14 Ekim 2011 Cuma

EDEBİYAT

KİŞİSEL GELİŞME, TOPLUMSAL GELİŞ !!!

3. BÖLÜM

Kendini kendin için değil toplum için geliştirmek istiyorsan öncelikle tarih okumalısın. Ama her türlüsünü. Tarih okuyacaksın ki şunu göresin: Toplumları batıran bilhassa ve başta yöneticiler olmak üzere; toplumu ve / veya  ülkeyi oluşturan halkın şahsi menfaatlerini toplumun menfaatlerinin önünde ve üzerinde tutması ve bunu sağlamak için de aklına gelecek başta inanç olmak üzere ve bilhassa manevi her türlü olguyu sömürmesidir. Mal edinme, mülk edinme hırsıdır.

            Şunu da öğreneceksin. Bu uğurda yapılan ilk ve en önemli uğraş ise halkı mal konumuna getirmektir. Ve maalesef halk da üç kuruşluk kısa dönem menfaati için haysiyetini satmaya, kolay yoldan kazanmaya dünden razı olduğu için acele mal gibi görünmeyi seçer, hatta daha da mal olur eder.

Tarih okudukça toplumları yıkan diğer hataları da öğreneceksin.

Bilim tarihi de oku. Oku ki bilim adamları ne gibi hatalar yapmışlar veya özverilerde bulunmuşlar da bugün hayatımızı kolaylaştıran bir çok icat alet edevat ne gibi dertler aşılarak bulunmuş gör. Ve okuyun da siz biz üç kuruş daha fazla para kazacağız diye birbirimizin gözünü oyarken millet nelerle uğraşmış. Senin tiyatro sahnesinde rol yapabilmek için kullandığın her şeyi bugünlere getirebilmek için ne günler ne geceler harcamışlar. Aşağıda yazacağım gibi bazıları beş kuruş para istememiş bunlar için.

            Okudukça şunu da göreceksin: Tarihin hangi döneminde olursa olsun; hangi toplum olursa olsun; tüm dinlerde ve hatta tüm toplumsal ideolojilerde malın, mülkün, mevkiinin hikmetinden bahseden bir tane kalıntı YOK. Parayı, malı, mülkü ve bunları kazanmak için ne yaparsan yap ideolojisini öven herhangi bir satır YOK.

Neden ?

Dünya tarihi daha önce hiç Rockefeller mı görmedi, yoksa hiç Vehbi Koç’ a mı denk gelmedi ?

Yooooo. Firavunlar var, Karun var, Büyük İskender var, Sultan Süleyman var…

Bizim bilmediğimiz kim bilir ne mal mülk, şan şöhret, mevkii sahipleri gördü bu dünya. Ama onların devirlerinden kalanlar da dahil olmak üzere; verilen öğütlerin hepsinde bahsedilmeyen tek şeydir çok mal mülk edinmek. Daha fazla kazanma hırsı. Ama binlerce yıldır da insanların bir türlü ders almayıp, yapmakta ısrar ettiği şeydir. Toplumsal kökeni nereye ve niye oraya dayanır bilmiyorum, henüz onu öğrenemedim ama bugünkü değimiyle acık BATI felsefesidir

-         Amaca ulaşmak için her yol mübahtır !

Ama en azından benim mensubu olduğuma inandığım oryantal zihniyet der ki

-         Sonuca götürmese de seçilen yol daha önemlidir !

Ve geçmişten kalan tüm tavsiyeler bilgeliği, bilginin üstünlüğünü, elindeki ile yetinmenin, kanaatkarlığın, paylaşmanın faziletini över; malın mülkün paranın değil. Toplumsal olarak gerçekten gelişebilmek, topluma faydalı olabilmek için bu mertebeye ulaşmış olmak gerekir. Geçmişten bazı örnekler verelim. Her kesin bildiği bir söz.

-         Gölge etme başka ihsan (büyüklük) istemem.

