17 Ekim 2011 Pazartesi

EDEBİYAT

KİŞİSEL GELİŞME, TOPLUMSAL GELİŞ !!!        

4.  BÖLÜM

Toplumsal gelişim için gereken bu en önemli faktörü hayvanat dünyasından iki örnek ile dile getireyim.

            Bakteriler. Büyük bir bölümünün yapabildiği bir olay. Üremelerine yetecek kadar enerji barındırmayan bir besin ortamına koyuldukları zaman üremeleri duruyor. Belli bir süre sonra tekrar üremeye başlıyorlar. Ve yeni nesil bakteriler düşük enerjili bu besin ortamında yaşayıp üreyebilecek değişikliklerle çıkıyor ortaya. Uyarlanabilir değişim (adaptive mutation) diyorlar buna. Yani doğal seleksiyonu beklemeden, yaşam şartlarının gerektirdiği tedbirleri alabiliyorlar. Ve bu uyarlanabilir değişimlerin bir özelliği şu: Kısa vadede tek bir bakteriye zarar verebilecek ama uzun vadede koloninin geleceğini garanti edebilecek değişimler geçiriyorlar. Tekrar edeyim. Kısa vadede bireye zararlı (olabilecek) uzun vadeli önlemler.

            İmparator penguenleri. Kuzey Kutbu yani Antarktika’ da çok az canlının gitmeye cesaret edebildiği bölgelerde hem de kış mevsiminde yumurtlarlar. Yumurtaların uzun süreli sabit sıcaklığa ihtiyacı olduğu için erken penguenler bacakları ile karınlarının arasına sıkıştırdıkları yumurtalar ile minimum iki ay (bazı kaynaklara göre 100 - 120 gün) bir şey yemeden beklerler. Gol bir. Neslin devamı için neredeyse minimum iki ay aç kalmak. Anne o sırada avlanır. İkinci gol ise şudur: Eksi 70 derece santigrad soğukta ve yerine göre saatte 120 kilometre hızla esen buz gibi rüzgarlardan korunmak için hayvanlar sürekli yerlerini değiştirirler. Böylece her hayvan, bazen kenarda bazen de penguen kolonisinin nispeten sıcak iç kısımlarında bulunur. Bu yer değiştirme kendiliğinden olur. Yani içe geçmek için savaşılmaz. İçteki her penguen ne zaman dışarı çıkması gerektiğini bilir ve neslin idamesi için çıkar. Çünkü penguen BİLE bilir ki; kendisi içeride kalmaya inat ederse, bir süre sonra kendisi de ölecektir.

            Çok olan her şey güzel veya iyi demek değildir. Üstelik bilgi hariç her şeyin fazlası zarardır. Hatta güzel olan az olur daha doğrusu az olan güzeldir. Çok olanın kıymeti yoktur. Zor olan çoğu elde etmek değil, var olan azla kanaat edebilmektir. Bu aralar aslında çok bilinen“Ekmek arslanın ağzında”sözünü kendimce değiştirdim: “Ekmek arslanın kıçında”. Ya ağızdan ulaşmak için çok büyük mücadeleler vereceksin ya da elini boka bulayacak kadar iğrenç bir adamsan boktan işlere bulaşıp çok kısa yoldan ekmeğe ulaşacaksın. İlk seçeneği seçersen çoğu zaman ekmeğe ulaşamazsın ama elini de boka bulamazsın. Ikincisinde ise çok ekmeğe ulaşırsın ama çirkef herifin teki olursun.

Daha yeni okuduğum TARİH kitaplarından birinde, samuraylık gelenek ve sanatının yok olacağına dair endişeler nedeniyle bir çok şikayet geldiği için, Japonya sınırlarına girdikten bir süre sonra tüfek üretim ve kullanımının ordu haricinde yasaklandığını okudum.

            Unutmayın sistemin kuvvetliliği, normal şartlarda sistemin ve onu oluşturan unsurların ne kadar verimli çalıştığı ile değil, sistemin zor şartlara ne kadar dayanabildiğine bağlıdır. Ve bu dayanmanın tek şartı da sistemi meydana getiren unsurların hepsinin bu zor şartları yerine getirebilecek sağlamlıkta ve kararlılıkta ve fedakarlığa açık durumda olmasıdır.

Mesela ekonomik krizin atlatılabilmesi için, şirket çalışanlarının az veya bir süre hiç maaş almamayı göze alması ama buna rağmen de her zamankinden daha çok çalışmayı göze alması gerekebilir. Lütfen şu an aklından

-         Ama patron para vermemek için krizi bahane ediyorsa

polemik ve geyiğini geçirmeden önce aşağıdaki paragrafları oku. Ben sistemden yani toplumdan bahsediyorum. Eğer fedakarlığı sadece çalışan yapıyorsa, o sistem de çok yaşamaz merak etme. Hatta öyle bir sistemin, şirketin, ülkenin kısa vadede çökmesi için krize de gerek yoktur.

Gördüğün gibi toplumsal gelişim için uğraşmak zor, hem de çok zor iştir. Çünkü hatırında tutman gereken en önemli şey; kişisel gelişimcilerin iddia ettiklerinin aksine  senin en mühim olduğun değil gerçekte bir hiç olduğundur. Her türlü zorluğa, itilip kakılmaya, yalnızlığa sürüklenmeye mahkum oluşundur. Sen bir hiçsin çünkü öncelikle düşünmen gereken bugün üzerinde yaşamak için kendi veya başkalarının evlatlarından ödünç almış olduğun bir evren, bir dünya, bir doğa var. Sonra insanlık var. Yaşadığın kendi toplumun var. Geçtiğimiz senelerde bir bienal vardı. Konusu “insan ne ile yaşar” dı. Ben de düşündüm. Bulduğum en güzel slogan “İnsan insanla yaşar” oldu. Evet yalnızlık ALLAH’ a mahsustur. Sen etrafında konuşacak bir arkadaşın yoksa tez elden kafayı yersin. Bu nedenle o “hayatta senden daha değerli hiç bir şey yok” pisliğini unut. Senin sen olmana lazım olduğu için şu an yanında duran insan sen tanımasan bile senden daha değerli.

