7 Temmuz 2017 Cuma

TURİZM







YUNAN  ADALARINA  GEZİMİZ - 2-




Burhan   BURSALIOĞLU


PATMOS ADASI:

Gemimiz, Celestyal Cruises, 1500 yolcusuyla, 17 Haziran ,saat 13 de Kuşadası’ndan kalkarak,  saat: 16 da Patmos adasına yanaştı.
Limanda bizden başka 2 yolcu gemisi daha vardı.
PATNOS'A YANAŞIYORUZ.

Burada,Saint John Manastırı ve Apocalypse (Vahiy)  mağarasının görülmesi ve hacı olmaları maksadıyla Dünya’ın her tarafından, özellikle Ortodokslardan, zengin, yazar, sanatçı, aydın, din adamları ve yöneticiler gelmektedirler.
PATNOS'DA DEVASA BİR ÇİÇEK

PATNOS KALESİ
PATNOS'UN GENELİ
Saint John Manastırı, Chora üzerindeki bir tepede bulunmaktadır.  Etrafı yüksek duvarlarla çevrili ,kale görünümündedir. 
ŞEVKET GÜNAYLA PATNOS ÇARŞISINDA
Binalar iç içe ve beyaz badanalı. Bizim Bodrum gibi.Çok eski Gotik ve neoklasik özelliklerdeki binalar
PATNOSTA BİR SOKAK
bulunmaktadır. 

Aynı gün akşam gemimiz saat: 21 de Patmos’tan hareketle Girit adasına doğru yol 
almaya başladı.


GİRİT: 

GİRİT'İN GENEL GÖRÜNTÜSÜ


18 Haziran sabahı saat: 7 de  gemimiz Girit adası limanına yanaştı. Üçüncü grup olarak Türk kafilesi üçüncü sırada adaya çıktık. 
OSMANLILARDAN KALMA CAMİİ

Girit nüfus ve yüzölçümü  büyüklüğüne göre Akdenizin 5. Büyük adası.
GİRİT HARABELERİ
Girit’in Kandiye ve Hanya adlı iki büyük şehri bulunuyor.

Bu şehirler bize hiçte yabancı değiller. Tarih okuyanlar , Osmanlıların sürgüne gönderdikleri kişilerin bir kısmını bu kentlere gönderirlerdi.
VAİ PLAJI
DEVAMLI AKAN  HAVUZ

 
BİRSEN VE CANDAN DİNLENİYORLAR

Girit’in Osmanlılarda kaldığı , 1645 den, Girit’in bağımsızlığını kazandığı 1898 tarihine kadar geçen zaman içinde yapılan tarihi eserlerin bir kısmı hala muhafaza edilmektedir.  Girit 1913 de Yunanistan’a bağlanmış.
BÖLÜKBAŞI  İLE HAVUZ  YANINDA. BİRSEN
 VE MUSTAFA GÜLEÇ SEYREDİYOR

Girit, Dünyanın çok eski medeniyetlerinden Minoan uygarlığının da merkezi olmuştur.
Bize tahsis edilen otobüsle Knossos denen Minos uygarlığına başkent yapmış antik şehrin harabelerine çıktık.
HARABELERDE

 Bu harabelerin bir bölümü onarımda , bir bölümü, kısmen de olsa aşınmış, ama ayakta. Saraylar, kral, kraliçe odaları, salon, depo tiyatro sahneleri zamanında görev yapmışlar, şimdi ise turistlere görücülük yapmaktalar. Bu arada değişik bir zeytin türü ile dünyanın en yaşlı zeytin ağacını da gördük.
CANDAN VE BÖLÜKBAŞI HARABELERİ
DİKKATLE İZLİYORLAR

Kandiye’deki  Venedik kalesi zamanında gözlem kulesi olarak inşa edilmiş. Daha sonra genişletilerek bir kale haline getirilmiş. Kalenin  bugünkü hale getirilmesi için yeniden inşa edilmiş. Dış etkenlerden korunmak için de etrafı surlarla tamamen kapatılmış.
HARABELERDE

Girit’in önemli binalarından biri de  Kandiye kentinde bulunan  tarihi müzedir. 
HAVUZ BAŞINDA

Girit’in plajlarının da çok ünlü olduklarını dinledik. Özellikle Balos, Elafonissos, Vai,  Episkopi, Petres, Plakia ligres dikkat  çekici  plajlarındanmış.



PLAJ

Saat 11.30 da Girit’en ayrılan gemimiz, saat: 16.30 da Santorini açıklarında demirledi.


DEVAM EDECEK.

GELECEK YAZI  SANTORİNİ  ADASI.




2 Temmuz 2017 Pazar

TURİZM





YUNAN ADALARI GEZİMİZ

Burhan  BURSALIOĞLU




17 – 20 Haziran tarihleri arasında, 20 kişilik Sivas Öğretman Okulu mezunu arkadaşımla birlikte  Yunan adaları gezisine çıktık.
Aralık 2016 ayında PRONTOTOUR’un indirimli  tarifesinden istifade ederek kaydımızı yaptırmıştık. Bu konuda Prontotour’un Departman Müdür Yardımcısı  Gökçe ÇOŞUT DEMİR ‘in yardımlarını çok gördük. Kendisine  açıktan teşekkür ediyorum.
Ben bu geziye daha önce başka bir turla  çıkmıştım.  Onun için her iki gezideki  farkları burada belirtmem gereğini duyuyorum.
1- İlk gezimde valizlerimizi kendimiz taşımış, kabinlerimize kadar götürmüştük. İnerken de kendimiz indirmiştik.  Bu kez, bindiğimiz Celestyal CRUİSES gemisinde  öyle olmadı.

