22 Kasım 2010 Pazartesi

BAYRAMLARIMIZ

ESKİ  BAYRAMLARI  YAŞATALIM
Burhan Bursalıoğlu
Dört günü bayram, beş günü de bayramın ekleri olan  dokuz günlük tatil de bitti. Emekliler için tatilin bir anlamı zaten yok.  Ama  çalışan ve öğrenciler 9 günlük sürede  dinlenerek kısmen de olsa biraz yorgunluk giderdiler…
Bayramla ek tatilleri  birbirine karıştırmadan değerlendirmek lazım. Bayramda bayramın gereklerini, tatilde ise tatilin sunduğu imkanları değerlendirmek gerektir. Birleştirerek  gerekenler birlikte yapılınca, takma kollu, takma bacaklı vücuta benziyor! 

Zamanımızda insanlar işi bütün olarak ele almakta. Ya bayramın  görevlerini yerine getirmekte ve orada diğer günlerini değerlendirmekte veya  bütünüyle tatile çıkarak,  tatilin imkanlarından istifade etmektedir. Bu tür Aileler bayramın şartlarını yerine getirmemektedirler.
 Bizim ve bizden evvel  yaşayanların  dönemlerinde,  bayramların özel değeri  vardı. Bayramlara değer verilir,  şartlar yerine getirilirdi.  Günler öncesinden  hazırlıklar yapılırdı. Evler temizlenir, badana , boya  yapılır; perdeler, kilimler, halılar yıkanır; tamirler yapılırdı.
Yine günler öncesinde, Ramazan bayramında, tepsi tepsi tatlılar evde yapılır, fırınlarda pişirilerek bayrama hazırlanırdı.  Kurban Bayramında günler hatta haftalar öncesinde kurbanlıklar tedarik edilir, onlar bayram gününe kadar beslenir,  süslenir, hatta çocukların  sevgili arkadaşı olurdu. Kesileceği zaman  kesim yerine çocuklar asla sokulmazdı…
Bayram öncesi  kurban etlerinin kimlere verileceği de bir mesele idi. Mümkün oldukca, çok titizlikle,  fakir, muhtaç isimler tespit edilir, 7 parçaya ayrılan kurbanın bir parçası evde ,  gerisi listedeki  ailelere dağıtılacak şekilde plan yapılırdı.   Çocuklar için paralar hazırlanır, şekerler alınırdı… 

Bayram öncesi mezarlıklar ziyaret edilir, mezarlara çiçek konur, dualar yapılır ve su dökülürdü. Bayramlar aynı zamanda küskünlerin barıştırılması için bir sebepti. “ Bayramda küsülü kalınmaz” inancı hakimdi.
Bayram öncesinden kılık kıyafet durumu da gözden geçirilir;   özellikle  çocuklara yeni  giysiler alınır, onlar  sevindirilirlerdi. Yeni alınan giysiler yatağın baş ucuna konur, çocuklar arada bir gider onları ellerine alarak  kontrol ederlerdi.  Bayram sabahı sabırsızlıkla beklenirdi. Büyüklerin giysileri gözden geçirilir, lekeli  ve kirliler  kuru temizleyiciye gider,  düğmesi, iliği  söküğü gözden geçirilir, ütüler yapılır, askılara asılır,  ayakkabılar boyanır, berbere gidilir,  bayram beklenirdi…

O dönemlerde telefon   ve  vasıtanın çok kıt olmasından dolayı , şimdiki gibi kaçıp turistik yerlere gidilmezdi.  Uzakta bulunan dost ve akrabalara, bayramlarını kutlamak için “bayram tebriği”  gönderilirdi. Bayram için en önemli iletişim aracı kartlardı. Bu tebrik kartları geldiğinde sevinilir ve uzun zaman da saklanırdı. Bu gün ise ortam ve insanlar   okadar değişti ki, 7 yaşında bir çocuğun  dahi sahip olduğu telefon dünyasında, kimi dostlar iki kelam etmeyip telefon mesajıyla kutlama görevini  yerine getiriyor!..

