki kıyafette o olmalıdır. Milli olmalıdır.

Milli Eğitim, her gelen Bakan’ın yaz boz tahtası olmamalıdır. Yönetmelikler, yasalar kişilere göre değil, topluma uygun olarak belirlenmelidir. Disiplin sağlayıcı olmalıdır. Disiplinsizliğin de felaket getireceğini unutmamak lazımdır.

Milli Misaki sınırlarımız içindeki tüm öğrencilerimizin aynı kıyafette olmasını arzulamaktayım. Birbirlerini kıskanan, aşağılık kompleksine düşen, sınıf ayırımcılığı yapan bir toplum istemiyorum.

26 Haziran 2009 Cuma






LUTFEN ÖZELLİKLE EŞİ, KIZ ARKADASI YADA KIZI OLAN TUM ARKADASLARIMIZA ILETELIM
. Cancer Update from Johns Hopkins Johns Hopkins Universitesinden kanser raporu


Bu dokuman Walter Reed Army Medical Center tarafindan da dagitilmaktadir.

Arabanizda bulunduracaginiz plastik su sisesindeki su cok tehlikelidir.

Plastik su siseleri Sheryl Crow'un gogus kanseri olmasinin en buyuk nedenidir. Plastik siseler ozellikle Avustralia da yuksek sayida gorulen gogus kanseri vakalarinin en buyuk nedenidir.

Annesi cok yakinda gogus kanseri teshisi konulan bir arkadasimiza doktor sunu soyledi. "Kadinlar arabalarda birakilmis plastik su siselerinden su icmemelidir"

Doktor yuksek sicaklik ve sise plastiklerindeki belli kimyasallar gogus kanserine neden olabilir. Lutfen dikkatli olun ve arabada birakilmis plastik siselerden su icmeyin.
Lutfen bu bilgiyi etrafinizdaki butun bayanlara iletiniz.

!
Bu bilgi kesinlikle iyi bilmemiz gereken ve sakinmamiz gereken bir tehlike ile ilgilidir. Bu bilgi yasam kurtarabilir.

Yuksek sicaklik plastigin icindeki toksinleri suya ve yiyeceklerimize geciriyor ve doktorlar bu toxinleri kanserli hucrelerimizin etrafinda kolaylikla gozleyebiliyorlar.

MUMKUNSE, PASLANMAZ CELIKTEN BIR TERMOS YA DA CAMDAN YAPILMIS SISELER, KAPLAR KULLANALIM !
Mikrodalga firinlarina plastik tabak ve kutulari koymayiniz.

Plastik su siselerini buzluga koymayiniz.

Plastik tabak ortulerini (SARAN WRAP) mikrodalga firinina koymayiniz.

Dioxin isimli kimyasal madde kansere neden olur, ozellikle gogus kanseri.

Dioxin maddesi vucudumuzdaki hucreler icin bir zehirdir.
Plastik siseleri icinde su varken dondurmayiniz. Bu durumda plastik icindeki Dioxin'i aciga cikartmaktadir.

Gecen gunlerde. Edward Fujimoto, Wellness Program Manager (Castle Hospital) bir TV programinda bu saglik tehdidini acikladi. Dioxinlerin bizler icin ne kadar tehlikeli oldugu gercegini anlatti.

Yiyeceklerimizi mikrodalga da plastik kutular icinde isitmamamizi istedi.

Bu ozellikle icinde yag olan yiyecekler icin daha onemlidir.

Yag, yuksek sicaklik ve plastiklerin bir araya geldiklerinde Dioxin aciga cikarttiklarini ve bunun vucudumuzdaki hucrelere gectigini acikladi.

Plastikler yerine Cam, Pyrex, Corning Ware yada seramik den yapilmis kaplarin kullanilmasini tavsiye etti.

Microwave icin hazir uretilmis cabuk isitilabilen yiyecek paketlerini baska bir kaba aktararak isitiniz. Kagit cok kotu bir malzeme degil ama icinde ne olabilecegini hic bir zaman bilemeyiz. Pyrex, ISIcam, Corning Ware gibi kaplari kullanmak cok daha guvenlidir.

Bazi zincir (fast food) restoranlari yakin gecmiste plastik kutulardan kagida gectiler. Bunun en buyuk nedeni dioxin problemidir.

Ayrica, Saran wrap ismi altinda satilan tabak ve kutularin uzerine orttugumuz ince plastik film de mikro dalga firinina girdiginde diger plastikler kadar tehlikelidir.

