E V L E N İ Y O R U M
Burhan Bursalıoğlu
Dünya’da teknoloji geliştikçe, yeni yeni elektronik buluşlar yapıldıkca, insanın yaşantısı da kolaylaşmaktadır. En basitinden bir örnek verirsek, cep telefonlarıyla her yerden her tarafa, nerede olunursa olunsun, neyle meşgul olunursa olunsun 11 rakam tuşlanınca karşına görüşmek istenen muhatabın yüzü çıkıyor, o da seni küçük ekranda görerek karşılıklı konuşma imkanı bulunabiliyor. Ve ya o küçük aletle TV kanallarını buluyor, istenilen yayındaki program seyredilebiliyor veya istenilen radyo kanalı bulunup sesli dinlenebiliyor. 3 G mucizesi ise bir alem. İnternete girip istediğin yapabiliyorsun. Bankana gir bütün işlemlerini yap. Bu teknolojinin basit , fakat faydalı bir gelişmesi. İnsanlık uzaya çıkıyor, aya adam gönderiyor, Mars’a, Mars’ın coğrafi durumunu incelemek için uydu gönderiyor, uydularla Dünya’mızda adam takibi yapılıyor. Bilgisayarın da marifetleri ortada. Hepsi güzel ve faydalı da, acaba bu gelişmelerin engel olduğu, değiştirdiği, yozlaştırdığı, ortadan kaldırdığı hiç mi bir şey yok? Var tabii. Başta insan ruhunu karartıyor. İnsanlığı, arkadaşlığı, dostluğu, komşuluğu, sohpeti, araştırmayı, okumayı, hareketliliği öldürüyor, tenbelliği teşvik ediyor. Kısaca, geleneklerimizi, ananelerimizi, alışkanlıklarımızı, aile yapımızı, aile oluşumumuzu yok ediyor.
Bu satırları okurken dudak büktüğünüzü görüyorum. Haklısınız. Çünkü çoğunuz bu buluşların yapıldığı zaman içinde yetiştiniz. Ama ben geçmişimi arıyorum. İçinizde benim özlemlerimi arıyanlarda vardır. “Neydi o günler be “ diyenleriniz de az değil hani.
Bizler doya doya çocukluğumuzu yaşadık. Annelerimiz, mis gibi kokan tereyağını bir dilim ekmeğin üzerine sürerek elimize verir, onunla uzun bir zamanı sokakta oyun oynayarak geçirirdik. Kilo diye bir sorunumuz yoktu. Doğal yiyeceklerle beslenip, tek, tük vasıtalar olduğu için uzak yerlere yürüyerek giderdik.
PKK, Kürt, Alevi, Ermeni, işsizlik gibi sorunlar yoktu. Okulu kazanırmıyım, kazanamam mı gibi öğrencilerin derdi yoktu. İsteyen istediği okula girebiliyordu. Hep dostluk vardı. Belki bugünkü kadar bol çeşitli gıda yoktu, belki bazılarını karne ile alıyorduk ama, doğaldı, zararsızdı ve karnımız doyuyordu, ac kalmıyorduk.
Ananelerimize, geleneklerimize, yaşam koşullarına, adab-ı muaşeret kurallarını uyguluyor, sevgi ve saygınlıktan taviz vermiyorduk.
Bunları neden yazıyorum? Aslında çocukluğumuzu geçirdiğim dönemi yazmaya kalksam ciltlere sığmayabilir. Ben bir konuya girmek istiyorum. Onun için bir giriş yapmak istedim.
Birkaç TV kanalında evlilikle ilgili canlı programlar yapılıyor. Kimilerine göre iyi veya kötü. Ama ben , son günlerde o programları zevkle izliyorum! Çünkü, neşeleniyorum, gülüyorum, kahkaha atıyorum, bazan da “çüşşşş, oooha” diyor, deşarj oluyorum. Düşünüyorum, üzülüyorum, “ne günlere geldik “ diyorum.
Genç-yaşlı, dul- bekar, fakir- zengin, çocuklu- çocuksuz insanlar evlenmek amacıyla programa katılıyorlar. Programda ayrıca, danışman, psikolog, devamlı gelen, adaylar hakkında yorum yapan, uygun eş olup olmadıkları hakkında ahkam kesen misafirler de var.
Erkek olsun bayan olsun, evlenmek istediği kişinin vasıflarını sıralıyor. Buna “kriter “ diyorlar. “ Öyle şartlar ve kriterler (!) sunuyorlar ki, sanki dalga geçiyorlar. Mesela, “Falan burçtan olmalı,…./…. Yaş aralığında olmalı, boyu…. Kilosu…. Olmalı, şişman olmamalı, işi olmalı, emekli maaşı olmalı, arabası, evi olmalı, eşi ölmüş olmalı, bir defa evlenmiş olabilir, çocuksuz olmalı, bir çocuklu olabilir, çok küçük çocuk olmamalı, Dini bütün olmalı, aile sevgisi tam olmalı, bıyıkli, kel, göbekli olmalı, köyde değil, merkezde yaşayanlar olmalı, beni ümreye götürecek biri olmalı, bana dünyayı gezdirecek biri olmalı, eve gelecek arkadaşlarımı hoş karşılayacak biri olmalı, sigara içmeyen olmalı, kumar ve kötü alışkanlıkları olmayan olmalı, kadın ruhundan anlamalı, bakımlı olmalı, ayakları kokmayan olmalı, tırnakları bakımlı olmalı, karizmatik olmalı, gözleri mavi veya yeşil olmalı, esmer olmalı, sarışın olmalı, neşeli ve nükdetan olmalı, sanatsever olmalı, beni yaşatacak biri olmalı, kadınlığımı hissettirecek biri olmalı, açık ve kapalı faketmez, kapalı olmalı, açık olmalı, çocuklarımı kabullenecek biri olmalı, aşık olabileceğim, beni taşıyabilecek, adam gibi adam olmalı, bunları taşıyanlar çıksın gelsin.”
Bu istenen vasıflara uyanlar, talip olduğu aday için telefona sarılıyor, davet edilirse, nerede olurlarsa olsunlar, ki Taaa Kanada’dan, Almanya’dan, Hollanda’dan, Danimarka’dan İran’dan gelenler oluyor. Paravananın bir tarafında davet eden bir tarafında da davet edilen aday oturuyor, kriterler tekrar ediliyor. Bir müddet sonra sunucunun isteğiyle paravana açılıyor ve yüz yüze gelinip konuşmalar tekrarlanıp, Soru-cevapla devam ediyor. Davet eden, “elektrik alamadım, veya biraz elektrik aldım, bir çay içelim, veya içmeyeceğim, geldiği için teşekkür ederim. Ben adaylarımı beklemeye devam edeceğim “ gibi fikirler beyan ederler. Sunucu davet edilen adaya, burada kalıp eşini arar mısın diye sorar. Peki derse, o da diğerleri gibi kriterleri sunar ve orada kalır. Aday çağıran, gelenden elektrik (!) almışsa çay içmeye, baş başa sohpete giderler. Tabii kamera da arkalarında.
Anlaşma sağlanırsa, birbirlerini daha iyi tanımak için kısa bir süre veriliyor, o sürenin sonunda evlenmeye karar verilirse, stüdyoda nikah, nişan ve düğün yapılabiliyor. Anlaşma olmayınca , başa dönülüyor.
Stüdyoda bazan öyle komik veya dramatik olaylar olmakta ki, insanın tiyatro sahnesinde gördüklerini aratmıyor. Bazıları da başka amaçla geliyor. Ama sunusu anlayınca sahneden atıyor.
Bizim gençliğimizde, evlenme çağına gelen delikanlı, genelde görücü usulüyle evlendirilirdi. Aday kız aylarca takip edilir, hamamda vücudunda anormallik var mı diye anne tarafından görülür, ailece uygunluğuna karar verilirse isteme işine başlanırdı. Genelde, varlığa, yokluğa önem verilmezdi. Bazı yerlerde başlık parası önem kazanırdı. Evlenecek adaylar bişekilde birbirlerini görme fırsatı yakalarlardı, ama, şimdiki gibi elektrik, melektrik yoktu. Zaten o devirde elektrik de yoktu. Derslerimizi sokak lambaları altında yaptığımız olurdu. “Nikahta keramet vardır” denir ve evliliği gerçekleştirmek için, söz, nişan yapılır, düğünle de evlilik gerçekleşirdi. Herkes dengi dengini bulur, yaşamları boyunca bir yastıkta kocarlardı.
Şimdi olay değişti. İşin kolayına kaçıldı. Kurbanlık koyunların alındığı gibi, görücüye çıkanlar seçiliyor ve alınıyor.
Evlilik ve aile, özellikle bizim toplumumuzun, vazgeçilmez kutsallarından sayılır. Aile mef-umu, bayrak gibidir, Vatan gibidir, namusumuz, haysiyetimiz ve şerefimiz dir. Ama bazılarımız, evliliği, aile kurmayı hafife alıyorlar. Çık TV ye, kriterleri say dök, adaylar gelsin, elektrik çarpmışsa ( ! ) sahneye nikah memuru gelsin, iki şahit, 20 misafir ve TV izleyicilerinin huzurunda nikah ol, pastanı ye, iki göbek at, bin arabaya git eve. Oooohh, ne güzel evlilik. Bu tür evlilik ne kadar sürer bilemem. Bazan da yarı yolda bitiyor. “ Bana yalan söyledi, her gün para istiyor, söz verdiği halde bana bilezik almadı, küpe almadı. Simitçiye 20 lira verdi, bir simit için paranın üstünü almadı, huylandım, beni bonkörlükle kandırmak istiyor. 20 güdür evliyiz ayrı ayrı odalarda yatıyoruz, çok konuşuyor, elimden tutmadı, yanımda başkalarına kompliman yapıyor, geçmişindeki ilişkilerinden bahsediyor, ailem beğenmedi, ailesi beni laik görmedi “ gibi bahanelerle ilişki bitiyor. Yeni adaylar aranıyor.
Stüdyoya gelen misafirler hep aynı kişiler. Onlara bir ücret veriliyor mu bilmiyorum. Galiba işleri güçleri yok, işleri , oraya gelip adaylar hakkında olumlu veya olumsuz ahkam kesmek olmalı. Yeri geldiğinde aşk şiirleri, şarkılar, orkestra eşliğinde müzik, oyun ve şamata.
Derlerki, bu programlar “oyundur. Şahıslar parayla tutulmuş rol yaptırılmaktadır.” Hayır buna inanmıyorum. Program açık, canlı ve gerçek. Ama ne var ki, bu tür programlar evlilik ve aile müessesesini küçük düşürmektedir. Böyle evlilikler aile kavramını yozlaştırmaktadır. Ben bu kanıdayım.
Bizim dönemimizden birkaç kişi kaldık. Artık yapacağımız bir şey kalmadı. Yeni yetişen gençler geleneklerimize, örf ve adetlerimize sahip çıkmalılar. Yukardaki olayın yapımı ve izlenmesine araç olan TV gibi teknolojinin karşısında gençlerimiz yenik düşmemeli. İleri görüşlü, yenilikçi, modern, aydın olmalıyız , ama gelenek, anane, örf ve adetlerimizden ödün vermeden, değiştirmeden.
22 Mart 2010 Pazartesi
18 Mart 2010 Perşembe
TARİH SAYFALARINDAN
ÇANAKKALE SAVAŞININ ANZAK' LARCA
HİKAYESİ
Burhan Bursalıoğlu
Bu gün 18 Mart. Çanakkale Savaşını başlatan İngiliz ve Dominyon ordu ve donanmalarının mağlubiyetlerinin tesçil edildiği gündür.
Tarih, özellikle, Türklere karşı yapılan saldırıların daima hüsranla bittiğini ispat etmiştir. En yakın örnekler de, Çanakkale ve Kurtuluş savaşıdır.