Pasaport kontrolünden itibaren valizlerimiz gemi  çalışanları tarafından alınıp kabinlerin  kapısına kadar götürülüp  bırakıldı. Gemiyi terkederken de valizlerimiz kabinlerin  kapısından alınarak gemi dışına kadar taşındı.
2-  Gemiye girişte, elimize  GEMİ KARTLARI verildi. Bütün bilgilerin işlendiği kart. Gemi içinde her türlü içeceğin , yiyeceğin, fotoğraf çekimi, alış veriş, adalara çıkışların, dönüşlerin işlendiği kart. Hem pasaport hem de kredi kartı gibi. Bu kartlar aynı zamanda kapı anahtarı görevini yapıyordu. İkişer adet vermişlerdi. Önceki gezide sadece tanıtım kartı vardı. Boynumuza takıyorduk.
3-  Gemi içinde yapılan anonslar 4 dille yapılıyordu. Biri de Türkçe idi. Türkleri ilgilendiren anonslar Türkçe yapılıyordu. Toplam olarak gemideki yolcu 1500 idi. Bunların sadece 40-50 si Türk’tü.
Sabah 6 dan gece 2 ye kadar tüm içkiler ücretsizdi. Diğer alışverişlerde kredi kartı geçiyordu.  İlk gezimde suya dahi para alıyorlardı.
4-  Ertesi gün yapılacak aktiviteler ve geziler, DAILY  PROGRAM  başlıklı bildiriler akşamdan kabinlerimize bırakılıyordu.  
 Programın birinci sayfasında, adaya  varış, çıkış dönüş ve geminin kalkış saatleri, otobüs numaraları, gezilecek yerler, rehberlerin adları ve telefon numaraları yazılıyordu. İkinci  ve üçüncü sayfada:  Gemi içi gece ve gündüz aktiviteleri. Örneğin:  7. Katta motosiklet yarışması, gitar resitali, çocuk aktiviteleri: 9. Katta Yunan melodileri, Yunan dansı sirtaki öğretimi.  5. Katta:  Küba müziği,  çiçek ve origamı yapma ekibine katılma, keman melodileri,yemek öncesi müzik, disko zamanı gibi bir çok  değişik gösteri ve yarışmaların saat ve programları vardı.  4. Sayfada:  O günün yemek saatleri, çay saatleri, ve her kattaki bar ve salonların açılış-kapanış saatleri belirtiliyordu.
5-  Rehberimiz  Aytunç YILDIZ adında genç, bilgili, usta bir rehber.  Ekstra gezi turlarında gösterdiği dikkat ve olumlu davranışları  grubumuz tarafından taktirle karşılanıyordu. Aytunç’a teşekkür ediyorum.
6-  Adalara her çıkıştan yarım saat önce 5. Kattaki Muses salonunda toplanarak, bize daha önce verilen   numara sırasına göre kİ (Bize,yani Türklere verilen numara 3 dü ) izdihama meydan vermemek için, öndeki numaralı grup gemiyi terk edince sıradaki numarayı almış olan grup çıkışa başlıyordu.


7-  Güvenli açısından da titiz davranılıyordu. Gemiye ilk girişte can yelekleri kullanımı  tatbikatı yapıldı. Her kabinde 2 can yeleği vardı.  Sık sık güvenlik anonsları yapılıyordu. Oda kapılarının kilitlendiğinden emin olunması, Her yerde yangın dedektörlerinin bulunması, arkadaş edinmede dikkatli olunması,  çocukların ve yetişkinlerin parmaklıklardan sarkmaması,  Tuvalet sonrası ve yemek öncesi ellerin sabunla yıkanması, önemli eşyaların kasalara bırakılması, karşılaşılacak sorunlar nedeniyle “MİSAFİR HİZMETLERİ” ne baş vurulması, “Sigara içilmez” levhalarına dikkat edilmesi, kabinde  ütü yapılmaması, ateş ve mum yakılmaması gibi tedbirleri hatırlatılması anonslarla yapılıyordu.
8-  Sağlık hizmetleri de hazırdı. Güverte de ki hastahane 24 saat  açıktı.
9-  Bu olumlu çalışmaların dışında, yolculuğumuza 2 gün kala, gemi tarafından yapılan duyuru, Prontotour tarafından bize iletilen haber hiçte hoşumuza gitmedi. Gemi yönetimi her kişi için bağlı olduğumuz sosyal güvenlik kurumundan  kimlik bilgilerini kapsayan belge istediler. Nedeni,  anladığımız kadarıyla Yunanistan’a kaçışı önlemek. Ama o belgelere kimse bakmadı. Boşuna yorulduk.
Bunları neden yazdım?  Seyahat acenteliğini herkes yapıyor. Kimisi kısa zamanda  para kazanmak, zengin olmak için kimisi de ciddi, müşterisini memnun etmek, gelecekte ilk tercihinin kendisi olmalı amacı taşımak. PRONTOTOUR  kanımca .çok ciddi, müşterisini takip ederek sorunlarını soran,yardımcı olan , elemanlarının ciddi iş yapmasını sağlayan bir  acenta. Titiz çalışıyor. PRONTOTOUR la iki yolculuğum oldu. Biri kara , biri de deniz yolu  ile.  Ömrümüz müsaade eder de üçüncü bir  seyahate çıkma imkanım olursa ,ilk düşüneceğim PRONTOTOUR olur.