Mikrodalgada yiyecek isinlanirken yuksek sicakliklar ince plastigi eritebilir ve erimis plastk yiyeceginize karisabilir. Mikrodalga kullanirken yiyecek kaplarinizi plastik yerine kagit havlu ile ortunuz.

Bu yaziyi tum tanidiklariniz gonderiniz.


NOT:
Anadolu’nun hemen hemen her yerinde plastik kaplar içine turşu kuruluyor. Bu turşu keskinleştikçe, plastik bidon ile yukarıda bahsedilenlerden çok daha fazla reaksiyona giriyor. Ve bir zaman sonra plastik, kağıt helva gibi kırılgan hale geliyor. Plastiğin zararlı tüm bileşenleri ise turşuya geçiyor. Bugün Anadolu’nun birçok yerinde, “nedeni anlaşılamıyor” dedikleri kanser vakalarının nedeni bu plastik kaplar.

Çevre Bakanlığı plastik ile ilgili, şirketlere bazı yaptırımlar getirmelidir. Halkı bilinçlendirmelidir.

23 Haziran 2009 Salı

D E P R E M T E D B İ R İ

Gönderen: Ebru BIYIK
Adım Doug Copp.


Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibinin Kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm.

İçinde 20 maket (mannequis) olan bir okulu ve evi yıktık. On maket 'çömel ve korun' metodunu uygularken, 10 maket 'hayat üçgeni' metodumu uyguladı. Tasarlanmış yıkımdan sonra görüntüleri filme almak ve sonuçları belgelemek için enkazı geçip binaya girdik. Bina yıkımlarında oluşabilecek şartlar dahilinde direk olarak gözlemlenebilen ve bilimsel şartlar altında hayatta kalma tekniklerimi uyguladığım film 'çömelip korunan/saklanan' kişiler için hayatta kalma şansının sıfır olduğunu ortaya koydu.

Hayat üçgeni metodumu kullananlar için hayatta kalabilme şansı yaklaşık
olarak % 100 oldu. Bu film Türkiye'de ve Avrupa'nın geri kalan kısmında milyonlarca izleyici tarafından izlendi. Bu film ABD, Kanada ve Güney Amerika'da RealTV programında izlendi.


Enkazına girdiğim ilk bina 1985 Mexico City depreminde bir okuldu. Bütün çocuklar sıralarının altındaydı. Her bir çocuk kemiklerinin kalınlığına kadar ezilmişlerdi. Sıralarının yanındaki koridorlara uzanmış olsalardı hayatta kalmış olabilirlerdi. Bu 'ayıptı, gereksizdi' ve çocukların neden koridorlarda (sıraların arasında) olmadığını merak ettim. O an, çocuklara bir şeyin/eşyanın altına saklanmalarının söylendiğini bilmiyordum.


Basitçe ifade edilirse, binalar yıkılırken, objelerin üzerine düşen tavan ağırlığı veya içerideki mobilyalar bu nesnelere çarparken yanlarında bir yer, boşluk bırakırlar. Bu boşluk benim 'hayat üçgeni' dediğim alandır. Nesne ne kadar büyük ve ne kadar dayanıklı olursa daha az ezilecektir.

Nesneler ne kadar az ezilirse boşluk ve bu boşluğu kullanan kişinin yaralanmama olasılığı o kadar artar. Bir dahaki sefere televizyonda yıkılan bina izlerken gördüğün üçgenleri say. Heryerdeler.
Yıkılan bir binada göreceğiniz en yaygın biçimdir.
Deprem anında hayatta kalma, ailelerine bakma ve başkalarını kurtarma hakkında 750 bin nüfuslu Trujillo kentinin İtfaiye bölümünü eğittim. T rujillo İtfaiye Departmanının kurtarma şefi Üniversitede profesördür. Bana her yerde eşlik etti. Kişisel ifadeleridir:


'Adım Roberto Rosales. Trujillo kurtarma ekibi şefiyim. 11 yaşındayken çöken bir binada mahsur kaldım. Mahsur kalışım 1972 yılında 70.000 kişini öldüğü depremde oldu. Erkek Kardeşimin motosikletinin yanında oluşan 'hayat üçgeni' içinde hayatta kaldım.
Yataklarının veya sıraların, masaların altına giren arkadaşlarım ezilerek öldüler (isim, adres vb detayları anlatıyor). Ben hayat üçgeninin yaşayan örneğiyim. Ölen arkadaşlarım 'çömel ve korun' örnekleridir.

