6 Mart 2010 Cumartesi

GÜNÜN OLAYLARI

7 MART OLAYLARI

Burhan Bursalıoğlu

1876 - Alexander Graham Bell, telefon olarak adlandırdığı buluşunun patentini aldı
1911 Meksika Devrimi
1919 - Fransızlar, Kozan'ı işgal etti.
• 1921 - Artvin'in düşman işgalinden kurtuluşu
• 1925 - Şeyh Said'in emrindeki 5000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır'a saldırdı.
• 1927 - İstiklal Mahkemeleri'nin görevi sona erdi.
• 1951 - İran Başbakanı General Ali Razmara radikal dinci bir militan tarafından öldürüldü.
• 1952 - Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü ve 222 arkadaşı, Anayasa'nın dilini yaşayan dile dönüştürmek için DP Meclis grubu adına bir önerge hazırlayarak Meclis'e sundular. Önergede, değiştirilmesi gereken kelimeler arasında suç, bakanlar kurulu, devrim, ivedilik gibi kelimeler yer alıyordu.
• 1954 - Petrol işletmeciliğini yabancı sermayeye açan Petrol Yasası kabul edildi. Petrol İşleri Genel Müdürlüğü kuruldu.

• 1959 - Yargıtay "Nalıncı Keseri" başlıklı yazı nedeniyle Ulus gazetesi başyazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve yazı işleri müdürü Ülkü Erman hakkında Ankara Toplu Basın Mahkemesi'nin verdiği mahkumiyet kararını bozdu.
• 1960 - Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman Pulliam davasından aldığı 15 ay 16 günlük hapis cezasını çekmek üzere cezaevine girdi. Yalman 4 gün sonra hastaneye kaldırıldı.
• 1961 - Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay yayımladığı mesajda şöyle dedi. "Namlularını daima temiz ve süngülerini daima parlak tutan ordumuzun her türlü engelleri yok etme azmi ile bugünkü hedefi, demokrasiyi ulusuna teslim etmektir."
• 1963 - Anayasa Mahkemesi, iş Kanunu'ndaki grev yasağını iptal etti.
• 1966 - Erzurum ve Muş’ta meydana gelen depremde 15 kişi öldü, 25 kişi yaralandı, 2.380 ev yıkıldı.

• 1983 - Zonguldak Ereğli Kömür İşletmeleri'nin Kandilli üretim havzasındaki Armutçuk Ocağı'nda meydana gelen patlamada 102 kişi öldü, 86 kişi yaralandı.
• 1983 - Ahmet Necdet Sezer, Yargıtay üyeliğine seçildi.
• 1984 - KKTC bayrağı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisi tarafından onaylandı.
• 1984 - Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla Gölcük Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanan şair Arif Damar beraat etti.

• 1986 - İstanbul Kandilli Lisesi'nde çıkan yangında, okulun yatakhanesi olarak kullanılan Adile Sultan Sarayı tümüyle yandı. Abdülaziz sarayı 1876'da kızkardeşi Adile Sultan için yaptırmıştı. 1916'da Kandilli Adile Sultan İnas Mekteb-i Sultanisi adıyla okula dönüştürülmüştü. Daha sonra Kandilli Kız Lisesi adını aldı.
• 1988 - DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, daha önce aldığı başkanlıktan çekilme kararını parti kurultayında gerçekleştirdi ve görevinden ayrıldı. Bülent Ecevit partisinin kongresinde yaptığı konuşmada "Uzun siyasal yaşamımda en iddialı meydan okuyuşum, DSP genel başkanlığından ayrılmamdır" dedi. Ecevit'in yerine genel başkanlığa Necdet Karababa seçildi.
• 1989 - Anayasa Mahkemesi, üniversitelerde dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılmasını serbest bırakan yasayı iptal etti.
• 1990 - Hürriyet gazetesi Yönetim Kurulu üyesi, gazeteci yazar Çetin Emeç ve şoförü Ali Sinan Ercan, uğradıkları silahlı saldırıda yaşamlarını yitirdi. 6 yıl sonra 9 Mart 1996'da Emeç'i vuran İslami Hareket Örgütü sorumlusu İrfan Çağırıcı İstanbul'da yakalandı.

• 1996 - Düşünceye Özgürlük isimli ortak kitapta yer alan yazısında bölücülük yaptığı iddiasıyla yargılanan Yaşar Kemal,1 yıl 8 ay hapse mahkum edildi. Ceza 5 yıl ertelendi.
• 1997 - İskenderun Cezaevi'nden sol görüşlü 28 mahkum tünel kazarak kaçtı, firarilerden 8'I yakalandı.
• 1997 - İstanbul DGM, Avrasya feribotunu kaçıran 9 kişiye 8 yıl 10 ay 20'şer gün hapis cezası verdi.
• 2009 - Diyarbakır'dan kalkan TSK ait helikopter Kayseri civarın düştü. 2 pilot şehit oldu.

Milli Mücadele Döneminde Artvin

1917 Ekiminde Bolşevikler Rusya’da yönetimini ele geçirerek Ramonov hanedanlığını devirince yeni kurulan Sovyet Rusya I. Dünya savaşından çekilerek 18 Aralık 1917’de Artvin ve Şavşat’tan çekildi. Sovyet Rusya 3 Mart1918’de I. Dünya savaşına katılan devletlerle imzalandığı Bresk-Litovsk Anlaşması hükmünce Kars-Ardahan-Batum’u Osmanlıya bıraktı. 15 Kolordunun başında bulun Kazım Karabekir Erzurum-Erzincan-Erivan bölgesine girdi. 18 Haziran 1918’de Osmanlı Hükümeti Gürcistan Milli hükümeti ile anlaşarak Kars-Ardahan-Batum illerinde hak iddia etmelerini engelledi.
I. Dünya savaşından yenik ayrılan Osmanlı Devleti adına 30 Ekim 1918’de Bahriye Nazırı Rauf ORBAY Mondros Ateşkes Anlaşmasını imzaladı. Bu ateşkesten 1 ay sonra 17 Aralık 1918’de İngiltere Batum’u işgal etti. 1878-1918 arası 40 yıl süren Rus işgali sonrası İngiliz işgali başlıyordu. Mondros’un 5.Maddesi gereği işgale karşı direnen Milislerin elinden silahları alındı. İngiliz generali Ravtenson Kazım Karabekir’e çektiği telgraf ile ordusunu terhis etmesini istese de Karabekir bunu kabul etmedi. 19 Mayıs 1919’da Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Türk yurdunun düşman işgalinin kurtuluşu için Samsun’da ele aldığı meseleyi Havza ve Amasya Genelgeleri ile tutuşturdu. Doğu Anadolu’da 23 Temmuz’da topladığı Erzurum Kongresi ile yöre halkını emperyalist İngilizler ve piyonu Ermenilerin niyetlerine karşı birleştirdi.