Çanakkale savaşına katılan bir Avustralya’lının, Çanakkale Savaşı hakkındaki düşüncelerini aşağıda okuyacaksınız.
50.000 askerden oluşan güçlü bir ordu ve deniz birlikleri, Türk tehdidinin sonu olucaktır. – ÇORÇİL-
“İngiliz’ler, Türkler’in başkenti İstanbul’u ele geçirerek Almanların müttefiki olan Türkler’i savaş dışı bırakmak istiyorlardı. Bu strateji, Süveyş Kanalı üzerindeki İngiliz hakimiyetini pekiştirmek, İngiliz ve Fransızlar’ın, müttefikleri Rusya’ya, Türk karasuları üzerinden destek vermeleri için 15 Şubat 1915 günü İngiliz gemileri Çanakkale boğazındaki Türk savunma hatlarını top ateşine tutmaya başladı.
Bu deniz saldırısı başarısız oldu.
Bunun üzerine,Gelibolu Yarımadası’nı işgal ederek Türk savunmasının üstesinden gelmek ve donanmanın Çanakkale Boğazı’ndan geçmesine olanak sağlamak için bir plan yapıldı.
Esas olarak İngiliz, Avustralya, Yeni Zelanda , Hint ve Fransız askerlerinden oluşan Akdeniz keşif kuvvetleri ordusu Mısır’da ve Gelibolu Yarımadası yakınındaki Yunan adalarında toplandı. Helles Burnu’na ana çıkartma İngiliz kuvvetleri tarafından gerçekleştirildi. İngiliz çıkartmasından hemen önce, Avustralya ve Yeni Zelandalı’lardan oluşan bir birlik (ANZAK ) daha kuzeydeki Karatepe’ye çıkacaktı.
25 Nisan 1915 yılı sabaha karşı, Avustralya İmporotorluk kuvvetleri kuzey sahiline ve yakındaki Arı Burnu’nun güneyindeki Anzak koyuna çıkartma yapmaya başladılar. Onları Yeni Zelanda piyade birliği gizliyordu . O günkü hedefleri , Sarı Bayır sırtlarının güney yamaçlarını ele geçirmek ve Türkler’in Helles Buırnu’na ulaşmalarını engelliyebilmek için denizden içerideki Mal Tepe’ye saldırmaktı.
Kıyıya çıkan asker birlikleri, çalılarla kaplı dik yokuşları tırmanarak, daha yüksek mıntıkayı ele geçirmeye çalıştılar.
Az sayıdaki Türk savunma birlikleri başlangıçta geri itildiler.Bazı Avustralya ve Yeni Zelanda birlikleri çarpışa çarpışa Çanakkale Boğazı ’nı görebilecekleri yerlere kadar gelmeyi başardılar. Ne var ki, günün ilerleyen saatlerinde Türklerin direnişi güçlenmeye başladı.Gece çöktüğünde hedeflerin hiç birisine ulaşılamamıştı. Savaş alanındaki komutanlar geri çekilme önerisinde bulundularsa da, kendilerine, siper kazarak dayanma emri verildi. Gelibolu yarımadas’ının 25 Nisan günü ele geçirilen bu bölgesi harekatın geri kalan süresi boyunca “ANZAK” olarak anıldı.
25 Nisan günü İngilizler , aynı zamanda Gelibolu yarımadası’nın güney ucundaki Heles Burnu’na da çıkartma yaptılar.Bu birlikler kuzeydeki Kilitbahir platosuna ilerlemek niyetindeydi. Ancak, Türklerden gelen güçlü savunma karşısında ,İngilizler, yarımadanın ucundaki küçük bir alanda çakılı kaldılar. Helles’te, içine düşülen konumdan kurtulmak ve Kirikya köyü ile ,Alçı Baba tepesini ele geçirmek için , İngiliz, Avustralya, Yeni Zelanda ve Fransız birlikleri 6 Mayıs’da başlayacak birleşik bir saldırı planladılar .
Başlangıçta fazla bir ilerleme gösterilemedi.
8 Mayıs’da Avustralya ve Yeni Zelandalı’lara hücum emri verildi. Açık ve korunaksız alanda Alçıtepe doğrultusunda ilerleyen birlikler düşman ateşini o kadar yoğun ve keskin buldular ki, kimi askerler kendilerini korumak için küreklerini yüzlerine sper yapmak zorunda kaldılar.Türk hatlarına ulaşılamadı. Bini aşkın Avustralyalı ile sekiz yüzü aşkın Yeni Zelandalı öldü ve ya yaralandı.
Vakit öğle olduğunda Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmek için yapılan ilk saldırı başarısızlıkla sonuçlandı. İngilizler elde ettikleri ufak mevzilere tutunmuşlardı. Türk ordusu, Avustralya ve Yeni Zelanda’lıları Anzak’tan çıkarmak için büyük bir karşı saldırıya girişmekte kararlıydı.
19 Mayıs sabah erken saatlerde, daha gün ağarmadan, Türk askerleri dalgalar halinde düşmanlarına karşı hücüma giriştiler. Fakat karşılaştıkları yoğun ateş, Türk’lerin Anzak siperlerine, bir iki nokta dışında girmelerine olanak vermedi. Türklerin altı saate yakın süre ile uyguladıkları baskılar her defasında geri çekilmeyle sonlandı. Her iki tarafta oldukça fazla zaiyat vermişlerdi. Gelibolu harekatı başladığında bu kadar uzun süreceğini, bunca yaralı verileceğini kimse beklemiyordu. İlk saldırı sırasında yaralananların sayısı, yeterli hazırlıktan yoksun sıhhiye ekiplerinin yetişebileceklerinin çok üstünde idi. Büyük saldırılar sırasında yaralananlara gerekli müdahalede bulunabilmesi için saatler geçmek gerekiyordu. Sonradan, hastane gemilerine ve limni, adası, Mısır ve Malta’daki ana hastanelere gerekli ulaşım sağlandı.
Yaz sıcakları başlayınca, Gelibolu yarımadasında koşullar daha da kötüleşti. İlkel temizlik koşulları, pire salgınına ve diğer hastalıklara yol açtı. Binlerce asker dizanteri, ishal ve zehirli hummaya yakalanarak savaş alanından tahliye edildiler. Boğa eti, bisküvit, reçel ve çaydan oluşan her gün aynı tayin durumu daha da kötüleştiriyordu. Özellikle askerlerin üniformalarında ki bitler, onlara büyük ızdırap veriyordu. Zafer ümitleri sönerken askerin morali de çökmeye başladı. Bir çokları, Gelibolu Yarımadasını asla sağ terketmeyeceklerine inanmaya başladılar.
İnsiyatifi elde tutmak için İngilizler Ağustos başlarında yeni bir saldırı planladılar.
İngilizler, Suvla koyuna çıkacaklar ve Anzak mevzilerinden kuzeye doğru Conkbayırı’na giden tepelik alanı ele geçirmek için büyük bir saldırıya girişeceklerdi. Yalnız Çam ve Nek olarak bilinen dar bir şeride karşı destek saldırıları düzenlenecekti.
6 Ağustos öğleden sonra, Avustralyalı’lar yalnız Çam’daki Türk ileri mevzilerine saldırdılar ve Türkler’in azimli karşı saldırılarına rağmen, burayı ele geçirmeyi başardılar. Bu çarpışmaların büyük bölümü Türk siperleri içerisinde göğüs göğüse gerçekleştirildi. Dört dalga halinde gelen Avustralya askerleri 7 Ağustos sabahı düşman hatlarına ulaşmadan kılıçtan geçirildi. Avustralya resmi tarihçileri, sonraları bu hafif süvariler hakkında, “Viktorya ve batı Avustralya gençliği nin goncaları bu saldırı sırasında düştüler” diye yazacaktı.
Ağustos harekatının esas saldırısı , Yeni Zelanda, Avustralya, İngiliz ve Hint karma kuvvetleri tarafından Conkbayır’ı ve çevredeki tepelere karşı gerçekleştirildi. Bu pozisyonlar ele geçirilebilir ve elde tutulabilirse Anzak’ taki Türk hatlarının tehlikeye düşeceğine ve Çanakkale Boğazına doğru bir açılımın mümkün olabileceğine inanılıyordu.
Birlikler, 7-9 Ağustos tarihleri arasında Conkbayır tepesinin dik yamaçlarına ve derin vadilerine saldırıya giriştiler. Bazı birlikler bu yabani arazide kayboldular. Planlanan saldırılar gecikmeli ve yeterli destekten yoksun olarak gerçekleştirildi. Dişini tırnağına takarak çarpışan Yeni Zelanda birlikleri büyük kayıplar vererek zirveyi ele geçirdiler.Çanakkale Boğazı artık görüş alanları içine girmişti. Yeni Zelandalı’ların yerine İngilizler geçti. 10 Ağustos’ta, Türk’ler kararlı şekilde karşı taarruza geçerek Conkbayır zirvesini geri aldı.
Böylece Ağustos saldırıları başarısızlıkla sona erdi.
Ağustos’tan sonra, İngilizler Gelibolu da başka büyük harekata girişmediler. İngiliz Hükümeti Çanakkale Boğazına umulan açılımın gerçekleştirilmemesi karşısında telaşlanmaya başlamıştı. Ayrıca tüm harekat gitgide daha fazla sorgulanıyordu. Kasım gelipte kış bastırdığında, nöbet yerlerinde donup ölenler oldu. Uzuvlarının donması ve soğuğa maruz kalma nedeniyle 16 bin askerin tahliye edilmesi gerekti.
Sonunda harekatın amacına ulaşmayacağı sonucuna varıldı. Ve Gelibolu Yarımadası’ndaki İngiliz ve Dominyon birliklerinin geri çekilmesine karar verildi.
Ağır kayıplar verilmeden, geri çekilmenin mümkün olmayacağına çokları inanmıyordu. Türkler bu çekilişin farkına varmasınlar diye büyük önlemler alındı.
8 ile 20 Aralık 1915 tarihleri arasında Suvla va Anzak koylarından 90 bin, 8 ile 9 Ocak 1916 da, Helles deki askerler başarıyla geri çekildi. Bu operasyonlarda az miktarda zaiyat verildi.
İngilizler, Türk Ordusunun kendi askerleri karşısında herhangi bir varlık gösteremeyeceklerini ve Gelibolu harekatını çabucak tamamlayacaklarını sanıyordu.
Tam tersine, karşılarında kararlı ve becerikli bir hasım buldular. Kritik saniyelerde, süratlı , kararlı şekilde harekete geçen Türk ve Alman Komutanları, İngiliz İmparatorluk kuvvetlerinin şiddetle ihtiyaç duydukları açılımı yapmalarına fırsat tanımadılar.
Türk’lerin büyük kayıplar verdiği 19 Mayıs’taki karşı saldırıdan sonra Avustralya ve Yeni Zelandalı askerler Türk’lere büyük saygı duymaya başladılar.
Avustralya’lıların Türk sperlerinden birine yaptığı “Teslim Ol “ çağrısına karşılık, Türk’lerden gelen cevap, Gelibolu’lu Türk’lerin ruh hali hakkında fikir vermektedir.
Cevapta şöyle denilmektedir.
“Geride doğru dürüst Türk kalmadı sanıyorsunuz. Amma geride Türk’ler ve onların oğulları var.”
İşin zor kısmını atlattınız. Şimdi kendinizi emniyete alıncaya kadar siper kazın,kazın,kazın.
(İng. Baş. Kum. General Sir Lan Hamilton )
Ölümle birlikte yaşadılar, Hastalıkla birlikte sofraya oturdular.
( Bir şiirden )
Burada bizi cehennem bekliyor.
(C.A.Mc Anulty )
Sayısız ölüler, sayısız. Saymak mümkün değil.