DOUG COPP'UN ÖNERİLERİ
1) 'Binalar çökerken basitçe 'çömelen ve korunan' kişiler istisnasız her defasında ezilerek ölüyorlar. Masa, araba gibi nesnelerin altına giren kişiler her zaman ezilirler.
2) Kediler, köpekler ve bebekler'in hepsi doğal bir şekilde dizlerini ana rahmindeki gibi karınlarına doğru çekerek kıvrılırlar. Deprem anında sizde bu şekilde kıvrılmalısınız. Bu doğal bir güvenlik ve hayatta kalma içgüdüsüdür. Daha küçük bir boşlukta hayatta kalabilirsiniz. Hafifçe ezilecek ama yanında boşluk yaratacak bir kanepe, geniş büyük bir eşyanın yanında durun.
3) Ahşap evler deprem anındaki en güvenli yapılardır. Sebebi basittir; ahşap esnektir ve depremin zorlamasıyla hareket eder. Eğer ahşap bina çökerse geniş yaşam boşlukları oluşur. Ayrıca, ahşap binalar daha az yoğunlukta yıkı lış ağırlığına sahiptir. Tuğla binalar ayrı tuğla parçalarına ayrılacaklardır. Tuğlalar bir çok yaralanmalara sebep olacaktır, ama (beton) bloklardan daha az ezilmiş vücutlar yaratırlar.
4) Eğer gece yataktayken deprem olursa, basitçe yuvarlanarak yataktan düşün. Yatağın çevresinde güvenli bir boşluk oluşacaktır. Oteller müşterilerine deprem anında yatakların yanında yere uzanmalarını salık veren bir uyarı notunu odalarda her kapının arkasına asarlarsa depremlerde çok büyük hayatta kalma oranlarını sağlayabilirler.
5) Televizyon izlerken deprem olursa ve kolayca kapıdan veya pencereden dışarı kaçmak mümkün değilse, kanepe veya büyük bir koltuğun/sandalyenin yanında cenin pozisyonunda kıvrılarak yere uz anın..
6) Bina çökerken Kapı kirişlerinin altına geçen herkes ölür...Nasıl mı? Eğer kapı kirişlerinin altına geçerseniz ve kapı kirişi öne veya arkaya doğru düşürse inen tavanın altında ezilirsiniz. Eğer kapı kirişi yana doğru yıkılırsa ikiye bölünürsünüz. Her iki durumda da ölürsünüz!
7) Hiçbir zaman merdivenlere gitmeyin/yönelmeyin. Merdivenler (ana binadan) farklı bir 'frekans aralığına' sahiptir; ana binadan bağımsız/ayrı olarak sarsılırlar. Merdivenler ve binanın geri kalanı devamlı olarak birbirlerine çarparlar, ta ki merdivenlerin yıkılışı
gerçekleşene kadar. Merdivenle re ulaşan insanlar basamaklar yüzünden yaralanırlar. Korkunç şekilde sakatlanırlar. Bina yıkılmasa dahi, merdivenlerden uzak durun. Merdivenler binanın hasar görmesi en muhtemel kısmıdır. Depremde yıkılmamış olsa dahi, merdivenler bağırarak kaçmaya çalışan insanların aşırı yüklenmesi ile çökebilir. Merdivenler binanın geri kalan kısmı zarar görmemiş olsa dahi her zaman güvenlik açısından kontrolden geçirilmelidir.
8) Binanın dış duvarlarına yakın yerlerde durun, mümkünse dışına çıkın. Binanın iç kısımlarındansa dış kısımlarına yakın yerlerde olmak çok daha iyidir. Binanın dış çevresinden ne kadar içeride olursanız, çıkış yolunuzun kapanma ihtimali o kadar artacaktır.
9) Aynen Nimitz yolundaki katlar arasındaki (yıkılan) blokları n meydana getirdiği gibi, deprem anında üst yolun yıkılmasıyla ezilen araçların içinde bulunan insanlar ezilirler. San Francisco depreminin kurbanlarının hepsi araçlarının içindeydiler. Hepsi öldü.
Araçlarının dışına çıkıp,aracın yanına uzanıp veya oturarak kolaylıkla hayatta kalabilirlerdi. Ölen herkes eğer araçlarından çıkıp, araçlarının yanına oturabilseler veya uzanabilselerdi yaşıyor olabilirdi. Ezilen bütün araçların yanında-kolonların direkt olarak üzerine düştüğü araçlar hariç- 3 feet yükseklikte boşluklar oluşmuştu.
10) Enkaz halindeki gazete ofislerini ve çok miktarda kağıdın olduğu ofisleri dolaşırken kağıdın sıkışmadığını/ezilmediğini keşfettim. Kağıt yığınlarının/kümelerinin etra fında geniş boşluklar bulunur/oluşur.