1920 başında Gürcistan’da bulunan Gürcü İslamaiyesi adlı cemiyet Batum ve Artvinli Gürcistan’a katarak istiyordu. Bu olayı haber alan Kazım Karabekir olayı önledi. 28 Ocak 1920’de son Osmanlı Mebuslar Meclisinde alınan Misak-ı Milli kararları ile Kars-Ardahan-Batum’da halkoylamasına gidileceği kararı alındı. Bu kararın alınmasının temel nedeni bu topraklarda Türk nüfusunun fazla olmasından kaynaklanıyordu. İngiliz işgal kuvvetlerinin Batum’dan çekilmesi üzerine Gürcistan hükümeti 1 Temmuz 1920’da Batum’u işgal etti. Bu işgal sırasında TBMM’nin Batum Milletvekillerinden M.Edip DİNÇ ve Ahmet Akit Beyler 1129 kişilik Milli olayları ile işgale karşı üstün gayretler sergilemişlerdir. TBMM’nin Eylül-Aralık 1920’de üç ay süren Ermeni savaşında başarılı olması sonrası M.Kemal Gürcü hükümeti ile temaslara başlamıştır.

Artvin’in Kurtuluşu

Gürcistan sefiri Siman MİDİVANI 17 Ocak 1921’de Ankara’ya gelerek itimatnamesini M. Kemal’e iletir. M. Kemal Gürcü sefaretinden derhal işgal ettikleri toprakları boşaltmalarını ister. Sefir geçen günler boyunca TBBM Hükümetini oyalamayı sürdürünce Hariciye Nazırı Bekir Sami Bey Gürcistan’a sert bir nota verdi. 23 Şubat 1921’de TBMM ve Gürcü hükümetleri arasında Batum anlaşması imzalandı.


Bu tarihten itibaren Artvin-Ardanuç-Borçka ve Şavşat’tan Gürcü kuvvetleri çekildi. 45 yıllık esaret sona erdi. Diğer yandan Trabzon’dan Artvin’e kuvvetleri ile hareket eden Miralay Şükrü Bey Oruçlu köyünden Kamil Beyi Kaymakam vekili tayin ederek kendisi Batum’a geçti. 7 Mart 1921’den itibaren Artvin’de Türk bayrağı dalgalanmaya başladı.

GÜNÜN OLAYLARI

6 - MART TARİHLERİNDE OLAN BAZI OLAYLAR

Burhan Bursalıoğlu


* 1714 - İngiliz mühendis Henry Mill daktilo makinesinin patentini aldı.
• 1899 - Bayer, aspirini ticari bir marka olarak kayıt altına aldı.
• 1902 - Real Madrid futbol kulübü kuruldu.
• 1919 - III. Enternasyonal kuruldu.
• 1924 - Türkiye Cumhuriyeti'nin 2. hükümeti İsmet İnönü'nün başbakanlığında kuruldu.
• 1925 - Takriri Sükun Kanunu'na dayanılarak İstanbul'da 6 gazete ve dergi (Tevhidi Efkar, İstiklal, Son Telgraf, Aydınlık, Sebilülreşat ve Orak Çekiç) Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı.
• 1927 - İstanbul Radyosu yayına başladı.
• 1948 - Anadolu Ajansı'nda 1925'te şirket kurucuları arasında yer alan ve Başyazarı olan ünlü şair, yazar ve gazeteci Kemalettin Kamu, 47 yaşında Ankara'da öldü.
• 1949 - Kadınlığı Koruma ve Sosyal Yardım Cemiyeti kuruldu. Cemiyet, kimsesiz kızlara ve dul kadınlara yardım etme amacını benimsedi.
• 1957 - Afrika'da Altın Kıyısı, Gana adını alarak bağımsızlığını ilan etti.
• 1961 - İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, Türkiye üzerinden geçerken Ankara'ya uğradı. Esenboğa Havaalanı'nda Devlet ve Hükümet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel tarafından karşılanan II. Elizabeth, Gürsel ile 40 dakika görüştükten sonra, Türkiye'den ayrıldı
• 1962 - Ekrem Alican Yeni Türkiye Partisi genel başkanlığından istifa etti.
• .
• 1969 - Atatürk'ün yakın arkadaşlarından eski Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, eski Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali ve eski Milli Eğitim Bakanı Cemal Hüsnü Taray törenle Yeni Türkiye Partisi'ne girdi. Tevfik Rüştü Aras Atatürk'ün ölümünden buyana ilk defa bir siyasi partiye üye oldu.
• 1970 - İstanbul'da Sultanahmet İktisadi ve Ticaret Akademisi'nde bir konferans veren Amerikalı Profesörün üzerine bir torba un dökülerek başına yumurta atıldı. "Kahrolsun Amerikan Uşakları", "Yankee go home" diye atılan sloganlar sonucu Amerikalı profesör konferansı yarıda bıraktı.
• 1970 - Türkiye Cumhuriyeti 32. hükümeti Süleyman Demirel'in başbakanlığında kuruldu.
• 1972 - TBMM Adalet Komisyonu, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam cezalarını onayladı.
• 1974 - Hilafetin kaldırılışının 50. yılı dolayısıyla PTT tarafından çıkarılması kararlaştırılılan seri pulların basımı Milli Selamet Partili bakanların önerisi üzerine durduruldu.
• 1974 - İngiltere'de seçimleri İşçi Partisi kazandı. Harold Wilson başbakan oldu.
• 1981 - Yunanistan Ege hava sahasındaki bazı kısıtlamaları kaldırdığını açıkladı.
• 1984 - Askeri Yargıtay Milliyet gazetesi yazarı Metin Toker ile yazı işleri müdürü Doğan Heper hakkında İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından verilen mahkumiyet kararını bozdu.
• 1986 - Basın tarafından "Basına Sansür Yasası" olarak tanımlanan "Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Yasası" TBMM'de kabul edildi.
• 1987 - Erzincan Sıkıyönetim Mahkemesi'nde görülen Espiye Dev-Yol davasında1 sanık ölüm, 20 sanık 2-8 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı.
• 1987 - Türkiye'nin Kuzey Irak'taki PKK kamplarını bombalamasını eleştiren İran ve Libya'yı yanıtlayan Ankara "Harekatın üçüncü bir ülkeyi ilgilendiren bir yönü yok" dedi.
• 1993 - İstanbul'un Kartal ilçesinde bir eve düzenlenen polis baskınında aralarında Dev-Sol'un liderliğini ele geçirmeye çalışan Bedri Yağan'ın da bulunduğu üçü kadın beş kişi öldürüldü. Bedri Yağan, Gülcan Özgür, Hemşireler Derneği İstanbul şubesinin eski başkanı Menekşe Meral ve ev sahibi Rıfat Kasap ile eşi Asiye Fatma Kasap ödürülürken Rıfat ve Asiye çiftinin çocukları 2,5 yaşındaki Özgür ile 6 aylık Sabahat baskından sağ olarak kurtuldu. Bedri Yağan'ın babası oğlunun çatışma sonucu ölmediğini, infaz edildiğini, ölen militanların avukatları da, duvarlarda kurşun izi bulunmadığından, beş kişinin ele geçirilip işkenceyle öldürüldüğünü ileri sürdüler. SHP Merkez Yönetim Kurulu da, olayı yargısız infaz olarak nitelendirdi.
• 1993 - Türkiye'nin 1963'de Ankara Antlaşması'yla başlattığı Avrupa'yla bütünleşme sürecinde bir adım daha atıldı. Avrupa Birliği üyesi 15 ülke ile Türkiye arasında Gümrük Birliği Antlaşması Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın tarafından imzalandı.
• 1993 - YDH (Yeni Demokrasi Hareketi) Genel Başkanı Cem Boyner'in, "Ordu demokrasiyi tehtid ediyor" sözleri üzerine hakkında soruşturma başlatıldı.
• 1999 - 6 Mart 1999 Cumartesi günü gece saat 05:45'de Hindistan'da bulunan Senragadha Volkanı püskürdü.
• 2002 - Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Gazeteci-Yazar Çetin Emeç ve Turan Dursun ile İran rejim muhalifi Ali Akbar Gorbani'nin öldürülmesi olaylarının da aralarında bulunduğu birçok saldırıdan sorumlu tutulan İslami Hareket Örgütü'nün İcra Şurası üyesi İrfan Çağırıcı hakkındaki idam cezasını onadı.

