26 Şubat 2010 Cuma

S A Ğ L I K

MAAŞLARIMIZDAN KESİLEN
SAĞLIK PAYLARI

Burhan Bursalıoğlu

Biz emekliler, çoğumuz aldığımız üç aylıklarımızın ne kadar olduğunu bilmeyiz. Devlet ne verirse “maaşımız o kadardır” der geçeriz. Zamlar söz konusu olunca da, kaba taslak bir hesap yapar, çıkan sonuca dudak büker, ümitlerimizi gelecek yıla bırakırız.

Bazen benim yaptığım gibi, arada bir internete girerek, Sosyal Güvenlik Kurumu ( SGK ) sitesinden Emekli Sandığındaki sayfaya girerek birşeyler öğrenilebiliyor.

15 Şubat Pazartesi günü, SGK sitesinden Emekli Sandığı, oradan da kendi sayfama girdim. Maaş çizelgesini inceledim. Aylık maaşımı, üç aylık tutarını, % 2.5 zam tutarını öğrendim. Daha önce kabataslak hesap yaptığım %2.5 zam tutarının hemen hemen aynı olduğunu gördüm.

Yazılı ve sözlü medyada yaygarası yapılan enflasyon karşılığı verilecek ek ödemeden eser göremedim. Doğal karşıladım, hiç şaşmadım. Alıştık artık. Kürsülerden müjde verir gibi, böbürlene böbürlene söylenen vaadler söylendiği yerde kalmış. Kimbilir belki bütçede karşılığı yoktur. Belkide,” bu çilekeş emeklim saygılıdır, bana zaman tanır, itiraz etmez, onlar alışkandır” deyip , fark için ayrılan parayı duvar kağıtları için harcamış olabilirler. Kim bilir, belkide enflasyon farkının çok gülünç bir meblağ olduğu için “ayıptır, görünmesin “ diye maaşın içine atmış olabilirler. Her ne ise, Devlet paramızı yemez…
Belkide verecektirde zaman bulamıyordur.
Aynı çizelgenin altında, "maaştan kesilen kesintiler" ibaresini tıklayarak, kesintiler çizelgesine ulaştım.
Bu sayfada, genellikle ilaç, sağlık muayene ve katkı paylarından oluşan kesintiler bulunmaktadır.
Sayfayı görünce şaşırdım.
2010 Ocak maaşımdan, ilaç ve muayene katkı payı olarak 131 lira 25 kuruş kesilmiş. Dökümlere baktım, 106 lira 98 kuruş, 28 Ekim 2009 tarihinde, Bodrum Devlet Hastanesinde yaptırdığım ultrason muayenesi karşılığı kesilmiş. 24 lira 27 kuruş da, 10 Ağustos, 01 Eylül,
18 Eylül 2009 tarihlerinde aldığım, hepsinin raporlu olduğu ilaç reçeteleri karşılığı kesilmiş. Her reçete karşılığı eczacı bizden 3 lira alıyor. Muayene katkı payı diyor. Ayrıca, sandığın verilmesini istediği ilacın farklısı olunca, fark ücreti de alıyorlar. Bu nedir? Anlamadım.
Bu konuda yorum yapmayacağım. Hadisede yorum da içinde zaten.
Altı ay süreyle , % 2.5 katkı karşılığı 31 lira veren, ki 3 ayda aldığım 93 liraya karşılık, benden , Ağustos, Eylül ve Ekim aldığım reçetelerde yazan ilaç parası olarak kesilen 131 lira 25 kuruş.
İşte size yorum.

Kasım, Aralık 2009 ve Ocak 2010 aylarında yaptırdığım, peryodik kontrollerimde, Nisan 2010 maaşımdan yapılacak kesintileri de merak ediyorum.
Sizde kendi kesintilerinizi kontrol edin. Görebildiğiniz anormallik varsa, bana yazın. Yazın ki, bende aydınlanayım, gerçeği öğreneyim. Genel mi, yoksa, bende yanlışlıkmı var bileyim.
Sağlıklı günler sizler için olsun.

23 Şubat 2010 Salı

A T A T Ü R K

İ Kİ K A D E H R A K I

AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE
YAZMIŞ.