20 Haziran 2009 Cumartesi




BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ ?

> > Atatürk`ün
> > dünyada `başöğretmen'
> > sıfatlı tek lider olduğunu,

> > *Bir geometri kitabı yazdığını,

> > *Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri
> > teriminin (Türkçe) isim
> > babasının bizzat Mustafa Kemal olduğunu,

> > *Norveççe`de `Atatürk gibi olmak` diye bir deyim
> > olduğunu.

> > ''Atatürk'' çiçeği'nin adını,
> > çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden
> > doktor Kirk Landın`in koyduğunu ve bu çiçeğin tüm
> > dünyada bu isimle üretilip
> > satıldığını,

> > *Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı
> > olmadan her Cumhuriyet
> > bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine
> > giderek, Atatürk`ün resminin
> > önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

> > *''Mimber'' adında bir gazete
> > çıkarttığını ve 52 sayı yayımlanan gazetede
> > ilk defa sansür kelimesi geçtiğini,

> > *Kurtuluş Savaşı'nda rütbe alan bir çok kadın
> > askerlerimizin olduğu,
> > dünya tarihine geçen tek bir üsteğmenimizin olduğunu,
> > Üst teğmen Kara
> > Fatma'nın 700 erkek, 43 kadından oluşan bir
> > müfrezenin reisliğine bizzat
> > Atatürk tarafından atanmış olduğunu,

> > *Bir röportajda Birleşmiş Milletlere üye olmayı
> > düşünüyor musunuz?'
> > diye sorulduğunda 'Şartlarımızı koyarız,
> > kabullerine bağlı. Biz müracaat
> > etmeyiz üye olmak için, davet gelirse düşünürüz'
> > dediğini ve bunun üzerine
> > BM yasasının değiştirildiğini ve üyeliğe davet
> > edilen ilk ülkenin Türkiye
> > Cumhuriyeti olduğunu,

> > *1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli,
> > en buhranlı döneminde,
> > danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz
> > yirmiden fazla kişiye;
> > 'Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile
> > Mustafa Kemal'i görmek
> > için neler vermezdim' dediğini,

> > *1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde
> > yayınlanan bir şiirde;'Allah
> > bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak
> > isterse başına Mustafa
> > Kemal gibi lider getirir' denildiğini,

> > *1996'da Haiti Cumhurbaşkanının vasiyetinde, mezar
> > taşına yazılmasını
> > istediği metinde; 'Bütün ömrüm boyunca
> > Türkiye'nin lideri Mustafa Kemal
> > Atatürk'ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı
> > mutlu öldüm' yazdığını,

> > *2000'de ABD Başkanı'nın milenyum mesajında;
> > '' Milenyumun hiç şüphe
> > yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal
> > Atatürk'tür. Çünkü o yılın değil
> > asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir'
> > denildiğini,

> > *2005'de Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden
> > birisi olan Mr. Johns`un
> > önerisinin 'Türkiye ekonomiyle savaşta bir tek
> > Atatürk'ü örnek alsın yeter'
> > olduğunu,

> > *2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet
> > dairelerinden Atatürk resimlerinin
> > kaldırılmasının istendiğini,

> > BİLİYOR MUYDUNUZ!!!

18 Haziran 2009 Perşembe

GÜNCEL












YANGIN

18.06.2009

Bu gün akşama doğru TURGUTREİS- iSLAMHANELERİ Köyünün yakılarındaki ormanlık alanda çıkan yangın yayılarak geniş bir araziyi kül etti. Rüzgarın etkisiyle kısa zamanda çoğalan yangın gece yarısna doğru kontrol altına alınabildi.
B.Bursalıoğlu

ATATÜRK'Ü N GÖLGESİNDEN KORKANLAR ! - 1 -



ENGİN ARDIÇ denen, pasaportlu (!) adam Atatürk hakkında kelam
kalemlemiş.. Hıncal Uluç da ona cevap yazmış. (ikisi arka arkaya)
İşte iktidardan güç alıp kalemleriyle kin kusanlar. Bu adam star da
çalışırken Cem Uzan'ın SAKSAFONUNU üflerdi , hiç değişmemiş..Şimdi de,
iktidar yanlısı patronunun SAKSAFONUNU üflüyor