6 - MART TARİHİNDE ÖLENLER

• 1920 - Ömer Seyfettin, Türk yazar (d. 1884)
• 1935 - İbnürrefik Ahmet Nuri, Oyun yazarı
• 1948 - Kemalettin Kamu, Şair, yazar ve gazeteci
• 1986 - Egemen Bostancı, gösteri dünyasının önde gelen adlarından.
• 1988 - Mediha Demirkıran, Türk ses sanatçısı
• 1989 - Fecri Ebcioğlu, Türk şarkı sözü yazarı ve şovmen
• 1995 - Nehar Tüblek, Türk karikatürist
• 2005 - Nüzhet İslimyeli, Türk ressam
• 2008 - Nedim Otyam, Türk besteci, yönetmen

4 Mart 2010 Perşembe

T A R İ H T E N B İ R S A Y F A

SARIKAMIŞ FACİASI

Burhan Bursalıoğlu

Tarihimizde, Sarkamış Faciası, bir komutana, Enver Paşa’ya yakışmayacak, yanlış taktik uygulaması neticesinde, düşmanın değil de, kış şartlarının kurşunlarıyla, yaklaşık 90.000 askerimizin donma, ve salgın hastalıklar nedeniyle yok olmuşluğun ibret verici savaşıdır. Yarın, Sarıkamış’ta, Allahuekber Dağlarında, 3. Ordunun yapacağı, Türk Ordusunun Baş Komutanı sıfatını taşıyan Cumhurbaşkanı , Başbakan’ın ve Savunma Bakanının katılmayacağı Kış tatbikatının yapılacağı ve yakın geçmişte anma törenleri yapılan bu elim savaşın kısa hikayesini bulacaksınız

1877-1878 deki 93 harbi Osmanlı Devletinin mağlubiyeti ile neticelenince Batum savaş tazminatı olarak Rusya'ya verilmişti. Sarıkamış, Kars, Ardahan ve Artvin de Berlin Antlaşması ile Rusya'ya terkedilmişti. 1914 yılında dönemin Başkomutan Vekili olan Enver Paşa, evvelce kaybedilen toprakları geri almak amacıyla 19 Aralık tarihinde Sarıkamış Harekatı planlarını kurmaylarına sundu.

Herkesin bildiği, Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Türk bayrağı çekilip, Yavuz ve Midilli adı verilen iki Alman gemisi , Karadeniz’deki Rus limanlarını bombardıman etmişti . Rusya da buna karşılık olarak 30 Ekim 1914 tarihinde Türkiye’ye taarruz etti. Rus ordusu, Karadeniz’den Ağrı Dağındaki hudut üzerinden yedi kol hâlindeki saldırısıyla Pasinler’e kadar ilerledi.


Ruslar, 4 Kasım 1914’te Köprüköy önlerine gelmiş bulunuyorlardı. Karaköse Murat suyu cephesinde de aynı surette ilerlediler. 5 Kasım’da Ruslar Türk sınırına taarruz için emir aldılar.

Başkumandan vekili Enver Paşa 4 Kasım tarihli emrinde taarruzu emrediyordu. Bu emir verildiği sırada Doğu Anadolu’da kışın en şiddetli, sert günleri başlamıştı. Nitekim Rus ordusu da taarruz emri almasına rağmen harekete geçemiyordu.

Hasan İzzettin Paşa Üçüncü Ordu’nın fikri olarak, " buralarda ve bu mevsimde taarruzdan yapılamaz" diyordu. Amacı , düşman, ilerlese bile onu, Erzurum Kalesine çarptıktan sonra karşı bir taarruzla Rus birliklerini yok etmekti.
Buna rağmen Türk kuvvetleri Ruslarla Köprüköy savaşları yaptı.

1. Köprüköy Savaşı : 3. Ordumuz ve XI. Kolordu, süvari birlikleri ve kürt aşiret askerleri 6-9 Kasım Köprüköy muharebesiyle Ruslar’ın taarruzunu kırmış ama 18. Piyade Alayı ve 30. Piyade Alayının gerilemesi yüzünden alay kaybetmiştir.

2. Köprüköy Savaşı: 11-12 Kasım'da IX. Kolordu, Ahmet Fevzi Paşanın komutasında, ve XI. Kolordu solunda olmak üzere süvari birliğinin öncülüğünde ilerlemeye başlamıştır. 3. Piyade Alayı, Köprüköy'ü ele geçirmeyi başarmıştır. Azap muharebesini 14-18 Kasım’da kazandı.