Bu lafı herkes bilir ama kimin söylediğini çok az kimse bilir. Bunu söyleyenin Diyojen olduğu söylenir. Ama Sinop’ lu ve filozof olan Diyojen, Bizans kumandanı Romen Diyojen değil ! Gündüz vakti eline fener alıp, sorana da

-         Dürüst insan arıyorum

diyen filozof Diyojen söylemiş. Kime söylemiş ? Büyük İskender’ e. Zamanının dünya fatihi olan Büyük İskender’ e. Niye ve ne zaman söylemiş ? Büyük İskender kendisine

-         Sen çok ünlü bir düşünürsün. Yeter ki bana danışman ol, sonra dile benden ne dilersen

dediğinde… Diyojen ne demiş ? Kendine ev olarak edindiği fıçının içinden yan gözle baktıktan sonra

-         Kitap okuyorum, o nedenle yeter ki gölge etme, başka da bir büyüklük istemem

demiş. Yani sadece danışmanlığını ve paranı pulunu al da git demiş.

Başka bir olay, başka bir söz:

-         Daireleri bozma…

Bu sözü söyleyen ise aslında Diyojen’ den daha meşhur, daha doğrusu sokaktaki dallamanın tanıma ihtimali daha fazla olan biri. Aslında bu sözü söyleyip söylemediği kesin değil ama söylemiş olabileceğinden kimsenin kuşkusu yok. Söyleyen başka bir sözü ile de meşhur. Kralın kendine verdiği problemi çözdüğü anda kapıldığı heyecanla

-         Buldum (Eureka) !

diyerek çırıl çıplak  hamamdan sokağa fırlayan Arşimed (Archimedes)’ dir bu sözü söyleyen. Kime söylemiş. Bir Roma askerine. Yere çizmiş olduğu daireler üzerinde hesap kitap yaparken; kılıcını sallayaraktan kendisini öldürmek üzere koşturan Roma’ lı askere daireleri gösterip söylemiş

-         Daireleri bozma…

diye.

            Kişisel gelişim kitaplarının yazdığı martavalları okursan bu iki adamın kişisel olarak kesinlikle gelişmediğine kanaat getirirsin. Baksana zavallı, gelişimi bozuk, eksik Arşimed’ e !!! Askeri kendisini öldürmemesi için ikna edememiş.

Başka bir kitaptan taze okuduğum bir bilgi olarak yine Ortaçağda yaşamış olan Petrus Peregrinus için yazılmış bir yazı (Vurgu için bu alıntıyı yapmama neden olan yerleri büyük harfle yazdım):

            “Deneysel bilim alanındaki başarılı çalışmalarından dolayı övgüye değer tek adam tanıyorum, yalnızca bir adam. TARTIŞMALARDA SÖZÜNÜ ESİRGEMEZ: Aklın, bilgeliğin yolundan ayrılmaz; çünkü aradığı huzuru orada bulur. Yarasalar örneği başkalarının karanlıkta belli belirsiz görmeye çalıştıklarını, o, gün gibi açık seçik görür; çünkü bir deney ustasıdır. Doğa, tıp, kimya gibi yeryüzünde ya da gökyüzünde neler varsa, hepsini deney yoluyla öğrenir. Kendisinin bilmediği şeylerin sıradan insanlar, kocakarılar, askerler ve çiftçilerce bilinmesi onun ağırına gider. Bu nedenle, her çeşit metal ya da maden işleyenlerin çalışmalarını gözünü dört açarak izler. Savaş, silah yapımı ve avcılık konularında bilmediği yoktur. Tarım, arazi ölçme ve çiftçilik konularını yakından inceler. İlaç yapma, fal açma, büyü yapma gibi kocakarı, hokkabazlık, sihirbazlık uğraşılarının yanı sıra, ruh çağırma, cin toplama gibi öz boyama yöntemleri üstüne de ayrıntılı notlar tutar. Kısacası, merak uyandıran ne varsa hiç biri onun gözünden kaçmadığı için sihirbazların göz boyacılığını kolaylıkla açığa vurabilir. Eğer felsefe olgunlaştırılacak ve bundan güvenle yararlanılacaksa, O’ nun çalışmalarına başvurmak kaçınılmaz olur. SÖZ KONUSU OLAN ÖDÜLSE, ONU NE ALIR NE DE BEKLER. KRALLARA, PRESLERE YARANMAK İSTESE, O’ NU ONURA, VARLIĞA BOĞACAK PEK ÇOK KİMSE BULUNURDU; YA DA ÇALIŞMALARININ SONUÇLARINI PARİS’ TE SERGİLEYECEK OLSA, TÜM DÜNYA O’ NUN ARDINDAN KOŞARDI. BUNLARIN HER İKİSİ DE O’ NU BÜYÜK BİR ZEVKLE YAPTIĞI DENEYLERİNDEN ALIKOYACAĞI İÇİN, O VARLIĞI DA ÖDÜLÜ DE ELİNİN TERSİYLE İTER; ÇÜNKÜ BİLGELİĞİ SAYESİNDE ONLARI, İSTEDİĞİ AN ELDE EDEBİLECEĞİNİ ÇOK İYİ BİLİR.”