İNANILMAZ GÜZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI

İYİ DE YAPMIŞ.

İLETELİM LÜTFEN...

Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini
borçlu olduğu insan:
ATATÜRK...

Gençliğinde kot pantolon giyememiş.

Sevgilisinin elinden tutup
hasılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş...

Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde,
lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...

Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej
eşliğinde Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...


Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş....

Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş...

Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunan'lıları İzmir'den denize
döktükten sonra
timsah yürüyüşü de yapmamışlar...

Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not
alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları
da cep telefonundan öğrenememiş!

Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks
çekemeden, İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti ..




Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra
arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı
.
Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.

Atatürk'e acıyorum...

Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir
dönemde dünyaya gel,
sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini
getir.
aaah ah..
.
Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak,
babasının mersedesini alıp şöyle bir Emirgan turu çekmek dururken...

Bunları yapmadı Atatürk....

Keyif çatmadı...

Yan gelip yatmadı...

Vatan topraklarını satmadı...
.
Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...

İŞTE ONUN İÇİN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK. HER FIRSAT ELİNDE VARDI.
O İSE SADECE

BU MİLLETİN BAĞIMSIZLIĞINI İSTEDİ.

BÜTÜN SUÇU

2 KADEH RAKI İÇMEKTİ

O KADAR.....

22 Şubat 2010 Pazartesi

G E Z İ

YARIM GÜNLÜK GEZİ

Burhan Bursalıoğlu

20 Şubat 2010 Cumartesi günü, arkadaşım Ahmet Karslı ile sözleşerek, eşlerimizle birlikte, Beykoz yöresinde gezelim dedik.
Hava güneşsiz, bulutlu,puslu ama yağmursuz, lodos ve sıcaklık 14 derece. Kış ortasında bu sıcaklığı bulmak şans eseri.
Saat 11.45 de Yeniköy’den, Yeniköy-Beykoz dolmuş motoruyla Beykoz’a geçtik. Arabasıyla Göztepe’den, eşiyle gelen Ahmet Beyle buluşup Akbaba köyü istikametine doğru yola koyulduk.

Beykoz’a 5 km. uzaklıkta bulunan Akbaba köyünü 45 yıldır görmüyordum. Rahmetli babamın Beykoz’da görev yaptığı yıllarda sık sık Beykoz’a gider, Akbaba ‘daki, Kaymakdonduran mesire yerinde piknik yapardık. Hatırlayabildiğim yerler çok değişmiş. Tektük tek katlı evler kaybolmuş. Her taraf binalarla dolmuş. Yeşillikler azalmış, ceviz ağaçları azalmış. Çarpık bir kentleşme olmuş.

Fatih Sultan Mehmet’in askerlerinden Akbaba Mehmet efendi’nin kurduğu bu köyde, Ahmet Mithat Efendi’nin çiftliği, Molakof Hasan Paşa’nın konağı, bir hamam, bir çeşme ve Canfeda Hatun Camii vardı. Bu tarihi eserler hala durmakta.
Etraftaki yeşillikler arasından, muhteşem manzaraları seyrede seyrede, Beykoz’ a 15 km. mesafedeki Anadolu Kavağı’na geldik.


Muhteşem doğası, bozulmamış tarihi yapısı ve insanı kendine hayran bırakan manzarasıyla Anadolu Kavağı yerli yabancı herkesi mıknatıs gibi kendine çeken bir büyüsü var..
Sahilde bol miktarda balık lokantaları bulunmaktadır. Yaz aylarında ve hafta sonlarında tüm masalar doludur.


Anadolu Kavağı’ndan ayrılarak tepede bulunan YOROS Kalesine doğru, virajlı ve rampalı yolu takip ederek zirveye ulaştık. Enfes bir manzara. Boğaz ayaklarının altında. Her taraf yeşillik. Karşıda Rumeli Kavağı, sol tarafta bir kısmı görünen Sarıyer. Aşağıya baktığında gördüğün Anadolu Kavağı. Sanki uçaktan boğazı seyrediyormuşuz gibi, boğazla Karadeniz’in birleştiği görüntüler.