Doğu Anadoluyu korumakla görevli, bugünkü gibi Üçüncü Ordu dur. Cephede malzeme ve iaşe çok noksandı. Mesela: Mevcut 6 yıllık iaşesi için 88.000 ton buğday, çavdar ve arpa ihtiyacı olmasına karşın, Ordu ambarında 1.250 ton hububat vardı. kışa girilmiş olduğu için erzakın gereği gibi taşınması, dağıtılması bir hayli güçtü. Bu güçlükte Rusların Karadeniz'deki donanma üstünlüğünün de payı vardı. Ruslar Zonguldak'ı bombalamak için 10 gemiyle denize açıldıklarında, doğuya erzak götürmekle görevli en büyük üç erzak gemisi Bahriahmer, Bezmialem ve Mithatpaşa gemilerine rast gelmiş ve onları da batırmışlardır. Bunun yanında 4.000 tonluk Derne gemisinin yine Ruslar tarafından batırılması da askerin erzaksız kalmasındaki bir diğer önemli etkendir.Üstünde doğru dürüst elbise yok. Ayağında çarık dahi yok. Kış şartlarına dayanacak malzeme yok. Nakil aracı yok. Yok oğlu yok.

Üçüncü Ordu Komutanı, mevsim şartlarını dikkate alıp, ayrıca askerin kaput başta olmak üzere, giyim ve iâşesinin yetersizliğini, top ve süvari atlarının azlığını hesaba katarak, sıcağı sıcağına düşmanı takip etmedi. Köprüköy Meydan Muharebesinin raporlarını alan, yarbaylıktan paşalığa terfi ettirilen Harbiye Nazırı Enver Paşa, Alman kurmay ve generalleriyle Erzurum’a geldi. Enver Paşa, Erzurum ve Köprüköy’de birer taburu teftiş etmişti; ancak ordu birliklerinin tamamı hakkında yeterli bilgiye sahip değildi. Üstelik, ordu kumandanı Hasan İzzet Paşanın, bu mevsimde harekât yapılamayacağı, taarruzun bahara bırakılması tavsiyesine karşılık, onu vazifesinden azletti ve taarruza karar verdi. Üçüncü Ordu Komutanlığı vazifesini de üzerine alan Enver Paşa, 18 Aralık 1914 tarihinde, kıtalara, taarruz emrini verdi.


Taarruza iştirak eden birliklerin büyük bir kısmı, özellikle Arabistan’dan geri çekilen ve Güneydoğu Anadolu’dan sevk edilenler, sıcak iklime alışık olup, teçhizatları yönünden kış şartlarına hazırlıksızdı. Aynı zamanda yorgun.
Üçüncü Ordunun 9, 10, 11. Kolorduları, 24 Aralık 1914 günü -40 derece soğukta Büyük Sarıkamış Çevirme ve Kuşatma Harekâtına başladı. Ayrıca, gerilla harbi yapan yarı resmi Türk çeteleri de, Ardahan’a hareket etti.

Üçüncü Ordudan bazı kıtalar, 24-25 Aralık gecesi, Sarıkamış’a ulaşmayı başardı. Ancak, Allahü Ekber Dağlarını aşarken çetin zorluklar ve kış şartları sebebiyle gerek miktar, gerekse mevcut silahları yönünden çok zayiat ve kayıp verdiler. Allahü Ekber Dağlarını aşabilen Mehmetçiklerden bir kol da, Sarıkamış’ın doğusundaki Selim İstasyonuna vararak demiryolunu tahrip edince, Sarıkamış’taki Rus kolorduları paniğe uğradı. Gayri resmî Türk çeteleri de, 1915 yılı başında Ardahan’a girdi. Rus Kafkas Ordusu Başkumandanı, Üçüncü Ordunun ilerleyişi üzerine; 2-3 Ocak 1915 günlerinde telsiz-telgraf ile müttefikleri Fransa ve İngiltere’ye, günde birkaç defa yalvarırcasına başvurarak:
Telefon konuşmalarını durduran soğuk ve kış, Türk ordusunu engelleyemiyor. İkinci bir cephe açarak, Türk ordularının ilerlemesi durdurulamaz ise, zengin Bakü petrolleri, Osmanlı-Alman ittifakının eline geçecek ve Hindistan yolu onlara açık bulunacaktır!” haberini gönderiyordu.

Ne yazık ki Enver Paşa, planına bir şey i katmamıştı, o da doğa koşullarıydı. Sarıkamış’ın soğuğu çok (–40 derece) sert olurdu. Allahuekber Dağları'nda ki tipi ve bora da hesapta yoktu.

Kış, 3-4 Ocak 1915 gecesi daha da şiddetlendi. Fırtına ile yağan kar, yolları tıkayıp, çadırları yıktı. Arkasından da dondurucu soğuklar bastırınca, 150 000 kişilik ordunun 60 ila 90 000 i donma, dizanteri ve tifo gibi hastalıklarla mahvoldu.. Bu harekâtta Ruslar, 32 000 kayıp verdiler. Rusların yalvararak yardım dilemelerine Enver paşa nın taktiği imdatlarına yetişmiş oldu!

Sarıkamış Harekâtı sonunda, Doğu Anadolu kapıları, Ruslara açıldı. 13 Mayıs 1915’te Ermenilerin işbirliği yaptığı Rus kuvvetleri, önce Van’a, bilâhare Muş ve Bitlis’e girdi. Ermenilerin harp esnasında Ruslara yaptıkları büyük hizmetin karşılığı olarak, bu illerin valilikleri, Ermenilere verildi.

Harpten sonra, Ermeni-Rus işbirliği sonunda, bölge halkına karşı müthiş bir soykırıma girişildi. Van Gölünün ortalarına kayıklarla taşınıp öldürülen, suya dökülen çocuk, kadın, genç ve ihtiyar Türklerin sayısı, kesin olarak tespit edilmemesine rağmen, çok fazladır. Esasen, bu harp sırasında Ermeni Komitacıları, hemen her tarafta isyana hazırlanarak, birçok yerde depolar dolusu silah ve cephane biriktirdiler. Bu silah, teçhizat ve destekle katliam yapıp, Doğu Anadolu’yu harabeye çevirdiler. Bu gece ABD Soykırımla ilgili vereceği kararda, Ermeniler lehine oy verecek olan parlementerler, acaba bu tarihi olaylardan haberdarmıdırlar? Yoksa sadece Türk düşmanlığından mı oy verecektir. Ne tür bir sonuç çıkarsa çıksın, Bizler Ermenilerin yaptığı katliamları unutmayacağız.