(Memiş Bayraktar. - Türk askeri)
17 Mart 2010 Çarşamba
TARİHİMİZİN SAYFALARINDAN
150 LİKLER DENEN OLAY
Burhan Bursalıoğlu
"Ne derseniz deyin" başlıklı yazımda, bir nebze değindiğm 150 liklerin anlamını hatırlatma bakımından , aşağıdaki açıklamayı önemli buldum.
Yüzellilikler Türkiye Cumhuriyeti'nden Kurtuluş Savaşı sonrası sürgün edilen ve yeni yönetimin düşman işbilirkçisi ilan ettiği muhalifler listesine dahil olan Türk vatandaşlarının adıdır.
İçişleri Bakanlığı tarafından oluşturulan ilk liste başlangıçta 600 kişiden oluşmakta idi. Ancak Lozan Antlaşması'nın bir maddesinde sürgün edilecek insanların sayısının 150'yi geçmeyecek şeklinde öngörmesi üzerine bu liste ilk önce 300 ardından da 149 kişiye indirilmiştir. 150’likler adı verilen ve 23 Nisan 1924 tarihinde Bakanlar Kurulu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin oturumunda saptanan bu listeye 1 Haziran 1924 tarihindeki kararla "Köylü Gazetesi" sahibi Refet Bey de eklenerek kesin şekliyle 150 kişi olarak kabul edilmiştir.
28 Haziran 1938 tarihinde, 150'liklerin yurda girmelerini engelleyen yasa kaldırılsa da başta Çerkez Ethem olmak üzere pek çok muhalif ve saltanat taraftarı geri dönmemiştir. Günümüzde bile bu listenin 600 kişilik hali açıklanmamıştır.
Yüzellilikler listesi şu şekildeki başlıklar altınta oluşturulmuştur.
VAHİDETTİN 'İN MAİYETİ
SEVR MUAHEDESİNİ İMZALAYAN VE KUVAY-I İNZİBATİYE'YE DAHİL KABİNE AZALARINDAN
SEVR MUAHEDESİNİ İMZALAYAN HEYET-İ MURAHHASA
KUVAY-I İNZİBATİYE'YE DÂHİL OLANLAR
MÜLKİYE VE ASKERİYEDEN
ÇERKEZ ETHEM VE AVANESİ
ÇERKEZ KONGRESİNE MURAHHAS OLARAK İŞTİRAK EDENLER
POLİSLER
GAZETECİLER
DİĞER EŞHAS
16 Mart 2010 Salı
E Ğ İ T İ M
Öğretmen Okullarının 162. Kuruluş Yıl Dönümü
Burhan Bursalıoğlu
Birinci Tanzimat fermanından sonra Ülkede, az da olsa bazı özgürlükler ve yenilikler getirilmiştir.
Eğitim alanında yapılan en etkili gelişme, Öğretmen Okullarının açılmasıdır.
, 1838 de küçük çocukların reşit olam yaşlarına kadar okumalarını sağlamak amacıyla, bugünkü ortaokul karşılığı olan Rüştiye okulları açıldı.
Bu okulların açılmış olması meseleyi halletmiyordu. İsim değişmiş ama sistem değişmemişti. Mevcut öğretmenler yeterli değillerdi. İstenen sonuçları veremiyorlardı. “Eski tas ,eski hamam” misali alıştıkları sistemle devam ediyorlardı.
Çare olarak, bu okullardaki öğrencileri yetiştirecek Avrupa’yi öğretmen yetiştiren okulların açılmasıydı. Nihayet 16 Mart 1848 yılında, bugünkü Öğretmen okulları karşılığı olan “Darül Muallim-i Rüşdi “ adında okul açıldı.
İşte bu gün, tüm Ülkedeki bazı eğitim kurumlarında Öğretmen Okullarının 162. Kuruluş yılı kutlamaları yapılmaktadır. Merasimler,paneller, münazaralar yapılır, Darül Muallim-i Rüşdi nin geçirdiği evrelerden bahsederler, üst düzey yöneticiler de bu okullardan sitayişle bahseder ve o okullrda yetişen öğretmenlerin Vatana çok faydalı görevler yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatırlar. Doğru söylerler, söylerler de, 1973 yılında kabul edilen 1739 sayılı Milli Eğitim Temel yasasının bazı maddeleri nedeniyle 1975 de kapatılan bu okullar neden kapatıldı veya şimdi neden açılmıyor. Öyle ya, faydalı olduğuna inanılan bu kurumlar neden kapatıldı ve neden açılmıyor?
Öğretmen Okullarının kapatılmasından sonra , öğretmen yetiştirmek için açılan okullar da istenen verimi vermediler. Bu nedenle öğretmen açığı çoğaldı, sınıflar birleştirildi. Çare olarak kurslar açıldı, 25 günlük kurslara gidenler öğretmen olarak okullara atandı. Eğitim Öğretim kalitesi düştü. Değişik üniversitelerden yetişen, öğretmenlikle ilişkisi olmayan, çocuk psikolojisi okumayan, çocuk gelişiminden anlamayanlar öğretmen olarak okullara atandılar. Düz lise ve meslek okullarından sınavla Eğitim Fakültelerine alınan öğrenciler, mezun olsa da kura ile bir kısmı atandı, dışarda, on binlerce Eğitim Fakültesi mezunları kaldı. İleriki yıllarda da, bu mezunlar dağ gibi yığınlar oluşturacaklardır.
Bir an önce, Eğitim kalitesinin düştüğü bu ortamdan Eğitimi kurtarmak için yeniden Öğretmen okullarının açılmasını, bu okullardan mezun olanların, Eğitim Fakültelerine alınmasını, Sevgili H.Hüsnü Tekışık’ın dediği gibi, “Bayrağımın dalgalandığı her yer” e diyebilen bir zihniyetle yetişen öğrencilerin okullara atanmalarını önererek, Azalan Öğretmen Okulu mezunlarından yaşayanlara üzün ömürler diler, 162. kutlama yıllarını tebrik ederim.
ÖĞRETMEN MARŞI
Alnımızda bilgilerden bir çelenk,
Nura doğru can atan Türk genciyiz.
Yer yüzünde yoktur, olmaz Türk'e denk;
Korku bilmez soyumuz.
Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun;
Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun.
Candan açtık cehle karşı bir savaş,
Ey bu yolda ant içen genç arkadaş!
Öğren, öğret hakkı halka, gürle coş;
Durma durma koş.
Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun;
Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun.
15 Mart 2010 Pazartesi
TARİHİ SAYFALAR
NE DERSENİZ DEYİN...
Burhan Bursalıoğlu
Bir çok insana Atatürk’ün yaptığı yeni bir devleti, eski bir devletin üzerine kurma işinin kolay olduğu görülür.
Halbuki, silahın yokluğu, ordu ve insan gücünün eksikliğ, ekonomik zorlukları bir tarafa bırakırsak, yıkılmakta olan bir devletin yönetici ve yandaşlarının aleyhte davranışları, beyanatları, fetfaları, hatta idam emirleri veren yetkililerin ciddiyetleri, halkı kışkırtma, içte ve dışta düşman oluşturma, hepsiyle başa çıkma kolay bir şey değildir.
Aşağıda, Osmanlı Devletinin son yöneticileri, yandaşları, din ulema ve görevlilerin sözlü ve yazılı beyanlar, İngiliz ve Amerikan yönetimi altına girmeyi isteme ve kabul için halkı yönlendirme çalışmaları sırasında, Anadoluda Ülkeyi kurtarmaya çalışan hakiki Yurtseverlere yapılan hakaretler, küfürler, TC nin kuruluşunun değerini bir kat daha artırmıştır.
Anadolu’ da, İstiklal mücadelesi veren bir avuç insanı muhatap alıp, yok etmeye çalışan insanlara ne derseniz deyin, ister işbirlikçi, ister hain, ister çıkarcı, ister iç müşman deyin, söylediklerin okuyunca yorumu ve adını siz koyun.
Sevr anlaşması yapılmış, henüz Kurtuluş Savaşı başlamamış 16.12.1918 de Harciye Vekili MUSTAFA REŞİT PAŞA İngiltere ordu komutanı General Milne’ye " Kendim, kabinedeki arkadaşlarım,Sultan ve geniş bir halk kitlesi adına katiyet ve ciddiyetle temin ederim ki, umumun arzusu İngiltere tarafından idare edilmektir. “ sözleriyle, düşüncelerini açığa vurmuştur.
Padişah Vahdettin. “İngiliz Ulusuna beslediğim sevgi ve hayranlık duygularımı babam Sultan Abdulmecit’ten miras aldım. Ümidimi Allahtan sonra İngiltereye bağladım." Derse, yandaşları ne demez ki.
( İngiliz Karadeniz ordu komutanı General Milne’nin Londrtaya İngiliz Genel Kurmayına yazdığı rapor da “Sultan Vahdettin, İngilizlerin Osmanlı topraklarında idareyi mümkün olduğu kadar süratle ellerine almasını istiyor.” Diyor.
NOT: VAHDETTİN:16 Mayıs 1926 da İtalya’da vefat etti.
SADRAZAM DAMAT FERİT PAŞA (ingiliz amiralı Calthorpe’ye.)
“Padişah ve benim yegane ümidimiz, Allahtan sonra İngilteredir.
NOT: 1923 de Fransada Nis kentinde öldü.
SADRAZAM TEVFİK PAŞA 6.6.1919
"İngiltere ile gizli bir anlaşmaya varılarak Osmanlı Devletinin İngiltereye bağlılığının sağlanmasını" istedi.
NOT: 1934 DE Okday soyadını aldı. 1936 da öldü.
İngiliz Muhipler Derneği Başkanı Adliye Nezareti Müsteşarı ve Yazar Sait Molla, 6.6.1919
Tüm belediyelere gönderdiği genelgede: “ İngiltere Osmanlı Devleti yönetimine el koyarsa, saltanat ve Hindistan müslümanlarının da İngiltereyle dost olmanın gereğine inanacakları aşikardır. İngiliz mandası istediğinizi bütün itilaf temsilcilerine, hükümete ve gazetelere bildirin”
NOT: 1925 de K ıbrısa, 1926 da da M ısırda öldü.
Yazar Refik Halit Karay 1919
“Anadoluda bir patırdı, bir gürültü, kongreler, beyannameler falan, sanki birşeyler yapabilecekler. Blöf yapmanın sırası mı? Hangi teşkilatın hangi kuvvetin var* Bu ne hayal kuzum. Mustafa sen deli misin?” derken işin ciddiyetinden uzak görünüyor.
NOT: Beyrutta iken, 150 ler affıyla Türkiye’ye gelip, 1965 de İstanbul’da öldü.
İZMİR VALİSİ KAMBUR İZZETTİN (GENELGE) 26.5.1919
“Yunan kuvvetlerinin özel bir törenle ve saygı ile karşılanması…” istedi
Jandarma Genel Komutanı Kemal Paşa 3.8.1919 da Anadoluya sesleniyor
“ Yunanla çarpışmaktan vazgeçiniz Zira bu teşebbüsünüz beyhudedir.
“Yazar Refi Cevat Ulunay
21.05.1919 da “Türkler kendi güçleri ile adam olamaz. İngiltere elimizden tutup bizi kurtaracak.”
31.8.1919 da “İstiklal diye bağıranlar kötü niyetlidir.”
23.3.1920 de “Tek çarenin galiplerle uyuşmak ve anlamak olacağı bu kafasızlarca ne zaman anlaşılacak” Ulunay Türklüğü hem aşağılıyor, hem de hakaret ediyor.
4.4.1920 de “Anadoludaki Milliyetci hareketi yok etmek, Millet için var olama meselesidir. O alçaklara karşı çıkanlar, islama, halifeye padişahımıza unutulmaz hizmette bulunmuş olacaklardır.”