İlk bakışta Yoros kalesi, doğanın amansız afetine terkedilmiş, bakımsız ve harabe bir tarihi eser. Yaklaştıkça, tahmini 1500-1600 yıllık kalenin muhteşem kalın duvarlarının bu zamana kadar nasıl dayandığını, nasıl yapıldığını hayretler içinde düşünmeden edemiyorsunuz. Ama yinede duvarlardaki tehlikeli çatlakların oluşması gözardı edilmiş. Her an bir kazanın olması muhtemeldir.


Küçük daracık , yıkık bir duvar boşluğundan iç kısma geçtik. Geniş bir alan, oldukça da meyilli. Doğudan batıya doğru 500 m. Genişlik te 60 ila 130 m. Boyunda.
YOROS Kalesinin kesin yapılış tarihi bilinmemektedir. Doğü Roma İmparatorluğu zamanında yapıldığı, sonradan da Cenevizliler tarafından alındiğı söylenmekte. Duvarlardaki Yunanca yazılar,kalenin Romalılarca yapıldığı savını kuvvetlendirmektedir.


Aşık Paşazade’nin notlarından, 1391 yılında, Yıldırım Beyazıt, güçlü bir orduyla Kocaeli’nden,karayolu ile gelip YOROS Kalesini zaptetmiş, küçük bir birliklede Yahşi Beyi gönderip Şile hisarını ele geçirdiğini belirtmiştir. Amaç İstanbul’un alınması için, Karadenizden gelebilecek savaş gemilerini durdurma önlemini almakmiş.
Kale içinde 25 evlik bir mahalle barınıyormuş.

Bu tür tarihi eserler, vakıfların himayesindedir. YOROS ta tanıtıcı bir levhası dahi yok. Bakım sıfır. Çıkış yolu kenarında bulunan birkaç turistik kafeler kaleye canlılık getirmektedir.
YOROS ‘ tan ayrılarak Riva’ya doğru hareketlendik.
Yollar otoban gibi. Genişlemiş, asfaltlanmış. Şile yolu tamamlanmış. Herhalde 3. Köprü için yollar ayarlanıyordur.


Beykoz’a 18 km. olan Riva’da hiç birşeyin değişmediğini gördüm. Cumartesi olmasına rağmen, kimsecikler yoktu. Her taraf sessizlik içindeydi. Birkaç emlakçı ile bir eczane açılmış. Kumsal genişlemiş ama hala makineler çalışıyor, Riva çayının denizle birleştiği yerden kumlar çekiliyor. Kumsalın girişine, kalenin denize yakın kısmına açılan kafede yorgunluk giderdik. Servis ve gizmetten memnun ayrıldık.


Riva Kalesinde çok az bir kısım kalmış. Bir ara orada çay ocağı vardı. Kale Cenovalılar tarafından inşa edilmiş. Bir ordunun öncü birliği gibi, YAROS Kalesinin görevini hafifletmek amacıyla yapılmış.
Riva’nın diğer bir özelliği de TFF. Burada 3 futbol sahası ve tesisleri bulunmasıdır. Genellikle Milli Takım burada kamp yapar.


Dönüşe başladık. Yol kenarında, hazırladıkları yiyecekleri, gözleme, çay, meşrubat, kabaktan cevize, turşudan kestaneye, kurutulmuş yemişlerden bademe kadar, bir çadır içinde satış yapan aile dikkatimizi çekti. Bir hanım yufka açıyor, bir hanım sacda gözleme kızartıyor, bir hanım da iç hazırlıyor. Beyler de diğer yiyeceklerle ilgileniyor. Gözlemenin kokusu iştahlandırdı. Oturduk gözlemelerimizi bir kısmımız çayla, bir kısmımız ayranla yedik. Birkaç öteberi alarak oradan da ayrıldık.

Yeşillikler arasından, Tokat köyünün içinden geçerek, günün yüztutmuş aydınlığın karanlığa dönüşüne başladığı saatte Beykoz’a vardık. Vedalaştık ve yine motorla Yeniköy iskelesine çıktık.
Yarım güne sığdırdığımız bu kısa anlamlı gezimiz, kışın mahmurluğundan kurtulmamıza yaradı. Bu nedenle, bizi yönlendiren değerli arkadaşım Ahmet Karslı ve eşi Nursel Hanıma teşekkür ediyorum

20 Şubat 2010 Cumartesi

T A R İ H


95 YILIN HİKAYESİ

Burhan Bursalıoğlu

Yıl, 1915.