Genel kurmay Başkanlığının 1933 yılında yaptığı açıklamalara göre, Osmanlı ordusunun kaybı 109.274 dür. Ne yazık ki bu sayının çoğu, ağır soğuk, kar, fırtına koşulları nedeniyle olmuştur.

Savaştan sonra İstanbul'a dönen Enver Paşa uzun bir süre Sarıkamış Savaşı hakkında hiçbir haber, bildiri, veya yayın yapılmasını engellemiş ve Osmanlı halkı savaşta olup bitenleri uzun yıllardan sonra öğrenebilmiştir. Her şeye rağmen Sarıkamış’ta bu vatan için canlarını hiç düşünmeden feda eden Aziz şehitlerimiz önünde bir kez daha eğiliyoruz. Ruhları şad olsun…

28 Şubat 2010 Pazar

ATATÜRK

ATATÜRK SPORDA DA VAR

Burhan Bursalıoğlu

Atatürk'ün her konuda olduğu gibi, spor konusundaki görüşleri de çağdaş, günümüz şartlarıyla bağdaşan, kalıcı ve geçerli görüşlerdir. Atatürk, emanetinin yücelmesi ve gelişmiş batılı ülkeler düzeyine ulaşabilmesi için genç kuşağın bedenen, ruhen, zihnen, fikren, ahlâken ve ilmen iyi yetiştirilmesi gerektiğine inanmıştır. Bu nedenle Atatürk, gençliğin "beden eğitimi ve spor" faaliyetlerine spor ve sporcuya büyük önem vermiştir. Bu önem Atatürk'ün sporcu kişiliğinden de kaynaklanmaktadır.

Sağlık açısından vazgeçilmez bir unsur olan sporu kendisi de yapmaktaydı. En çok sevdiği spor ise güreşti. Güreşi her yönü ile teşvik ettiği gibi sık sık güreş müsabakalarını da izlemekteydi. Başarılı olan Milli güreşçileri tebrik edip ödüllendirdiği gibi, onların galibiyeti ile heyecanlanır, büyük sevinç duyardı. Özel bir sevgi duyduğu ağır sıklet dünya şampiyonumuz Çoban Mehmet'le bir müsabaka sonrası Florya'daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde şakalaşmış ve ona şöyle demişti:
- "Sen herkesi kolayca yeniyorsun Mehmet, seninle güreş tutsak, beni de yenebilir misin?
- Çoban Mehmet'in cevabı ise; "Sizi bütün dünya yenemedi Paşam, ben nasıl yenebilirim?..." şeklindeydi.
Büyük Atatürk, Çoban Mehmet'in bu cevabı karşısında duygulanmış ve kendisini alnından öpmüştü.

Atatürk'ün bizatihi, yaptığı üç spor vardı. Askerlik hayatında başladığı ve ömrünün son yıllarına kadar fırsat buldukça sürdürdüğü binicilik, İstanbul'da geçirdiği yaz tatillerinde devamlı olarak uğraştığı yüzme ve zaman zaman da kürek sporları... Yaz aylarında, Florya Köşkü'nde istirahatta bulunduğu günlerde sandala binerek kürek çekmeden çok hoşlandığı bilinen bir gerçektir. "Denize inmek medeniyetin şiarıdır" der.

1915 yılında, "Osmanlı Genç Dernekleri Genel Müfettişliği" ne atanmasından kısa süre sonra bir rapor hazırlayarak zamanın hükümetine sunar:

* Yeni neslin fikri ve bedeni eğitimi için genç dernekleri ve izcilik ele alınmalıdır.
* Gençler 12 yaşından itibaren esaslar dahilinde yetiştirilmelidir.
* Beden eğitimi okullarda programlı olmalıdır.
* Spor kulüplerinde sağlığın korunması, spor fizyolojisi ele alınmalıdır.
* Spor kulüp başkanları siyasetin dışında kalmalıdır.
* Beden eğitimi ders Saatleri arttırılmalıdır.


"Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı" 1922'de İstanbul'da kurulmuştu. bu ilk spor cemiyetinin ve federasyonlarının yöneticileri Atatürk'ün yarattığı ortamla seçimle belirlenmiş ve demokratik bir şekilde spor örgütlenmelerinin temelleri atılmıştı.
Atatürk o günlerde, " Türk sosyal yapısında spor hareketlerini düzenlemekte görevli olanlar, Türk çocuklarının spor hayatını yükseltmeyi düşünürken sadece gösteriş için herhangi bir yarışmada kazanmak amacıyla bir spor politikası oluşturamazlar. Esas olan, bütün, her yaştaki Türkler için beden terbiyesini sağlamaktır" diyerek, sporda hedefin halkın sağlığı ve toplum sporu olduğunu işaret ederek, günümüzde hâla erişilmek istenen ideal olan "Herkes İçin Spor" hedefini tespit etmiş ve görevlileri bu konuda uyarmıştır.

16 Ocak 1923 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısında, "Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı” kamu yararına dernek olarak kabul edilmiş ve böylece ilk kez devlet spora ve sporcuya destek ve yardım elini uzatmıştır. Nitekim, Yeni Türk Devleti'nin bütün kaynak ve imkansızlıklarına rağmen, 1924 Paris Olimpiyatları'na katılma kararı da takdire şayan bir uygulama idi ve kararın altında Atatürk'ün imzası vardı.
Böylece genç Türkiye Cumhuriyeti 1924 Paris Olimpiyat Oyunları ile en büyük spor organizasyonunda ilk kez temsil edilmiş oldu. Türk sporcuları Atletizm, Bisiklet, eskrim, futbol, güreş ve halter dallarında dünyanın en seçkin sporcularıyla yarışmak ve dünya sporunu yakından görüp tanımak imkan ve fırsatını buldular.










1924 yılında yayınlanan köy yasası ile köylerde güreş, cirit ve atıcılık gibi köy oyunlarını özendirici hükümlere yer verilmiştir. 1930 yılında çıkarılan Belediye Yasası, belediyelere "çocuk bahçeleri, spor alanları, yerel ihtiyaçlara uygun stadyumlar yapmak ve işletmek" gibi yükümlülükler getirmiştir.












Milli mücadeleye başlamak, Misak-ı Milli'yi ilan etmek ve Kuvayı Milliye'yi kurmak amacıyla, Samsun'da Anadolu topraklarına Ayak bastığı 19 Mayıs 1919 gününü de TBMM'nin 20 Haziran 1938 tarihinde 3466 sayılı kararı ile "Gençlik ve Spor Bayramı" olarak kabul edilmesini sağlayarak, Türk gençliğine verdiği önemi ortaya koymuştur.

Büyük Atatürk'ün ölümünü takip eden günlerde o zamanlar yalnız Avrupa'nın değil dünyanın en güçlü günlük spor gazetesi olan ve Fransa'da yayınlanan "L'Auto" yayınladığı geniş bir makalede Atatürk'ün spora verdiği büyük önemi uzun uzun överken şu satırlara da yer verdi:











“Dünyada ilk defa beden eğitimini mecburi kılan devlet adamı o oldu. Yalnız Kağıt üzerinde ve nutuklarda değil bunu bilfiil yerine getirdi. Stadyumlar ve çeşitli spor merkezleri tesis ettirdi. Halkevlerinin spor kollarını bizzat denetledi ve milletin mukadderatına hakim olduğu günden itibaren Türkiye'de spor gittikçe artan bir önem ve değer kazandı..."

Atatürk gerçekten dünyada beden eğitimini ülkesinde mecburi kılan ilk devlet adamıydı. Hiç kuşkusuz onun "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" sözü de oluşturduğu genç Türkiye devletinin geleceği için düşündüğü ana esaslardan biriydi. Nitekim daha Cumhuriyetin ilanından önceki günlerde hazırlanan hükümet
programlarında da bunu bulmak ve görmek mümkündür.

Sporun vatanî bir amaç olduğu inancını, Çanakkale Savaşı sırasında yaşadığı bir olaydaki sözlerinden de çıkarabiliyoruz: Keşif görevine çıkan bir Türk askeri, yakaladığı İngiliz askerini gırtlağından tutup Mustafa Kemal Atatürk’ün karşısına getirir. Atatürk, İngiliz askerine,
----Memleketinden kalkıp buralara niçin geldiğini sorduğunda, “Spor için” cevabını alır. Mustafa Kemal Atatürk:
--- “Bizim neferi nasıl buldun?” diye sorar. Esir asker,
--“Spor bilmiyor” diye cevaplar. Bunun üzerine Atatürk,
---“Bana ‘spor nedir?’ diye sorarlarsa vereceğim cevap şudur:
--- Spor, vatan ve milletin yüksek menfaatlerine tecavüz edenleri gırtlağından yakalayıp memleket ve millet hadimlerinin huzuruna getirebilmek kabiyeti maddiyesi ve maneviyesidir” demiştir

18 Ağustos 1923 Tarihli Hükümet Programında Bu Konuda Şu Satırların Yeraldığı Dikkati Çeker.

Özetle, Milli Eğitimin bir görevi de milli ve başarılı sporcuların yetiştirilmesi için malzemenin temini, okulların yapılması ve öğretmenlerin yetiştirilmesi, gereğinde, başarılı sporcu gençlerin yurt dışındaki okullara gönderilmesi, halkın spora teşvik edilmesi, gece okulları açılması, kabiliyetli kişiler için çırak okulları açılması, maddi imkanları olmayanların güvence altına alınmalarıdır.

Nitekim hükümet programında bahsi geçen "Beden eğitimi öğretmeni yetiştirmek amacıyla” "Gazi Terbiye Enstitüsü" adı altında Ankara'da açılan okul hizmete girmişti.
Atatürk Türk sporunun ilk öğreticilerinin yetiştirilmesi konusunda da acele edilmesini istemiştir. Beden Eğitimi öğretmeni yetiştirecek okul tesis edilmeden önde Çapa Muallim Mektebi'nde bir kurs açılmış ve bunun başına da Avrupa'da beden eğitimi öğrenimi yapmış bulunan Selim Sırrı Bey (Tarcan) getirilmişti. Bu arada bayan beden eğitimi öğretmeni yetiştirmek üzere de İsveç'ten iki bayan öğretim üyesi getirtilmiş bunlar da Çapa Muallim Mektebi'ndeki özel kurslarda görev alarak kız öğrencileri yetiştirmişlerdi.

Hükümet programındaki maddeye dayanarak, Vildan Aşir ve Suad Hayri Beyler BedenEğitimi tahsili için Belçika’ya gönderilmişlerdir.
Atatürk'ün Emriyle Kurulan Spor Kulübü
Türk spor tarihinde Atatürk'ün emriyle “Muhafızgücü” adında bir de spor kulübü kurulmuştur. 18 Temmuz 1920 günü Atatürk'ün emriyle kurulan Muhafız Takımı ve bu birliğin başına getirilen Mülazım İsmail Hakkı Bey'in spora olan büyük merakı Atatürk'ün de bu konudaki olumlu görüşleriyle birleşince Muhafız Alayı adını alan birlik 1 Haziran 1923 günü kurulmuştur.
Muhafız gücü Atatürk zamanında spor alanlarındaki büyük başarılarıyla dikkati çekmeye başlamış, futbol, atletizm, binicilik, bisiklet, polo gibi spor dallarında büyük başarılar göstermiş pek çok şampiyonluklar kazanmıştır. Ayrıca bünyesinde birçok ünlü asker sporcu da yetiştirmiştir. Milli takımlarımıza kadar yükselen bu sporcular arasında Askerlik alanında da en yüksek rütbelere erişmiş bulunanlar mevcuttur. Atatürk döneminde Muhafız gücü takımlarının genç sporcuları arasında bugünün nice emekli generalleri mevcuttur.
Bunları neden yazıyorum? Defalarca yazdım, düşüncelerimi dile getirdim, bize öz yetenekler yetiştirmeyi önerdim, ithal sporcular ın bizi tatmin etmediğini, madalya da alsalar, övünç kaynağı olamadıklarını, Kendi gençlerimizin yeteneklerini keşvedemediğimizi, onlara faydalı olamadığımızı, yeteneklileri geliştiremediğimizi, onları koruyamadığımızı, gelecek hazırlıyamadığımızı, Atalarımızdan gelip, zaman zaman başarılı olduğumuz, "Türk gibi kuvvetli" dedirttiğimiz güreş gibi sporlarımızdan da uzaklaştığımızı, atletizmde başarılı olan atletlerimizi, kapris veya kötü yönetimlerimizle yok ettiğimizi, malzeme, imkan ve mekan eksikliğini yazdım durdum.
45 kuruşluk bütçesiyle, devlet kuran Sporcu Atatürk'ün o şartlarda dahi, olimpiyatlara yarışmacı göndermesi, Avrupaya spor adamı yetişsin diye öğrenci göndermesi, alanlar, salonlar, sahalar, okullar açması, öğretmen yetiştirmesini, bizatihi onları denetlemesi, bugünkü yöneticilere ders olsun diye yazıyorum.
Atatürk'ün özlemini çektiği madalyaların alınması için uğraş verilmesi için yazıyorum.
Yönetimiyle, gençliğiyle, kuruluşlarıyla, askeri- siviliyle, iktidarı -muhalefetiyle , erkeği ve kadınıyla destek verip, tüm milletçe , Atalarımıza yakışır her branşta sporcular yetiştirelim diye yazıyorum....

26 Şubat 2010 Cuma

S A Ğ L I K

MAAŞLARIMIZDAN KESİLEN
SAĞLIK PAYLARI

Burhan Bursalıoğlu

Biz emekliler, çoğumuz aldığımız üç aylıklarımızın ne kadar olduğunu bilmeyiz. Devlet ne verirse “maaşımız o kadardır” der geçeriz. Zamlar söz konusu olunca da, kaba taslak bir hesap yapar, çıkan sonuca dudak büker, ümitlerimizi gelecek yıla bırakırız.

Bazen benim yaptığım gibi, arada bir internete girerek, Sosyal Güvenlik Kurumu ( SGK ) sitesinden Emekli Sandığındaki sayfaya girerek birşeyler öğrenilebiliyor.

15 Şubat Pazartesi günü, SGK sitesinden Emekli Sandığı, oradan da kendi sayfama girdim. Maaş çizelgesini inceledim. Aylık maaşımı, üç aylık tutarını, % 2.5 zam tutarını öğrendim. Daha önce kabataslak hesap yaptığım %2.5 zam tutarının hemen hemen aynı olduğunu gördüm.

Yazılı ve sözlü medyada yaygarası yapılan enflasyon karşılığı verilecek ek ödemeden eser göremedim. Doğal karşıladım, hiç şaşmadım. Alıştık artık. Kürsülerden müjde verir gibi, böbürlene böbürlene söylenen vaadler söylendiği yerde kalmış. Kimbilir belki bütçede karşılığı yoktur. Belkide,” bu çilekeş emeklim saygılıdır, bana zaman tanır, itiraz etmez, onlar alışkandır” deyip , fark için ayrılan parayı duvar kağıtları için harcamış olabilirler. Kim bilir, belkide enflasyon farkının çok gülünç bir meblağ olduğu için “ayıptır, görünmesin “ diye maaşın içine atmış olabilirler. Her ne ise, Devlet paramızı yemez…
Belkide verecektirde zaman bulamıyordur.
Aynı çizelgenin altında, "maaştan kesilen kesintiler" ibaresini tıklayarak, kesintiler çizelgesine ulaştım.
Bu sayfada, genellikle ilaç, sağlık muayene ve katkı paylarından oluşan kesintiler bulunmaktadır.
Sayfayı görünce şaşırdım.
2010 Ocak maaşımdan, ilaç ve muayene katkı payı olarak 131 lira 25 kuruş kesilmiş. Dökümlere baktım, 106 lira 98 kuruş, 28 Ekim 2009 tarihinde, Bodrum Devlet Hastanesinde yaptırdığım ultrason muayenesi karşılığı kesilmiş. 24 lira 27 kuruş da, 10 Ağustos, 01 Eylül,
18 Eylül 2009 tarihlerinde aldığım, hepsinin raporlu olduğu ilaç reçeteleri karşılığı kesilmiş. Her reçete karşılığı eczacı bizden 3 lira alıyor. Muayene katkı payı diyor. Ayrıca, sandığın verilmesini istediği ilacın farklısı olunca, fark ücreti de alıyorlar. Bu nedir? Anlamadım.
Bu konuda yorum yapmayacağım. Hadisede yorum da içinde zaten.
Altı ay süreyle , % 2.5 katkı karşılığı 31 lira veren, ki 3 ayda aldığım 93 liraya karşılık, benden , Ağustos, Eylül ve Ekim aldığım reçetelerde yazan ilaç parası olarak kesilen 131 lira 25 kuruş.
İşte size yorum.

Kasım, Aralık 2009 ve Ocak 2010 aylarında yaptırdığım, peryodik kontrollerimde, Nisan 2010 maaşımdan yapılacak kesintileri de merak ediyorum.
Sizde kendi kesintilerinizi kontrol edin. Görebildiğiniz anormallik varsa, bana yazın. Yazın ki, bende aydınlanayım, gerçeği öğreneyim. Genel mi, yoksa, bende yanlışlıkmı var bileyim.
Sağlıklı günler sizler için olsun.

23 Şubat 2010 Salı

A T A T Ü R K

İ Kİ K A D E H R A K I

AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE
YAZMIŞ.

İNANILMAZ GÜZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI

İYİ DE YAPMIŞ.

İLETELİM LÜTFEN...

Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini
borçlu olduğu insan:
ATATÜRK...

Gençliğinde kot pantolon giyememiş.

Sevgilisinin elinden tutup
hasılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş...

Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde,
lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...

Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej
eşliğinde Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...


Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş....

Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş...

Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunan'lıları İzmir'den denize
döktükten sonra
timsah yürüyüşü de yapmamışlar...

Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not
alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları
da cep telefonundan öğrenememiş!

Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks
çekemeden, İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti ..




Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra
arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı
.
Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.

Atatürk'e acıyorum...

Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir
dönemde dünyaya gel,
sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini
getir.
aaah ah..
.
Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak,
babasının mersedesini alıp şöyle bir Emirgan turu çekmek dururken...

Bunları yapmadı Atatürk....

Keyif çatmadı...

Yan gelip yatmadı...

Vatan topraklarını satmadı...
.
Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...

İŞTE ONUN İÇİN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK. HER FIRSAT ELİNDE VARDI.
O İSE SADECE

BU MİLLETİN BAĞIMSIZLIĞINI İSTEDİ.

BÜTÜN SUÇU

2 KADEH RAKI İÇMEKTİ

O KADAR.....

22 Şubat 2010 Pazartesi

G E Z İ

YARIM GÜNLÜK GEZİ

Burhan Bursalıoğlu

20 Şubat 2010 Cumartesi günü, arkadaşım Ahmet Karslı ile sözleşerek, eşlerimizle birlikte, Beykoz yöresinde gezelim dedik.
Hava güneşsiz, bulutlu,puslu ama yağmursuz, lodos ve sıcaklık 14 derece. Kış ortasında bu sıcaklığı bulmak şans eseri.
Saat 11.45 de Yeniköy’den, Yeniköy-Beykoz dolmuş motoruyla Beykoz’a geçtik. Arabasıyla Göztepe’den, eşiyle gelen Ahmet Beyle buluşup Akbaba köyü istikametine doğru yola koyulduk.

Beykoz’a 5 km. uzaklıkta bulunan Akbaba köyünü 45 yıldır görmüyordum. Rahmetli babamın Beykoz’da görev yaptığı yıllarda sık sık Beykoz’a gider, Akbaba ‘daki, Kaymakdonduran mesire yerinde piknik yapardık. Hatırlayabildiğim yerler çok değişmiş. Tektük tek katlı evler kaybolmuş. Her taraf binalarla dolmuş. Yeşillikler azalmış, ceviz ağaçları azalmış. Çarpık bir kentleşme olmuş.

Fatih Sultan Mehmet’in askerlerinden Akbaba Mehmet efendi’nin kurduğu bu köyde, Ahmet Mithat Efendi’nin çiftliği, Molakof Hasan Paşa’nın konağı, bir hamam, bir çeşme ve Canfeda Hatun Camii vardı. Bu tarihi eserler hala durmakta.
Etraftaki yeşillikler arasından, muhteşem manzaraları seyrede seyrede, Beykoz’ a 15 km. mesafedeki Anadolu Kavağı’na geldik.


Muhteşem doğası, bozulmamış tarihi yapısı ve insanı kendine hayran bırakan manzarasıyla Anadolu Kavağı yerli yabancı herkesi mıknatıs gibi kendine çeken bir büyüsü var..
Sahilde bol miktarda balık lokantaları bulunmaktadır. Yaz aylarında ve hafta sonlarında tüm masalar doludur.


Anadolu Kavağı’ndan ayrılarak tepede bulunan YOROS Kalesine doğru, virajlı ve rampalı yolu takip ederek zirveye ulaştık. Enfes bir manzara. Boğaz ayaklarının altında. Her taraf yeşillik. Karşıda Rumeli Kavağı, sol tarafta bir kısmı görünen Sarıyer. Aşağıya baktığında gördüğün Anadolu Kavağı. Sanki uçaktan boğazı seyrediyormuşuz gibi, boğazla Karadeniz’in birleştiği görüntüler.


İlk bakışta Yoros kalesi, doğanın amansız afetine terkedilmiş, bakımsız ve harabe bir tarihi eser. Yaklaştıkça, tahmini 1500-1600 yıllık kalenin muhteşem kalın duvarlarının bu zamana kadar nasıl dayandığını, nasıl yapıldığını hayretler içinde düşünmeden edemiyorsunuz. Ama yinede duvarlardaki tehlikeli çatlakların oluşması gözardı edilmiş. Her an bir kazanın olması muhtemeldir.


Küçük daracık , yıkık bir duvar boşluğundan iç kısma geçtik. Geniş bir alan, oldukça da meyilli. Doğudan batıya doğru 500 m. Genişlik te 60 ila 130 m. Boyunda.
YOROS Kalesinin kesin yapılış tarihi bilinmemektedir. Doğü Roma İmparatorluğu zamanında yapıldığı, sonradan da Cenevizliler tarafından alındiğı söylenmekte. Duvarlardaki Yunanca yazılar,kalenin Romalılarca yapıldığı savını kuvvetlendirmektedir.


Aşık Paşazade’nin notlarından, 1391 yılında, Yıldırım Beyazıt, güçlü bir orduyla Kocaeli’nden,karayolu ile gelip YOROS Kalesini zaptetmiş, küçük bir birliklede Yahşi Beyi gönderip Şile hisarını ele geçirdiğini belirtmiştir. Amaç İstanbul’un alınması için, Karadenizden gelebilecek savaş gemilerini durdurma önlemini almakmiş.
Kale içinde 25 evlik bir mahalle barınıyormuş.

Bu tür tarihi eserler, vakıfların himayesindedir. YOROS ta tanıtıcı bir levhası dahi yok. Bakım sıfır. Çıkış yolu kenarında bulunan birkaç turistik kafeler kaleye canlılık getirmektedir.
YOROS ‘ tan ayrılarak Riva’ya doğru hareketlendik.
Yollar otoban gibi. Genişlemiş, asfaltlanmış. Şile yolu tamamlanmış. Herhalde 3. Köprü için yollar ayarlanıyordur.


Beykoz’a 18 km. olan Riva’da hiç birşeyin değişmediğini gördüm. Cumartesi olmasına rağmen, kimsecikler yoktu. Her taraf sessizlik içindeydi. Birkaç emlakçı ile bir eczane açılmış. Kumsal genişlemiş ama hala makineler çalışıyor, Riva çayının denizle birleştiği yerden kumlar çekiliyor. Kumsalın girişine, kalenin denize yakın kısmına açılan kafede yorgunluk giderdik. Servis ve gizmetten memnun ayrıldık.


Riva Kalesinde çok az bir kısım kalmış. Bir ara orada çay ocağı vardı. Kale Cenovalılar tarafından inşa edilmiş. Bir ordunun öncü birliği gibi, YAROS Kalesinin görevini hafifletmek amacıyla yapılmış.
Riva’nın diğer bir özelliği de TFF. Burada 3 futbol sahası ve tesisleri bulunmasıdır. Genellikle Milli Takım burada kamp yapar.


Dönüşe başladık. Yol kenarında, hazırladıkları yiyecekleri, gözleme, çay, meşrubat, kabaktan cevize, turşudan kestaneye, kurutulmuş yemişlerden bademe kadar, bir çadır içinde satış yapan aile dikkatimizi çekti. Bir hanım yufka açıyor, bir hanım sacda gözleme kızartıyor, bir hanım da iç hazırlıyor. Beyler de diğer yiyeceklerle ilgileniyor. Gözlemenin kokusu iştahlandırdı. Oturduk gözlemelerimizi bir kısmımız çayla, bir kısmımız ayranla yedik. Birkaç öteberi alarak oradan da ayrıldık.

Yeşillikler arasından, Tokat köyünün içinden geçerek, günün yüztutmuş aydınlığın karanlığa dönüşüne başladığı saatte Beykoz’a vardık. Vedalaştık ve yine motorla Yeniköy iskelesine çıktık.
Yarım güne sığdırdığımız bu kısa anlamlı gezimiz, kışın mahmurluğundan kurtulmamıza yaradı. Bu nedenle, bizi yönlendiren değerli arkadaşım Ahmet Karslı ve eşi Nursel Hanıma teşekkür ediyorum

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