Bayram sabahı tüm erkekler erken kalkıp bayram namazına giderler. Namazdan sonra top atışıyla, bayramın başladığı ilan edilir ve camideki cemaat birbirleriyla bayramlaşırlardı.  Eve geldiklerinde, bol ve çeşitli kahvaltı yiyeceklerle bezenmiş sofraya  otururlar. Neşe ve zevkle geçen  kahvaltı sonrası, hane halkı birbirleriyle bayramlaşır, yeni giysilerini giyen çocuklar el öper ve harçlıklarını alarak diğer büyüklerinin ellerini öpmek için dışarı çıkarlar. Büyükler de giyinir ve misafirleri beklerler. Şayet kendilerinden daha büyük dost ve akraba varsa hep birlikte ziyarete gider, el öper, gönüllerini alırlardı. Bunu yaparlarken de tanıdık, yabancı diye ayırmazlardı.
 Kurban kesilecekse,   erkekler  bahçeye iner, kasapla buluşarak kurbanı keserler.  Dağıtırlar.
Çocukların  bir  kısmı,  topladıkları harçlıklarla bayram yerine gider,  dönme dolaplara salıncaklara, kaykaylara biner, varsa cambazlara, sirke, duvarda yürüyen motorlara, Karagöz Hacivat oyununa gider, bir kısmı paraların birazını kumbaraya atar,  diğerleriyle  bayram yerine giderek, çatapat, mantar alır, oyuncaklara binerlerdi.  

O zamanın sokak satıcılarında da bir asalet vardı. Bayramlıklarını giyer sokağa öyle çıkarlardı. Pamuk helva, macun, elma şekeri, horoz şekeri, sakız, mevsim yaz sa, dondurma, limonata, şira satıcıları, rastladıkları büyüklerin bayramlarını kutlar, satışlarını yaparken de parası eksik veya hiç olmayanlara da güler yüzle sattıklarından verirlerdi.  Bu cömertlik bayram için olurdu.

Bizim zamanımızdaki çocular, ben de dahil olmak üzere, çocukluğumuzu tam olarak yaşadık. Okulumuzdan geri kalmazdık ama oyunumuzdan da  geri kalmazdık. Belki sokak lambası altında, gazlı şinanay ışığı altında ders çalıştık ama, doya doya da çocukluğumuzu yaşadık.  Lüks arabalara binmedik, renkli flimler seyretmedik, uçaklara binmedik, televizyon karşısına geçip elimize kumanda almadık, bilgisayarın tuşlarına dokunarak ders yapmadık,  istediğimiz konuyu maos vasıtasıyla  aramadık;  playstation, psp oynamadık;  her arzuladığımız, istediğimiz olmadı veya alınmadı; özel okullara, kurslara gitmedik,  gitmedik ama çocukluğun gerektiği her şeyi yaşadık.

 Bu günkü çocuklar geçmişin yaşantısını bilmedikleri  için, “ Yaşamınızdan memnun musunuz?”  sorusunu   sorduğumuzda tümünün “Evet “ diyeceğinden şüphem yok. Hatta ve hatta, bu günkü gençler, bayram ziyaretlerine aileleri ile gitmeyip, arkadaşları ile birlikte olmalarını tercih ediyorlar. Bu demektir ki,  yıllar sonra bayramlaşacak insan kalmayacak.