Çanakkale'de kan gövdeyi götürüyor.
"Geçerim" diye saldıran emperyalistlerin insan kaybı, 200 bini aşmış...
"Geç de görelim" diyen dedelerimizin kaybı ise, 250 binin üstünde....
Mermiler havada çarpışıyor.
Cesetler toplanamayacak kadar çok...
Bu inanılmaz kıyıma rağmen, İngiliz Hükümeti durumdan memnun.
Çünkü gerçeği bilmiyor.
Çanakkale'deki İngiliz cephe komutanı, "Vaziyet gayet iyi... Bugün yarın geçeriz" raporları gönderiyor devamlı...
O sırada genç bir gazeteci var orada.
Avustralyalı.
Melbourne Age Gazetesi'nin muhabiri.
Görüyor ki, durum kel...
Hadise, hiç de İngiliz komutanın anlattığı gibi değil.
Türkler kafaya koymuş...
Kuru ekmek yiyor, bulursa üzüm hoşafı içiyor, şakır şakır ölüyor....
Ama geçirmiyor.
Avustralyalı olduğu için özellikle dikkatini çeken bir konu daha var.
İngiliz komutanlar, karargâhta klasik müzik eşliğinde viski yudumlarken, Anzaklar patır patır gidiyor. En son iki tabur Anzak
gönderiyorlar bir bölgeye... Türklerin, iki taburu yok etmesi iki saat bile sürmüyor.

Üstelik, müthiş bir sansür var.
Yazdığı haberler, İngiliz yetkililer tarafından engelleniyor.
Bakıyor ki, olacak gibi değil...
Sarılıyor kaleme, tüm gerçekleri tek tek anlattığı, 8 bin kelimeden oluşan, "Gelibolu Mektubu"nu yazıyor.
Özeti şu: "Çanakkale geçilemez... Hemen çekilin."
Ve bu mektubu, sansürden kurtulmak için Avustralya Başbakanı'na "elden" ulaştırıyor.
Avustralya Başbakanı mektubu okuyor, gözlerine inanamıyor ve acilen, yine "elden", İngiltere Başbakanı'na ulaştırıyor..
İngiltere Başbakanı mektubu okuyor, Savaş Kabinesi'ni topluyor,orada bir daha yüksek sesle okuyor...
Gizlice araştırılıyor.
Mektup doğru.
Hatta az bile yazılmış.

Cephedeki İngiliz komutanın, kendi poposunu kurtarmak için palavra attığı anlaşılıyor.
Ve karar veriliyor.
Komutan görevden alınıyor.
Emperyalistler, Çanakkale'den çekiliyor.
Yazdığı mektupla savaşın sona ermesini sağlayan genç gazeteci, Avustralya'da "kahraman" gibi karşılanıyor.
"Sir" ünvanı veriliyor.
E tabii kapılar açılıyor...
Savaşa "muhabir" olarak giden gazeteci, savaştan sonra "gazete sahibi" oluyor.

Yıl, 1952.
Çanakkale'de savaşın kaderini değiştiren "sir gazeteci" vefat ediyor.
Bir tane oğlu var...
1931 Avustralya doğumlu Rupert Murdoch

Babasının gazetesinin başına geçiyor.
Çalışıyor, çalışıyor, çalışıyor.
Avustralya'ya sığmıyor...
ABD'ye, Avrupa'ya el atıyor.
Dünya medya imparatoru.
75 televizyon kanalı...
175 gazetesi var.
TV kanallarıyla 600 milyon izleyiciye, gazeteleriyle 11 milyon okuyucuya hitap ediyor.

9 Nisan, 2003 tarihinde Murdoch’un News Corp.şirketi ile GM, DIRECTV dahil Hughes Electronics'in %34'ü, PanAmSat'ın %80'i dahil toplam $ 6.6 milyar dolar bir bedel karşılığı bir alışverişe imza attılar. 19 aralık, 2003 günü FCC ve adalet bakanlığı alışverişi onayladılar.