DEVAM EDECEK.
SONRAKİ YAZIM: Patmos ve Girit  adaları: 

2 Haziran 2017 Cuma

SAVAŞ





ÇOK KÖTÜ GÜNLERİ YAŞIYORUZ

Burhan Bursalıoğlu

60-70  yıl Ülkemiz ne kadar huzurluydu. Arada bir sağ sol çatışması ve askeri   darbeler olmuşsa da Ulus olarak, son 20 -25 senede olanlar nedeniyle huzursuz yaşıyoruz.
 Kendi kanımca,  geçmişin bıraktığı  etkileriyle bazı  ülkelerin, özellikle ABD ve bazı Avrupa devletlerinin kışkırtmalarıyla Ülkemizi bölmek, bağımsız bir kürt devleti kurmak için ayaklanan bazı kürtler PKK  adı altında ordu kurarak, onları kışkırtan ülkelerden de yardım alarak  ordumuzla gerilla savaşına girmişlerdir.
Bu savaş uzun yıllar devam ediyor. 2002 yılında PKK nın sesi kısılmış, önderleri tutuklanarak hapse atılmış ve her gün gelen Şehit haberleri bitmişti.
2002 den sonra fırsat bulan ve  2 yıl  süren Çözüm süreci gibi bir uygulama  sonunda Doğu  Anadolu'muzun tüm kırsal alanları,köyler, mezralar,  Kato, Tendürek, Cudi,  gibi dağlarımızda mağaralarda yaşam alanları oluşturarak, silah ve yiyecek depolayıp her fırsatta Türk Silahlı Kuvvetlerine, köy korucularına karşı eylemlere giriştiler. Büyük şehirlerimizde canlı bomba katliamları yaptılar. Bunları hepimiz biliyoruz. Her gün gelen şehit lerimiz nedeniyle ülkemizde huzur kalmadı. Dost bildiğimiz ülkeler bize karşı onlara yaptıkları  yardım nedeniyle savaş hali bu kadar uzadı. Umarım PKK yı yerin dibine gönderirken , onlara yardım edenleri de yeri,n dibine gömeceğiz.
 Bunlar yetmiyormuş gibi, Suriye olayı çıktı. Ortadoğu da oluşan  terör örgütleri başımızın belası oldular.

Benim anlamadığım, başımızda bir PKK belası varken Suriye ve diğer terör örgütleri neden karşımıza aldık? Neden ABD, RUSYA, IRAK ve diğerleriyle dalaşmaya başladık?.
Savaşın iyisi, barışın kötüsü olur mu? Barış varken neden savaş?
Nedeni bilinmez ama, yaşlı insanlar savaş ilan ederler, ama ölenler gençlerdir. Bir bilge, "Barışta, oğullar babalarını, savaşta babalar oğullarını gömer " der. Bu güne kadar 8000 ne yakın gencimizi kaybettik. Bu demektir ki, Ülkemizin gücünden ve geleceğimizin teminatından kaybettik.
2 gün önce , Şırnak yakınlarında düşen askeri bir helikopterimizde, 13 subayımız şehit oldu. Tuğgeneralden, uzman çavuşa kadar olan rütbeli subayımızı kaybettik. Terörle mücadeleye giderken bu elim kaza oldu. Savaş içinde olan bir kaza. Ayrıca 3 şehidimiz de Diyarbakır'dan geldi. Bir günde 16 şehit. Ne zaman bitecek bu elim haberler? Neden başımızı bu belalara soktuk.? Bütün bir Dünya, bir damla kanın yere dökülmesine değer mi?
Tüm şehitlerimize Allahtan rahmet, Ulusumuza da baş sağlığı diliyorum.

FETO BELASI

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bir de feto belası Ülkemizin kemirgeni oldu. Devletimizin en kılcal damarlarına kadar girerek TC. yok etme emellerini gerçekleştirmeye çalışmışsa da Atatürkçü silahlı kuvvetlerin ve halkımızın karşı koymaları nedeniyle, emelleri gerçekleşememiştir. Meğer içimizde beslenen hainler o kadar çokmuş ki, 11 aydır hala temizlenemediler. Umarın onların da sonuncusu layik olduğu dört duvar arasına girer.



16 Mart 2017 Perşembe

EĞİTİM






ÖĞRETMEN OKULLARININ 169. KURULUŞ YILI

 Burhan Bursalıoğlu

Bugün, var olmayan, uyduruk olandan da mezun olanların sokaklarda başı boş dolaşarak perişan olan öğretmen okulların 169. Kuruluş yılıdır.

 Ne yazık ki, kuruluş amacını taşıyan, bu Ülkenin çağdaş  düzeye ulaşması, teknoloji, tarım, iktisat, bilim ve kültür gelişimi  için ant içen  öğretmen yetiştiren okullar yok artık.  Geçmişine özveri ile sadık kalan öğretmen okulu mezunu öğretmenler 16 Mart’ı unutturmamak için her yıl çeşitli şekillerde kutlama yapmaktayız. Kutlamalarımıza birzcık yöneticilerimiz de katılmış olsalar, ciddiye alsalar umarım ki yeniden bu okullara kavuşuruz.