Ve bu nedenle kişisel gelişime yürekten inanmış bir insansan ve bu fikrinden kesinlikle vazgeçmeyeceksen bile; yani, karşındakini sırf ezmekten, dövmekten veya ona iyi davranmaktan zevk alacağın bir malzeme olarak görsen bile kendini ancak onun üzerinden bulabileceğin için toplumun geleceği için olmasa bile kendin için ve kendinden önce onun menfaatlerini düşünmek zorundasın.

Yukarıda anlattıklarımı yapman gerektiği için aşağıda da söyleyeceğim ve toplumsal gelişimin temel taşlarından biri olan kanaatkarlık yetmiyor. Eldeki ne olursa olsun, toplumun geleceği yani evlatlarının istikbali için eldekini de feda edebilmeyi gerektirir. Yani kendine zarar vereceğini bildiğin şeyleri de yapmayı gerektirir. Unutma ki ataların vatanları uğrunda canlarını vermeseydi, bugün ülken olmayabilirdi.

Kızılderili sözünü unutma

- Bu dünyayı atalarımızdan miras değil, çocuklarımızdan ödünç aldık

Ve diğer özelliklere de sahip olman ve uygulaman lazım. Daha sonra yazacağım ve bazıları kişisel gelişim kitaplarında da okumuş olduğun bu özellikleri kişisel değil, toplumsal gelişim için uygulayacaksın.

            Ve en zor olan tarafı ise karşında senin gibi davranan bir hayvan sürüsü değil, böyle davrandığın için sana başka; çok büyük oranda da yukarıda da bahsettiğim gibi deliymişsin gibi gözlerle bakan HIRS dolu çok fazla miktarda insan olacak.

Zaten bu nedenden dolayı kendini toplumun gelişmesine adamış bir çok insan bir süre sonra kendini yalnızlığın içinde bulur. Veya dalaylamalar o nedenle bir avuçtur ve kör itin öldüğünden bile uzak yerlere gidip orada kurdukları gettolar içinde yaşarlar ve herkesi de almazlar aralarına. Çünkü kazara bir puşt meclise girse, dalaylamanın cümlesini yoldan çıkarabilir.

Tabi dalaylamalar cidden varlarsa.

O nedenle kargalar sürü ile kartallar yalnız ve yüksek uçar. Kartal tek başına karga sürüsünün içinde yaşamaya kalkarsa ne olur biliyor musun ? Üç vakte gözünü oyarlar.

            Yunus Emre satış mümessili olsa işsiz kalması ne kadar sürerdi sizce ? Mesai arkadaşları kendisine ne derdi acaba ? Daha doğrusu olabilir miydi acaba ?

Veya kendisine

-         Ne dilersen dile benden

diyen patronuna

-         Gölge etme yeter be !

diyen Diyojen’ e etrafı SALAK değil de ne derdi ? Veya patron ne düşünürdü. Hemen araya sıkıştırayım. İşin en güzel tarafı da şu ki İskender Diyojen’ e bir şey yapmamış. Belki de hatasını anlamış. Ama bu yaklaşım gün geçtikçe azalıyor, kötüleşiyor.

İşte bunları göze alamayacaksan hiç işe girişmeyeceksin. Ve bence mühim olan toplumun içinde toplum için savaş verebilmektir. Eski bir hikaye anlatayım:

Şehir evliyası bir haftalığına dağ evliyası arkadaşını ziyarete gitmiş. Hem özlem gidermek, hem de temiz hava, güneş, taze yemek vs. vs. Giderken de dağ evliyası oralarda bulamaz diye yanında bir tülbende sarılmış kömür ateşi almış. Çok hoş vakit geçirmiş.. Şehre dönmüş. Aradan bir süre geçmiş. Bu sefer dağ evliyası arkadaşını özlemiş, şehre inmiş. Giderken dağ evliyası da arkadaşına o da şehirde kolay kolay bulamaz diye tülbendin içine temiz kaynak suyu doldurmuş. Ayakkabı tamirciliği yapan arkadaşının dükkanına gitmiş. Şehir evliyası su dolu tülbendi duvardaki bir çiviye asmış. Oturmuşlar sohbet etmişler. Bir ara bir bayan müşteri gelmiş. Ayakkabısını boyatmak için eteğini sıyırıp ayağını boya tezgahının üzerine koymuş. On onbeş saniye sonra çiviye asılı tülbentten şıp şıp su damlamaya başlamış. Dağ evliyası utancından kıpkırmızı olmuş. Müşteri gittikten sonra şehir evliyası

-         Can kardaşım. Var git dağlarına. Buralarda evliyalık zordur, buralar seni bozar, sen oralarda yap evliyalığını

demiş.

Şimdi de geleyim kendi oluşturduğum bakış açıma. Ama aklından çıkarma. Bunlar kesinlikle senin değil ama torununun çocuğunun adam gibi bir toplumda yaşamasını sağlayacak ! Tabii çocuğunu da bu şekilde yetiştirebilirsen.


DÜRÜST OLACAKSIN !