Bu günkü bayramları anlatmaya gerek yok. Hepiniz yaşıyorsunuz.  Aynı apartmanda, bitişik dairelerde, altlı üstlü kat ve dairelerde birbirini tanımayan, selam vermeyen , bayramlaşmayan, kapınızı  açmayan insanlar var.  Bayram görevini  yerine getirmeyip, bayramın sebep olduğu fırsatları kullanmak için yurt dışına ve deniz kenarına gitmeyi tercih eden aileler, ne yazık ki her geçen yıl daha da artmaktadır. Bunları herkes mi yapıyor? Hayır. Bayram vecibelerini yerine getiren, bizim zamanımızın bayramlarını uygulayan ailelerimiz de elbette var.  Ama bunlar da zaman içinde azalma gösterecektir.
Zamanın değiştiğini, insanların değişen ortama uyum sağladığını, sağlamakta olduğunu ben de kabul ediyorum.Kimseyi kınadığım yok. Ama bazı gelenek, göreneklerimizi de değişen zaman içinde  kaybetmeyelim.  Çocuklarımız robot olmasın. Kişiliksiz yetişmesinler. Büyüklerine karşı saygı ve hürmeti,  küçüklerine karşı da sevgiyi, korumayı,  kollamayı  unutmasınlar.  Bayram zevkini tatsınlar.  Elimizden geliyor, becerebiliyorsak, veya öğrenmemiz zor gelmiyorsa, tatlımızı pastahaneden almayı düşünmeyip kendimiz yapalım.  Bayram sevincini, bayram zevkini ailece, toplumca yaşayalım.
 Eski bayramları yaşayalım, yaşatalım.

15 Kasım 2010 Pazartesi

BAYRAMLAR


Normal mevsim değerlerinin haricinde yaşadığımız  bu sıcak günlerde, Kurban bayramını da yaşıyoruz.
Sıcak ve coşku ile  yaşamak istediğmiz Kurban Bayramının Ülkemizin, zenginleşmesine, işsizliğin azalmasına, sağlık sorunlarının yok olmasına, sanayii ve çiftçimizin,  tüm çalışanların, emekli ve dulların, gazilerimizin, öğrencilerimizin, öğretmenlerimizin,   ordu mensuplarımızın, kısaca tüm Ulusumuzun   feraha kavuşmasına, mutlu olmasına, olası üzüntülerin  gitmesine,  partiler arasında kardeşliğin doğmasına vesile olmasını , bayramınızı  sevinç içinde geçirmenizi  diliyor,  sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Burhan  BURSALIOĞLU

12 Kasım 2010 Cuma

M İ Z A H

GELDE  GÜLME

Burhan Bursalıoğlu

Çok yakından tanıdığımız kişilerin zaman zaman yaptıkları hatalar için sizler ne derseniz deyin, beni gülümsetiyor!...

--Bu bir gerçektir. Reel bir durum değildir!.... İBRAHİM  TATLISES

--Sinirlerim,  streslerim  bozuluyor!...   İBRAHİM  TATLISES

--Lütfen, sanatçının motorizasyonunu bozup  demorize etmeyin!...İBRAHİM TATLISES

--Bu  Bodrum’da  en çok kadınlar ve  erkekler  aşık oluyor.  Ben bir türlü aşık olamıyorum vallahi!... İBRAHİM  TATLISES

--Başbakanımız şu anda hasta yatıyor. Çünkü Türkiye için “zalimce”  çalışıyor!...  İBRAHİM  TATLISES

--Bütün belediyeler kendi önünü temizlese, İç işleri Bakanlığına gerek kelmezdı. ARTO

ZEKERİYA  BEYAZ:: --Beni gece yarısı  28  yaşındaki bir kız arıyor. “ Hala genç kızım.  uyuyamıyorum  hocam.” Diye

BEYAZIT ÖZTÜRK:  --Beni de aynı nedenle arıyorlar hocam!...

SATILIK-KELEPİR, BİRİNCİ DERECEDE DEPREM BÖLGESİ OLMASINDAN  ACİLEN SATILIKTIR.

--Sayıları  on bin üzerinde, 7  bin polis  görev yapıyordu!.. REHA  MUHTAR

--Efenim, başınız sağolsun. REHA MUHTAR
( Cinnet geçirip karısını öldüren adama )

--Bu tuneli kaçmak için mi kazdınız?  REHA  MUHTAR

--Ameliyattan sonra uyandığımda karşımda Reha Muhtar’ı gördüm. Cehennemdeyim sandım.

(AHMET ÇAKAR  vurulduğu günü anlatıyor )

--Uğurcuğum, şu pozisyonu bi de yandan görelim, taksana bi bana!.. ERMAN  TOROĞLU

--Hocam, bu pozisyona penaltı diyenler çoğunlukta olduğu gibi, penaltı değil diyenler de çoğunlukta.  ŞANSAL  BÜYÜKA

--Zebraları da gördüm. Hakikaten çok zarif ve iştah açıcı vücutları var.  ERMAN TOROĞLU  Afrika tatilini anlatıyor.

ŞANSAL  BÜYÜKA  -- Ankara spor un duşları akmadığı için gidip Konya Sporlu futbolcularla aynı duşta yıkanmaları fair play adına ne güzel görüntü değil mi Hocam?
ERMAN TOROĞLU  -- Aslında hakemleri de aralarına  alacaklardı…
ŞANSAL BÜYÜKA – Kötü niyet yoksa bir şey olmaz Hocam.

Atatürk  ne demiş. “Yurtta sulh, barışta sulh  NİHAT  DOĞAN

--Bu şarkıyı aşkım Leonardo Di Caprio’ya gönderiyorum. TELEFONDAKİ KIZ.
--İnşallah Leonardo da şu an bizi izliyordur.  FLASH  Tv. VİCEYİ  FERAH

--Şu anda yayınlanan tek haber bülteni bizimki olduğu için Papa mutlaka bizi izliyordur. Buradan Papa’yı İslam’a davet ediyorum.  Sevgili Papa lütfen benimle beraber tekrar edin.” Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü en ne Muhammeden abduhü ve resulühü…"  FLASH Tv  HABER SPİKERİ
-- Sayın BUSH isterse cevap hakkını kullanmak için stüdyomuza gelebilir.  HULKİ CEVİZOĞLU

--İşte Erdoğan  KABİLESİNDEKİ  isimler.  KANAL 7 de BİR ALT YAZI..
( KABİNE  demek istiyor)

n      Defterdarlara  En iyi performansı olanı yılın Defterdarı ve vergi Müdürü seçeceğiz.” Dedim. Tersi olanlar da var. Onları da tersten mükafatlandıracağız. MALİYE ESKİ BAKANI  KEMAL UNAKITAN

--Pantolonları indirdik!Orta reyonda sizi bekliyoruz.  CARREFOURRE é DA BİR ANONS.


KURBAN  BAYRAMINIZI  EN İÇTEN DUYGULARLA  KUTLAR, MUTLU, SAĞLIKLI, KAZASIZ  TATİLLER  DİLERİM.

Burhan BURSALIOĞLU


10 Kasım 2010 Çarşamba

G Ü N C E L

10         KASIM  1938  ÖNCESİ  ve  11  KASIM 


Burhan Bursalıoğlu

Bugün, Ulu Önderimiz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün  72. ölüm yıl dönümüdür,  Tüm Ulusumuzun başı sağ olsun. 
Bu yazımda Atatürk’ün yaptıkları, kişiliği,yapacakları veya yapamadıklarından bahsetmeyeceğim. 
Her zaman, her yerde, her insanın  değişen ortamlarda , alacakları tedbirler,  destekleyecekleri yahut katılacakları   saflar, kurdukları, uygulayacakları   planlar  vardır. Bu da doğaldır. İşte bu ortamda, 10 Kasım öncesi ile,11 Kasım tarihlerinde, Ankara’da Hükümet ve TBMM ndeki hareketlilikten bahsedeceğim.

Atatürk hasta…Atatürk’ün hastalığı  iyi olacak gibi değil !
Hükümette, mecliste, Türkiye’de Dünya’da kıpırdanmalar var.
Hükümet Atatürk Hükümeti…
Atatürk ölürse, Hükümette değişecek!
Oysa hükümette 10-15 yıl sürekli bakanlık yapmış kimseler var. Bakanlık bu insanların mesleği olmuş!
Örneğin,Tevfik Rüştü Aras. Örneğin , Şükrü Kaya.  Bütün hükümetlerde bakanlıklarını koruyabilmişler…
Çünkü, hem işinin ehli kişiler, hem,Atatürk’ün değer verdiği, çevresinden eksik etmediği insanlardır.
Şimdi, Atatürk ölürse, yerine bir başkası geçerse, bu kişilerin durumları ne olacak?
Meclis ve Hükümet mensupları,gerek, mevkilerini korumak, gerek böyle bir durumda “boş bulunmamak “ için  çevrelerini  sürekli  kolluyorlar.
“Mecliste eğilim kime doğru?
Kimin Atatürk’ün yerine geçme ihtimali var? Benim durumum ne olur? “  Kafalarda bu  sorular
Önceleri Meclis ibresi İsmet Paşa üstünde duruyordu. Fakat İsmet Paşa’nın Cumhurbaşkanı olma ihtimalinden tedirgin kişiler de var. Bunlar, Atatürk’ün yakın çevresini  paylaşan kişiler! Ama kendi çevreleri de boş değil! Belki bu çevreler, kendi yakınlarına, Atatürk’ün yerini dolduracak kişinin “kendileri”  olduğunu sanıp fısıldaşıyorlar.

Atatürk Hükümetlerinin sürekli İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Diş İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, bunların başında geliyor. Sürekli tetikte, sürekli “Ne olacak?”  “ Kim gelecek?. “ sorularının cevapsızlığı altında  ezik  kalıyorlar.
Celal Bayar  Başvekil amma, İsmet Paşa’ya rağmen  Başvekil!
Bağışlaması az İsmet Paşa, Atatürk’ün yerine geçerse, Bayar’ın durumu zor!
Bir kere, İsmet Paşa’nın rızası olmadan kabineye girmiş! Daha sonra, Kabinenin ekonomi  politikasını – İsmet paşa’ya rağmen – değiştirmiş!  
Bunu İsmet Paşa bağışlar mı?
Eğer bir hükümetin, Başvekili, İçişleri  Bakanı, Dış işleri Bakanı huzursuzsa  “hükümette huzursuz “ demektir.
Peki ya Meclis?
TBMM de huzursuz!
“Huzursuz”, çünkü Milletvekillerini, gerçi Atatürk seçmiş, listeye almıştır ama CHP Başkan vekili ve Başvekil İsmet İnönü ile CHP Genel sekreteri ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da alınmalarını  onaylamıştır. Atatürk, arkadaşlarından birinin karşı olduğu adayı listeye almazdı. Bu nedenle Milletvekilleri, bu üç etkili insanla  uyum içinde değilse, hiç olmazsa birisi ile uyum içinde olmaya özen gösterirlerdi.
Bu koşullar altında TBMM ‘de hareket halinde yaşayan üç grup vardı. Ve bunlar uyum içinde varlıklarını sürdürürlerdi.
İsmet İnönü’nün Hükümetten  ayrılması, bu dengeyi bozdu. İsmet Paşa’yı tutanlar arasında bir panik yaşandı.. Bazıları Atatürkçülere yanaştı; bazıları Celal Bayar’la olmayı denediler; bazıları Şükrü  Kaya’nın oltasına düştü. Fakat yine de TBMM de İnönü’yü tutan ve bunda direnen küçük bir grup, Refik Saydam’ın çevresinde kaldı.
Atatürk’ün kaybedilmesi durumunda, Milletvekillerinin  bir yerlerde yuvalanmaları  lazımdı. Herkes kendi çıkarı, yeniden seçilme  nedeniyle  bir gruba  katılması düşüncesi içindeydi. Ellerini çabuk tutmak gerekiyordu.
İsmet İnönü başvekillikten ayrılınca yıldızı sönmeye başlamıştı. Onun için ona pek güvenilmiyordu.
Elini çabuk tutan, hem CHP Genel sekreterliğin yapan, hem, hem İçişleri Bakanı ve hem de Atatürk’ün itibar ettiği yakın arkadaşı Şükrü Kaya idi.
1938 Eylül sonları ve Ekim başlarında meclisin en güçlü grubu Şükrü Kaya grubu idi.
Yeni başvekil Celal Bayar da Şükrü Kaya ile iyi ilişkiler içinde idi.  Meclise tekrar girebilmenin yolu Şükrü Kaya grubuna katılmaktan geçiyordu.
Meclisteki gruplaşma aslında tam olarak da  kesin değildi.  Bugün  A grubunda olan, yarın B grubunda bulunabiliyordu. Çünkü gruplar çıkarlar ve  yakınlıklarla, daha yakın ilgi gördüğü gruplar tercih ediliyordu. Onun için kesin olarak gruplarda bulunanların sayıları  kemikleşmiş olmuyordu.
Atatürk’ün mecliste büyük bir çevresi vardı. Ama , hastalık yüzünden azalarak “yakın çevre” haline dönüştü. Bu çevreden başlıcaları: Celal Bayar, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras, Salih Bozok, Kılıç Ali, Hasan Rıza Soyak, ve birkaç yakını idi. Son haftalarda İnönü çevresi ile de ilişkilerini bozmadan General Kazım Özalp, Atatürk’ün sıcak çevresine girmeyi başarmıştı.
Atatürk  10 Kasım  1938 de ,  saat  9.05 de  vefat etti.
11 Kasım  1938  de TBMM  yeni  Cumhurbaşkanı  seçmek için toplandı.
Atatürk ölmeden mecliste bulunan Milletvekilleri çıkarlarını düşünerek, gruplar oluşturmalarına karşı, 11 Kasım’da ki oylamada, İsmet İnönü’yü oy birliği ile , Türkiye Cumhuriyeti’ nin  ikinci  Cumhurbaşkanı seçmeleri, Vatan sevgisinin, kadirşinaslığın göstergesi olarak algılandı.
İsmet İnönü, Celal Bayar’ı tekrar Başbakan olarak  atadı. Ocak 1939 tarihine kadar birlikte çalıştılar.
Kabinede  iki değişiklik yapıldı.
İç işleri Bakanı Şükrü Kaya’nın yerine Refik Saydam, Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü
 Aras’ın yerine de Şükrü Saraçoğlu getirildi.











2 Kasım 2010 Salı

G Ü N C E L

 BİR SÜRE  AYRILIYORUZ

Burhan  Bursalıoğlu

Sevgili Dostlar.  31 yıldır oturduğum YENİKÖY  den 4.Kasım.2010 tarihinde Anadolu yakasında  aldığımız yeni evimize taşınıyorum. Yerleşme, telefon, internet tedariklerinin uzun süreceğini tahmin ederek,  bu süre içinde Sizlerle irtibat kuramayacağımı ve blogumun boş kalacağını   üzülerek belirtmek isterim. Eksiklerin tamamından sonra tekrar aranızda olacağım. O günü sabırsızlıkla bekleyeceğim.
Hepinize sevgi ve saygılar.




 

31 Ekim 2010 Pazar

T A R İ H T E N

Che'nin Çantasından Çıkan NUTUK

Küba Devrimi’nin öncülerinden ve Fidel Castro’nun yoldaşı Arjantinli devrimci doktor Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün Büyük NUTUK’u” çıkmıştır...”
 