Öğretmen Okullarının geçmişine bir göz atacak olursak:
16 Mart 1848 tarihinde, sadece öğretmen yetiştirme amacına yönelik, Abdülmecit döneminde, Ahmet Cevdet Paşa’nın öncülüğünde, İstanbul’da darülmuallim okulu açıldı. Bu okul, zaman, zaman değişikliklere uğradı. 1870 de darülmuallimin-i sübyan, 1877 de darülmuallimin-i idadi, 1891 de darülmuallimin-i ali olarak , öğretmen yetiştirme sınıflarına göre adları değişti. Okula medrese öğrencileri alınıyor, 2 yıllığı okuyan ilkokul, 3 yıllığı okuyan da lise öğretmeni oluyordu. Öğrencilik dönemlerinde maaş alır, mezun olunca da 80 altın, donanım bedeli ödenirdi.

TBMM. Döneminde, Bilim Kurulu tarafından okula, “Yüksek Muallim Mektebi” adı verildi. 1924 de, Erkek Muallim Okulu adı ile, Malatya, Burdur, ve Diyarbakır’da açıldı.
Şehir ve kasabalara öğretmen yetiştiren Muallim Mektepleri dışında, köy ve kırsal alandaki okullara öğretmen yetiştiren okullar yoktu. Buna çare arayan eğitimciler, 1935 de başlayıp 1937 de ki denemelerden sonra 1940 da yasal olarak kurulan Köy Enstitüleri, köy ve kırsal alan okullarına öğretmen yetiştirmeye başladı.


Girişimciliğe, gelişmeye ve yeniliğe dayalı, imkansızlıklar nedeniyle, adı - sanı duyulmayacak binlerce çocukları yetiştiren, memlekete kazandıran, aynı zamanda, yatılılık özelliğiyle, sevgi ve arkadaşlık duyguları geliştiren Öğretmen Okulları, mesleki birikim ve heyecanın kazandırıldığı, birlik ve beraberlik duygularının geliştirildiği, körpe beyinlerin, Yurt ve insan sevgisiyle şekillendirildiği aydın kişi olarak, insanlığa kazandıran bu eğitim yuvalarında yetişen öğretmenlerin, 1973 de çıkarılan, 1739 sayılı, Milli .Eğ. Temel kanunu gereğince, yüksek öğrenim görme zorunluluğu getirildi. Bu nedenle, İlkokullara sınıf öğretmeni yetiştirme amacıyla, 1974-75 öğretim yılından itibaren Öğretmen okulları nın bir kısmında, 2 yıllık Eğitim Enstitüleri açıldı. Yine aynı yasa gereği, Öğretmen okulları nın sayıları azaltılarak, kalanların da Öğretmen lisesi olarak adları değiştirildi. Buradan mezun olanlar öğretmen olamıyor, Eğitim enstitüleri ne gidebiliyorlardı.

M.Eğ.Temel kanununda, öğretmeni tarif ederken “ Öğretmenlik; genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyonla sağlanan özel bir ihtisas mesleğidir” der. Uygulama ise bunun tam tersi olmuştur. 1982 yılında 41 sayılı kanun hükmündeki kararname ile, 2 yıllık Eğitim Enstitüleri, Eğitim Yüksek Okullarına dönüştürülerek, Eğitim Fakülteleri ne bağlandı. Eğitim Yüksek Okulları nın süresi, 1989-90 öğretim yılından itibaren 4 yıla çıkarıldı. Eğitim Enstitüleri, maalesef , siyasi partilerin ideoloji yatağı haline getirildi. Gün geçmiyor ki, olaylar ve ölümler olmasın. Yüksek okullardaki anarşiyi dindirme ve okullardaki açığı giderme amacıyla, 1978 de 80 bin öğretmen adayına 40 gün verilen kurslar sonucu öğretmen diploması verildi. 40 bin kişiye, mektupla öğretim yöntemiyle öğretmen diploması verilerek ilkokullara öğretmen olarak gönderildiler.. 30 günlük kursla, ilkokul öğretmenleri ortaokul ve liselere öğretmen olarak atandı. Eğitimle ilgisi olmayan, fakültelerden mezun öğrencilerin diplomalarına da “ öğretmenlik yapabilir” ifadesi ilave edilerek, öğretmen olarak atandılar.

 Öğretmen yetiştirme sistemi 1990 yıllarında iyice sıfırlandı. Değişik üniversitelerden 150 bin mezun öğrenci, ilköğretim okullarına atandı. Bunlara , hizmet içi eğitim dahi verilemedi. Milli Eğitim Bakanlığı, öğretmen yetiştiren okulları YÖK e devredince, Öğretmen okulları Genel Müdürlüğünü de kaldırdı.Yollar iyice tıkandı. Devreye giren YÖK . Dünya Kalkınma Bankası ile birlikte yürütmeye başladıkları “Hizmet Öncesi Öğretmen Yetiştirme” projesi başlatıldı. Bu projede, özel eğitim yöntemlerine ağırlık verildi. 8 yıllık kesintisiz ilköğretimin hedeflenmesi önceleri iyi karşılandı. Ama, Eğitim Fakültelerinde öğretmenlik programı derslerinin tek tipe indirgenerek, dinamizmin zayıflatılması, Eğitim Fakülteleri ne yeterli öğretim üyesi sağlanamaması, Fakültelere, ihtiyaçtan daha çok öğrenci alınması, programın başarısını, başarısızlığa itmiştir. Bu nedenle, öğretmenlik hakkını elde eden 100 binlerce aday, yıllarca kuralara katılmakta, kazananlar atanmakta, kaybedenler, bir yıl daha umutla sokaklarda iş aramaktadırlar.