Her konuda. İnancında dürüst olacaksın, ticaretinde dürüst olacaksın, insan ilişkilerinde dürüst olacaksın, doğaya karşı dürüst olacaksın. Dürüst olacaksın ki arkasından tutarlılığın ve hemen arkasından da güvenilirliğin koşa koşa gelsin. Kişisel gelişim kitaplarının birkaç tanesinde okuduğum, önce çok hoşuma giden bir metod. Her çalan telefonu açma. Hatta cep telefonunu sat. İyi de niye ki ? Bana çok faydası olan teknolojik bir aleti niye satayım ki ? Ha olmadık zamanlarda rahatsız edilmemek için mi ? Ya gerçekten ihtiyacı olan biri arıyorsa ? Böyle bir durumda Diyojen kadar cesaretli olacaksın. O an yaptığın iş hiç bir şey olsa bile, eğer arayan vatandaşla konuşmak istemiyorsan, arayan kim olursa olsun,

-         Müsait değilim hemşire, sonra ara !

diyebiliyorsan eğer, işte o zaman topluma faydan olur. Kendini korumak ayrı mesele karşındaki dallamaya sana saygı göstermeyi öğretirsin. Kim olursa olsun, olmadık zamanda rahatsız etmemeyi öğrensin. Hala daha kafanda

-         Ya arayan patronsa ?

gibi bir soru varsa, okuma lan zaten bu kitabı. Okuma bundan sonrasını ama şunu da unutma. Patron seni cep telefonunu satsan da bulur. Alır bir tane, öder parasını b…gibi kalırsın ortada.

Telefon almaz da evine adam gönderir.

Ama senin ve aşağıda okuyacağın üzere mevcut veya gelecek tüm şirket çalışanları tarafından aynı tavrı yiyen ve / veya çalışanları atıp yerlerine alacağı adamların da aynı tepkiyi vereceğini bilen patron,  canı istediği zaman, canı istediği adamı arayamayacağını öğrenir. Toplum rahat eder. Dikkat et bu bir kişisel gelişim metodu gibi görünebilir en başta ama ilerleyen satırlarda da okuyacağın üzere toplumsal gelişmenin en önemli unsuru olarak herkes yaparsa işe yarar TOPLUM AÇISINDAN…

Ama şunu da unutma. Eğer ki bu telefon konu ile ilgili mensubu olduğun toplum olan şirketin yaşaması veya ileride daha iyi bir duruma gelmesi için gerekli bir telefonsa, senin esas görevin zaten o telefonu patronuna ettirtmeden o işi yapmaya başlamaktır. Yani sen işini öyle bir yap veya yapılmasını sağla ki patronun seni ancak kendi özel işleri için arayabilsin, iş için değil.

            Dürüst olacaksın ki, içine girdiğin ortam, ülke, yönetim biçimi ne olursa olsun o andan sonra söyleyeceğin sözler önceden söylediklerinle çelişmesin. Unutma ! Dokuz köyden kovulup onuncuya alınmamak; “Yavşak”, “Dönek” lakapları yakıştırılmaktan iyidir. Kişisel gelişim kitaplarında yazan neredeyse tek güzel şeydir HAYIR demeyi bilmek. Etrafındaki dallamaların senden başlayarak her önüne gelenden ve her istediklerini alamayacaklarını öğretir. Dalkavukluğun, yalakalığın önünü keser.

            Öyle bir hayatın olsun ki çocukların hakkaniyet ve dürüstlüğü düşündüklerinde seni hatırlasınlar !!!

            Zaten insanlarla ilişki içindeyken beni en çok yoran da bu dürüstlük olayı. Bilhassa özel hayatta. Özel hayat dediğim iş hayatı dışındaki hayat, sadece ev yaşantısı değil. Konuştuğunuz arkadaşınızın senin söylediklerin üzerinden siyaset yapması, kendi hayatını senin gayet hüsnü niyetle, hiçbir ard niyet olmadan söylediğin şeyler üzerine kurması ve bu nedenle de senin de konuşurken dikkatli olma veya dinlediğin şeyin gerçek mi yoksa yalan mı, veya ne kadarının doğru olduğunu düşünmek beni bu hallere getiren en büyük sebep.  Yok artık deme, etrafınızdaki bir sürü insanın gözü yerine göre seni kötü durumlara itebilmek için senin üzerinde ama senin haberin yok. Söylediklerinin en az yarısı yalan. Aynen şirketlerde çalışanlara karışıp, patronu itin götüne sokup sonra sizin patron hakkındaki kötü düşüncelerinizi patrona satan yavşak şoförler gibi; onlarda yerine göre senin zayıfını öğrenmek için kendini veya en yakınındakini kötüler. Bildiği bir şeyle ilgili senin ne düşündüğünü öğrenmek için bilmiyorum der.

Ve tabii ki bu dürüst olma ilkesinin en önemli özelliğini en sona yazayım. Kendi aleyhine bile olsa her zaman doğru neyse onu kovalayacaksın. Yukarıda başka vesilelerle yazdım tekrar yazayım. Senin zararına bile olsa !!! Çünkü uzun vadede sadece doğru ve gerçek kazanır.

Aynı zaman da dobra da olacaksın. Nazik olmak için ezilmeyeceksin. Karşındaki bozulursa bozulsun. Senin yalancı, numaracı olmandan iyidir. Daha dün bir televizyon dizisinde duydum, çok beğendim:

-         Nazik olmak çok pahalı bir uğraştır. Ve ayrıca benim nazik olmayı düşünecek yeterince vaktim de yok !