21 Mart Cumartesi günü Sabah'ta yayınlanan Engin Ardıç'ın yazısı;

Atatürk'ün pasaportu var mıydı?
Atatürk'ün yurt dışına hiç çıkmadığını hep biliriz... Bu, büyük
bir erdem olarak pazarlanmıştır: Kendisi hiçbir yere gitmeden herkesi
ayağına getirmiş!
Herkes dedikleri, İran şahı ve İsveç kralı gibi "kıyıdan
köşeden" adamlar, bir de İngiliz kralı Edward tabii... Yanında da Mrs
Simpson... Ama o da aşkı uğruna kısa bir süre sonra tacı tahtı
bırakacağından, bu gezinin bir yararı olmamış.
Olamazdı da... İngiliz kralı ya da kraliçesi "hüküm sürer ama
idare etmez" ... Meclise izinsiz giremediği, seçimlerde oy
kullanamadığı gibi, dış politikaya da karışamaz!
Bunun dışında kim gelmiş Türkiye'ye? Hitler mi, Stalin mi,
Mussolini mi, Roosevelt mi, Hirohito mu? Hiçbiri.
Keşke İspanyol başkanları Alcala Zamora ya da Manuel Azana
gelselerdi de, "asi generallere" karşı İspanyol Cumhuriyeti'ne sahip
çıkma onuruna kavuşsaydık yahu...
Ama niçin geleceklerdi? Türkiye önemli bir ülke değildi ki,
kendi kabuğuna çekilmiş, yaralarını sarmaya ve Batılılaşma girişimini
temele indirmeye çalışan, "dünya sahnesinin önünden çekilmiş" bir
ülkeydi... Her türlü Osmanlı mirasını da reddettiği için (borçların
bir kısmı hariç!), "beni kendi halime bırakın, karışmayın, bulaşmayın"
der gibiydi dünyaya...
Atatürk'ün yurt dışına hiç çıkmamış olması niçin büyük bir
başarı olarak değerlendirilmiştir?
"Kendi kabuğuna çekilmek, kendi yağıyla kavrulmak" erdem sayıldığı için!
Bu da memur zihniyeti değilse, memur zihniyeti başka nasıl olur acaba?
Ve de Atatürk'ün bazı Anadolu kasabalarını dolaşmış olması niçin
büyük birer olay gibi pazarlanmıştır? Hele İstanbul'a her gelişi niçin
"tarihi gün" sayılmıştır?
Yani tasavvur edebiliyor musunuz, Hitler'in Stuttgart'a gelişi
bayramı, Mussolini'nin Venedik gezisi şenlikleri, Stalin'in Odessa'yı
ziyaretinin bilmemkaçıncı yıldönümü kutlamaları... Var mı böyle bir
yağcılık?
Toplum o kadar "donuk", ulaşım o kadar yetersiz durumdaydı ki,
bir yerden bir yere gitmek başlıbaşına heyecan verici, serüven gibi
bir şeydi o dönemde...
Keşke bu gibi çarçur gezilerle övüneceğimize, "Atatürk'ün uçağa
binip Atina'ya gitmesi ve eski düşmanlarını kucaklaması, Atatürk'ün
Cenevre'de yaptığı ünlü Milletler Cemiyeti konuşması, Atatürk'ün
tarihi Beyaz Saray ziyareti, Atatürk'ün meşhur Moskova gezisi,
Atatürk'ün unutulmaz Paris barış görüşmeleri" gibi hatıralar
kalsaydı... Ayıp mı olurdu, günah mı?
Belki o zaman cumhurbaşkanlarımızın ya da başbakanlarımızın dış
gezileri de memurlarımıza ve memur ruhlularımıza küfür gibi
gelmezdi!...
Atatürk hiç yurt dışına çıkmadı dedik, bu hem doğrudur hem yanlış..
Atatürk yurt dışına çıkmadı ama, Mustafa Kemal çıktı!
Libya'ya gitti çarpışmaya ama orası yurt dışı sayılmıyordu...
Bunun dışında Sofya'ya, Berlin'e ve batı cephesine de gitti görevli
olarak, Viyana üzerinden Karlsbad'a da gitti (Karlovy Vary) sağlık
nedenleriyle...
Ama o zamanlar bir "imparatorluk subayıydı" ...
Hani şu nefret kustukları Osmanlı İmparatorluğu vardı ya, onun
ordusunda subaydı.
1919 yılında ordudan istifa edene kadar bir Osmanlı subayıydı.
Hadi kim hayır diyecekse desin de alnını karislayim.