Nihayet, dördüncü denemesinde Murdoch ABD'nin DBS pazarında bir pay edinebilmiş oldu. İngiltere'deki BSkyB, italya'daki Sky Italia, Asya'daki STAR TV, ve güney amerika'daki Sky Latin America, Avustralya'daki FOXTEL ve Japonya'daki Sky PefectTV! ile birlikte global bir DBS kralı oldu.
2004 yılında Murdoch’un News Corp. şirketi ""dünya'nın en büyük"" medya konglomera'sı oldu. News Corp. sahip olduğu gazeteler, TV istasyonları, film stüdyo'ları, dergiler, kitap basımevleri, kablo sistemleri ve uydu sistemleri ile halen $52 Milyar dolar değerinde yatırım değerine ve yıllık $22 milyar dolar gelire sahip.


RUPERT MURDOCH uyduda seyrettiğimiz veya emuyla çözmeye çalıştığımız bir çok digital platformun sahibi.Hotbird uydusunda bir çok kanalda parmağı var.
Yıl, 2006.
Çanakkale'nin " dövüşerek" geçilemeyeceğini ilk anlayan " sir gazeteci " nin oğlu Rupert Murdoch Çanakkalenin nasıl geçirileceğini 2006 da Türkiye'den aldığı TGRT ile gösterdi.
Murdoch:, amerika da yaşamaktadır.
Yatırım yaptığı yerler: Asya, Pasifik, İngiltere, Amerika, Avusturalya ve Avrupa'nın birçok ülkesi.
Oxford mezunudur.

17 Şubat 2010 Çarşamba

T Ü K E T İ M

Alın size ülke gerçeği!

kaçak elektrik ile ısıtılan kuyu suyu!

Burhan BURSALIOĞLU

Ülkemizde ELEKTRİK her zaman sorun olmuştur. Yıllardır, kaçak elektrik kullanılmasının önüne geçilememiştir. Bu nedenlede , elekrik geliriyle gideri denkleşememekte ve devlet kolay yol olarak bu müessseeyi özelleştirerek bulmuştur. Özel sektörde açığını kapatmak için yükü, dürüst elektrik kullanan vatandaşın sırtına bindirmektedir.
Aşağıda TEDAŞ ın raporundan alınmış bir bölümü okuyacaksınız.

TEDAŞ, 156.901.365.217 kilowatsaat enerji satışı yapıyor, buna karşılık, sadece 134.359.839.244 'lük bölümün tahsilâtını yapabiliyormuş.

Haberin detayında, iller itibariyle bakıldığında, kaçak elektrik kullanımında ilk ve son 5 il aşağıdaki şekilde oluşuyor.

En çok kaçağın olduğu iller


TÜKETİLEN MİKTAR ÖDENEN MİKTAR KAÇAK ORANI
Kilovatsaat Kilovatsaat %
MARDİN 3.139.826.081 858.491.679 72.66
ŞIRNAK 1.056.093.873 307.571.016 70.87
BATMAN 1.162.739.317 389.073.263 66.54
DİYARBAKIR 3.613.663.393 1.248.843.912 65.44
HAKKARİ 422.741.681 150.684.836 64.36


En az kaçağın olduğu iller

TÜKETİLEN MİKTAR ÖDENEN MİKTAR KAÇAK ORANI
Kilovatsaat Kilovatsaat %
MUĞLA 1.351.960.049 1.305.528.152 3.43
Ç.KALE 1.739.207.113 1.882.711.219 3.25
BİLECİK 964.573.925 936.657.931 2.89
KARABÜK 564.125.013 552.117.164 2.13
DENİZLİ 1.449.236.586 1.430.455.120 1.30



Yıllardır bildiğimiz, sürekli okuduğumuz bu haberin nesi ilgini çekti diye düşünebilirsiniz?
Hemen baştan onu belirteyim.
Hiç kaçağın olmadığı, Denizli gibi bir sanayi kentinin nüfusu 955.000’dir.. Buna karşılık sanayinin olmadığı Mardin’in nüfusu ise 150.000’dir. Sanayisi olmayan, nüfusu 200.000 daha düşük Mardin’de tüketilen elektrik miktarı, Denizli’nin iki katından bile fazladır.
İşte konuyu ilginç kılan budur. Daha az kişiyle, sanayide kullanmadan bu kadar elektrik nasıl tüketilir?