Aynen Namdar Rahmi Karatay’ ın dediği gibi:

Benim ağzım pek yandı, ama siz dikkat edin,
Yalnız layık olan adama hürmet edin,
Haddini kim bilmezse ona hakaret edin,
Ele alçak durmayın, onu hakikat sanır,
Eşeğe gem vurmayın, kendisini at sanır.

Şiirin geri kalanı en arka sayfalarda.

DEVAMI :  20.Ekim.2011

14 Ekim 2011 Cuma

EDEBİYAT

KİŞİSEL GELİŞME, TOPLUMSAL GELİŞ !!!

3. BÖLÜM

Kendini kendin için değil toplum için geliştirmek istiyorsan öncelikle tarih okumalısın. Ama her türlüsünü. Tarih okuyacaksın ki şunu göresin: Toplumları batıran bilhassa ve başta yöneticiler olmak üzere; toplumu ve / veya  ülkeyi oluşturan halkın şahsi menfaatlerini toplumun menfaatlerinin önünde ve üzerinde tutması ve bunu sağlamak için de aklına gelecek başta inanç olmak üzere ve bilhassa manevi her türlü olguyu sömürmesidir. Mal edinme, mülk edinme hırsıdır.

            Şunu da öğreneceksin. Bu uğurda yapılan ilk ve en önemli uğraş ise halkı mal konumuna getirmektir. Ve maalesef halk da üç kuruşluk kısa dönem menfaati için haysiyetini satmaya, kolay yoldan kazanmaya dünden razı olduğu için acele mal gibi görünmeyi seçer, hatta daha da mal olur eder.

Tarih okudukça toplumları yıkan diğer hataları da öğreneceksin.

Bilim tarihi de oku. Oku ki bilim adamları ne gibi hatalar yapmışlar veya özverilerde bulunmuşlar da bugün hayatımızı kolaylaştıran bir çok icat alet edevat ne gibi dertler aşılarak bulunmuş gör. Ve okuyun da siz biz üç kuruş daha fazla para kazacağız diye birbirimizin gözünü oyarken millet nelerle uğraşmış. Senin tiyatro sahnesinde rol yapabilmek için kullandığın her şeyi bugünlere getirebilmek için ne günler ne geceler harcamışlar. Aşağıda yazacağım gibi bazıları beş kuruş para istememiş bunlar için.

            Okudukça şunu da göreceksin: Tarihin hangi döneminde olursa olsun; hangi toplum olursa olsun; tüm dinlerde ve hatta tüm toplumsal ideolojilerde malın, mülkün, mevkiinin hikmetinden bahseden bir tane kalıntı YOK. Parayı, malı, mülkü ve bunları kazanmak için ne yaparsan yap ideolojisini öven herhangi bir satır YOK.

Neden ?

Dünya tarihi daha önce hiç Rockefeller mı görmedi, yoksa hiç Vehbi Koç’ a mı denk gelmedi ?

Yooooo. Firavunlar var, Karun var, Büyük İskender var, Sultan Süleyman var…

Bizim bilmediğimiz kim bilir ne mal mülk, şan şöhret, mevkii sahipleri gördü bu dünya. Ama onların devirlerinden kalanlar da dahil olmak üzere; verilen öğütlerin hepsinde bahsedilmeyen tek şeydir çok mal mülk edinmek. Daha fazla kazanma hırsı. Ama binlerce yıldır da insanların bir türlü ders almayıp, yapmakta ısrar ettiği şeydir. Toplumsal kökeni nereye ve niye oraya dayanır bilmiyorum, henüz onu öğrenemedim ama bugünkü değimiyle acık BATI felsefesidir

-         Amaca ulaşmak için her yol mübahtır !

Ama en azından benim mensubu olduğuma inandığım oryantal zihniyet der ki

-         Sonuca götürmese de seçilen yol daha önemlidir !

Ve geçmişten kalan tüm tavsiyeler bilgeliği, bilginin üstünlüğünü, elindeki ile yetinmenin, kanaatkarlığın, paylaşmanın faziletini över; malın mülkün paranın değil. Toplumsal olarak gerçekten gelişebilmek, topluma faydalı olabilmek için bu mertebeye ulaşmış olmak gerekir. Geçmişten bazı örnekler verelim. Her kesin bildiği bir söz.

-         Gölge etme başka ihsan (büyüklük) istemem.

Bu lafı herkes bilir ama kimin söylediğini çok az kimse bilir. Bunu söyleyenin Diyojen olduğu söylenir. Ama Sinop’ lu ve filozof olan Diyojen, Bizans kumandanı Romen Diyojen değil ! Gündüz vakti eline fener alıp, sorana da

-         Dürüst insan arıyorum

diyen filozof Diyojen söylemiş. Kime söylemiş ? Büyük İskender’ e. Zamanının dünya fatihi olan Büyük İskender’ e. Niye ve ne zaman söylemiş ? Büyük İskender kendisine

-         Sen çok ünlü bir düşünürsün. Yeter ki bana danışman ol, sonra dile benden ne dilersen

dediğinde… Diyojen ne demiş ? Kendine ev olarak edindiği fıçının içinden yan gözle baktıktan sonra

-         Kitap okuyorum, o nedenle yeter ki gölge etme, başka da bir büyüklük istemem

demiş. Yani sadece danışmanlığını ve paranı pulunu al da git demiş.

Başka bir olay, başka bir söz:

-         Daireleri bozma…

Bu sözü söyleyen ise aslında Diyojen’ den daha meşhur, daha doğrusu sokaktaki dallamanın tanıma ihtimali daha fazla olan biri. Aslında bu sözü söyleyip söylemediği kesin değil ama söylemiş olabileceğinden kimsenin kuşkusu yok. Söyleyen başka bir sözü ile de meşhur. Kralın kendine verdiği problemi çözdüğü anda kapıldığı heyecanla

-         Buldum (Eureka) !

diyerek çırıl çıplak  hamamdan sokağa fırlayan Arşimed (Archimedes)’ dir bu sözü söyleyen. Kime söylemiş. Bir Roma askerine. Yere çizmiş olduğu daireler üzerinde hesap kitap yaparken; kılıcını sallayaraktan kendisini öldürmek üzere koşturan Roma’ lı askere daireleri gösterip söylemiş

-         Daireleri bozma…

diye.

            Kişisel gelişim kitaplarının yazdığı martavalları okursan bu iki adamın kişisel olarak kesinlikle gelişmediğine kanaat getirirsin. Baksana zavallı, gelişimi bozuk, eksik Arşimed’ e !!! Askeri kendisini öldürmemesi için ikna edememiş.

Başka bir kitaptan taze okuduğum bir bilgi olarak yine Ortaçağda yaşamış olan Petrus Peregrinus için yazılmış bir yazı (Vurgu için bu alıntıyı yapmama neden olan yerleri büyük harfle yazdım):

            “Deneysel bilim alanındaki başarılı çalışmalarından dolayı övgüye değer tek adam tanıyorum, yalnızca bir adam. TARTIŞMALARDA SÖZÜNÜ ESİRGEMEZ: Aklın, bilgeliğin yolundan ayrılmaz; çünkü aradığı huzuru orada bulur. Yarasalar örneği başkalarının karanlıkta belli belirsiz görmeye çalıştıklarını, o, gün gibi açık seçik görür; çünkü bir deney ustasıdır. Doğa, tıp, kimya gibi yeryüzünde ya da gökyüzünde neler varsa, hepsini deney yoluyla öğrenir. Kendisinin bilmediği şeylerin sıradan insanlar, kocakarılar, askerler ve çiftçilerce bilinmesi onun ağırına gider. Bu nedenle, her çeşit metal ya da maden işleyenlerin çalışmalarını gözünü dört açarak izler. Savaş, silah yapımı ve avcılık konularında bilmediği yoktur. Tarım, arazi ölçme ve çiftçilik konularını yakından inceler. İlaç yapma, fal açma, büyü yapma gibi kocakarı, hokkabazlık, sihirbazlık uğraşılarının yanı sıra, ruh çağırma, cin toplama gibi öz boyama yöntemleri üstüne de ayrıntılı notlar tutar. Kısacası, merak uyandıran ne varsa hiç biri onun gözünden kaçmadığı için sihirbazların göz boyacılığını kolaylıkla açığa vurabilir. Eğer felsefe olgunlaştırılacak ve bundan güvenle yararlanılacaksa, O’ nun çalışmalarına başvurmak kaçınılmaz olur. SÖZ KONUSU OLAN ÖDÜLSE, ONU NE ALIR NE DE BEKLER. KRALLARA, PRESLERE YARANMAK İSTESE, O’ NU ONURA, VARLIĞA BOĞACAK PEK ÇOK KİMSE BULUNURDU; YA DA ÇALIŞMALARININ SONUÇLARINI PARİS’ TE SERGİLEYECEK OLSA, TÜM DÜNYA O’ NUN ARDINDAN KOŞARDI. BUNLARIN HER İKİSİ DE O’ NU BÜYÜK BİR ZEVKLE YAPTIĞI DENEYLERİNDEN ALIKOYACAĞI İÇİN, O VARLIĞI DA ÖDÜLÜ DE ELİNİN TERSİYLE İTER; ÇÜNKÜ BİLGELİĞİ SAYESİNDE ONLARI, İSTEDİĞİ AN ELDE EDEBİLECEĞİNİ ÇOK İYİ BİLİR.”

            Yine bir ibret öyküsü:

            Marie ve Pierre Curie…

Kısa zaman içinde bir endüstri dalı haline gelen radyum yalıtma sürecinde kullandıkları yöntemin patentini alarak kolayca bir servet yapabilecekken, isteyen her kişiye ve şirkete ellerindeki bilgileri hiç sakınmadan verdiler. Marie şöyle diyordu:

            - Eğer buluşumuzun gelecekte ticari bir piyasası olacaksa bu asla üzerinden kazanç sağlamamamız gereken bir rastlantıdır. Ayrıca, radyum hastalıkları iyileştirmede kullanılacak. Bundan çıkar beklemek bizim için mümkün değil

demiştir. Pierre de ona katılarak

            - BİLİMİN RUHUNA AYKIRI DÜŞER

demiştir.

Bu felsefe ile baktığın da Madam Curie mi daha muteberdir, yoksa çok büyük ve verimli bir mucit olmakla beraber her icadına patent alan, hatta rakibinin keşfinin kendisininkinden daha üstün olduğunu bildiği halde, sırf kendi para kazansın diye insanları bir sürü yalan ve yanlış deneylerle kandıran Edison mu ? Hatta belki inanmayacaksın ama rakibi olan Nikola Tesla’ nın metodunun kötülüğünü ispatlayabilmek amacıyla bir sürü köpeği elektrik vererek öldüren, elektrikli sandalyeyi icat eden Edison’ dur. Şimdiden yazayım. İnanmayıp araştırınca bunun böyle olmadığını yani elektrikli sandalyeyi başkasının bulduğunu göreceksin ama gerekli her türlü bilgiyi ve yardımı Edison’ un verdiğini de araştır. Yani saman altından seller akıtmayı da ihmal etmemiştir.

Ama bugün dünyanın her yerinde rakibin sistemi kullanılmaktadır.