Hıncal Uluç'un Engin Ardıç'a yanıtı;

Atatürk'e dil uzatanlara...

Önce biri hafta sonu hiç yüzü kızarmadan saldırdı gene, "Atatürk'ün pasaportu var mıydı" diye.. .. Ve çizdiği Atatürk portresine bakar mısınız?.. "Vizyonsuz.. Memur zihniyetli biri.." Utanmazlığın ölçüsüne bakar mısınız?.. Yıkılmış, tükenmiş, bitmiş, işgal edilmiş Osmanlı'nın küllerinden, Avrupa'nın "Hasta Adam" dediği Türkiye'den, modern bir batı cumhuriyeti yaratan adam için çizilen tabloya, aşağılamaya bakar mısınız?.. "Memur zihniyetli, vizyonsuz!.." Bu korkunç kafaya, bu örümcek düşünceye yanıtı, ayni günün gecesi, Rus Kızıl Ordu Korosu muhteşem bir yanıt verdi, tesadüfe bakın bu defa, TİM'de.. Ben ordayım üç kardeşimle, Öcal Serpil ve Kemal'le.. Salon son koltuğuna kadar tıklım tıklım doluydu ve herkes, Atatürk'ün neler yaptığını anlatan Kızıl Ordu korosuna hem de nasıl coşkuyla eşlik ediyordu.. "Bir hızla kötülüğü geriliği boğarız, Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız. Türk'üz bütün başlardan üstün olan başlarız; Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız." Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi, Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri." "Karanlığın üstüne güneş gibi doğmak" nedir bilir misin sen, karanlık adam?.. O senin memur zihniyetli, vizyonsuz dediğin adam, o yıllarda yepyeni bir devlet, çağdaş, bir cumhuriyet kuruyordu, bir ulusun kaderini değiştiriyor, dünyaya, hele de Müslüman dünyaya örnek oluyordu, öğretmediler mi sana?.. O vizyonsuz, o "Memur zihniyetli" dediğin adamın dünyadaki itibarını, saygınlığını bilir misin?.. Efendim "Kimse gelip gitmemiş Türkiye'ye Atatürk zamanında.." İngiltere Kralı gelmiş ama, o sayılmazmış.. Çünkü adamın zaten yetkisi yokmuş.. Birleşik Krallık kralının ülkemize, Atatürk'e gelişini bir formalite sanıyor.. Peki o zaman "Pasaportlu" Abdullah Gül'ün iki günde bir yurt dışına gitmesi, bu ülkede devlet başkanları ağırlaması ne?.. Atatürk'e gelen İran Şahı adam değil de, Gül bugün İran'da ne arıyor peki?.. Adamın, Atatürk'e saldırma gözlerini öyle karartmış ki, ne dediğini bilmiyor, çelişkiler içinde.. İngiltere Kralı, İran Şahı, gelmemeliymiş de, kim gelmeliymiş?.. Hitler, Mussolini, Stalin.. Verdiği örneklere bakar mısınız?.. Hafazanallah. Bunlardan biri gelmiş olsaydı kazara, bugün kimbilir neler yazardı, düşünebiliyor musunuz?. İngiliz Kralı yetkisiz.. Peki yetkilisi, hem de azılı Türk düşmanı Lloyd George ne dedi, hem de Birleşik Krallık Millet Meclisinde.. "Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti'ne nasip oldu. Mustafa Kemâl'in dehasına karşı elden ne gelirdi." Atatürk uçağına atlayıp Yunanistan'a gitmemişmiş.. Venizelos'la kucaklaşmamış.. Ama Venizelos yenildiği düşmanı Atatürk'ü 1934 yılında Nobel Barış Ödülüne aday göstermiş.. Nasıl olmuş bu peki?.. Vizyonsuz, memur zihniyetli, içine kapanık adamdan başkasını bulamamış mı, Yunan Lideri, "Dünya barışına en hizmet eden kişi" diye seçecek?.. Atatürk Mussolini'ye gitmemiş. O da Türkiye'ye gelmemiş.. Ama Atatürk'ün süvarileri İtalya'ya gidip, zamanın en büyük binicilik kupasını, hem de Mussolini'nin adını taşıyanını Türkiye'ye getirmişler.. Bu müthiş spor hamlesinin ne manaya geldiğini bilir misin sen?.. O vizyonsuz, memur zihniyetli adamın, o sıralar nasıl bir Türkiye kurmakla meşgul olduğunu anlayabilir misin, bu örnekten yola çıkıp?.. Aklın erer mi?. Erer.. Bal gibi erer de işine gelmez söylemek... Sen ve senden yüz bulup hemen ertesi gün Atatürk'e saldıran yamağın da bilir bunları, çok iyi.. Kilitleyin bilgisayarınızı gene de, size yağan e-mailler geri dönsün tamam mı?.. Yüreğiniz o kadar.. Bakın, bugün bu köşede, 20'inci Yüzyılın en önemli adamlarının Atatürk hakkında söylediklerinden bir derleme seçtim sizin için.. Okuyun, iyi okuyun ve iki günde bir saldırdığınız, sövdüğünüz, dalga geçtiğiniz Mustafa Kemal Atatürk'ün nasıl bir devlet adamı, nasıl bir deha, Türkiye için nasıl bir şans olduğunu iyi öğrenin.. Ne yazık ki, sizin için de büyük şans oldu Atatürk!. O olmasaydı, bugün bu köşelere oturup bu saçmaları bu kadar özgür yazma imkânınız olur muydu?..


17 Haziran 2009 Çarşamba




SONUN BAŞLANGICI!..


eski bakaninin herseyi hazirladim dedigi bu imis demek ki!!!!



Tarih: 06 Haziran 2009 Cumartesi 06:57
Konu: DIKKAT - OKULLAR YEREL YÖNETİMLERE VERİLİYOR !!!


GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE'M
EĞİTİM MİLLİ OLMAKTAN ÇİKİYOR !!!
TEVHID-I TEDRISAT KALKIYOR ...

OKULLARI YEREL YÖNETİMLERE TESLIM ETMEK UZERE
İLK ADIM 29 MAYIS 2009 DA ATILDI !!!

Artik yerel yönetimler ,

Okullardan ,
Öğrencilerden ,
Eğitimden ,
Tedrisattan

Sorumlu ve yetkili olacaklar !!!

Her yerel belediye kendi siyasi görüşüne göre ,
eğitimi şekillendirecek ve belirleyici olacak ....

Okullarda etnik ve dini bölünmeler ve bu bölünmelere uygun
şekillenmeler başlayacak .Her yöreden farkli eğitim kimliğinin
etkisinde kalmiş ve farkli formda bireyler yetişecek .

Türkiye'nin kültür yapisi parçalanacak.
Alt kültür birliği bozulacak.
Yörelerden, farkli etnisiteleri bileylenmiş , bir birine hasim
ülke insanlari türetilecek.
Türkiye bu yönüyle de parçalanma ve bölünmeye götürülüyor.

Örneğin Diyarbakir Belediyesi ve ona eş görüşte olanlar ,
nasil bir öğrenci tipi yetiştireceklerdir ?

Yanitini sizlere birakiyorum.

AKP hükümeti ,Türkiye'nin laik demokratik Cumhuriyet yapisinin temel taşlarini,
sistemli olarak yok etmektedir.

***
3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile sağlanmiş olan eğitim birliği de yok edilmektedir.

Türkiye'yi kültür hayatında çok önemli bir aşamayı başarıya ulaştıran Tevhid-i Tedrisat Kanunu, aslında büyük bir kültür hamlesidir. Eğitimin birleştirilmesi ile, özellikle 19. yüzyıl sonlarından beri Türkiye eğitiminde görülen medrese ve okul (mektep) diye devam eden ikililiğe son verilmiştir.

"Tevhid-i Tedrisat Kanunu" ile öğretim ve eğitim birliği sağlanarak milli kültür birliğine yönelmek istenmiştir. Öğretim ve eğitime milli ve laik bir karakter veren Tevhid-i Tedrisat Kanunu, milli gelişme tarihinde daima büyük yer tutacak bir inkılabın da adı olmuştur.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu, öğretim ve eğitimin birliğini sağlamakla beraber medreselerin de kaldırılmasını sağlamıştır.

Böylece, öğrenim birleştirilerek ikilik ortadan kaldırılımış ve devlet, eğitim işlerinin tek sorumlusu olmuştur. Cumhuriyet hükümeti, ömrünü tamamlamış bir kısım dinî kurumlarını kapatarak bunların yerine yeni sistemde eğitim veren İlahiyat Fakültesi ve İmam Hatip Okulları açtı.

Medreseler, türbeler, tekkeler kapatıldı. Böylece, eğitimde birlik sağlanarak devletin öğretmenleri tarafından dinî derslerin yanında diğer dersler de verilmeye başlandı.

2 Mart 1926'da kabul edilen, "Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun" Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Kanunun ilkelerinin ışığı altında eğitim hizmetlerini düzenlemiştir. Devletin izni olmadan hiç bir okulun açılmayacağını öngören Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun aynı zamanda çağdışı bütün derslerin okul müfredat programlarından kaldırılmasını da sağlamıştır.

Aşağida sayin Mahiye Morgül tarafindan yönlendirilmiş olan
önemli haberi okuyunuz ...

Naci Kaptan

Mahiye Morgül

Nimet Çubukçu Okulları Belediyelere Devrediyor

Devlet okullarının belediyelere devredileceğini biliyorduk, ama bunun resmi işlemlerini nasıl başlatacaklarını bilmiyorduk. İşte, 29 Mayıs 2009 tarihli bir resmi yazıda, gündemin birinci maddesi bu! (Yer adı bizde saklıdır)

T.C

…… KAYMAKAMLIĞI

İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü

29/05/2009

Sayı : B.08.4.MEM.4.48.00.01.230/2589

Konu : MEBGEP Projesi

….. LİSESİ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bakanlığımızca eğitim sistemini daha verimli hale getirmek için Milli Eğitim Bakanlığı yapısının zayıf ve güçlü yanlarını analiz etmek,bu analiz sonucunda stratejiler geliştirmek ve Bakanlığın Yönetişim kapasitesini artırmaya destek olmak amacıyla yürütülmekte olan MEBGEP (MESLEKİ EĞİTİM VE ÖĞRETİM SİSTEMİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ PROJESİ) projesinde; İnsan kaynaklarının kapasitesinin artırılması ve Politika Bileşeni olmak üzere iki alan bulunmaktadır.

Projenin sonunda Bakanlığımızın kapasitesinin artırılması ve teşkilat yapısının yeniden organize edilmesi için oluşturulacak alternatif modellerin oluşturulmasına yönelik olarak aşağıda belirtilen konu başlıklarına göre hazırlanacak raporun 3 Haziran 2009 tarihine kadar müdürlüğümüze gönderilmesini rica ederim.

……………….

Müdür a.

Şube Müdürü

KONU BAŞLIKLARI

1- Eğitim hizmetlerinin yerel yetkilere devri.

2- Finansman ve kaynakların etkin kullanımı.

3- İç kontrol ve denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi.

4- İzleme ve değerlendirme mekanizmalarının güçlendirilmesi.

5- Bakanlığımızın merkez ve taşra teşkilatları için Roller, Sorumluluklar ve Görev Kodlarının Belirlenerek İhtiyaçlara Göre Yeniden Tanımlanması.

6- Eğitim Olanaklarının (Öğrenciler, Öğretmenler, Okul aile birlikleri, Okul yönetimi, aileler, Sivil toplum örgütleri, Sosyal ortaklar), Rol ve Sorumluluklarının Türkiyedeki eğitim hizmetlerinin ihtiyaçlarına göre yeniden tanımlanması.


Değerli okurum, bu belge, okulların belediyelere devredilmesinin belgesidir! Eğitimde, eyalet/şehir devletçiklerine bölünme sürecine sokulduğumuzun belgesidir.

Bakınız, bu yazı Cuma günü gönderilmiş, arada Cumartesi Pazar var ve iki gün sonra yazıya cevap istenilmektedir; yani gözden uzak tutmayı ve aceleyi görüyor musunuz?

Her Cuma günü bir başka açıklama ile eğitim paramparça ediliyor! Bir kadın bakan eliyle hem de, vitrinde o görünüyor. Ona bu işi devreden otomatiğe bağladık, ona iş kalmayacak demişti.

Ey halkım, Bayan Çubukçunun bostana girmiş danaları kovacak bir çubuğu bile yok!

Dikkat: Bu yaz MEB hizmetiçi eğitim seminerlerinin konusu, Yerinden Eğitim başlıklıdır, bu seminerlerle zihinsel olarak neye hazırlanıyoruz, artık anlıyorsunuz, değil mi?

3.6.2009

========================================
Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : «Üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.

N.H.RAN


MİLLİ BAYRAMLARIMIZ