Saydığım ve devamını tahmin edebileceğiniz illerde, devlet daireleri, okullar, lojmanlar, askeri birlikler gibi yerler liste dışı bırakıldığında kaçak kullanım oranının %99 civarında olduğu yetkililer tarafından ifade edilmektedir.
2007 verilerine göre elektrikteki kaybın faturası 2,2 milyar TL’dir.
Konuyu araştırınca, okuduklarıma inanamadım. Bizzat yetkililerin ifadelerine göre, kaçak elektrik konusundaki girişimcilik, teknik beceri, zekâ kullanımı üst seviyede.


Altında role bulunan fayansa dokunarak devreye giren sistem yapmışlar. Ekip geldiğinde fayansa dokununca kaçak, ekip gittikten sonra dokunulunca ise yasal bağlantı devre dışı kalıyormuş.
Fotoğraf ya da röntgen filminden bir parçayı, sayacın arka kısmından içeri geçirerek numaratörün ilerlemesini engelliyorlarmış.
Ampul sıkıştırılıp yanınca sayaçtan geçen enerji, gevşetilince kaçak kullanım hattı devreye giriyormuş.
Sayacın üst kısmını matkapla delen bazı vatandaşlar ise bağladıkları iple toplu iğneyi sayacın içine sarkıtarak, sayaç içerisindeki klipsi devre dışı bırakıyorlarmış.
Tamam, iyi hoş, bu kadar çaba sarf ederek kaçırıyorlar elektriği de, bizim soru halen cevap bulmadı.
Kaçırdıkları elektriği ne yapıyorlar?

Harp olur, darp olur yastık altında dursun deyip bir kenara koyamazsın.
Kesilir mesilir neme lazım diyerek stoklayamazsın.
Nasılsa bedava deyip konu komşuya dağıtamazsın.
E ne yaparsın o zaman?
İşte tespit edilmiş bazı kaçak kullanım yolları.


Bir köy evinde bulunan tandırın içerisi rezistans döşenerek ısıtılmaktaymış ve köyün ekmekleri bu tandırda pişiriliyormuş.
İnanması zor ama kuyuya sistem kurup, suyu sürekli sıcak tutuyorlarmış.
Başka bir köyde yapılan denetimlerde ise vatandaşın duvarların içine rezistans döşeterek, evini duvardan ısıttığı tespit edilmiş.
En sık karşılaşılan yöntemlerden birisi, bildiğiniz yaylı yatakları evin tavanına asıp elektrik veriyorlarmış. Ev sıcacık oluyormuş. Hatta abartıp hayvanlarının konforunu bile gözetmişler. Bu sistemi ahırlarına bile koymuşlar.


Öngörülebilir diğer bir kullanım alanı ise, elektrikle çalışan cihazların rağbet görmesi. Yemekler elektrikle pişiriliyor. Su elektrikle ısıtılıyor.. Çok sayıda evde klima mevcut. Evlerde yoğurt yapma makinesinden, yumurta kaynatma makinesine kadar envai çeşit elektrikli cihazla karşılaşmanız mümkün.
Ya, insanlar zaten mağdur, birde sen niye uğraşıyorsun? Adamların o kadarcık lüksü olsun diyebilirsiniz.
İyi dediniz, hoş dediniz ama, TCK Madde 142 öyle demiyor. O buna nitelikli hırsızlık diyor ve 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası ön görüyor.
E tabi birde benim vicdanımla, cüzdanım öyle demiyor. Dürüst vatandaş olmanın cezasını % 16 fazla fatura ödeyerek çekmek istemiyor.




















16 Şubat 2010 Salı

A T A T Ü R K










ABD, Atatürk ölünce ne yaptı?




Gönderen : Mehmet Bilgehan MERKİ

Tarih: Şubat 1923

Yani; Kurtuluş Savaşından dört ay sonra, Yani; Cumhuriyetin ilanından dokuz ay önce.