8.9.1920“Yunanistan kısa zamanda M.Kemal kuvvetleri denen çapulcuları tamamen tepeleyecektir”
NOT: 150 le affedilerek, 1938 de yurda döndü. 1968 de öldü.
ANZAVUR AHMET “Kuva-i Muhammediye Birlikleri komutanı
1.10.1919 da “Göğsümde iman, başımda kuran, ve elimde padişah fermanı olarak geliyorum. Başta Kemal olmak üzere, Kuva-i Milliyeci subayların hepsini keseceğim. Kemal’in kafasını padişaha götüreceğim. “
1920 de“Padişah Yunanlılarla harp edilmesine razı değildir. Yunanlılar bizim dostumuzdur. Padişahın emir ve rızası hilafına olarak onlara silah çekmek küfürdür, isyandır.”
NOT: Yunanlılarla işbirliği yaptı. Yeniçiftlik köyünde Mehmet Efe tarafından 1921 de öldürüldü.
ADLİYE BAKANI ALİ RÜŞTÜ
12.7.1920 “General Paraskevopulo’unm ordusu şimdi sürat ve şiddetle harekata devam eyleyecek olursa, birkaç haftada Ankara önlerinde bulunacaktır. Yunan ordusunun başarısı için dua ediniz. Yunan ordusunun ilerlemesi hükümetimizin programına uygundur. Bu ordu bizim ordumuzdur." Ali Rüştü’nün milliyetini bilen var mı?
BAKAN RIZA TEVFİK
1920 “Anadolu direnişi bir blöftür. Avrupa milliyeti Anadoluyu bu zararlı haşereden temizliyecektir. Hüküm galibindir. Medeniyeti temsil eden İngiltere gibi bir Devlete itiraz etmek küstahlıktır” Hakaretler diz boyu.
NOT: 150 ler affından yararlandı 1946 da yurda döndü. 1949 da öldü.
YAZAR ALİ KEMAL
23.4.1920 “Bu Ülkedeki yabancı askerler , teşkilat-ı Milliye den bin kere daha iyidir.
7.8.1920 “Ankaradakilerin Yunanlılara hala meydan okumalarına çılgınlıktan başka bir fırsat verilemez. Yunanlılarla aramızda ve her açıdan bu kadar fark varken onlarla muharebeye girilemez.”
8.9.1920“Yunanistan kısa zamanda M.Kemal kuvvetleri denen çapulcuları tamamen tepeleyecektir. “
15.10.1920 “Anadolu ile değil, Yunanistan ile anlaşmalıyız. “
11.11.1920 “Ankaradakiler Kars’ı almışlar. Demekki istemediğimiz bir hata kalmıştı. Ermenistan’a taarruz ile onu da tamamladık. Ankaralılar nihayet meramlarına erdiler. Ermenistan’a yürüdüler. Karşı işgal ettiler “
6.2.1921 “Avrupa ile başa çıkmayı asırlardan beri Asya’nın hangi kavni başardı ki biz başarabilelim.” Ali Kemal tarih bilmiyor galiba.
NOT: 1922 DE İzmit’te linç edildi.
Adana valisi Abdurrahman (GENELGE)
5.11.1920 “ Ayaklanma için sebep yoktur. Fransızlar bizim iyiliğimizi istiyorlar “ Ne iyilik .
AHMET İZZET PAŞA - Kurula -
4.11.1920 “Ankara Sevr anlaşmasını kabul etmelidir.”
19.9.1920 “Anadolu’yu boşaltması karşılığında Trakya Yunanistan’a verilebilir.” Sanki Anadolu Yunanlıların da İzzet paşa takası öneriyor.
NOT: Furgaç soyadını aldı. 1937 de İstanbul’da öldü.
DİVİTLİ EŞREF HOCA
1920 “İngilizlere meydan okuyoruz . Bu ne büyük küfürdür. “
DELİBAŞ MEHMET
1920 “ Halifenin müttefiki olan İngilizler Pınarbaşına doğru geliyorlar. Onlarla birlik olup Kuva-i Milliyecileri yeneceğiz… Kim Kemalcı Milliyeci lerle birlikte Yunan’a karşı gelirse şer’an kafirdir.”
NOT: 1921 DE Çumra’da kendi adamlarından, kurtuluş taraftarı olan lar tarafından öldürüldü.
SADRAZAM SALİH PAŞA
20.8.1921 “İngiltere’ye direnip durmak gereksiz ve tehlikelidir .”
NOT. 1936 da öldü.
TEAL-İ İSLAM Bildirisi
1920 “Yunan ordusu Halifenin ordusu sayılır. Hiçte zararlı bir topluluk değildir. Asıl kafası koparılacak mahlükat Ankarada’dır.” Bu kadarıona da pes.
CEMİYET-İ MÜDERRESSİN (Medrese hocaları Derneği )
“Kuva-i Milliyeciler kudurmuş haydutlardır.” Acaba….
EDİRNE TEM GAZETESİ
13.8.1920 “Müftü Hilmi Efendi, Selimiye camiinde, hürriyetin ve adaletin saygıdeğer temsilcisi olan Venizelos hazretlerinin sağlığı için güzel bir dua okumuş ve hazır bulunanlar şükran duygularını belirterek duaya katılmışlardır."
Konya iline bağlı 27 köy ileri gelenleri İngiliz temsilcisine baş vurarak
28.10.1920 “ Kemal elebaşılığındaki Milliyecileri ezmek için, İngiliz hükümetinin bize yardım elini uzatmasını talep ediyoruz.”
ŞEYHÜLİSLAM DÜRRİZADE ABDULLAH’ın FETVASI
“Padişahın izni olmadan, yabancı askerlere karşı duranları, asker ve para toplayanları tek tek veya topluca öldürmek islamın gereği ve görevidir. Milliyetçileri öldürenler gazi sayılır Bu yolda ölenler şehittir. ..” Ne günlermiş o günler.
NOT: 1923 de Hicazda öldü.
ŞEYHÜLİSLAM MUSTAFA SABRİ EFENDİ’nin fikri.
“ Benim elimden gelse Türkleri Arap yaparım. Diğer müslümanları da. Bunların vaktiyle araplaşmadığına da çok eseflenirim. Arap dili ne Türk diliyle, ne de Çerkez diliyle kıyas kabul etmeyecek derecede üstünlüğe sahip olduğundan, insanın, milliyetin küçüğüne sahip olupda, onunla iftihar edeceğine, büyüğüne sahip olarak, onunla iftihar etmesi daha karlı makul olur.”
Bütün fetva ve bildiriler, uçaklarla anadolu, trakya ve işgal edilen bölgelere havadan dağıtılıyor, gazetelerde yayınlanıyor.
NOT: 1954 de Mısır’da öldü.
ANADOLU CEMİYETİNİN İSTANBULDAKİ YUNAN KOMİSERLİĞİNE OLAN ÖNERİSİ
“Amaç Ankara hükümetine karşı Yunanistan’ın yardımıyla, Sultan’ın ve Yunanistan’ın himayesi altında bir batı Anadolu devletinin kurulmasıdır. Kemalist kuvvetler bastırılacak, bütün Anadolu Mustafa Kemal’in elinden kurtarılacak. Bunun için kurulacak gönüllü Anadolu ordusunun talim ve silahların da yunan baş komutanlığı sorumlu olacak, bir miktar yunan subayının bu orduya katılması sağlanacak. Yunanistan masraflarını karşılamak üzere cemiyete 100 000 lira verecek.” Peki, Diğer Anadolu Bölgelerimiz ne olacak?
ULUSAL SAVAŞA KARŞI ÇIKAN CEMİYETLER
Wilson prensipleri cemiyeti.
Teal-i islam cemiyeti
Hürriyet ve itilaf partisi
Selameti Osmaniye partisi.
Mavri Mira cemiyeti
Kürdistan Teal-i cemiyeti.
Bu cemiyetler, Osmanlıcı, Şeriatçı, Kürtçü, Hilafetçi,, Amerika ve İngiltere mandası isteyen cemiyetlerdir.
Görüldüğü gibi, Atatürk nasıl bir ortamda bu Ulusu hürriyete kavuşturmuş, kimlere karşı maddi ve manevi mücadele vermiştir
Allah Türk Ulusuna o günleri tekrar göstermesin.
Burhan Bursalıoğlu
Bir çok insana Atatürk’ün yaptığı yeni bir devleti, eski bir devletin üzerine kurma işinin kolay olduğu görülür.
Halbuki, silahın yokluğu, ordu ve insan gücünün eksikliğ, ekonomik zorlukları bir tarafa bırakırsak, yıkılmakta olan bir devletin yönetici ve yandaşlarının aleyhte davranışları, beyanatları, fetfaları, hatta idam emirleri veren yetkililerin ciddiyetleri, halkı kışkırtma, içte ve dışta düşman oluşturma, hepsiyle başa çıkma kolay bir şey değildir.
Aşağıda, Osmanlı Devletinin son yöneticileri, yandaşları, din ulema ve görevlilerin sözlü ve yazılı beyanlar, İngiliz ve Amerikan yönetimi altına girmeyi isteme ve kabul için halkı yönlendirme çalışmaları sırasında, Anadoluda Ülkeyi kurtarmaya çalışan hakiki Yurtseverlere yapılan hakaretler, küfürler, TC nin kuruluşunun değerini bir kat daha artırmıştır.
Anadolu’ da, İstiklal mücadelesi veren bir avuç insanı muhatap alıp, yok etmeye çalışan insanlara ne derseniz deyin, ister işbirlikçi, ister hain, ister çıkarcı, ister iç müşman deyin, söylediklerin okuyunca yorumu ve adını siz koyun.
Sevr anlaşması yapılmış, henüz Kurtuluş Savaşı başlamamış 16.12.1918 de Harciye Vekili MUSTAFA REŞİT PAŞA İngiltere ordu komutanı General Milne’ye " Kendim, kabinedeki arkadaşlarım,Sultan ve geniş bir halk kitlesi adına katiyet ve ciddiyetle temin ederim ki, umumun arzusu İngiltere tarafından idare edilmektir. “ sözleriyle, düşüncelerini açığa vurmuştur.
Padişah Vahdettin. “İngiliz Ulusuna beslediğim sevgi ve hayranlık duygularımı babam Sultan Abdulmecit’ten miras aldım. Ümidimi Allahtan sonra İngiltereye bağladım." Derse, yandaşları ne demez ki.
( İngiliz Karadeniz ordu komutanı General Milne’nin Londrtaya İngiliz Genel Kurmayına yazdığı rapor da “Sultan Vahdettin, İngilizlerin Osmanlı topraklarında idareyi mümkün olduğu kadar süratle ellerine almasını istiyor.” Diyor.
NOT: VAHDETTİN:16 Mayıs 1926 da İtalya’da vefat etti.
SADRAZAM DAMAT FERİT PAŞA (ingiliz amiralı Calthorpe’ye.)
“Padişah ve benim yegane ümidimiz, Allahtan sonra İngilteredir.
NOT: 1923 de Fransada Nis kentinde öldü.
SADRAZAM TEVFİK PAŞA 6.6.1919
"İngiltere ile gizli bir anlaşmaya varılarak Osmanlı Devletinin İngiltereye bağlılığının sağlanmasını" istedi.
NOT: 1934 DE Okday soyadını aldı. 1936 da öldü.
İngiliz Muhipler Derneği Başkanı Adliye Nezareti Müsteşarı ve Yazar Sait Molla, 6.6.1919
Tüm belediyelere gönderdiği genelgede: “ İngiltere Osmanlı Devleti yönetimine el koyarsa, saltanat ve Hindistan müslümanlarının da İngiltereyle dost olmanın gereğine inanacakları aşikardır. İngiliz mandası istediğinizi bütün itilaf temsilcilerine, hükümete ve gazetelere bildirin”
NOT: 1925 de K ıbrısa, 1926 da da M ısırda öldü.