NUTUK’un Küba Devrimi’ndeki yeri aslında daha önceki yıllara dayanıyor. Sosyalist Küba Cumhurbaşkanı Fidel Castro, 12 Mayıs 1961 tarihinde Havana’da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir’den “Atatürk’ün Büyük Nutuk Kitabını” ister. ABD’nin bilgisi olmaması ricasıyla yapılan bu istek, Bilal Şimşir tarafından uzunca bir süre sonra yerine getirilebilir. İşte, Fidel Castro’nun Atatürk hayranlığının kaynağı; İngilizce “Nutuk” kitabını özümseyerek okumasında ve devrimci M.Kemal ATATÜRK’ün ilk antiemperyalist savaşımını zafere eriştiren “1919 Ruhu”ndan esinlenmesinde yatıyor.

12 Aralık 1996’da bir ödül töreni için gittiği Küba’da Fidel Castro ile görüşen Dursun ÖZDEN kendisine “Türkiye’de solcu, ilerici ve devrimci gençler; Che Guevara ve Fidel Castro’yu çok seviyorlar ve sizleri mutlak önder olarak kabul ediyorlar...” der. Bu sözlere Castro’nun verdiği yanıt çok anlamlıdır: “Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?... Devrimci ATATÜRK bizim ve tüm mazlum halkların esin kaynağıdır...

Mart 1997 de Habitat Toplantısı için İstanbul’a gelen Fidel Castro, yaptığı konuşmada şöyle der: “Asıl devrimci M.Kemal Atatürk’tür. Ben bir devrim yaptım, ama O’nun yaptıklarını asla başaramazdım. Sakın kendinize başka esin kaynağı aramayın... Fidel Castro’nun bu sözleri karşısında heyecanlanmamak mümkün mü?

Bu bağlamda son yıllarda Latin Amerika ülkelerinde esmekte olan “ulusalcı ve antiemperyalist rüzgarda” Mustafa Kemal ışığının etkisi yok mudur sizce?...

O Mustafa Kemal ışığıdır ki; doğudan batıya, güneyden kuzeye, birçok halk hareketini ve halk önderini etkilemiştir. Örneğin, çağdaşları Lenin ve Churchill kendisini hep takdir etmişlerdir. Örneğin, 1935’teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao’nun ilk sözleri şöyledir: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm..” Ve 1948’den bugüne dek, Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki 8. ve 9. sınıflarda Yakınçağ Tarihi derslerinde Atatürk ve Cumhuriyet Devrimleri okutuluyor.

Peki, Atatürk ışığı dünyanın dört bucağını aydınlatırken Türkiye’de neler oluyor? Ne yazık ki ülkemizde bir yandan gericiler ve yobazlar diğer yandan Che, Castro, Lenin, Mao gibi devrimci liderleri sözde örnek aldıklarını sanan “uçuk solcular”, Atatürk’ü ve düşüncelerini yıpratmak için herşeyi yapıyorlar. Emperyalistler ve yerli işbirlikçileri de Atatürk’e karşı olan her türlü gerici ve bölücü hareketi destekliyorlar. Bu tür çalışmalar yurt dışında da sürüyor. İşte sizlere iki örnek:

Birincisi, Küba polis şefi Carlos Fernandez’in yaptığı açıklamaya göre: “Başkent Havana’daki 13/K parkında, birçok dünya liderinin büstlerinin olduğu yerde bulunan Atatürk büstü, Havana Karnavalı için çeşitli ülkelerden gelen ‘Kürt kökenli gençler’ tarafından 26 Temmuz 2007 günü yerinden sökülerek yok edilmiştir...”
İkinci örnek ise çok düşündürücü: “Annan Planı gereğince KKTC’deki ortaöğretim okullarının ders kitaplarından Atatürk ve Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı konuları çıkarıldı...”
·        
Son yıllarda ülkemizin üzerine çöken kara 

bulutların dağıtılabilmesi 

için; öldürüldüğü gün Che’nin sırt çantasından çıkan 

NUTUK’u 

kendimize rehber edinmemiz gerekiyor.

Cemal Sağmen

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