Mustafa Kemal, Amerikan milletine hitaben, Lozan Konferansının kesintiye uğramasının ardından, ABD Senatosuna aşağıdaki mektubu göndermiştir:

“Büyük Amerikan Milletine,

Siz zulüm ve zorbalığı kendi vatanınızdan uzaklaştırdınız.
Siz, uzun ve kanlı bir mücadeleden sonra kendi özgürlük ve bağımsızlığınızı kazanarak halk egemenliğine dayanan demokratik bir devlet ve güçlü bir uygarlık kurdunuz.
Yer kürenin diğer tarafında diğer bir ulus var ki, o da aynı özgürlük, aynı bağımsızlık ve aynı demokrasi uğrunda mücadele ediyor, kan döküyor.
Bu ülkünün arılık ve yüceliğine karşı düşüncelerinizi yanıltmak istiyorlar.
Bu propagandayı yapanlar, ya birtakım cahil tutucular veya yeni kazandığımız özgürlüğü kaldırmak ve bizi ondan mahrum etmek isteyen gizli ve açık düşmanlarımıza alet oluyorlar.
Yalanlara ve iftiralara inanmayınız.
Özgürlük ve bağımsızlık uğrunda savaşan ve tıpkı sizler gibi dünyada ilerleme ve adaleti sağlamak için samimi bir surette mücadele eden Türk halkına kalbinizi açık bulundurunuz.”

Gazi Mustafa Kemal

Bu mektup, Amerikan Senatosu'nun 26 Şubat 1923 günkü oturumunda,
Senatör Mr. Oven'in önerisi üzerine, okunarak zapta geçirilmiştir.
Bundan dört hafta sonra, Mustafa Kemal, ünlü 'TIME' dergisine kapak olmuştu..
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu 'Dostluk eli'ne, en anlamlı cevap, tam onbeş buçuk yıl sonra geldi.
10 Kasım 1938'de, Türk Milleti, acıların en büyüğünü yaşıyordu, Atatürk ölmüştü.
Durum, bütün ülkelere resmen bildirildi.
Afganistan'dan Finlandiya'ya, Japonya'dan Letonya'ya kadar
bütün ülkeler cenazeye en üst seviyede heyetlerle katılacaklarını bildirdiler.

Atatürk'ün en çok savaştığı ülke İngiltere, özel bir zırhlı ile gönderilen ve başında, onun Anafartalar'da denize döktüğü kıtaların komutanı Mareşal Lord Birdwood ve İngiltere'nin Akdeniz Filosu Başkomutanı Oramiral Dudley Pound olmak üzere kalabalık bir heyet ve12 subay 160 erlik bir tören kıtası ve 56 mevcutlu bir bando ile katılırken, düşman Yunanistan, başında Başbakan Metaxas olmak üzere,12 kişilik yüksek bir heyetle cenaze töreninde bulunacağını açıkladı.

ABD'den ise, uzun süre cevap gelmedi.
Sonunda, Amerikan Dışişleri Bakanlığı Protokol Dairesi,18 Kasım 1938'de, Ankara'daki Büyükelçiliği'ne gönderdiği yazıda,törende ABD'yi, sadece Büyükelçi'nin temsil edeceğini bildiriyordu.

Yazıda, asıl enteresan olan ifade, şöyle idi:
“ABD büyükelçiliği'nden alınan bir telgrafta
Amerikan hükümeti adına cenaze töreninde kullanılmak üzere,
300 dolarlık bir çelenk yaptırılması için büyükelçiliğe yetki verilmesi " önerilmiş,
ancak ABD dışişleri bakanlığı bu bedeli yüksek bulduğundan, büyükelçiliğe 200 dolar harcama yetkisi verilmiştir.

Not: ABD, Lozan Antlaşması'nı tanımayan ilk ve tek ülkedir...

14 Şubat 2010 Pazar

BELİRLİ GÜNLER

SEVGİLİSİ VE MUTLU EVLİLİĞİ OLAN TÜM DOSTLARIMIN, 14 ŞUBAT SEVGİLİLER GÜNÜNÜ KUTLAR, MUTLULUKLAR DİLERİM


Burhan Bursalıoğlu

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