Yazar Refik Halit Karay 1919
“Anadoluda bir patırdı, bir gürültü, kongreler, beyannameler falan, sanki birşeyler yapabilecekler. Blöf yapmanın sırası mı? Hangi teşkilatın hangi kuvvetin var* Bu ne hayal kuzum. Mustafa sen deli misin?” derken işin ciddiyetinden uzak görünüyor.
NOT: Beyrutta iken, 150 ler affıyla Türkiye’ye gelip, 1965 de İstanbul’da öldü.
İZMİR VALİSİ KAMBUR İZZETTİN (GENELGE) 26.5.1919
“Yunan kuvvetlerinin özel bir törenle ve saygı ile karşılanması…” istedi
Jandarma Genel Komutanı Kemal Paşa 3.8.1919 da Anadoluya sesleniyor
“ Yunanla çarpışmaktan vazgeçiniz Zira bu teşebbüsünüz beyhudedir.
“Yazar Refi Cevat Ulunay
21.05.1919 da “Türkler kendi güçleri ile adam olamaz. İngiltere elimizden tutup bizi kurtaracak.”
31.8.1919 da “İstiklal diye bağıranlar kötü niyetlidir.”
23.3.1920 de “Tek çarenin galiplerle uyuşmak ve anlamak olacağı bu kafasızlarca ne zaman anlaşılacak” Ulunay Türklüğü hem aşağılıyor, hem de hakaret ediyor.
4.4.1920 de “Anadoludaki Milliyetci hareketi yok etmek, Millet için var olama meselesidir. O alçaklara karşı çıkanlar, islama, halifeye padişahımıza unutulmaz hizmette bulunmuş olacaklardır.”
8.9.1920“Yunanistan kısa zamanda M.Kemal kuvvetleri denen çapulcuları tamamen tepeleyecektir”
NOT: 150 le affedilerek, 1938 de yurda döndü. 1968 de öldü.
ANZAVUR AHMET “Kuva-i Muhammediye Birlikleri komutanı
1.10.1919 da “Göğsümde iman, başımda kuran, ve elimde padişah fermanı olarak geliyorum. Başta Kemal olmak üzere, Kuva-i Milliyeci subayların hepsini keseceğim. Kemal’in kafasını padişaha götüreceğim. “
1920 de“Padişah Yunanlılarla harp edilmesine razı değildir. Yunanlılar bizim dostumuzdur. Padişahın emir ve rızası hilafına olarak onlara silah çekmek küfürdür, isyandır.”
NOT: Yunanlılarla işbirliği yaptı. Yeniçiftlik köyünde Mehmet Efe tarafından 1921 de öldürüldü.
ADLİYE BAKANI ALİ RÜŞTÜ
12.7.1920 “General Paraskevopulo’unm ordusu şimdi sürat ve şiddetle harekata devam eyleyecek olursa, birkaç haftada Ankara önlerinde bulunacaktır. Yunan ordusunun başarısı için dua ediniz. Yunan ordusunun ilerlemesi hükümetimizin programına uygundur. Bu ordu bizim ordumuzdur." Ali Rüştü’nün milliyetini bilen var mı?
BAKAN RIZA TEVFİK
1920 “Anadolu direnişi bir blöftür. Avrupa milliyeti Anadoluyu bu zararlı haşereden temizliyecektir. Hüküm galibindir. Medeniyeti temsil eden İngiltere gibi bir Devlete itiraz etmek küstahlıktır” Hakaretler diz boyu.
NOT: 150 ler affından yararlandı 1946 da yurda döndü. 1949 da öldü.
YAZAR ALİ KEMAL
23.4.1920 “Bu Ülkedeki yabancı askerler , teşkilat-ı Milliye den bin kere daha iyidir.
7.8.1920 “Ankaradakilerin Yunanlılara hala meydan okumalarına çılgınlıktan başka bir fırsat verilemez. Yunanlılarla aramızda ve her açıdan bu kadar fark varken onlarla muharebeye girilemez.”
8.9.1920“Yunanistan kısa zamanda M.Kemal kuvvetleri denen çapulcuları tamamen tepeleyecektir. “
15.10.1920 “Anadolu ile değil, Yunanistan ile anlaşmalıyız. “
11.11.1920 “Ankaradakiler Kars’ı almışlar. Demekki istemediğimiz bir hata kalmıştı. Ermenistan’a taarruz ile onu da tamamladık. Ankaralılar nihayet meramlarına erdiler. Ermenistan’a yürüdüler. Karşı işgal ettiler “
6.2.1921 “Avrupa ile başa çıkmayı asırlardan beri Asya’nın hangi kavni başardı ki biz başarabilelim.” Ali Kemal tarih bilmiyor galiba.
NOT: 1922 DE İzmit’te linç edildi.
Adana valisi Abdurrahman (GENELGE)
5.11.1920 “ Ayaklanma için sebep yoktur. Fransızlar bizim iyiliğimizi istiyorlar “ Ne iyilik .
AHMET İZZET PAŞA - Kurula -
4.11.1920 “Ankara Sevr anlaşmasını kabul etmelidir.”
19.9.1920 “Anadolu’yu boşaltması karşılığında Trakya Yunanistan’a verilebilir.” Sanki Anadolu Yunanlıların da İzzet paşa takası öneriyor.
NOT: Furgaç soyadını aldı. 1937 de İstanbul’da öldü.
DİVİTLİ EŞREF HOCA
1920 “İngilizlere meydan okuyoruz . Bu ne büyük küfürdür. “
DELİBAŞ MEHMET
1920 “ Halifenin müttefiki olan İngilizler Pınarbaşına doğru geliyorlar. Onlarla birlik olup Kuva-i Milliyecileri yeneceğiz… Kim Kemalcı Milliyeci lerle birlikte Yunan’a karşı gelirse şer’an kafirdir.”
NOT: 1921 DE Çumra’da kendi adamlarından, kurtuluş taraftarı olan lar tarafından öldürüldü.
SADRAZAM SALİH PAŞA
20.8.1921 “İngiltere’ye direnip durmak gereksiz ve tehlikelidir .”
NOT. 1936 da öldü.
TEAL-İ İSLAM Bildirisi
1920 “Yunan ordusu Halifenin ordusu sayılır. Hiçte zararlı bir topluluk değildir. Asıl kafası koparılacak mahlükat Ankarada’dır.” Bu kadarıona da pes.
CEMİYET-İ MÜDERRESSİN (Medrese hocaları Derneği )
“Kuva-i Milliyeciler kudurmuş haydutlardır.” Acaba….
EDİRNE TEM GAZETESİ
13.8.1920 “Müftü Hilmi Efendi, Selimiye camiinde, hürriyetin ve adaletin saygıdeğer temsilcisi olan Venizelos hazretlerinin sağlığı için güzel bir dua okumuş ve hazır bulunanlar şükran duygularını belirterek duaya katılmışlardır."
Konya iline bağlı 27 köy ileri gelenleri İngiliz temsilcisine baş vurarak
28.10.1920 “ Kemal elebaşılığındaki Milliyecileri ezmek için, İngiliz hükümetinin bize yardım elini uzatmasını talep ediyoruz.”
ŞEYHÜLİSLAM DÜRRİZADE ABDULLAH’ın FETVASI
“Padişahın izni olmadan, yabancı askerlere karşı duranları, asker ve para toplayanları tek tek veya topluca öldürmek islamın gereği ve görevidir. Milliyetçileri öldürenler gazi sayılır Bu yolda ölenler şehittir. ..” Ne günlermiş o günler.
NOT: 1923 de Hicazda öldü.
ŞEYHÜLİSLAM MUSTAFA SABRİ EFENDİ’nin fikri.
“ Benim elimden gelse Türkleri Arap yaparım. Diğer müslümanları da. Bunların vaktiyle araplaşmadığına da çok eseflenirim. Arap dili ne Türk diliyle, ne de Çerkez diliyle kıyas kabul etmeyecek derecede üstünlüğe sahip olduğundan, insanın, milliyetin küçüğüne sahip olupda, onunla iftihar edeceğine, büyüğüne sahip olarak, onunla iftihar etmesi daha karlı makul olur.”
Bütün fetva ve bildiriler, uçaklarla anadolu, trakya ve işgal edilen bölgelere havadan dağıtılıyor, gazetelerde yayınlanıyor.
NOT: 1954 de Mısır’da öldü.
ANADOLU CEMİYETİNİN İSTANBULDAKİ YUNAN KOMİSERLİĞİNE OLAN ÖNERİSİ
“Amaç Ankara hükümetine karşı Yunanistan’ın yardımıyla, Sultan’ın ve Yunanistan’ın himayesi altında bir batı Anadolu devletinin kurulmasıdır. Kemalist kuvvetler bastırılacak, bütün Anadolu Mustafa Kemal’in elinden kurtarılacak. Bunun için kurulacak gönüllü Anadolu ordusunun talim ve silahların da yunan baş komutanlığı sorumlu olacak, bir miktar yunan subayının bu orduya katılması sağlanacak. Yunanistan masraflarını karşılamak üzere cemiyete 100 000 lira verecek.” Peki, Diğer Anadolu Bölgelerimiz ne olacak?
ULUSAL SAVAŞA KARŞI ÇIKAN CEMİYETLER
Wilson prensipleri cemiyeti.
Teal-i islam cemiyeti
Hürriyet ve itilaf partisi
Selameti Osmaniye partisi.
Mavri Mira cemiyeti
Kürdistan Teal-i cemiyeti.
Bu cemiyetler, Osmanlıcı, Şeriatçı, Kürtçü, Hilafetçi,, Amerika ve İngiltere mandası isteyen cemiyetlerdir.
Görüldüğü gibi, Atatürk nasıl bir ortamda bu Ulusu hürriyete kavuşturmuş, kimlere karşı maddi ve manevi mücadele vermiştir
Allah Türk Ulusuna o günleri tekrar göstermesin.
10 Mart 2010 Çarşamba
SAVAŞÇI KADINLARIMIZ
KURTULUŞ SAVAŞINDAKİ KAHRAMAN KADINLARIMIZ
Burhan Bursalıoğlu
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün 19 Mayıs 1919 da Anadolu'ya çıkarak başlattığı kurtuluş hareketi içinde yer alan onbinlerce kadın, Cumhuriyetin temelinde en büyük pay sahipleri oldu.
Emperyalist güçlerce İşgal edilen Anadolu’da başlatılan Milli Mücadelede, onbinlerce kadın cephe gerisinde büyük bir çaba harcarken, çok sayıda kadın da cephede silahlı mücadeleye katılarak, Dünyaya örnek teşkil decek kahramanlıklar göstermiştir..
İstiklal Harbi'nde Türk kadınları yurdumuzun yer yer işgal edilmesine, vatandaşlarımızın uğradığı zulümlere karşı koymak için cemiyetler kurup mitingler yapmışlardır. Bu cemiyetler aynı zamanda, Ordumuza, şehitlerin dul ve yetimlerine maddi yardım sağlamışlardır. .
MİTİNGLER
KASTAMONU MİTİNGLERİ
15 Eylül 1919'da İzmir'in işgal edilmes i üzerine ilk miting 16 Mayıs 1919 da Kastamonu'nun Nasrullah Meydanı'nda düzenlenerek, işgal kınanmıştır.
Daha sonra 10 Aralık 1919 günü yine Kastamonu'da Kız Öğretmen Okulu bahçesinde yine kadınlarımızın düzenlediği ikinci bir miting daha yapılmıştır. Bu mitingden önce ABD, İtalya ve Fransa Cumhurbaşkanlarının eşlerine ve İngiltere kraliçesine telgraflar çekilmiş, işgaller protesto edilmiştir. Mitingde Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kadın şubesi başkanı Zekiye Hanım "Eğer hakkımız teslim edilmez ise evlatlarımızın kanlarına kendi kanlarımızı karıştırarak erkeklerimizle bir safta istiklalimiz için haksız zalimlere tarihin lanetlerini terk ederek şehadetle öleceğiz" diyordu.