Ama gene de büyük bir mucit olarak Edison’ un hakkını tekrar, tekrar iade edelim.

Tesla’ nın ise kablosuz enerji transferi gerçekleştirdiğini dair görgü tanığı ifadeleri var. Ve bu konuyu ABD’ nin laboratuarlarında gizli olarak sakladığına dair (komplo) teoriler(i) bile var.

            İşin en tuhaf ve çirkef tarafı da budur zaten. Maalesef öğretiler de bu patent üzerine kuruludur. İnsanların %95’ i telefonu kim icat etti sorusuna Graham Bell diye cevap verir. Halbuki mucidi değil patent başvurusunu ilk yapan veya patent başvurusu ilk sonuçlanan kişidir Bell. Yoksa o dönemlerde icat edilen epeyce telefon vardır.

Yine aynı kitaptan alıntı diğer bir örnek:

            (Sir Oliver) Lodge 1894 yılında İngiliz Bilim Geliştirme Derneği’ nin yıllık toplantısında icat ettiği verici aletleri tanıttı. Yaklaşık 55 metrelik bir uzaklığa Mors alfabesiyle sinyaller gönderdi ve telsiz telgrafın sunacağı olanakları anlattı. O sıralarda Lodge, telsizle iletişim konusunda bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yakından takip ediyordu ve bu alandaki bilgisi oldukça fazlaydı. Bunun yanı sıra, bu konunun gelecekte çok büyük bir etkiye sahip olacak yönleri üzerinde de çalışmalarda bulunuyordu ki bunlar arasında en önemlisi “seçici akort” tu. Bu buluş, telsizle iletişimden yararlanan kişilerin daha düşük frekanslarda haberleşmelerini sağlayacak ve böylelikle başka sinyallerin araya girmesini engelleyecekti. Nasıl olduysa Lodge, 1897 yılında İSTEMEYE İSTEMEYE de olsa, ilk buluşlarını da kapsayacak bir patent almak için başvuruda bulundu. Hatta tasarlamış olduğu telsiz cihazlarının imal edilmesi için bir firmayla sözleşme bile imzaladı. Ama ne var ki bütün bunlardan sonra bile İNANDIĞI İLKELERDEN VAZGEÇMEYEREK bir fizikçi olarak kaldı. PATENT YÜZÜNDEN BİLGİNİN KISITLANACAĞINDAN ENDİŞELENEN ve yüzyılın sonunda yeni kapılar açan fizik dallarına meraklı olan Lodge, asla ticari açıdan kazanç sağlayacak bir telsizle iletişim sektörünün arkasında yer almadı. Aslında böyle bir sektörde yer alması için yeterli olan bilimsel ve teknolojik birikimden ÇOK DAHA FAZLASINA sahipti; ama iş dünyasına yönelik hevesten, şevkten, yani kısacası iş dünyasının talep ettiği tarz bir kişilikten yoksundu (benim notum: yani adam gibi adammış)

            Ama sözü edilen bu özelliklerin eksik olmadığı biri vardı: Guglielmo Marconi...

            Ve Lodge’ un telsiz telgrafının patent başvurusunu O yaptı ve bugün tüm dünya kablosuz iletişimin mucidi olarak maalesef onu tanıyor. Bu aralar benim de patent araştırmaları yapmak gibi bir mecburiyetim var bu nedenle çok sık rastladığım bu patent işinin de bu saçmalığı taaaa o zamanlardan başlamış. Fikir başkasının ve tüm bilim dünyası biliyor ama patenti alan Lodge’ un birikiminin yanından geçemeyecek olan Marconi olmuş. Yukarıdaki satırları aldığım kitaptan başka bir alıntı:

            Marconi’ nin getirdiği yenilikler patent için yeni ve özgün olma açısından ÇOK AZDI ama mevcut yöntemlerin, teçhizatların ve devrelerin birer MÜLK olduğunu iddia eden ilk kişi Marconi’ ydi...

İşte gördüğün gibi maalesef kablosuz iletişimi keşfeden Marconi değildir ama patenti Marconi’ ye aittir. Şimdi içinden keşke patent denilen olay olmasaydı diyorsun değil mi ? Ama o durumda, insanların icat veya keşif yapması için de herkesin bir Lodge veya bir Curie olması lazımdı. Yoksa kimse para kazanamayacağı için kimse icat yapmaz veya hobi olarak evinde saklardı. Çünkü bilim adamı bile olsa toplumsal gelişim için çabalayan insan sayısı gördüğün üzere çok fazla değil !!!

DEVAMI :   17 EKİM  2011  de

12 Ekim 2011 Çarşamba

KİŞİSEL  GELİŞME, TOPLUMSAL  GELİŞ !!!


İKİNCİ BÖLÜM 


Ben gayet mutlu ve mes’ ut bir biçimde kişisel olarak gelişmemi sürdürürken, beynimin derinliklerinden gelen bu sesle kitaba bakış açım da acık (!) değişti.
           
Kitabın başka bir bölümünde ise yazar hata yapan bir garsonu hata yaptığını suratına vurmadan kendi istediği siparişi getirmeye ikna etti. Patates kızartması istemiş ama patates püresi gelmiş. Yazar da patates püresini de sevdiğini ama bu seferlik patates kızartması tercih edeceğini söylemiş. Garson da memnuniyetle patates kızartması getirmiş. Ama bence garson hata yaptığını anlamaktan ziyade mutfağa dönerken içinden

-         Herif uçmuş. Biraz önce patates püresi istemişti, şimdi kızartma tercih ederim diyor

ya da

-         Püre suratlı yavşak ! Madem kızartma istiyordun baştan öyle söylesene ! Ne uğraştırıyorsun adamı !

demiştir. Neden mi ? Çünkü o seni sadece patates dediğini anlayacak kadar dinliyor veya tikliyor. Mutfağa gidip

-         Ulan bu herif patates istedi ama kızartma  mıydı yoksa püre mi ?

diye düşünecek, sonra

-         Amaaaaan yanlışsa geri getiririz

diye düşünerekten eline ilk geleni alıp gelmiştir. Ve herhangi bir tepki almadığı için senden sonra ki müşteriye de aynı muameleyi yapacaktır.