            Yine bir ibret öyküsü:

            Marie ve Pierre Curie…

Kısa zaman içinde bir endüstri dalı haline gelen radyum yalıtma sürecinde kullandıkları yöntemin patentini alarak kolayca bir servet yapabilecekken, isteyen her kişiye ve şirkete ellerindeki bilgileri hiç sakınmadan verdiler. Marie şöyle diyordu:

            - Eğer buluşumuzun gelecekte ticari bir piyasası olacaksa bu asla üzerinden kazanç sağlamamamız gereken bir rastlantıdır. Ayrıca, radyum hastalıkları iyileştirmede kullanılacak. Bundan çıkar beklemek bizim için mümkün değil

demiştir. Pierre de ona katılarak

            - BİLİMİN RUHUNA AYKIRI DÜŞER

demiştir.

Bu felsefe ile baktığın da Madam Curie mi daha muteberdir, yoksa çok büyük ve verimli bir mucit olmakla beraber her icadına patent alan, hatta rakibinin keşfinin kendisininkinden daha üstün olduğunu bildiği halde, sırf kendi para kazansın diye insanları bir sürü yalan ve yanlış deneylerle kandıran Edison mu ? Hatta belki inanmayacaksın ama rakibi olan Nikola Tesla’ nın metodunun kötülüğünü ispatlayabilmek amacıyla bir sürü köpeği elektrik vererek öldüren, elektrikli sandalyeyi icat eden Edison’ dur. Şimdiden yazayım. İnanmayıp araştırınca bunun böyle olmadığını yani elektrikli sandalyeyi başkasının bulduğunu göreceksin ama gerekli her türlü bilgiyi ve yardımı Edison’ un verdiğini de araştır. Yani saman altından seller akıtmayı da ihmal etmemiştir.

Ama bugün dünyanın her yerinde rakibin sistemi kullanılmaktadır.

Ama gene de büyük bir mucit olarak Edison’ un hakkını tekrar, tekrar iade edelim.

Tesla’ nın ise kablosuz enerji transferi gerçekleştirdiğini dair görgü tanığı ifadeleri var. Ve bu konuyu ABD’ nin laboratuarlarında gizli olarak sakladığına dair (komplo) teoriler(i) bile var.

            İşin en tuhaf ve çirkef tarafı da budur zaten. Maalesef öğretiler de bu patent üzerine kuruludur. İnsanların %95’ i telefonu kim icat etti sorusuna Graham Bell diye cevap verir. Halbuki mucidi değil patent başvurusunu ilk yapan veya patent başvurusu ilk sonuçlanan kişidir Bell. Yoksa o dönemlerde icat edilen epeyce telefon vardır.