FATİH MİTİNGİ:
Asri Kadınlar Birliği'nin 19 Mayıs 1919 günü düzenlediği ilk mitingdir. Fatih Meydanı'nda düzenlenen mitingde Halide Edip Hanımefendi toplanan kalabalığa şöyle hitap etmiştir:
"Kardeşlerim... Evlatlarım...
Bu bahtsız beldenin, bu bahtı kara memleketin zulüm gören, acı çeken insanları. Bugün Müslümanlar ve Türkler; şanlı tarihlerinin, en karanlık günlerini yaşıyorlar.Bugün, elleri, kolları kesilmiş bir duruma düşen Türk Milleti'nin, tarihindeki, geçmiş günlerindeki gibi cesur, atılgan ve kahramanlıklar dolu bir yüce ruhu var... Asırlardır 'Medeniyim' diyen bütün Batılı ve Avrupa Devletleri, bizleri parçalamak ve topraklarımız üzerinde, en vicdansızca girişimlerde bulunmaktan asla geri kalmadılar...Bu yaşananlar, tıpkı zifiri karanlık bir gece gibidir.Ancak, insanın hayatında, sabahı olmayan gece yoktur...Yarın, bu korkunç geceyi yırtıp parlak bir sabah yaratacağız.Buna da gücümüz mutlaka vardır...Şimdi hepiniz, bu kutsal caminin bulunduğu bu meydandan, benimle beraber yemin ediniz.Kutsal topraklarımıza, bayrağımıza, atalarımızın bize miras bıraktığı emanetlere, asla ihanet etmeyeceğiz. Gerekirse canımız, malımız, kanımız bu uğurda helaldir."
ÜSKÜDAR MİTİNGİ:
Üsküdar Mitingi: 20 Mayıs 1919 günü Üsküdar Doğancılar'da yapılmıştır. Yine Asri Kadınlar Cemiyeti üyesi iki üniversiteli hanım, Naciye Faham ve Sabahat Hüsamettin hanımlar kürsüye hıçkırık ve gözyaşları içinde çıkmışlardır. Sebahat Hüsamettin Hanım konuşmasında;
"Kardeşlerim...Bugün burada, içinde bulunduğumuz bu kara günlerin, tekrar aydınlığa dönüşmesi ümidi ile toplanmış bulunmaktayız. Bu acılar, bu zulümler, bu işgaller, hiçbir zaman bizim kaderimiz değildir ve olmayacaktır..." diye seslenmiştir.
KADIKÖY MİTİNGİ
22 Mayıs 1919 tarihinde Münevver Saime Hanım Kadıköy'de halka şöyle sesleniyordu:
….Ey Galip Devletler...
Sizlere sesleniyorum. Eğer yaptığınız savaşlar, insanları mutlu etmek içinse, 'Unutmayın ki biz de insanız...' Bir millet yok edilemez. Ben kendimi özgürlüğü elinden alınmış bir milletin kızı olarak, istiklalime nasıl yürüyeceğimizi söyleyeceğim. Bir gün gelip de oğlum bana, 'Ben neyim' diye sorduğu gün, ona semalardan haykıran bir melek gibi 'Büyük bir tarihe sahip bir Türksün' diye cevap vereceğim.
Şunu iyice bilmenizi isterim ki, benim şu anda içimden coşan duygularımın, sizlerin duygularınızdan bir farkı yoktur. Gözlerimden akan yaşlar, nerdeyse sizleri görmeme engel oluyor... Bizler bahtsız bir nesiliz... Bizler belki de yaşça çok genciz... Ama sizlerin yaşadıklarınızdan, bizlere yansıyanlarla, en az sizler kadar, bizler de çektiğiniz bütün acıları ruhumuzda duyuyoruz.Kimi zaman, Çanakkale siperlerinde, düşmana kan kusturan, başına bela kesilen Mehmetçik... Kimi zaman İstanbul sokaklarında hor görülen bir Ahmet, bir Fatma... Kimi zaman, İzmir Kordon Boyu'nda dipçiklenen asker Mehmet... Kimi zaman, kendi kabuğuna sığamayan, bir Ali, bir Ayşe... Kimi zaman, kendini atalarının emanetlerine ihanet etmiş gibi gören, bir Hüseyin, bir Emine... Evet, bunların hepsi de sizsiniz, biziz... Bütün bunlara bu yürek nasıl dayanacak? Ta ki, bir beklentimiz, bir umudumuz ve hele hele bir de içimizdeki coşkulu ateş olmasa...
Şunu unutmayın ki, Övünerek bırakabileceğimiz tek miras, Türklüğümüzdür.
'ÇOCUKLARIMIZA BIRAKACAĞIMIZ TEK MİRAS, BÜYÜK BİR TARİHİ OLAN, BİR TÜRK OLDUĞUMUZU SÖYLEMEKTİR'.
" Haydi Sultanahmet'e!.."
SULTANAHMET MİTİNGİ
23 Mayıs 1919 tarihinde Sultanahmet'te yapılmıştır. Mitingin başkahraman Halide Edip Adıvar 'dır. Halide Hanım mitingi o günün ruh hali ile şöyle anlatıyor:
"Sultanahmet Meydanı'na Fuad Paşa Türbesi Sokağı'ndan girdim. Yanımda kaç kişi vardı, beni kim götürüyordu, bilmiyorum. Kalbim o kadar atıyordu ki; yürürken sallanıyordum. Fakat meydanın başına gelip de kalabalığı görünce, bana sükûnet geldi. Halk o kadar sıkışmıştı ki; hareket edemeyecek bir halde idi. Askerler, kalabalığın iki yüz bin kişi olduğunu söylüyorlardı.
Bu kımıldanamayacak kadar sıkı olan kalabalıktan başka caminin demir parmaklıkları, damlar, cami kubbeleri dahi insanla doluydu. Nasıl o kürsüye yaklaşabildim farkında değilim. İki yanımda, iki önümde dört süngülü asker, bana yol açıyordu. Bunların gösterdiği bir kardeş sevgi ve itinasını ömrüm oldukça unutmayacağım."
Bu kutsal mücadelede ön saflarda savaşmış, yeni Türkiye Devletinin kuruluşunda, erkekler kadar ,hayatlarını hiçe sayarak, cephenin ön saflarında savaşan bazı kahraman kadınlarımızdan bilinenlerden birkaçından özetle bahsetmek istiyorum.
Nezahat onbaşı
Albay Hafız Halit Bey,komutasındaki 70. alayla birlikte Milli Mücadele saflarına katılmış; ancak eşi Hadiye Hanım daha 24 yaşındayken vereme kurban gittiğinden ve o yıllarda İstanbul işgal altında bulunduğundan, küçük kızını da yanında götürmek zorunda kalmıştır.
Böylece kader küçük Nezahat'ı, daha 9 yaşındayken cepheyle tanıştırmış, 12 yaşına kadar tam üç sene müddetle cephelerde bilfiil babasının yanında savaşmıştır.
Nezahat Onbaşı, babasıyla birlikte, Geyve Savaşı, Konya İsyanı, Birinci ve İkinci İnönü Savaşları ile Sakarya ve Gediz Muharebelerinde yer almış ve gösterdiği kahramanlıklarla 70. alayın simgesi olmuş,alay kızlı alay diye anılmış hatta Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa’nın dahi dikkatini çekmiştir.
Türk ordusunun Yunan saldırısı karşısında zor duruma düştüğü Gediz Muharebesi, yaklaşık 600 kişilik alayı ile Albay Halit’e sıkıntılı anlar yaşattığı ve umudunu tükettiği bir noktada küçük kızı Nezahat atıyla askerlerin önünü keserek babasının imdadına koşmuştur.
Küçük Nezahat, cephe gerisine kaçmaya çalışan askerlerin karşısına, vatan sevgisiyle dolu büyük yüreğiyle adeta duvar gibi dikilmiş ve bir çocuktan beklenmeyecek muhteşemlikteki şu müthiş sözü haykırmıştır: "Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz?" Atın üstündeki küçük kız, askerlerin yüzüne, “vatan sevgisini ve şehadeti” tokat gibi indirince beyninden vurulmuşa dönen Mehmetçiğin hepsi geri dönmüş ve çoğu o muharebede şehit düşmüştür. Ama küçük Nezahat, bu büyük imtihanı kazanmıştır. O artık elinde oyuncakla askerlerin arasında gezinen bir kız çocuğu değil, 70. alayın “Nezahat Onbaşı”sıdır.
Nezahat Onbaşı’nın kahramanlık hikâyesi, Cumhuriyet'in ilânından hemen sonra 30 Ocak 1921'de, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin en hararetli tartışmalarından birine konu olacaktır.
Bir milletvekili Meclis Başkanlığı’na Nezahat Onbaşı'ya istiklal madalyası verilmesini teklif etmiştir. Küçük Nezahat, Fransız İhtilali'nin simge ismi 16 yaşındaki Jan Dark (Jeanna D'Arc) ile özdeşleştirilmiştir. Bolu mebusu Tunalı Hilmi Bey, istiklal madalyasının da ötesinde Nezahat Onbaşı'nın asker yapılmasını, tuğgeneral rütbesiyle ödüllendirilip, “Paşa Hanım” olmasını önermiştir.Sonunda, Emin Bey’in teklifi gereği minik kızın istiklal madalyası ile onurlandırılmasına karar verilmiştir. Böylece Nezahat Onbaşı, TBMM’nin istiklal madalyası ile ödüllendirdiği “ilk çocuk” olma unvanını elde etmiştir. Ne var ki babası Albay Hafız Halit (Uzel) Bey ve kendisi defalarca başvurmalarına rağmen maalesef istiklal madalyasını Meclis’ten almayı bir türlü başaramamışlardır. Bunun yerine Nezahat Onbaşı bir çeyizlik hediye ile taltif olunmuş, fakat o da tıpkı istiklal madalyası kararı gibi gerçeğe dönüşmemiştir. Yaşının küçük olması sebebiyle Cumhuriyet’in kadın kahramanları listesine bile çok sonraları girecektir.
Bundan 65 yıl sonra bir gazetecinin konuyu gündeme getirmesiyle dönemin TBMM Başkanı Necmettin Karaduman tarafından kendisine takdir beratı verilmiştir. Nezahat Onbaşı, 6 Temmuz 1986'da Dolmabahçe Sarayı'nda sessiz sedasız bir törenle şükran plaketini aldığında tam 78 yaşında idi. 6 yıl sonra da madalyasını göremeden hayata gözlerini kapayacaktı.
SON İSTEĞİ TÜRK BAYRAĞINA SARILMAKTI
İstanbul Özel Saint-Joseph Fransız Lisesi Felsefe öğretmeni küçük kızı Oya Baysel ise tek bir isteğini yerine getiremediklerini dile getiriyor: "Onun son dakikasına kadar hep yanında olduk. Tek isteği var yapamadığımız. Öldüğümde Türk bayrağına sarın demişti. Bir takım asker geldi, cenaze törenine. Ama tabutuna al bayrağı koyamadık. O günün telaşıyla birileri Bayrak Kanunu var deyip engellemişti. Biz de unuttuk."
24 Eylül 1993'te GATA'da vefat eder. Ve eşinin yanına Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilir.
Mücahide Hatice Hanım
Türkiye’yi cephe cephe dolaştı
Anafartalar’da 56. fırkada mücadele eden Hatice Hanım’ı herkes erkek zannediyordu. Çünkü, tanınmamak ve savaş dışında kalmamak için erkek ismi kullanarak, kendisinin Ahmet ismiyle çağrılmasını istemişti. Anafartalar’dan sonra diğer muharebelere de katılan Hatice Hanım, İzmir’de Yunanlılara esir düşer. Buradan Manisa’ya kaçan ve Bandırma üzerinden İstanbul’a geçen kadın asker, buradan sonra da İnönü Muharebeleri’ne katılır. Kurtuluş Savaşı boyunca pek çok cephede boy gösteren Hatice Hanım, Kütahya cephesinde, Çay ve Dumanlı Pınar muharebelerinde de bulunmuştur.
`Mücahide Hatice Hanım``la yapılan bir röportaj da, . Mücahide Hatice Hanım``, o günleri şöyle anlatıyor: ``Adım Ahmet`ti. Benim kadın olduğumu kimse bilmiyordu. Şarapnel ve kurşunlarla 9 yerimden yaralandım. Milli muharebemize gönüllü eşlik ettim. İzmir işgal altındayken İzmir`deydim. Mösyöler Yunanlılarla birlikte kışlamıza hücum ettiler. Yaralanan askerlerimizi İzmir Gureba Hastanesine yetiştiriyordum. Beraberimizde hastabakıcı hanımlar da vardı.`` Zeynep Mido Çavuş
Kosova’nın gönüllü kahramanı.
Osmanlı’nın verdiği savaşta sadece Türkiye sınırları içindeki kadınlar rol almadı. Bunun dışında da eski Osmanlı topraklarından gelerek savaşa katılan kadınlar olmuştu. Kosova’dan gelerek gönüllü olarak Çanakkale savaşında bulunan Zeynep Mido Çavuş, bunlardan biridir. Ailesi Kosova’da bulunan ve savaşa katılmak üzere tek başına gelen Zeynep Çavuş’un şehit düştüğü ve İzmit’te heykelinin olduğu iddia ediliyor.
``...15 Ağustos 1915 Pazar günü savaşa katıldık ve büyük tepeyi ele geçirme görevi aldık. Bu arada çok can kaybı verdik. Şarapnel parçaları, makineli tüfek mermilerinin yarı sıra pusuda ateş eden keskin nişancı kadın savaşçıların ateşi altında adeta cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi. Burada pusuya yatıp çarpışan keskin nişancıların çoğu kadın veya kız. Kendilerini yeşile boyayıp bodur çalılar ve bitkilerle uyum sağlamışlar.``
, Avustralya ve Yeni Zelanda arşivlerinde yer alan çok sayıda belge arasında bulunan Avustralyalı Piyade er J.C. Davies`in annesine yazdığı bir mektupta da cephede savaşan kadınlarla ilgili şunların yazıldığı belirtiliyor: ``Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü, keskin nişancı bir Türk kızı, pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyunca ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak gün batmadan bir Avustralyalı tarafından vurulmasına gene de üzüldüm. Güzel yapılı ve tahminen 19-21 yaşlarında bir kızdı. Ölü olarak ele geçirdiğimizde yanında başka bir Türk`ün ölüsünü de bulduk. Genç kızın bedeninde 52 kurşun yarası vardı.``
Safiye Hüseyin Elbi
Reşit Paşa Vapuru’nun yardım meleği .
İngiltere’de deniz ataşeliği yapan Ahmet Paşa’nın kızı olan Safiye Hüseyin Elbi, Avrupa’da eğitim almış ilk hemşirelerdendir. Çanakkale Savaşı’nda gönüllü hemşirelik yapan Elbi, hastane gemisine dönüştürülen vapurlardan biri olan Reşit Paşa Vapuru’nda görev alır. Burada yaşananları, “Reşit Paşa’ya bindik. Çanakkale’ye geldik, Akbaş mevkiinde demirledik. Hastaları, yaralıları toplamaya başladık. Ne yaralılar, ne yaralılar. Şu parmakları görüyor musunuz? Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım.” sözleriyle aktaran Elbi, Balkan savaşlarında da bulunmuştur.
Hemşire Erica
Hem dikti hem de yaraları sardı.
Doktor Ragıp Bey’in eşi olan Alman asıllı hemşire Erica’nın, savaşın en şiddetli anında köylü kadınlar arasında birliktelik sağlayarak orduya destek olduğu belirtiliyor. Orduya kıyafet, yorgan, yastık, çadır dikiminde rol alan hemşire Erica, köydeki kadınlardan sağladığı dikiş makinesiyle kendisi de pek çok şey dikmiş. Türk yaralıları tedavi ederken de, hastane ve hasta bakım yerlerini bombalayan düşmanın top mermisiyle can vermiş. Çanakkale’de Yalova köyü mezarlığında bulunuyor.
AYŞE HANIM
Eşini Balkan Harbi'nde kaybeden Ayşe Hanım 15 Mayıs 1919'da, Yunanlıların İzmir'e girmesiyle birlikte milli mücadele saflarında yerini almış, İzmir'in Yunanlıların eline geçmesi üzerine Aydın'a geçmiştir. Yunanlılar tarafından 27 Mayıs 1919'da işgal edilen Aydın civarındaki savaşlarda kahramanca dövüşmüş, büyük oğlu bu mücadelede şehit olmuştur. Ayşe Hanım, 21 Şubat - 12 Mart'taki Birinci İnönü, 31 Mart - 1 Nisan 1921'deki İkinci İnönü savaşlarında da bulunmuş ve küçük oğlu da bu savaşlarda şehit olmuştur. 23 Ağustos - 13 Eylül 1922 tarihleri arasında Sakarya Meydan Muharebesi'nde yaralanmış, tedavisini takiben müfrezesine dönmüştür.
Ayşe Hanım 1942 yılında Ankara'da vefat etmiştir.
KARA FATMA (FATMA SEHER)
"Kara Fatma" olarak tarihe geçen, 1888 Erzurum doğumlu Fatma Seher, Balkan Harbi’ne, Edirne’de görev yapan kocası subay Derviş Bey ile katılır. I. Dünya Savaşında, ailesinden 9-10 kadınla Kafkas Cephesine gider.
Kara Fatma, Mondros Mütarekesi’nden sonra eşi Ermeniler tarafından şehit edilen kadınları toplayarak, Ermeniler ile çarpışır.
Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek görev isteyen, kurduğu milis kuvvetiyle Bursa ve İzmit'in işgalden kurtarılması için mücadele eden Kara Fatmanın müfrezesinde savaşanların sayısını 350 ye kadar çıkardığı bilinir.
Sakarya ve Başkomutanlık muhaberelerine de katılan ve üsteğmenlik rütbesine kadar yükselen Kara Fatma, 1955 yılında Erzurum’da vefat etmiştir.
TARSUSLU KARA FATMA ve GAZİANTEPLİ YİRİK FATMA
Asıl adı "Adile" olan, "Adile Hala" ve "Adile Onbaşı" diye anılan kadın kahramanın, silah arkadaşları arasında "Kara Fatma" olarak anıldığı bilinir. 8-10 kişilik milis kuvvetiyle Afyon Savaşı’na katılan Kara Fatma, Tarsus’un kurtulmasında büyük yararlılıklar gösterir.
Gaziantepli Yirik Fatma ise Gaziantep’in Fransızlar tarafından henüz bütünüyle kuşatılmadığı sırada, düşmanın hareket edeceği haberi gelince, buna karşı koymak için yola çıkan milis kuvvetine, karşı çıkılmasına rağmen zorla katılır.
NAFİZE KADIN
Milis kuvvetlerine yardım eden "Nafize Kadın", Yunanlılar tarafından yakalanarak, kuvvetler hakkında bilgi alınmak istenir, fakat Nafize Kadın işkencelere karşı koyarak hiçbir bilgi vermez.
GÖRDESLİ MAKBULE
Gördes’li Ali Ustazade Abdullah Efendinin kızıdır. 1921 de Ustrumcalı Ali Efendiyle evlenmiştir.Vatan işgal altındadır; Yunanlılar Sakarya Savaşını kaybetmiş, mevzilerine çekilmişlerdir. Gördesli Makbule, kocası ile çete kurarak dağlara çıkar. 17 Mart 1922 de Kocayayla’da cereyan eden bir çatışmada Makbule, geri çekilen çete arkadaşlarını kınayarak cesaret verici bir konuşma sonrası düşmana saldırır ve başından aldığı kurşunla şehit düşer. Ama silah arkadaşları düşmanı perişan ederek çekilmelerini sağlarlar.
FRANSIZLARA YANLIŞ YOL GÖSTEREN KILAVUZ KADIN
Adana ve yöresinde Fransızlara karşı verilen mücadelede yer alan ve milis kuvvetlerine katılan Kılavuz Hatice, 8 Mayıs 1920 de milli kuvvetler Pozantıya taarruzu başladığında, kritik bir duruma düşen Fransızları kandırarak kılavuzluk eder. Hatice, kılavuzluk yaptığı Fransızlara yanlış yol göstererek Karboğazına sokar. Boğazda sıkışan Fransızlar, Türk askerine esir düşer.
TAYYAR RAHMİYE
Adana’nın kadın kahramanlarından Rahmiye Hanım da, 9. Tümenin 1920 yılının Şubat ayında Hasanbeyli civarında Fransızlar ile yaptığı muharebeye müfrezesiyle katılır. Muharebe sırasında ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileri doğru atıldığından dolayı kendisine "Tayyar Rahmiye" lakabı verilir.
Temmuz 1920 de Osmaniyedeki Fransız karargahına yapılan hücumda arkadaşlarının tereddüdünü görünce, "Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerde sürünmekten utanmıyor musunuz?" diyerek hücuma geçilmesini sağladığı tarihi kaynaklarda yer almaktadır.
ONBAŞI HALİDE EDİP ADIVAR
Romancı Halide Edip Adıvar ise "Halide Onbaşı" olarak İstiklal Savaşına katıldı. Uzun süre cephelerde savaşan Halide Onbaşı, savaş alanındaki yararlılıkları nedeniyle İstiklal Madalyası almaya hak kazandı. Türk bağımsızlık savaşının bir sembolü olan Adıvar, Türk edebiyatına kazandırdığı eserler ile günümüz Türk gençlerine çeşitli dersler vermektedir.
BİTLİS DEFTERDAR’IN HANIMI
Maraş'ta Fransızlar ile savaş 21 Ocak 1920'de başlamış, bu yılın 12 Şubat'ında Fransızların geri çekilmesiyle sona ermiş, Maraş düşmandan kurtulmuştur.
2 Şubat 1920 tarihinde Anadolu Kadınları Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Reisi *Melek Reşit *ve Kâtip *Şefika Kemal *imzasıyla yayımlanan bildiri ile “Fransızların Maraş'taki zulümleri yurtiçi ve yurtdışında kınanmıştır.”
Maraş'ta düşmana karşı verilen mücadelede en fazla yararlılık gösterenler arasında Bitlis Defterdarı' nın hanımı da bulunmaktadır. Bitlis Defterdarı'nın hanımı, Maraş'ın Kayabaşı Mahallesi'nde düşmanın hazırladığı mazgala yaklaşarak sekiz düşmanı öldürmüş, bilahare erkek elbisesi giyerek milis kuvvetlerine katılmıştır.
KARA FATMA ŞİMŞEK
Yahya Bey’ in kızı olan Kara Fatma Şimşek' in asıl ismi, Yemine Vardarlı' dır. 1921-1922'de, "Fahri Milis Üsteğmeni" rütbesiyle Kocaeli Grubu Mürettep Süvarisi emrindeki Müstakil Süvari Müfrezesi'nde görev yapmış, İstiklal Harbi'nde, bu mıntıkadaki mücadelelerde bulunmuştur.
ASKER SAİME HANIM
İstanbul hanımlarından Saime Hanım , Milli Mücadele'ye fiilen katılıp cephede silah kullanmış ve yaralanmıştır. Saime Hanım 15 Mayıs 1919'da İzmir'in işgali dolayısıyla Kadıköy Belediye Dairesi önündeki mitingde konuşma yapmış, tutuklanmış ve daha sonra Anadolu'ya geçerek Milli Mücadele'ye katılmıştır. Savaştan sonra ise İstanbul Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olarak görev yapmıştır.
TAŞIT KOLLARINDA GÖREV ALANLAR
İstanbul'da Maçka, Zeytinburnu vs. küçük depolardaki top, tüfek ve cephaneler cesurane tedbirlerle kaçırılıyor, oradan da hayvan ve insan sırtında Ankara'ya naklediliyordu. İşte Türk kadınlarının bu nakliyatta büyük top mermilerini sırtlarında taşıyarak gösterdikleri fedakârlık her zaman hatırlanmalıdır.
Öküzü ölen arabalara diğer öküze eş olarak arabayı çeken kadınlarımızın fedakârlıklarını bugünkü nesillere nakletmenin de bir görev olduğunu düşünüyorum.
Kastamonulu Halime Çavuş bu kahramanlarımızdan biridir.İnebolu'da, Milli Kuvvetler'e bağlı askeri teşkilat kurulmuştu. Silah,cephane, erzak, giyecek vb. şeyler, İnebolu İskelesi'nden Çankırı'ya, oradan Ankara'ya, cepheye gönderiliyordu. Trabzon'dan vapurla nakliye işleri başlayınca İnebolu yolu, dolayısıyla Kastamonu Ankara'nın bir üssü haline gelmişti. Burada pencere demirlerinden süngü, kasatura, kılıç yapan ustalar bulunduğu gibi, bunlardan bir kısmı da Ankara'ya gönderilmiştir. Kastamonu kadınlarının Silahlı Kuvvetlere çok anlamlı hizmet ve katkıları olmuştur.
Yine Sakarya Savaşı sırasında, kadın mücahitlerimizin nasıl canla başla çalıştıklarını Kurmay Albay Hulusi Atak' tan öğrenmiş oluyoruz:
Sakarya Savaşı'nın başladığı gün, 23 Ağustos 1921 de yaralanan Hulusi Atak'ı geriye, Keskin Hastanesi'ne göndermişlerdir. Ankara'dan Yahşihan'a giden bir dekovile başka yaralılarla birlikte bindirmişler, daha öteye kağnı ile gitmişlerdir. Etraflarından geçmekte olan kağnı kol ve katarlarının çoğunu kadınların idare ettiğinden bahseden Hulusi Atak, "Bu katarların birinden hafif bir çığlık duyduk; bunu müteakip bir duraklama ve telaş eseri görüldü. Bir müddet sonra güzel bir müjde ile karşılaştık. Cephane Kolları'nda bulunan hamile bir kadın, bir erkek evladı doğurmuştu. Bu kadını hastaneye yatırmak üzere geriye çevirmek istediler; fakat yorgunluk ve çektiği ıstıraplarla benzi solmuş olan hasta kadın ,”Cephedeki silahlar” dedi ,”cephane bekliyor; oraya cephane yetiştirmeliyim, geri dönemem” demiştir.
Ali Fuat Cebesoy’ un da Kağnı Kolları ile ilgili, ihtiyar bir mücahit kadınla konuşmasını içeren bir hatırası ise şöyledir: “Hiç unutmam, yine böyle bir yürüyüş esnasında idi; dondurucu bir soğuk vardı. Kağnısının başında duran bir ihtiyar nineye yaklaşmış ve sormuştum: “ Nine üşüyor musun?”Şu cevabı vermişti: “Hayır oğul, üşümüyorum. Düşman, topraklarımıza bastığı günden beri içim yanıyor!” Bu kahraman Türk anasının elini öperken gözpınarlarımda yaşlar tanelenmişti."
İnebolu'dan Kastamonu ve Çankırı yoluyla Ankara'ya harp malzemesi götüren Kağnı Kolları'nda 1921 kışında donanlar da olmuştur; böyle vakalardan en acısı, en ünlüsü, Kastamonu şehrinin kapısı sayılan Kışla önünde, bir kadının (ki o Şerife Bacı' dır) cephane yüklü kağnısı üzerine kapanmış halde donmuş olarak görülmesidir. Şehre girmesi nasip olamayan bu mücahit kadının, şose kenarında, sabaha karşı donduğu anlaşılmıştır. Öküzleri geviş getiren bu kağnı arabasındaki kıymetli yükü korumak için üstüne yorganını örten bu genç kadının bir elinde üvendire, kollarını açarak, yorganın üzerine abanarak kaldığı, vazifeliler tarafından görülmüştür.
Rıfat Çavuş öküzleri koşarken Cemil Çavuş da şehidin üzerindeki karları süpürmüş ve her ikisi de gözyaşları dökerek kollarından ve bacaklarından tutarak kaldırırlarken, yorganın altından birdenbire çığlığı basarak ağlayan bir çocuk sesi işitince şaşırmışlar ve şehit anayı yana çekip hemen yorganı kaldırmışlar. Otlara sarılı top mermileri arasına yerleştirilmiş çulların içinde kundaklı bir kız çocuğunun donmaktan kurtulmuş bir halde bulunduğunu görmüşlerdir. Kuşkusuz Türk kadınının fedakârlıkları birkaç sahifede anlatılamaz. !.."
Sonuç
Bu kutsal mücadelede ciddi ve anlamlı katkıları bulunan kadınlarımızı şükran duygularımızla yâd ederek onların yaptıkları önünde saygı ile eğiliyoruz.
9 Mart 2010 Salı
KURTULUŞ SAVAŞIMIZDAN
GEDİZ VE HAMİDİYEHANI SAVAŞLARI
Burhan Bursalıoğlu
15 Mayıs 1919 da Yunan ordularının İzmir'i işgalinden sonra, Kurtuluş savaşı kaçınılmaz olmuştu. Sadece Yunanlılar değil, İtalyanlar, Fransızlar, İngilizler, Ruslar, ve Ermeniler Osmanlı 'nın topraklarını paylaşmışlardı. Sevr anlaşması nedeniyle kendilerinde işgal hakkı gören bu istilacı devletlerin hadlerini bildirecek, gücü kendinde gören, Baş komutan Atatürk ve Arkadaşlarının Anadoluda başlattıkları Kurtuluş veya İstiklal Savaşının her safhası birer kahramanlıklarla doludur. Halkımızında, bu baş kaldırmayı desteklemesi, yaşlı, genç, kadın kız birlikte verdikleri destek, Türk Ulusunun özgürlüğünü kazanmasına yardımcı olmuştur.
İstiklal Savaşımızın Küçük bir cephesi olan Gediz cephesindeki savaşı aşağıda okuyacaksınız.
GEDİZ CEPHESİ
"Umum Kuvvayı Milliye Komutanı" olan Mirliva Ali Fuat Paşa ile Kuvvayı Seyyare Komutanı Çerkez Ethem'in Yunan işgaline karşı 1920 yılı Ekim ayı sonunda yaptıkları harekat.
Taarruz planını Genelkurmay Başkanı Albay İsmet Bey kabul etmese de, Türk kuvvetleri zayiatlar verdikten sonra Gediz'i geri alarak, İzmir'in İşgalinden sonra ilk defa Yunanlıların işgal ettikleri bir bölgeden geri çekilmelerini sağladılar. Harekatın bitiminde Kuvvayi Milliye Komutanlığı lağvedildi ve Umum Kuvva-yı Milliye Komutanı olan Ali Fuat Paşa Moskova Büyükelçiliğine tayin edildi. Yerine kurulan iki komutanlıktan "Batı Cephesi Komutanlığı"na Albay İsmet Bey, "Güney Cephesi Komutanlığı"na ise Refet Paşa tayin edildiler.
Şavaşın Nedenleri
Yunanlılar Bursa üzerinden taarruza geçmişlerdi. Uşak ve Gediz'in 29 Ağustos 1920'de düşmesinden sonra cephenin ele geçirilmesi için planlama çalışmaları yapılmaktaydı. 18 Ekim 1920'de Alayunt tren istasyonunda Ali Fuat Paşa tarafından birlik komutanlarına yapılacak Gediz Taarruzu hareket planları anlatıldı.
Savaşın Başlaması
Emet Milli Müfrezesi ile Milli Kuvvet taburuna Simav istikametinden takviye gelebilecek düşman kuvvetlerini durdurma görevi verildi. 24 Ekim 1920 de Gediz’e taarruza başlandı ancak Yunanlıların yoğun ateşi sonucunda Türk birlikleri Efendi Köprüsü sırtlarına çekildiler. Bu taarruzda 3 subay, 24 er şehit ve 3 subay, 24 er de yaralanmıştı. 25 Ekim 1920 de Yunuslar sırtlarından Yarbay Arif Bey Komutasındaki 11. Tümen düşman kuvvetlerine tekrar taarruza başladı. Kuvve-i Seyyare'nin desteğinin gelmemesi ve karanlığın basması üzerine taarruz durduruldu. Bu çatışmada 9 subay 133 er şehit, 10 subay,168 er yaralı verilmişti. Bu iki taarruz sonucu Gediz’deki 13. Yunan tümeni takviye gelinceye kadar Hamidiyehanı' nın 4 km. gerisine çekilmişti. Yunanlılar bu arada 26 ölü ,68 yaralı vermiştir. 26 Ekim 1920 saat 9:00 da Emet Müfrezesi ve arkadan 61. Tümen Gediz’ e girerek bu bölgede Türk Kuvvetleri hakimiyetini tesis etmişlerdir.
Hamidiyehanı Muharebesi
Hamidiyehanı gerisindeki Yunan birliklerine Çerkez Ethem komutasındaki Kuvve-i Seyyare ile 190. Alay 27 Ekim 1920 günü öğleden sonra taarruza başlar. İki gün süren şiddetli muharebe sonucunda sayıca üstün Yunan kuvvetleri karşısında Türk kuvvetleri geri çekilmek zorunda kalmıştır. Kuvve-i Seyyare ve 11 ile 61. tümen birliklerinden 5 subay 33 er şehit olmuş, 83 er de yaralanmıştı. Düşman 16 ölü 55 yaralı vermişti. Bu çekilme üzerine 31 Ekim 1920 de Yunan birlikleri tekrar Gediz'e girer. Türk topçu ateşi altında kalan Yunan birlikleri Uşak hattını güçlendirmek üzere tekrar geri çekildiler. 12 Kasım 1920'de 13. Yunan Tümeni Gediz'i boşaltarak Gediz'i Türk kuvvetlerine teslim etmek zorunda kalmışlardır. Böylece 24 Ekim'de başlayıp 12 Kasım'da sona eren Gediz muharebelerinde her iki taraf ta önemli zayiatlar verdikten sonra o zamana kadar Batı Anadolu'da önemli bir direniş görmeden işgal bölgesini sürekli genişleten Yunan Ordusu ilk defa işgal ettiği bir bölgeden geri çekilmek zorunda bırakılmıştır.
Ali Fuat Paşa'nın Moskova Büyük Elçiliğine atanması üzerine Batı Cephesi Komutanlığı, Batı ve Güney cepheleri olarak ikiye ayrıldı. Batı Cephesi Komutanlığı'na Albay İsmet Bey, Güney Cephesi Komutanlığına ise Refet Paşa, 9 kasım 1920'de atandılar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Che'nin Çantasından Çıkan NUTUK Küba Devrimi’nin öncülerinden ve Fidel Castro’nun yoldaşı Arjantinli devrimci doktor Che Guevara, 196...
-
CUMHURİYET GECEMİZ Burhan BURSALIOĞLU 2013 yaz sezonumuz anlamlı ve coşkulu bir gece ile noktalandı. Cumhuriyet’...