Küçük yaşta, Öğretmen Okulları na alınan körpe dimağlar, zaman içinde, iyiyi, güzeli, doğruyu yanlışı ayıran, milli duyguları, Atatürk ilkelerine bağlılığı, meslek bilinciyle, sağlığını, nefesini , gençlik yıllarını, enerjisini, çocukları için harcayan ve böyle yetişen, Öğretmen okulu mezunu öğretmenlerin yerini, bir başka yerden yetişen, öğretmenlik formasyonu almayan, çocuk eğitim dersi almayan, onların seviyesine inmeyi bilmeyen kişiler tutabilir mi? Onlar, azmi, sabrı, hoşgörüyü, gönüllülüğü, yetiştiriciliği, öğreticiliği, eğiticiliği, yaratıcılığı, kurtarıcılığı, değişimciliği ve örnek oluşumculuğu öğrenmemişse, öğretmen okulu mezunuyla eşleşmesi mümkün mü? Tabii bu ifadede , mesleği gerçekten seven, kendini hazırlamış, derslerde sadece çocukların yetişmesi için gayret gösteren, sınıfında kendi özel problemlerini düşünmeyen, evinde ertesi günün hazırlığını, planını yapan, okul içi ve dışında, arkadaşlarıyla, velilerle, çevresindeki insanlarla sevgi ve saygı ile yaklaşan, her zaman ve her yerde bağışlayıcı, sorun giderici, sevilen, temiz ahlaklı ve yukarıda özelliklerini saydığım karakterde olan öğretmen ve adaylarını ayrı tutuyor, onlara ayrıca teşekkür ediyorum.

Bu arada, bizleri yetiştiren , tüm öğretmen okullarında öğretmenlik yapan, çok üstün karakter ve bilgilerle mücehhez öğretmenlerimizin özveriyle bizleri yetiştirmiş olmalarını da asla unutmuyorum... Onları saygı ile anıyorum.

SONUÇ: 169. yılını kutladığımız Öğretmen okulları nın kuruluş günü olan 16 Mart’ı davullu zurnalı geçiştirmemiz gerekirken, varlığı olmayıp, etkilerinin hala geçerliliğini koruduğu, ama yavaş, yavaş onun da kaybolduğu bir sistemin tekrar yaşatılmasını, Öğretmen Okulları nın yeniden faaliyete  geçirilmesini   diliyor ve arzuluyorum.

Öğretmen Okulları ndan mezun olan öğretmenlerin ve onlara feyz veren çok değerli öğretmenlerimizin, aramızdan ayrılanlara Allah’tan rahmet , hayatta olanlara sağlıklı uzun  ömürler   diliyor, 16 Mart’larını kutluyorum.

2 Eylül 2016 Cuma

SANAT






RISING  STAR   TSM  ve  THM  ne  ÖNCELİK TANIMALI


Burhan  Bursalıoğlu


TV8 Kanalında yayınlanan  RISING STAR , sesi ve yorumu güzel olup, star olabilecekleri seçme amaçlı bir program.
4 juri ve belli sayıda seyirci topluluğundan  oluşan karar organı, yarışmacıların ve ailelerin geleceğini etkilemekteler.
Program, eğlenceli ve seyirciler tarafından sevilmekte.
JÜRİ

Programı ben de izliyorum. Ama diğer  izleyiciler gibi eğlenemiyorum, neşelenemiyorum.  Aksine, üzülüyorum, sinirleniyorum ve kaygı duyuyorum.
Nedenine gelince:
ACUN 

Program  ACUN ILICALI  programı. Her yatırımcı gibi Acun’un da amacı para kazanmak. Çok ta kazanıyor. Allah versin daha çok kazansın. Kanal olarak  yaptığı programlar tutuluyor ki, tüm kanallar arasında en uzun reklam süreci TV8 de.
HAFIZ  BURHAN

Program yapılırken, toplumun  hassasiyeti düşünülmelidir.  Benim şu anda yaptığım gibi kaygılandırmamalıdır. Elbette dört dörtlük program yapmak mümkün değildir. Ama yaklaşımlar mümkündür.
 4 kişilik jüri zaman zaman  ciddiyetten  uzaklaşıp, yapılan şakalar sınırı aşmaktadır.  Birbirlerine karşı aşırı samimiyet, 
SAFİYE AYLA

MÜNİR NURETTİN SELÇUK
 Yarışmacılar için verdikleri kararlar o kadar ters oluyor ki, ses ve yorumu  vasat olan bir yarışmacı tur atlıyor, ama, sesi ve okuduğu  şarkının yorumu mükemmel olan bir yarışmacı elenebiliyor.  Bir şarkıcıyı dinlerken, tereddüt ettikleri karar aşamasında, birbirlerine bakarak yardım bekledikleri oluyor. Bazen , butona basmayan arkadaşının butona basması için baskı yaptıkları gözden kaçmıyor. 
MÜZEYYEN SENAR

Oy veren bir kısım seyirci ve jüri, sahnede okunan şarkının  türüne göre olumlu veya olumsuz puan vermekteler. Ne tür şarkı olursa olsun, önemli olan yarışmacının ses ve yorumudur. Bu nedenle,bence sonuçlar adil olmamaktadır.
ZEKİ MÜREN

Yarışmanın şu andaki bölümü ise tamamen  haksızlık. İlk turu atlayanlar, üçüncü  tura geçmek için ikişer ikişer eşleştiriliyor, yani birbirlerine rakip oluyorlar.
Rakip yarışmacılardan ilki şarkısını okuyor, yorumunu yapıyor, aldığı puan ekrana  yansıtılıyor.  Puan veren seyirci ve jüri bunları görüyor.  İkinci şarkıcı şarkısını  okurken, jüri  ve puan veren seyirci, ilk yarışmacının  aldığı puana göre bu ikinci yarışmacıyı değerlendiriyor. Bu pozisyonda haksızlıklar oluyor. Jüri üyeleri de zaman zaman pişmanlık duyduklarını itiraf ediyorlar. Öyle başarılı yarışmacılar eleniyor ki insan üzülüyor

Bence, ikinci yarışmacının şarkısı bitene kadar, ilk yarışmacının aldığı puan, jüri ve puan veren seyirciye gösterilmemelidir. Ha, bu nasıl olacak? Onu Acun düşünsün.
YAŞAR ÖZER

Jürinin, şarkı sonunda  yarışmacı hakkında yaptığı yorumlar, genelde, yarışmacıyı motive eder  derecesinde. Bazılar var ki, bence kaçamak laflar.
“SESİN GÜZEL, YORUMUN GÜZEL, PERFORMANS İYİ AMA DUYGU YOK” 
YILDIRIM GÜRSES

  Arkadaş sen duyguya mı yoksa sese,yoruma mı oy veriyorsun?  “SESİN VE YORUMUN İYİ AMA SEÇTİĞİN ŞARKI SANA GÖRE DEĞİL” Şarkıcı türüne göre şarkı söylüyorsa, o türün hepsini söylemesi gerekmez mi?  “BEYİNLE KALP ARASINDA BAĞLANTI KURAMADIM”  Sen doktor musun?  “İLK ELEMEDE ÇOK İYİ İDİN, SESİN YORUMUN  MÜKEMMELDİ, ÇOK YÜKSEK  PUAN ALDIN AMA, BU GECE ÇOK  HEYECANLI İDİN , ONUN İÇİN BUTONA BASMADIM.”  Heyecan neden gösterilerek  elenen bir çok yarışmacı adına üzülmemek elden gelmiyor. “BENİ ALDI GÖTÜRDÜ”  Nereye gittin Mustafa?
NESRİN SİPAHİ

SELAHATTİN PINAR
Eşleşmeler de adil olmuyor. İki rakipten biri Türkçe sözlü şarkı söylüyor , diğeri ise ya pop ya hip hop ya da rock söylüyor. Bu zıt türler nasıl   aynı kareye sığdırılıyor anlamıyorum.  Bu türlerin seveni de var sevmeyeni de. Adam sevmediğine oy vermeyebilir. Aynı türü okuyan yarışmacıları birbirine rakip yapmak daha adil olmaz mı?
HAMİYET YÜCESES


Program yalnız Türk’leri  kapsamıyor. Yarışmacılar arasında, Türkistan’lı, Azerbaycan’lı,  Özbek, Sırp,  Gürcü, Boşnak  vatandaşları da var.  Diyelim ki bunlardan biri yarışma sonunda  birinci geldi ve  ödülü aldı. Bunun Türkiye’ye ne faydası olacak?. Türk sahnelerine çıkıp seyredebilecek miyiz. O kendi lisanı ile söylediği şarkıları anlayacak mıyız, bundan zevk alacak mıyız?
ALAATTİN  ŞENSOY

Neyse, benim aslında değinmek istediğim , Türk Sanat Müziğinin yok olmasına  çanak tutulması.
Ne yazık ki son 30-40 yıl Türk Sanat Müziği unutulmuş.  Hip hop, pop, Punk ve rock gibi türler Türk Sanat Müziğini  diplere itti. Birkaç radyo ve TRT Müzik kanallarından başka  diğer kanallar, TSM tamamen unutmuşlar.
MUAZZEZ ABACI

ALAADDİN YAVAŞCA
ARİF SAMİ TOKER
Aşk, duygu ve hüzün olgularını nağmelerle  bizleri coşturan, düşündüren zaman zaman  ağlatan, kadehleri şereflendiren şarkılarımız nerede? Güzel sesleri ile , Onları dinlemek için  her türlü yorgunluğumuza rağmen koştura koştura gittiğimiz  salonlar nerede?
SADETTİN KAYNAK