Neyse… Yarım bırakmak gibi bir adetim olmadığı için kitabı bitirdim. Ve sonra hem o hem de okumuş olduğum diğer kişisel gelişim kitaplarının üzerlerinde tekrar düşündüm. Verilen örnekleri tekrar gözden geçirdim. Neredeyse hepsi şu şekilde idi:

-         Patronu bana zam vermesi için şöyle ikna ettim !
-         İşçilere şöyle dedi ve istediğini aldı !
-         Kendi bildiğimi yaptım ve mutlu oldum !
-         Sen şöylesin !
-         Sen böylesin !
-         Sen birsin başkası sıfır !
-         Ben bunu yapınca sizce müşteri kimin malını seçti ?
-         Sendikayı nasıl ikna edersin ?

vesaire vesaire… E ne var bunda ne güzel değil mi ?  Değil işte ! Çünkü okuduğum tüm kişisel gelişme taktikleri insanların kendi kısa vade menfaatlerini nasıl kotarabileceği üstüne kurulu. Yani geçenlerde okuduğum bir yazarın bir sözü gibi bunlar kişisel gelişim değil, insanları kafaya alma taktikleri sadece…

Ne insanların yaptıkları hataları ortaya çıkarıp onların düzeltilmesi var.

Ne insanın kendi hatalarını düzeltmesi var. Hata mı yaptın ? E  boş ver, ölüm mü var ucunda ?

Ne yardım, ne hoşgörü, ne sorumluluk…

Hiçbir şey…

Sadece Rabbena hep bana…

Aslında hepsi isimleri üzerinde SADECE kişisel ve SADECE maddi menfaat gelişimi üzerine kurulu. Hadi bilemedin aileye genişler; daha fazla değil.

            Ama bence mühim olan kişisel değil, toplumsal gelişim. Maddi değil, manevi gelişim. Bunun yolları yordamlarına geçmeden önce kendimi kişisel olarak geliştirmeye karar vermeden çok önce okuduğum bir kitapta, kişisel gelişimcilerin en büyük silahları olan herkesle iyi geçin, kötü adam olma tezine karşı kullanılabilecek bir söz okumuştum. Tam olarak olmasa da mealen şöyle idi :

-         Eğer bir insan hakkında herkes iyi konuşuyorsa; o insan ya aşağılık bir dalkavuk ya da karaktersiz biridir !!!

Ne güzel bir söz veya düşünce değil mi ? İnsan herkesle iyi olabilir mi? Herkesin her fikrine katılabilir mi ? Tabii ki hayır ! O halde ? Bence bırakın arada kötü olasın.

            Neden arada kötü olmak lazım biliyor musun ? Eğer dünyada kötü olabiliyorsan, herkesin katılmayacağı, peşinden gitmek istemeyeceği ve hepsinden önemlisi de senin onları korumak uğrunda kötü olacağın, bazı insanlarla ilişkilerini bitireceğin veya en alt seviyeye indireceğin ülkülerin vardır demektir. Bunlar herhangi bir şey olabilir. İnanç, din, vatan, bayrak, milliyet, namus, aile, bilim vs. vs. Ve ancak bu ülkülerde seninle aynı görüşü paylaşan insanlarla iyi olursun. Ama konu sadece o ülkü iken. Ve her konu da, her ülküde kendisi ile iyi geçinebileceğin kaç kişi var biliyor musun ?

            Bir. Sadece bir. Evet kendin. O nedenle her an, her yerde, herkesle iyi olmak gibi bir ülkü peşine düşersen, kendini yukarıda bahsettiğim tiyatroda bulursun. Ve ya sahnede olmanın getirdiği manevi yük ile bir süre sonra mutlaka bir terapist ihtiyacı içerisine girersin, ya da mal olmak zorunda kalırsın.

            Bugünlerde bütün dünyayı etkisi altına almaya başlayan ileri derecede rekabetçi kapitalist düzenin sonucu mu dersin yoksa şehirleşmenin, modernleşmenin sonucu mu dersin bilemem ama son zamanlarda önüne gelenin bir terapist ihtiyacı içerisine girmesinin, bir psikolojik yardım almasının en büyük nedeni bu yukarılarda da bahsettiğim tiyatro zaten. Veya her önüne gelenin yok scuba dalışları, koçluk yardımları, buna benzer kafa dağıtma, ortamdan kaçma çabaları içine girmesinin nedeni de bu. Hatta ve hatta aşırı hale gelmiş olan hayvan sevgisinin de nedeni bu başkasını oynama, herkesden, herşeyden bir beklenti, bir menfaat içinde bulunma durumu. Eskiden insana tapılırdı. Artık sadece ve sadece paraya, mala mülke, mevkiiye tapınılıyor. İnsanlık rayından çıktığı için insanlar sevgi ihtiyaçlarını insanla değil hayvanlarla giderir, insana güven kalmadığı için güven duyma ihtiyacını hayvanlarla karşılayacak hale geldi. Ortalıkta binlerce muhtaç, fakir, aç olduğu bilinirken, onların değil sokak hayvanlarının karnı doyuruluyor. Çünkü işin acı bir gerçeği olarak fakiri ayırmak da mümkün değil. En zengin görünenin borç içinde yüzdüğünü, en muhtaç görünüp ağlayanın ise bok gibi para içinde yüzdüğünü görmek olağan bir olay haline geldi…

Neden arada kötü olmak lazım biliyor musun ? Yukarıda senin bakış açından anlattığımın başka bakış açısı ile incelenmiş şekli ile; senin üzerinden direk veya dolaylı bir menfaati olan birinin o menfaatine giden yolu kesersen eğer sana kötü der. O insan gözünde kötü olursun. O insana kötü diyenlerin gözünde de birden bire iyi oluverirsin. Eskiden kötü olsan bile. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur hesabı. Veya tam tersi olarak düşmanımın dostu benim düşmanımdır. Senden ve genel anlamda kimseden bir beklentisi olmayan bir insan için ne yaparsan yap sadece sokaktaki insansındır.

Üniversite yıllarında idi ve yine böyle asıp kestiğim günlerdi. Yıllardır komşumuz olan E… teyze benden bir saksı alıp kendisi için de çiçek ekip büyütmemi istediği bir gün kendisine bunun gayet kolay bir iş olduğunu, neden kendi hatta oğlu varken bana iş buyurduğunu sorduğumda bana

-         Sen bu aralar çok değiştin. Çok pürüz, çekilmez, huysuz herifin teki oldun

dedi. Şu an kim olduğunu tam olarak hatırlamıyorum ama başka bir tanıdık gerçek olduğu için daha fena olarak yorumlanan bir cevap verdi:

-         O değişmedi; sadece bu aralar kendi hayatını yaşamaya başladı, artık siz O’ nu kullanamadığınız için O size terbiyesizleşmiş gibi görünüyor.

Mühim olan toplumsal gelişimdir ve bu uğurda toplum savaşçısı olabilmektir. Toplum savaşçısı kimdir ? Kitabın sonunda da yazacağım ama hemen en basit kavramıyla örnek vereyim; sokakta yürürken önüne çıkan dalı yaprağı bilerek ama sebepsiz yere koparan mahlukata tepki veren insan toplum savaşçısıdır. Veya haksızlığa uğrayana arka çıkan insan toplum savaşçısıdır. Ve yukarıdaki ülkü konusunda yazdığım gibi sadece kendi gibi bir toplum savaşçısının gözünde iyi, muteber insandır. Diğerleri için:

-          Sanane bilader, babanın ağacı mı ?
-          Ay sana mı kaaaaaldı geri zekaaaaaaalı !
-          Sen benim kim olduğumu biliyor musun lan !
-          Ay inaaaaaaaanmıyorum adamın bir yaprak için yaptıklarına bak
-          İnek misin, otla mı besleniyorsun, sana ne kopardıysam ?
-          Ulan yolda manyağın biriyle bir yaprak yüzünden atıştık, herif uçmuş be

dir. Yani kötüdür, işsiz güçsüzdür, çoğu durumda ise delidir. Çünkü yolda yürüyenin kopardığı yaprağa laf etmek gibi deli saçması işlerle uğraşır. Toplum savaşçısı olmaya meyilli veya en azından vicdanlı biri ise, başını öne eğer, acık kızarır ve gider. Bunlarda zaten genelde henüz para kazmaya başlamamış yani hala sosyal zihniyetli, geleceğin toplum savaşçısı adayı onbeş yirmi yaş arası gençlerdir.

            Sen belki inananlardan değilsindir ama dini olaylar da var. Hz. İbrahim ateşe atıldı. Hz. İsa’ yı resmen çarmığa gerdiler. Hz. Muhammed taşlandı. Çünkü toplumsal gelişimi sağlayacak davranışları yerleştirmeye çalışıyorlardı. Neden devrimler genelde kanlı olur veya kansızları uzun soluklu ve aslına bakarsan sonuçta da başarısız olur hiç düşündün mü ? Çünkü toplumun ve düzeninin o anki halinden gaaaaayet memnun olan; toplumun ve düzeninin (veya düzensizliğinin) onlara kazandırdığı şeylerden memnun olan, yani o anki güç ve menfaat sahibi insanlar devrime, yeniliğe karşı çıkar. Sen hiç toplumsal çarpıklığı, düzenli düzensizliği veya düzensiz düzeni en acı şekilde ve günlük yaşantısında her gün yaşayan veya daha doğrusu bu düzenin veya düzensizliğin farkında olan sokaktaki adamın devrime karşı geldiğini gördün mü ? İnsanları cahil cühela bir yığın haline getirip, ondan sonra da fikri gelen herkese

-          Eski köye yeni adet getirme
-          İcat çıkarma başımıza

Sözleri neden denir anıyorsun ?

            Herkesin mutlu olduğu bir toplumda ne mi olur? (acı bir tebessüm ile) Toplumun her ferdi sadece toplumu düşünmediği sürece öyle bir toplum olmaz ki ?

            Konuyu dağıtmayalım. Yani gördüm ki bu kişisel gelişim kitaplarında verilen öğütlerin birçoğu aslında insanların birçoğunun kullandığı ve benim bu kişisel gelişim kitaplarını okumama yani aklen ve ruhen darlanmama neden olan taktikler. Evet resmen tak-tik-ler…

            Şu an araya girmem lazım. Kitap okumak veya bu kitabı yazmak üzere öğlen aralarında yemek yemek yerine yalnız başıma şirkette kalmayı tercih ediyorum

DEVAMI : 14.EKİM.2011 de 

MİLLİ BAYRAMLARIMIZ