Yine aynı kitaptan alıntı diğer bir örnek:

            (Sir Oliver) Lodge 1894 yılında İngiliz Bilim Geliştirme Derneği’ nin yıllık toplantısında icat ettiği verici aletleri tanıttı. Yaklaşık 55 metrelik bir uzaklığa Mors alfabesiyle sinyaller gönderdi ve telsiz telgrafın sunacağı olanakları anlattı. O sıralarda Lodge, telsizle iletişim konusunda bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yakından takip ediyordu ve bu alandaki bilgisi oldukça fazlaydı. Bunun yanı sıra, bu konunun gelecekte çok büyük bir etkiye sahip olacak yönleri üzerinde de çalışmalarda bulunuyordu ki bunlar arasında en önemlisi “seçici akort” tu. Bu buluş, telsizle iletişimden yararlanan kişilerin daha düşük frekanslarda haberleşmelerini sağlayacak ve böylelikle başka sinyallerin araya girmesini engelleyecekti. Nasıl olduysa Lodge, 1897 yılında İSTEMEYE İSTEMEYE de olsa, ilk buluşlarını da kapsayacak bir patent almak için başvuruda bulundu. Hatta tasarlamış olduğu telsiz cihazlarının imal edilmesi için bir firmayla sözleşme bile imzaladı. Ama ne var ki bütün bunlardan sonra bile İNANDIĞI İLKELERDEN VAZGEÇMEYEREK bir fizikçi olarak kaldı. PATENT YÜZÜNDEN BİLGİNİN KISITLANACAĞINDAN ENDİŞELENEN ve yüzyılın sonunda yeni kapılar açan fizik dallarına meraklı olan Lodge, asla ticari açıdan kazanç sağlayacak bir telsizle iletişim sektörünün arkasında yer almadı. Aslında böyle bir sektörde yer alması için yeterli olan bilimsel ve teknolojik birikimden ÇOK DAHA FAZLASINA sahipti; ama iş dünyasına yönelik hevesten, şevkten, yani kısacası iş dünyasının talep ettiği tarz bir kişilikten yoksundu (benim notum: yani adam gibi adammış)

            Ama sözü edilen bu özelliklerin eksik olmadığı biri vardı: Guglielmo Marconi...

            Ve Lodge’ un telsiz telgrafının patent başvurusunu O yaptı ve bugün tüm dünya kablosuz iletişimin mucidi olarak maalesef onu tanıyor. Bu aralar benim de patent araştırmaları yapmak gibi bir mecburiyetim var bu nedenle çok sık rastladığım bu patent işinin de bu saçmalığı taaaa o zamanlardan başlamış. Fikir başkasının ve tüm bilim dünyası biliyor ama patenti alan Lodge’ un birikiminin yanından geçemeyecek olan Marconi olmuş. Yukarıdaki satırları aldığım kitaptan başka bir alıntı:

            Marconi’ nin getirdiği yenilikler patent için yeni ve özgün olma açısından ÇOK AZDI ama mevcut yöntemlerin, teçhizatların ve devrelerin birer MÜLK olduğunu iddia eden ilk kişi Marconi’ ydi...

İşte gördüğün gibi maalesef kablosuz iletişimi keşfeden Marconi değildir ama patenti Marconi’ ye aittir. Şimdi içinden keşke patent denilen olay olmasaydı diyorsun değil mi ? Ama o durumda, insanların icat veya keşif yapması için de herkesin bir Lodge veya bir Curie olması lazımdı. Yoksa kimse para kazanamayacağı için kimse icat yapmaz veya hobi olarak evinde saklardı. Çünkü bilim adamı bile olsa toplumsal gelişim için çabalayan insan sayısı gördüğün üzere çok fazla değil !!!

DEVAMI :   17 EKİM  2011  de

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ

  CUMHURİYET Burhan Bursalıoğlu Bu gün Cumhuriyetimizin 99. Yıl dönümü. 99 yıl önce bugün, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşla...