4. BÖLÜM
Toplumsal gelişim için gereken bu en önemli faktörü hayvanat dünyasından iki örnek ile dile getireyim.
Bakteriler. Büyük bir bölümünün yapabildiği bir olay. Üremelerine yetecek kadar enerji barındırmayan bir besin ortamına koyuldukları zaman üremeleri duruyor. Belli bir süre sonra tekrar üremeye başlıyorlar. Ve yeni nesil bakteriler düşük enerjili bu besin ortamında yaşayıp üreyebilecek değişikliklerle çıkıyor ortaya. Uyarlanabilir değişim (adaptive mutation) diyorlar buna. Yani doğal seleksiyonu beklemeden, yaşam şartlarının gerektirdiği tedbirleri alabiliyorlar. Ve bu uyarlanabilir değişimlerin bir özelliği şu: Kısa vadede tek bir bakteriye zarar verebilecek ama uzun vadede koloninin geleceğini garanti edebilecek değişimler geçiriyorlar. Tekrar edeyim. Kısa vadede bireye zararlı (olabilecek) uzun vadeli önlemler.
İmparator penguenleri. Kuzey Kutbu yani Antarktika’ da çok az canlının gitmeye cesaret edebildiği bölgelerde hem de kış mevsiminde yumurtlarlar. Yumurtaların uzun süreli sabit sıcaklığa ihtiyacı olduğu için erken penguenler bacakları ile karınlarının arasına sıkıştırdıkları yumurtalar ile minimum iki ay (bazı kaynaklara göre 100 - 120 gün) bir şey yemeden beklerler. Gol bir. Neslin devamı için neredeyse minimum iki ay aç kalmak. Anne o sırada avlanır. İkinci gol ise şudur: Eksi 70 derece santigrad soğukta ve yerine göre saatte 120 kilometre hızla esen buz gibi rüzgarlardan korunmak için hayvanlar sürekli yerlerini değiştirirler. Böylece her hayvan, bazen kenarda bazen de penguen kolonisinin nispeten sıcak iç kısımlarında bulunur. Bu yer değiştirme kendiliğinden olur. Yani içe geçmek için savaşılmaz. İçteki her penguen ne zaman dışarı çıkması gerektiğini bilir ve neslin idamesi için çıkar. Çünkü penguen BİLE bilir ki; kendisi içeride kalmaya inat ederse, bir süre sonra kendisi de ölecektir.
Çok olan her şey güzel veya iyi demek değildir. Üstelik bilgi hariç her şeyin fazlası zarardır. Hatta güzel olan az olur daha doğrusu az olan güzeldir. Çok olanın kıymeti yoktur. Zor olan çoğu elde etmek değil, var olan azla kanaat edebilmektir. Bu aralar aslında çok bilinen“Ekmek arslanın ağzında”sözünü kendimce değiştirdim: “Ekmek arslanın kıçında”. Ya ağızdan ulaşmak için çok büyük mücadeleler vereceksin ya da elini boka bulayacak kadar iğrenç bir adamsan boktan işlere bulaşıp çok kısa yoldan ekmeğe ulaşacaksın. İlk seçeneği seçersen çoğu zaman ekmeğe ulaşamazsın ama elini de boka bulamazsın. Ikincisinde ise çok ekmeğe ulaşırsın ama çirkef herifin teki olursun.
Daha yeni okuduğum TARİH kitaplarından birinde, samuraylık gelenek ve sanatının yok olacağına dair endişeler nedeniyle bir çok şikayet geldiği için, Japonya sınırlarına girdikten bir süre sonra tüfek üretim ve kullanımının ordu haricinde yasaklandığını okudum.
Unutmayın sistemin kuvvetliliği, normal şartlarda sistemin ve onu oluşturan unsurların ne kadar verimli çalıştığı ile değil, sistemin zor şartlara ne kadar dayanabildiğine bağlıdır. Ve bu dayanmanın tek şartı da sistemi meydana getiren unsurların hepsinin bu zor şartları yerine getirebilecek sağlamlıkta ve kararlılıkta ve fedakarlığa açık durumda olmasıdır.
Mesela ekonomik krizin atlatılabilmesi için, şirket çalışanlarının az veya bir süre hiç maaş almamayı göze alması ama buna rağmen de her zamankinden daha çok çalışmayı göze alması gerekebilir. Lütfen şu an aklından
- Ama patron para vermemek için krizi bahane ediyorsa
polemik ve geyiğini geçirmeden önce aşağıdaki paragrafları oku. Ben sistemden yani toplumdan bahsediyorum. Eğer fedakarlığı sadece çalışan yapıyorsa, o sistem de çok yaşamaz merak etme. Hatta öyle bir sistemin, şirketin, ülkenin kısa vadede çökmesi için krize de gerek yoktur.
Gördüğün gibi toplumsal gelişim için uğraşmak zor, hem de çok zor iştir. Çünkü hatırında tutman gereken en önemli şey; kişisel gelişimcilerin iddia ettiklerinin aksine senin en mühim olduğun değil gerçekte bir hiç olduğundur. Her türlü zorluğa, itilip kakılmaya, yalnızlığa sürüklenmeye mahkum oluşundur. Sen bir hiçsin çünkü öncelikle düşünmen gereken bugün üzerinde yaşamak için kendi veya başkalarının evlatlarından ödünç almış olduğun bir evren, bir dünya, bir doğa var. Sonra insanlık var. Yaşadığın kendi toplumun var. Geçtiğimiz senelerde bir bienal vardı. Konusu “insan ne ile yaşar” dı. Ben de düşündüm. Bulduğum en güzel slogan “İnsan insanla yaşar” oldu. Evet yalnızlık ALLAH’ a mahsustur. Sen etrafında konuşacak bir arkadaşın yoksa tez elden kafayı yersin. Bu nedenle o “hayatta senden daha değerli hiç bir şey yok” pisliğini unut. Senin sen olmana lazım olduğu için şu an yanında duran insan sen tanımasan bile senden daha değerli.
Ve bu nedenle kişisel gelişime yürekten inanmış bir insansan ve bu fikrinden kesinlikle vazgeçmeyeceksen bile; yani, karşındakini sırf ezmekten, dövmekten veya ona iyi davranmaktan zevk alacağın bir malzeme olarak görsen bile kendini ancak onun üzerinden bulabileceğin için toplumun geleceği için olmasa bile kendin için ve kendinden önce onun menfaatlerini düşünmek zorundasın.
Yukarıda anlattıklarımı yapman gerektiği için aşağıda da söyleyeceğim ve toplumsal gelişimin temel taşlarından biri olan kanaatkarlık yetmiyor. Eldeki ne olursa olsun, toplumun geleceği yani evlatlarının istikbali için eldekini de feda edebilmeyi gerektirir. Yani kendine zarar vereceğini bildiğin şeyleri de yapmayı gerektirir. Unutma ki ataların vatanları uğrunda canlarını vermeseydi, bugün ülken olmayabilirdi.
Kızılderili sözünü unutma
- Bu dünyayı atalarımızdan miras değil, çocuklarımızdan ödünç aldık
Ve diğer özelliklere de sahip olman ve uygulaman lazım. Daha sonra yazacağım ve bazıları kişisel gelişim kitaplarında da okumuş olduğun bu özellikleri kişisel değil, toplumsal gelişim için uygulayacaksın.
Ve en zor olan tarafı ise karşında senin gibi davranan bir hayvan sürüsü değil, böyle davrandığın için sana başka; çok büyük oranda da yukarıda da bahsettiğim gibi deliymişsin gibi gözlerle bakan HIRS dolu çok fazla miktarda insan olacak.
Zaten bu nedenden dolayı kendini toplumun gelişmesine adamış bir çok insan bir süre sonra kendini yalnızlığın içinde bulur. Veya dalaylamalar o nedenle bir avuçtur ve kör itin öldüğünden bile uzak yerlere gidip orada kurdukları gettolar içinde yaşarlar ve herkesi de almazlar aralarına. Çünkü kazara bir puşt meclise girse, dalaylamanın cümlesini yoldan çıkarabilir.
Tabi dalaylamalar cidden varlarsa.
O nedenle kargalar sürü ile kartallar yalnız ve yüksek uçar. Kartal tek başına karga sürüsünün içinde yaşamaya kalkarsa ne olur biliyor musun ? Üç vakte gözünü oyarlar.
Yunus Emre satış mümessili olsa işsiz kalması ne kadar sürerdi sizce ? Mesai arkadaşları kendisine ne derdi acaba ? Daha doğrusu olabilir miydi acaba ?
Veya kendisine
- Ne dilersen dile benden
diyen patronuna
- Gölge etme yeter be !
diyen Diyojen’ e etrafı SALAK değil de ne derdi ? Veya patron ne düşünürdü. Hemen araya sıkıştırayım. İşin en güzel tarafı da şu ki İskender Diyojen’ e bir şey yapmamış. Belki de hatasını anlamış. Ama bu yaklaşım gün geçtikçe azalıyor, kötüleşiyor.
İşte bunları göze alamayacaksan hiç işe girişmeyeceksin. Ve bence mühim olan toplumun içinde toplum için savaş verebilmektir. Eski bir hikaye anlatayım:
Şehir evliyası bir haftalığına dağ evliyası arkadaşını ziyarete gitmiş. Hem özlem gidermek, hem de temiz hava, güneş, taze yemek vs. vs. Giderken de dağ evliyası oralarda bulamaz diye yanında bir tülbende sarılmış kömür ateşi almış. Çok hoş vakit geçirmiş.. Şehre dönmüş. Aradan bir süre geçmiş. Bu sefer dağ evliyası arkadaşını özlemiş, şehre inmiş. Giderken dağ evliyası da arkadaşına o da şehirde kolay kolay bulamaz diye tülbendin içine temiz kaynak suyu doldurmuş. Ayakkabı tamirciliği yapan arkadaşının dükkanına gitmiş. Şehir evliyası su dolu tülbendi duvardaki bir çiviye asmış. Oturmuşlar sohbet etmişler. Bir ara bir bayan müşteri gelmiş. Ayakkabısını boyatmak için eteğini sıyırıp ayağını boya tezgahının üzerine koymuş. On onbeş saniye sonra çiviye asılı tülbentten şıp şıp su damlamaya başlamış. Dağ evliyası utancından kıpkırmızı olmuş. Müşteri gittikten sonra şehir evliyası
- Can kardaşım. Var git dağlarına. Buralarda evliyalık zordur, buralar seni bozar, sen oralarda yap evliyalığını
demiş.
Şimdi de geleyim kendi oluşturduğum bakış açıma. Ama aklından çıkarma. Bunlar kesinlikle senin değil ama torununun çocuğunun adam gibi bir toplumda yaşamasını sağlayacak ! Tabii çocuğunu da bu şekilde yetiştirebilirsen.
DÜRÜST OLACAKSIN !
Her konuda. İnancında dürüst olacaksın, ticaretinde dürüst olacaksın, insan ilişkilerinde dürüst olacaksın, doğaya karşı dürüst olacaksın. Dürüst olacaksın ki arkasından tutarlılığın ve hemen arkasından da güvenilirliğin koşa koşa gelsin. Kişisel gelişim kitaplarının birkaç tanesinde okuduğum, önce çok hoşuma giden bir metod. Her çalan telefonu açma. Hatta cep telefonunu sat. İyi de niye ki ? Bana çok faydası olan teknolojik bir aleti niye satayım ki ? Ha olmadık zamanlarda rahatsız edilmemek için mi ? Ya gerçekten ihtiyacı olan biri arıyorsa ? Böyle bir durumda Diyojen kadar cesaretli olacaksın. O an yaptığın iş hiç bir şey olsa bile, eğer arayan vatandaşla konuşmak istemiyorsan, arayan kim olursa olsun,
- Müsait değilim hemşire, sonra ara !
diyebiliyorsan eğer, işte o zaman topluma faydan olur. Kendini korumak ayrı mesele karşındaki dallamaya sana saygı göstermeyi öğretirsin. Kim olursa olsun, olmadık zamanda rahatsız etmemeyi öğrensin. Hala daha kafanda
- Ya arayan patronsa ?
gibi bir soru varsa, okuma lan zaten bu kitabı. Okuma bundan sonrasını ama şunu da unutma. Patron seni cep telefonunu satsan da bulur. Alır bir tane, öder parasını b…gibi kalırsın ortada.
Telefon almaz da evine adam gönderir.
Ama senin ve aşağıda okuyacağın üzere mevcut veya gelecek tüm şirket çalışanları tarafından aynı tavrı yiyen ve / veya çalışanları atıp yerlerine alacağı adamların da aynı tepkiyi vereceğini bilen patron, canı istediği zaman, canı istediği adamı arayamayacağını öğrenir. Toplum rahat eder. Dikkat et bu bir kişisel gelişim metodu gibi görünebilir en başta ama ilerleyen satırlarda da okuyacağın üzere toplumsal gelişmenin en önemli unsuru olarak herkes yaparsa işe yarar TOPLUM AÇISINDAN…
Ama şunu da unutma. Eğer ki bu telefon konu ile ilgili mensubu olduğun toplum olan şirketin yaşaması veya ileride daha iyi bir duruma gelmesi için gerekli bir telefonsa, senin esas görevin zaten o telefonu patronuna ettirtmeden o işi yapmaya başlamaktır. Yani sen işini öyle bir yap veya yapılmasını sağla ki patronun seni ancak kendi özel işleri için arayabilsin, iş için değil.
Dürüst olacaksın ki, içine girdiğin ortam, ülke, yönetim biçimi ne olursa olsun o andan sonra söyleyeceğin sözler önceden söylediklerinle çelişmesin. Unutma ! Dokuz köyden kovulup onuncuya alınmamak; “Yavşak”, “Dönek” lakapları yakıştırılmaktan iyidir. Kişisel gelişim kitaplarında yazan neredeyse tek güzel şeydir HAYIR demeyi bilmek. Etrafındaki dallamaların senden başlayarak her önüne gelenden ve her istediklerini alamayacaklarını öğretir. Dalkavukluğun, yalakalığın önünü keser.
Öyle bir hayatın olsun ki çocukların hakkaniyet ve dürüstlüğü düşündüklerinde seni hatırlasınlar !!!
Zaten insanlarla ilişki içindeyken beni en çok yoran da bu dürüstlük olayı. Bilhassa özel hayatta. Özel hayat dediğim iş hayatı dışındaki hayat, sadece ev yaşantısı değil. Konuştuğunuz arkadaşınızın senin söylediklerin üzerinden siyaset yapması, kendi hayatını senin gayet hüsnü niyetle, hiçbir ard niyet olmadan söylediğin şeyler üzerine kurması ve bu nedenle de senin de konuşurken dikkatli olma veya dinlediğin şeyin gerçek mi yoksa yalan mı, veya ne kadarının doğru olduğunu düşünmek beni bu hallere getiren en büyük sebep. Yok artık deme, etrafınızdaki bir sürü insanın gözü yerine göre seni kötü durumlara itebilmek için senin üzerinde ama senin haberin yok. Söylediklerinin en az yarısı yalan. Aynen şirketlerde çalışanlara karışıp, patronu itin götüne sokup sonra sizin patron hakkındaki kötü düşüncelerinizi patrona satan yavşak şoförler gibi; onlarda yerine göre senin zayıfını öğrenmek için kendini veya en yakınındakini kötüler. Bildiği bir şeyle ilgili senin ne düşündüğünü öğrenmek için bilmiyorum der.
Ve tabii ki bu dürüst olma ilkesinin en önemli özelliğini en sona yazayım. Kendi aleyhine bile olsa her zaman doğru neyse onu kovalayacaksın. Yukarıda başka vesilelerle yazdım tekrar yazayım. Senin zararına bile olsa !!! Çünkü uzun vadede sadece doğru ve gerçek kazanır.
Aynı zaman da dobra da olacaksın. Nazik olmak için ezilmeyeceksin. Karşındaki bozulursa bozulsun. Senin yalancı, numaracı olmandan iyidir. Daha dün bir televizyon dizisinde duydum, çok beğendim:
- Nazik olmak çok pahalı bir uğraştır. Ve ayrıca benim nazik olmayı düşünecek yeterince vaktim de yok !
Aynen Namdar Rahmi Karatay’ ın dediği gibi:
Benim ağzım pek yandı, ama siz dikkat edin,
Yalnız layık olan adama hürmet edin,
Haddini kim bilmezse ona hakaret edin,
Ele alçak durmayın, onu hakikat sanır,
Eşeğe gem vurmayın, kendisini at sanır.
Yalnız layık olan adama hürmet edin,
Haddini kim bilmezse ona hakaret edin,
Ele alçak durmayın, onu hakikat sanır,
Eşeğe gem vurmayın, kendisini at sanır.
Şiirin geri kalanı en arka sayfalarda.
DEVAMI : 20.Ekim.2011