  Nerede Hafız Burhan’lar, Hamiyet  Yüceses’ler,  Safiye Ayla’lar nerde?  Zeki Müren'ler, Selahattin Pınar, Şerif İçli, Sadettin Kaynak,  Münir Nurettin Selçuklar  neredeler? İnci Çayırlı, Adnan Şenses,,Yaşar Özer, Yıldırım Gürses'lerin kemikleri sızlamıyor mu?  Nesrin Sipahi,  Arif Sami Toker, Alaattin Şensoy, Alaattin Yavaşça’lar Unutuldu mu?  Behiye Aksoy, Müzeyyen Senar'lar gittiyseler unutulmaları mı gerek? Ahmet Özhan, Bülent Ersoy, Emel  Sayın, Muazzez Abacı, Mustafa Keser’ler  uyutuluyorlar mı?
BEHİYE AKSOY

Özlemini çekiyoruz şarkılarımızın.  Sesleri olmasa da şarkılarını dinlemek istiyoruz.
Bu amaçla Rizing Star ‘a güvenmiştik. Belki bol bol TSM dinleriz diyorduk.  Güvenimiz kursağımızda kaldı. Programı izlerken, çıkan şarkıcıların TSM söyleyenlerin parmak sayıları kadar olmadığını esefle gördük.
Arada bir sepetten çıkan Türk Halk Müziğini coşku ile alkışlayan, oynayan seyircilerimiz THM ve TSM ne ac.
BÜLENT ERSOY

EMEL SAYIN
Bu tür yarışmalar planlanırken, acaba, TSM ve THM  nin yeniden canlanmasını, özellikle yeni yetişen  gençlere sevdirilmesi için bazı  şartlar getirilemez mı? Örneğin : Rizing Star için yarışmaya  katılanların veya yarışmada, ön elemede seçilenlerin  yarısının TSM ve THM söylemesi şart koşulamaz mı. Acun’un  görüşüne kalmış. Ben Acun’a , bu teklifimi düşünmesini  öneriyorum. Ayrıca yarışmacıların sahneye çıkarken kılık kıyafetlerine kıstas getirilmeli. Sokak kıyafeti ile 80 milyonun karşısına çıkmak bence bu topluma hakarettir.
ŞERİF İÇLİ

Ayrıca, tüm medya, görsel yayınlar, Milli Eğitim Bakanlığı, Turizm Bakanlığı, Üniversiteler,  müzik dernek ve yan kuruluşları, aileler ile halen çalışan sanatçıların TSM ve THM nin yeniden uyanması için gereken her türlü  çabayı göstermelerini istiyor, ve bunun milli bir görev olduğunu hatırlatıyorum.
AHMET  ÖZHAN
 İleride bu Milletin, sizden nefret etmesini istemiyorsanız, kolları sıvayın.


16 Ağustos 2016 Salı

MİLLİ SPOR







TÜRK  SPORUNA  MİLLİ  DİYEBİLİR MİYİZ?  

Burhan Bursalıoğlu

Son yıllarda, sporumuzda bir  şeyler oluyor.  Yarışmalarda göğsüne ay yıldızı takmış, Türkiye adına madalyalara koşmaya çalışan esmer, Türkçe bilmeyen insanları görüyoruz.
Bunlar kimler, nerden gelmişler, neden gelmişler sorularının cevabını alınca şaşırıyoruz.

Spor Bakanlığının istekleri ile, aradaki aracılarla, Afrika’nın  fakir ülkelerindeki isim yapmış sporcularına yapılan  tatmin edici teklifler sonucu Ülkemize getiriliyor, Vatandaşlık veriliyor ve “haydı aslanlar, bize madalya getirin” deniyor.
Bunlara ne gibi imkanlar tanınmış bilinmiyor. Sorulara cevap da verilmiyor.  Ama Ülkemizin yerli sporcularını imrendirecek  olanaklar sağlandığı bir gerçek. Ayrıca her getirilen madalya ve  rekorlar için de altın, ev ve araba  hediyeleri de caba.
Doğru oturup , doğru konuşalım.

Bu devşirme sporcular, Türkiye sınırları içinde mi doğmuşlar? Hayır.
Bunlar Türkçe biliyorlar mı? Hayır.
Türk kültürünü almışlar mı? Hayır.
Türkiye sınırları içinde aile bağları var mı? Hayır.
Hatta ve hatta, Türkiye’yi bir Dünya  haritasında gösterebilirler mi?  Belki, kendilerini devşirmeye gelenler haritada Türkiye’yi gösterip, “Bakın çok yakınsınız. Sık sık Ailelerinizi görmeye gelebilirsiniz” gibi ikna sözleri söylenmiş olabilir . Ama gene de şu anda gösterebileceklerinden şüpheliyim.

Bunlar, vatandaşlığa alındığına göre,  Vatandaşlık görevlerini biliyorlar mı? Zannetmiyorum.
Askerlik yapacaklar mı?  Yani, Türkiye için savaşacaklar mı? Asla.
Öyle ise, bunlar bize madalya getirsinler diye mi satın alıyoruz. Bunlara harcanan  yedekte çok paramız varsa, yerli sporcularımıza harcansa daha Milli olmaz mı?

Bunlara gösterilen yakınlıktan maksat, yarışmalarda, Bayrağımızın göndere çekilmesi ve İstiklal Marşımızın  çalınması mı?  Maksat bu ise ki, bu olduğunu zannediyorum, bunu, bayrak sevgisinden yoksun, İstiklal marşımızı bilmeyen bir insandan beklemek yüreğimi acıtıyor. Çünkü onlar, İstiklal marşımız çalınırken, Bayrağımız göndere çekilirken, bizler gibi duygulanmaz, göz yaşı dökmezler.

 Onlar  o atmosferde sadece alacakları  altın sayılarını, evlerin  şeklini,  değerlerinin ne kadar ettiğini ve gelecek hediyeleri düşünürler. Aldıkları başarılı derecelerdeki gösterdikleri sevinç, göğüslerindeki bayrak için değil, kendileri içindir.
Ayrıca bu devşirme vatandaşların, yarın bir başka ülkenin vatandaşı olmayacağı garantisi var mı? Yok.

Pekala , yukarıda söylediğim amaç dışında, acaba,  “Benim zamanımda….. bu kadar  madalya alındı, şu kadar rekor kırıldı, Türk sporu benim zamanımda altın devrini yaşadı “ gibi  böbürlenmek için, bu yolu deneyen yöneticiler mi var?
Zamanla ortaya çıkar.

Avrupa  Atletizm yarışmasına 48 sporcuyla katıldık. Bunların 16 sı devşirme.  % 30 ediyor.
Rio Olimpiyatlarına  103 sporcuyla katılıyoruz, 25 i devşirme. % 25  ediyor.
Avrupa Atletizm Şampiyonasından 9 madalya getirdiler, Rio Olimpiyatlarında dökülüyorlar.

Her iki Uluslar arası  yarışmalara , göğüslerinde Ay yıldız olan yarışmacıların asıl ülkelerine göre sayıları ve branşları:
KENYALI:  8  SPORCU . ATLETİZM
ETİYOPYALI:  5  SPORCU.
JAMAİKALI:  2  SPORCU.
UKRAYNALI:  3   SPORCU.
ETYOPYALI  2  SPORCU.
ÇİN Lİ:  5  SPORCU.
KÜBALI:  1  SPORCU

BULGAR:  1  SPORCU.
ABD Lİ:  1  SPORCU.
FRANSIZ:  1  SPORCU.
GÜRCİSTAN LI:  1  SPORCU.
AZERİ:  1  SPORCU.
TÜRKİSTANLI: 1  SPORCU.
 RUS:  1 SPORCU.
MACAR 1  SPORCU
DAĞISTANLI:  1 SPORCU
ÖZBEKİSTANLI:  1  SPORCU

Bunlar sadece  yarışmaya katılanlar. Çalışmalara devam edip sırasını bekleyen de bir çok devşirme var.

Bu listede dikkatimi çeken ve kahreden , Rusya dan  devşirdiğimiz güreşçi.  Türkistan dan aldığımız halterci.
İnanın Ülkemiz ne durumlara  düşmüş haberimiz yok.
Bir zamanlar Dünyayı titreten güreşçilerimizin kemikleri sızlıyordur. Hala sağ olanların da herhalde yürekleri  kan ağlıyordur. Dışardan güreşçi siparişi  veriyoruz. Ayıptır, ayıp. Utanmak lazım.

Bunlar altın alsalar ne yazar? Sevinemiyorum, gururlanamıyorum.20- 30 bin nüfuslu ülkelerden gelen yarışmacılardan  beklenen başarıya sevinenler, Sadece, onları satın alanlar olsa gerek.
Soruyorum, sporun başında bulunan yöneticilerden. Ve onlara satın alma yetkisi veren yöneticilerden kaçı Ülkemizi yurt  dışında   sporcu olarak temsil etmiştir. Bunlar, Yurt dışında Ülkesini temsil eden  yerli sporcularımızın, heyecanını, duygularını, göndere çekilen bayrağımızın   nazlı nazlı dalgalanışı, İstiklal marşımızın çalınmasında dökülen göz yaşlarının manasını biliyorlar mı? Bilemezler. Çünkü onlar Türk sporcularının önlerini kestikleri için, ihanet etmiş oluyorlar.

EŞREF APAK – ASLI ÇAKIR  ALPTEKİN – SÜREYYA AYHAN – NEVİN  YANIT – GAMZE  BULUT – FATİH  AVAR- EMEL DERELİ – KAYA  SALMAN  gibi yetenekli sporcularımıza  gereken ilgi ve takip gösterilse, , sadece yarışma arifesinde aranan, diğer zamanlarda, yarışmacıların, neler yaptıkları, nerede kaldıkları, neler yedikleri merak edilip takip edilselerdi, dopink olayı olmazdı. Yüzlerce, binlerce sporcu adayı  korumaya alınmış olsa idi, Afrika pazarlarında, diğer ülkelerin kenara itilen  sporcularını  almaya gerek kalmazdı. 

Yerli sporcularımızın başarısı 3-5 kişiyi değil, 8o bin kişiye göz yaşı döktürürdü.
Alman federasyonu Başkanı Clemens Prokop, Avrupa Atletizm Şampiyonası sırasında: “ SPORCU DEVŞİRMEDE İSTİSMAR VAR. BU TAM BİR MASKARALIK” deyip, sorununun üzerinde duracağını ilave etmişti.  Alman ve Hollanda  basını  da: “ CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN TAKIMI, BAŞARIYI  PARA İLE SATIN ALIYOR”  diye manşet atmışlardı.
Bu  işe bir çare bulunsun.  Devşirmeler zaten olimpiyatta dökülüyorlar. Haklılar, rahatlık varken  kim düşünür madalyalı.

Şimdi son bir sorum: Her iki  büyük yarışmalara götürülen spor ekibimize  MİLLİ  diyebilir miyiz?

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